• Sonuç bulunamadı

Kim cesaret edebilir ki bu kitapları basmaya?:YKY Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi hızla büyüyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kim cesaret edebilir ki bu kitapları basmaya?:YKY Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi hızla büyüyor"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Y K Y Kazım Taşkent K lasik Yapıtlar D izisi hızla büyüyor

Kim cesaret edebilirdi ki bu

kitapları basmaya?

wmmmxmmmmmmmmmmmmmmmmmmimmmmBimmmtmmmmm

Yapı Kredi Yayınları da,

1992’de, Kazım Taşkent’in

anısını yaşatmak amacıyla,

“ortak insanlık mirasmm

ürünü temel klasik yapıtların

yer aldığı bir diziye ‘Kazım

Taşkent Dizisi’ adını verdi.”

Bu dizi içerdiği önemli

yapıdarla giderek büyüyor.

ADNAN BİNYAZAR

1940’larda yayımlanmaya başlayan “Klasikler” dizisi, kitap kültürümüzün bir başarısı olarak, etkisini hep sürdür­ müştür. Cumhuriyet gazetesi, iki yıldan beri, her salı, o dönemde yayımlanan ki­ tapları gazeteyle birlikte dağıtıyor. “Kla­ sikler”, Haşan Ali Yücel’in “Türk röne- sansı” diye adlandırdığı kültür atılımının önemli bir girişimi s ayılmaktadır. “ Türk rönesansı” kapsamı içinde yalnızca kla­ siklerin yayımıyla yetinilmemiş, bitiril­ mesi yanm yüzyılı bulan İnönü (“Türk”) Ansiklopedisi ile İslam Ansiklopedisi’nin ilk fasikülleri bu dönemde çıkmıştır. Kültür ve eğitim sorunlarına yönelik Eğitim Şuraları, Kongreler de bu “röne- sans” anlayışının ürünüdür. Böylece, Türkiye, halkın bir kesimini ilgilendiren tekelci kültür anlayışı yerine, kitleyi ay­ dınlatmayı gözeten bir kültür politika­ sının temellerini bu dönemde atmış gö­ rünüyor.

Klasikler, kültürümüze canlılık getir­ miş, özellikle aydınlarca, okuma edimi­ nin işlevi daha iyi anlaşılmıştır. Ama “klasikler” arasında edebiyat, felsefe, bi­ lim ve sanatın, toplumla buluşturulma- sı kaçınılmaz temel eserlerinin yayım­ landığı savunulamaz. Üniversite çalış­ maları arasında “elde ne varsa” onlarla yetinilmiş, bir süre sonra kitaplar ner- deyse yarım parmak kalınlığında olan­ lardan seçilmiştir. Bunlar arasında kısa sürede bitirilip hemen baskıya verilen kitaplar da az değildir. Her alanda oldu­ ğu gibi, işe büyük amaçlarla başlanmış, "Klasikler”in yayımlanması devlet poli­ tikası sayılmış , ne var ki, sonradan ge­ reken özen gösterilmemiştir. Klasikler­ le atbaşı yayım yapan Varlık da küçük oylumlu, eserlerin kısaltılmış biçimleri­ ni basmayı yeğlemiştir. Yaşar Nabi, bir karşılaşmamızda, kitapların dağıtmanın zorluğuna değinerek, getirisinin azlığın­ dan dolayı, dağıtıcıların küçük oylumlu kitapları dağıtak istemediklerini söyle­ mişti. Zaman zaman, Orhan Kemal’in, alarmda Murtaza gibi nefis bir roma-ar;

nının da bulunduğu kimi yapıtlarım ge­ nişletmesinin nedenini buna da bağla­ mak geçer içimden.

Demokrat Parti’nin, 1950’lerde yöne­ time geçip kültür işlerine el atmasıy­ la,Klasikler “Doğu”dan seçilmeye baş­ lanmış. Şeyh Sadi Şirazi’den, Mevlana Celaledain-i Rumi’den yapıtlar çevril­ miştir. 27 Mayıs’m sonucu olarak hazır­ lanan 1961 Anayasasının getirdiği kül­ türel özgürlük ortamlarında da yaşansa, “suçlanmış” klasikler bir türlü belini doğrultamamıştır. O özgürlük ortamın­ da bile, Milli Eğitim Bakanlığı, sözde demokrat, ama bugünkü gibi, gene tu­ tucuların elinde, düzeysiz, çağdışı eser­ lerin yayımına göz yummuştur. Talat Sa­ it Halman’ın Kültür Bakanı, Bozkurt

Adına lasikler yayımlanan bir öncü: kazım Taşkent Güvenç’in Kültür Müsteşarı olduğu sı­

ralarda geniş açılı izlenceler hazırlanma­ sına karşın, onların dönemi kısa sürdü­ ğü için, bu izlencelerin uygulanmasına fırsat bile bulunamamıştır. Devlet des­ teğiyle özel sektör görünümündeki “ 1000 Temel Eser” dizisi ile çağdaşlık ölçüsü bir yana itilmiş, milliyetçi, mu­ kaddesatçı, dinci bir anlayışla baskı sa-

eki taç, Tı

rel temelini oluşturmaktır.

yısı yüksek eserlerin yayımına girişilmiş­ tir. Amaç, Türk-Islam sentezinin kültü-Bürokrasi, yozlaştırılmış kültür poli­ tikaları ve yan tutma anlayışı kültürün düşmanıdır. 1970’in son yıllarına değin, kültüre düşman bu anlayış egemen ol­ muştur. 1978-1980 arası Ecevit Hükü­ meti sırasında ise, Klasiklerin yeniden basımı gündeme gelmiş, dönemin Milli Eğitim Bakanı Nejdet Üğur da, Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı da bunu ba­ kanlıklarının temel politikaları arasında görmüşlerdir. Klasikleri daha önceden

Ulysses James Joyce YKY Kazım Taşkent Don Quijote Cervantes Saavedra YKY Kazım Taşkent

Milli Eğitim Bakanlığı yayımladığı için, iki bakan arasında görev alanları yönün­ den bir gerginlik yaşandığını da anım­ sıyorum. Sonradan, Enis Batur’un, Nej­ det Uğur’un danışmanı olup, ülkemizin alanında yetkin kişileriyle çalışmalara başlaması. Kültür Bakanlığı’nda da be­ nim başkanlığını yaptığım Yayımlar Da- iresi’nin oluşturduğu, seçkin edebiyat­ çı, sanatçı ve bilim adamlarıyla Danış­ ma Kurulları oluşturulunca, iki koldan çalışmalara başlandı. Daha genel anlam­ da kültür politikasının oluşturulmasın­ da, Kültür Y üksek Kurulu’nun emekle­ rini de unutmamak gerekir.

Genç bir yazar olarak, Enis Batur, her iki işbilir ve göze alıcı yöntemiyle hemen MEB dergisini çıkardı, daha çok eğitim felsefesine yönelik kitaplar ya­ yımlayarak, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayın işlerini yolunakoydu. Dergide de, kitaplarda da, Milli Eğitim bürokrasisi­ nin bağnaz kalıplannı kıran bir düzey

Billy Budd Herman Mehille YKY Kazım Taşkent Yazınsal Uzam Maurice Blanchot YKY Kazım Taşkent

tutturulmuştu. Bu, yayınların içerikçe, biçimce uygarlık kazanması demekti. Ama, bu düzeyli çalışmaların Milli Eği­ tim Bakanlığı’nın katı bürokrasisine ta­ kıldığım çok iyi anımsıyorum.

Kültür Bakanlığı Danışma Kurulları da ileriye yönelik geniş listeler hazırlaya­ rak yayım yaşamımızı tutarlı bir politika­ ya oturtmayı amaçladılar. Ne ki, Türki­ ye’de her şey iyi başlıyor; iyiliğin ayrım- sanmasıyla kötüleştirmenin bir yolu da bulunuyor. Kültür Bakanlığı’nda, özel­ likle gençlerin okuma gereksinimleri göz önünde bulundurularak, kitapların hal­ kın eline ucuz bir fiyada ulaştırılması ön­ görülmüştür. Ucuzluk, düzeysizlik de­ mek değildir. Kültür Bakanhğı’nda, dil­ de, dizgide, görünüşte kitaba albeni ka­ zandırılarak, en azından, özel yayınevle­ rinin yayın düzeyi tutturulmalıydı. Yayın

É

Dairesi, öncelikle bir dizgi, çeviri ve sa- bürosu açarak bu amacın gerçekleşti- mesine çalışmıştır. Ders kitabı alımla- nnın dışmda, sanırım bir resmi kuruluş­ ta ilk kez saüş bürolarının önünde kuy­ ruklar oluşmuştur.

Batur Milli Eğitim Bakanlığı’nda, bü­ rokraside gedikler açarak, ben Kültür Bakanlığı’nda çabalarımızı sürdürdük.... Belli düzeylere ulaşmak nice çabalar ge­ rektiriyor! Düzeysizliğin yolu ise yarım adım bile değildir. Her zaman olduğu gi­ bi, Ecevit Hükümeti’nden sonra, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarına en “kül­ türsüz” kişileri getirmekte ustalaşmış dü­ zen, bunu bir kez daha gerçekleştirmiş, bütün bu çabalar bir gün içinde yerle bir edilmiştir. T ürk ve dünya yazın ve düşün dünyasının temel kitaplan yayımlanaca­ ğına, devlet kitapları arasında, kişisel ola­ rak Bakan’a ya da Bakan’ın bağlı olduğu siyasal anlayışa yakın duran adı şaire, ya­ zara çıkmış kimselerin kitapları basılmış­ tır. En azından bu uygulamalar bile, sa­ natın ve yayın işlerinin özerklik içinde rütülmesi gerçeğini daha çok ortaya oyar. Devlet kuruluşlarında, kuzunun kurda boğdurulduğu gibi, sanatın da, sa­ natçının da canına okunmuştur. Nice sa­ natçının, yazarın tutuklandığı bir ülkede, sanatsal etkinlikler bir Bakan’m oluruna bırakılırsa bunun neresinde özerklik (öz­ gürlük) aranabilir? Öyle dönemler ol­ muştur ki, yapılan resimler, çizilen de­ senler, karikatürler, belli kişileri (örne­ ğin Stalin’i) çağrıştırdığı suçlamasıyla ya hiç basılmamış, basılanlar da kitaplardan çıkarılmıştır. Yeri geldi de açıklıyorum; Kültür Bakanlığı’nda demokrat sayılma­ sı gereken bir dönemde, Ender Vannlı- oğlu’nun Catullus çevirisinden “müsteh­ cen” olduğu ileri sürülerek 18 şiir çıka­ rılmıştır. Bakan, haklı olarak, o zamanın ağzı salyalı muhalefetinden çekinmiştir. Kuşkusuz kendi adına değil, hükümeti­ ni eleştiri oklarından kormak için... Man­ zum bir Kuran çevrisinin Kültür Bakan­ lığı Yayınları arasmda çıkmasını gerçek­ leştirmek amacıyla, nice dolaplar dön­ dürülmüştür.

Kitapçılığın gelişmesi devletin değil, özel girişimin başarısıdır. Bankaların özel baskılı göstermelik yayınları bir yana, 1960’larm ortalarında, yayıncılıkta üstün bir düzey tutturmuş olan Bilgi Yayınevi bu alanda birçok yayınevine örnek ol­ muştur. yayınevleri, Bilgi’ninkine benzer

Tüm Oyunları Christopher Marlowe YKY Kazım Taşkent Seçilmiş Şiirler John Donne YKY Kazım Taşkent S A Y F A S C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 1 3

(2)

kitaplar yayımlamış, böylece yayıncılığa bir canlılık da gelmiştir. Ferit Edgü ve Erdal Öz gibi sanatçıların yönettiği Ada ve Can Yayınlarının bu düzeydeki pay­ ları da anımsanmadan geçilmemelidir. Devletin olanaklarıyla daha düzeyli işler yapılacağına inancımı yitirmemekle bir­ likte, 1978-1980 yıllarında, nice düzey­ li girişime karşın bir sonuca varılamama­ sı bende düş kırıklığı yaratmıştır. Bilgi, Ada, Can Yayınları örneğinde olduğu gibi, dar olanaklarla da olsa, sanatın ve yayıncılığın özgür koşullarda üreyebile­ ceği bir gerçektir. Nice sanatçının dar­ lıkları yenerek, nice baskılar altında sa­ natsal emek verdikleri de bilinmektedir.

Yapı Kredi Yayınları

Birçok banka anahtarlık, takvim, ma­ sa saati, birer ölü tüketim sayılan nice “armağanlar” dağıtırken, ta başından beri, İş Bankası, Akbank gibi, Yapı Kre­ di Bankası da yoğun kültür hizmetlerin­ de bulunmuştur. Vedat Nedim Tör yö­ netimindeki Sanat Dünyamız dergisi, içeriği ve baskı düzeyi ile nitelikli bir dergi olarak hep anılacaktır. Ayrıca, on yılı aşkın bir süredir, Yapı Kredi Banka­ sı, yayın işini temel konularından biri sa­ yarak, Türkiye’de kitapçılığın gelişmesi­ ne büyük katkılarda bulunmuştur. Ya­ zarlığı kitapçılığıyla örtüşen Enis Ba- tur’un özerk yönetiminde Yapı Kredi Yayınları 1000’in üstünde kitap yayım­ ladı. Edebiyatın ağırlıklı olduğu bu ya­ yınlar, -ilk seçimlerdeki dar alanlılık bir yana- yazınımızın temel eserlerini yayım­ lamakta yetkinlik göstermiştir.

Yapı Kredi Yayınları, ölçüyü, kitap­ lardan çok, örneğin Sabahattin Ali, Il­ han Berk, Nurullah Ataç, Adalet Ağaoğ- lu, Oktay Rifa... “Yapı Kredi’nin yazar­ ları” diye adlandırılan şairlerin, yazarla­ rın yayımlanmasında kullanmıştır. Bu arada Doğan Kardeş geleneğini de sür­ dürerek, çocuk yayınlarına nitelikli eser­ ler kazandırmıştır. Önce bülten olarak parasız verilen Kitap-lık her sayısında ağırlıklı bir konunun yer aldığı Cogito, eskisine göre daha yoğun içerikli Sanat Dünyamız, yalnızca nitelikleriyle değil, etkileriyle de özel amaçlarla çıkan der­ gilere düzey kazandırmıştır. Bir konuş­ masında, “Benim yapım bir ahtapot ya­ pısı mesela. Bir tek noktaya yoğunlaşıp, onunla ilgilenen biri olmadım hiçbir za­ man. Böyle gereklilikleri, kuralları sev­ miyorum. Benim zihnimin çalışma biçi­ mi, karakterim çok şeyi birarada yap­ maya elverişli.” (Milliyet, 14 Kasım 1999) diyen Enis Batur, gerek nitelikli yayıncılıkta, gerekse bu niteliği sağlaya­ cak kişileri arayıp bulmada kendini ka­ bul ettirmiştir. Yayıncılığımızın, - ’’kitap­ çılığımızın” demek daha doğru olacak - nitelik kazanmasında Enis Batur’un bu çok yönlü, çok alanlı ve göze alıcı “ah­ tapot” yapısı etkili olmuştur. Türkiye’de artık kimse Batı’da yayımlanmış kitap­ ların çekiciliğine kapılmıyorsa, bunda Yapı Kredi Yayınları’nın özenli baskıla­ rının göz ve gönül doyurucu niteliğinin etkisi büyüktür. Enis Batur, “Kalıcı, so­ luk gerektiren projelere ağırlık vermek daha anlamlı gözüküyor, beş yıl

öncesi-lç Deney Georges Bataille YKY Kazım Taşkent Amphitryon H. von Kleist YKY Kazım Taşkent

James Joyce Herman Melville

î,

ne göre. Dolayısıyla biz şimdi bazı alan­ lardan geri çekilip derinlemesine birta­ kım çalışmalara ağırlık vermek istiyoruz. Sayıca azalıp nitelikçe daha zorlu işlere yönelmek, kimsenin pek yanaşmadığı şeyleri yapmaya çalışmak, rutin anlam­ daki kitaplardan biraz geri çekilmek, başka yayınevlerinin de rahatlıkla yapa­ cağı birtakım şeyleri daha az yapmak dü­ şüncesindeyiz” (aynı yazı) diyor. Bu süz­ eri yayıncılıkta ayrıcalıklı bir girişimin muştusu saymak gerekir.

Bankaya büyük paralarla bir katkınız yoksa, size verilecek şeyler göz boyayıcı bir iki araç gereçtir. Kitap ise devingen­ dir; duygudan duyguya, düşünceden düşünceye aktarımların aracıdır. 1940’larda klasiklerin yayımlanması, Varlık yayınları, Bilgi’nin girişimleri bu aracı etkili duruma getirmenin çabaları­ dır. Yapı Kredi Yayınları ise, Atatürk’ün “çağdaş uygarlık” demeyip, “çağdaş uy­ garlığın üstü” dediği gibi, Batı’da yapı­ lanları aşmayı amaç edindi; kuşkusuz bunu da başardı. Düşünsel ve sanatsal aktarımın aracı olan kitabın, içeriği ve görünüşüyle sağladığı saygınlık, doğal olarak, bir toplumun davranışını da et­ kileyecektir. Uygarlığın ölçüsü, insanın kâğıtla (kitapla) olan ilişkisidir. Şu sıra­ larda, birçok özel girişimin bunu kazanç amacıyla yaptığını belirtirken, Yapı Kre­ di’nin, kültürümüze değerli yapıtlar ka­ zandırma yolundaki çabasını da yücelt­ mek gerekir. Yapı Kredi Yayınları’nin dizizlerinden biri olan “Kazım Taşken

Ak Şeytan John Wehster YKY Kazım Taşkent Genel Dilbilim Sorunları E. Benveniste YKY Kazım Taşkent

Klasik Yapıtlar Dizisi ”nde bunun göze­ tildiği açıktır.

Kazım Taşkent Klasik

Yapıtlar Dizisi

Kazım Taşkent uzun yaşamış (1894- 1991), ama yaşadıklarını anlamlı kılmış bir kültür adamı, bir girişimci, gerçek bir Atatürkçüdür. Almanya’da lcimya öğrenimi gördükten sonra yurda dön­ müş, Al pullu Şeker Fabrikası’nun kuru­ luş ve işletilmesinde görev almış, kısa sü­ rede fabrikayı üretime geirtmiştir. Ata­ türk’le başlayan çağdaşlaşma sürecine ekonomik çalışmalarıyla katılan Taş­ kent, 1944 yıllarında Doğan Sigorta Şir­ keti’ni ve Yapı ve Kredi Bankası’m kur­ muştur. Bu yazıda belirtilmeye çalışılan Yapı Kredi Yayınları’nın verdiği kiıltür hizmetlerinin temelinde Kazım Taş­ kent’in alın teri vardır. Atatürk devrim- lerinin büyük emekçisi Taşkent yalnızca bu üretici çalışmalarıyla kalmaış, 1940’tan bu yana günü gününe nodar almış, 1972’de de bunları kitaplaştırmış- tır. Günlüklerinde, başta “Atatürk” ve “Doğu/Batı” olmak üzere toplumun ge­ lişimiyle ilgili birçok konuya değinen Taşkent, yer yer büyük acısını da dile ge­ tiriyor. Taşkent, 1939 yılında, öğrenim

f

ördüğü yıllarda İsviçre’de çığ altında alan büyük oğlu Doğan’ın acısını hiç unutamaz. Onun adını verdiği Doğan

Nartlar Çeviren: Kayhan Yükseler YKY Kazım Taşkent Altay Destanı Hazırlayan: Emine Gürsoy YKY Kazım Taşkent

Kardeş dergisi için şunları söylüyor: “Karşıma çıkan her güler yüzlü çocuğu kendi çocuğummuş gibi sevmek isterim. Onun memleketine neler vereceğini dü­ şünürüm. içim umut sevinci ile ısınır. Hemen arkasından sevincim kaybolur. Onlar için ne yapıyor, onlara ne verebi­ liyoruz? Doğan Kardeş’i böyle duygular­ la, küçük bir hizmet olsun diye kurmuş­ tum.” (Kazım Taşkent, Yaşadığım Gün­ ler, YKY, İstanbul, s.38). Yapı Kredi Ya­ yınlan da, 1992’de, Taşkent’in anısını ya­ şatmak amacıyla, “ortak insanlık mirası­ nın ürünü temel klasik yapıdarın yer al­ dığı bir diziye ‘Kazım Taşkent Dizisi’ adı­ nı verdi.”

Destanları (Altay Destanı, Nartlar / Asetin Halk Destanı), temel edebiyat ya- pıdarını (Don Quijote / Cervantes, Por­ tekiz Mektupları, Niteliksiz Adam / Ro­ bert Musil, Ulysses / James Joyce, Bir Kadının Portresi / Henry James, II. Ric­ hard / William Shakespeare, Moby Dick / Herman Melville...), düşü/felsefe ve dilbilim yapıtlarını (Ruh Dinginliği Üze­ rine / Lucius Annaeus Seneca, Ecce Ho- mo /Friedrich Nietzsche, Bilimsel Araş­ tırmanın Mantığı / Karl R. Ropper, De­ nemeler / Francis Bacon, Genel Dilbi­ lim Sorunları / Emile Benveniste, Yazın­ sal Uzam / Maurice Blanchot...) kapsa­ yan diziye neden özellikle bu dönemde gerek vardır?

Falih Rıfkı Atay bir yazısında, “Acaba niçin düşündüğümüzü ve duyduğumu­ zu, yazı üe derli toplu anlatamıyoruz?” sorusunun öğretimsel nedenlerini açık­ larken bunu, “anlayabildiğimiz iyi me­ tinler üzerinde çalışmalarla buna alıştı- rılmadığımız” gerçeğine bağlar. Onun açısından bu, “Kültür Açığı” dır. Atay’m “yazı ile” anlatma sınırlamasına “sözlü anlatma”yı da katmalıyız. Bir ölçüde de olsa, kendimizi yabancı sözcükleri kul­ lanmaktan kurtarabildik. Ama, öz Türk­ çe de olsa, içi boşaltılmış bir anlatımla iletişimi nasıl sağlayabiliriz? Gençlerin kulakları birtakım medyanın, Ilhan Sel- çuk’un dediği gibi, “pireyi deve yaparak haberi ve bilgiyi istediği gibi yoğurabi- lenlerin” kısır anlatımı, film seslendir­ melerinin yapay tonlama ve vurgulama­ ları ve yabancı ağzı kullanarak Türkçe’yi

(3)

1

bozanların özentili konuşmalarıyla dol­ duruluyor. Geleceğin sorumluluğunu üsdenecek olan kuşakların beslenecek­ leri kültürel kaynaklar giderek biçim de­ ğiştirmekte, örneğin bol resimli, lüks baskılı dergiler, arsızlığa dönüşen ekran gösterileri, düzeysizlikler, kabalıklar, var olan değerleri bile alaşağı ediyor. Hiçbir şeyde, içerik önemli değil, gösteriş ve çarpıcılık önemli. Örneğin, uzun süre yaşadığım Almanya’da bu tür yayınların yanında, Cumhuriyet’i bir ölçüde dışta tutarsak, edebiyattan ekonomiye her türlü konunun ağırlıkla işlendiği Die Ze- it gibi bir gazete yok. Daha çok “bakma” kültürüne dayalı bu ürünler, uzun so­ luklu, emek isteyen okumaları gerekti­ ren yapıtlardan sürekli uzaklaştırıyor okuru. Toplumun dili çürüyünce düşün­ cesi de, duyarlığı da çürür. Bu da, Falih Rıfkı Atay’ın belirttiği “kültür açığı”nı da aşarak bir kültür boşluğu yaratır, in­ sanımız -günün moda konusuyla söyle­ yelim-, yer altında ne zaman çöküntü ya­ ratacağı kestirilebileceği bir deprem boşluğu yaşarken, gözünün önündeki kültür boşluğunun ayrımında bile de­ ğildir. “Klasikler” döneminin kısa solu­ ğunu uzun bir kültür soluğuna dönüş­ türen “Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi” bu yönden önem taşımaktadır. Çünkü, Yapı Kredi Yayınları özerk bir anlayışla bu dizide yayımladığı her ki­ tapla yazın ve düşün ürünlerinden biri­ ni okura ulaştırarak önemli bir kültür hizmetini yerine getiriyor.

Yunan ve Latin klasikleri, beyni tan­ rılarla, dogmalarla çürütülmüş insanoğ­ lunun düşünsel başkaldırısıdır, insan belki doğrudan toplumsal savaşımlara girişmemiş, ama benlik kazanmada bu­ nun zorunluğunu dile getirmiştir. Sop- hocles’lerin, Aristophanes’lerin, Sokra- tes’lerin yaşadığı dönemlerde, agoralar­ da eleştiri başlamıştır. Dogmalar, çok tanrılı inançlar, baskıcı yönetimler, key­ fi işlemler eleştirilmiştir. Bu dönem, in­ sanın “birey” olarak kendini kanıtlama­ sının ilk adımlarıdır. Sokrates’in Savun­ ması okunduğunda, genel değerler ve önyargılar karşısında insanın ödün ver­ mez direnciyle karşılaşılır. Bu direnç, ay­ dınlanma düşüncesinin uygarlık kıvılcı­ mıdır.

Atatürk devrimleri, halkın bağımsız­ lığını sağlamak yolunda verdiği Kurtu­ luş Savaşı’nın sonucudur. Savaş bittikten sonra, savaşın erdemli saydığı insanın yerini, kendini bilgiyle donatmış insa­ nın alması zorunluydu. Atatürkçü çağ­ daşlığın amacı bu idi. Kurtuluşunu sağ­ lamış bir toplumun, öbür ülkelerin ay­ dınlanmasını izlerken, kendi kültür bi­ rikimlerini gözden geçirmesi gerekliydi. Atatürkçü ulusalcılığın anlamı da bu idi. Bu yönden, aydınlanma arayışlarına ko­ yulan Türk insanını büyük ölçüde kla­ sikler yönlendirmiştir. Bir toplumda ay­ dınlanma tartışmaları hep klasiklerle gündeme gelir. Onun için gerici akımla­ rın ilk saldın odakları klasikler olmuştur. Batı müziğini Hıristiyanlık propaganda­ sı olarak algılayan kafa, klasikleri dine karşı saymış, kafirleşmemek için ondan uzak kalınmasını istemiştir. Demokrat Parti hükümetleri dini kötüye kullanıp yaygınlaştırmak isterken, öncelikle kla­ siklerin canına okumuştur. Halkevleri kitaplıklarından dışarıya atılıp ayaklar altında çamurlara bulanan kitaplar ara­ sında klasikler başta geliyordu. Oysa, klasikler okunmadan, bir toplumun kendine kültürel bir taban oluşturması olanaksızdır. Çünkü klasikler, bir yan­ dan toplumlara kendi benliklerini ka­ zandırırken, öte yandan başka uluslann, başka halkların gerçeklerini de kavratır. Klasik yapıt, insanlığın ortak değerleri üzerine kurulmuştur. Klasikler, dar ka­ lıplara, sığıştırılmış düşünceler duygular içermezler, insanı dinlerüstü, milliyetle- rüstü bir dünyanın hoşgörü ortamında yaşatırlar. Klasik yapıtlardan geçme, in­ sanlıkla kaynaşmanın ipucunu verir

ki-Henry James

şive. Kişi, iyinin, güzelin, değerlinin ne olduğunu bilir. Klasik, insanı geçmiş çağ­ lara, yaşadığı çağın gerçeklerine yaklaş­ tırır, ileride yaşayacaklarına ışık tutar. Klasiklerden geçmiş olan, kendi var olu­ şunun özünde başka var oluşlarla karşı­ laşır. Böylece, o, tek “birey” olarak insan­ lığa dönüşür. Bedeni oluşturan hücre kü­ meleri gibi, Yunus Emre’nin deyimiyle, “Bir ben vardır bende benden içeri”nin gerçeğine vanr.

Klasik yapıtları belli kalıplar içine so­ kup dondurmak olanaksızdır. Çok eski­ lerden kalma bir yapıt klasik sayılamaya­ cağı gibi, dün yayımlanan bir kitapta 1da- siklerin bütün özellikleri bulunabilir. Ay­ rıca bütün klasikleri bir yayınevinin ya­ yımlaması da düşünülemez. Örneğin “Kazım Taşkent Klasik Kitaplar Dizisi” belli ölçüler içinde yayımlanırken, başka yaymevleri de Decameron’u, ilahı Ko­ medyayı, lliada ve Odysseia’yı, Shakespe- are’i, Balzac’ı yayımlamaktadırlar. Bu di­ zinin onlardan ayrılan yanı, klasik yapıt­ larla çağdaş yapıtlar arasında bir düzey ortaklığı gözetilerek, Türkçe’ye bugüne değin çevrilmemiş, tam çevirisi yapılma­ mış yapıtları yayımlamaktadır. Örneğin, Ulysses nerdeyse elli yıldır, yazarların di­ linde dolanır durur, James Jovce’un bu romanının çeviril(e)mezliği dile getirilir. Ama Nevzat Erkmen yıllarını vererek bu olmazlığı “olur”a dönüştürmüştür. Ulys­ ses artık Türk yazınında vardır. Bugüne değin önemli birer destan olan Nart- lar’ ın, Alt ay Destanı’ mn adı geçerdi. Ama neredeyse çağdaş bir roman ölçü­ sünde sürükleyici, dil yönünden verimli olan bu yapıtlar enine boyuna tanınmaz­ dı. Şimdi her ikisi de okurun eli altında­ dır. Portekiz Mektupları büyülü bir ya­ pıt etkisi uyandırırdı. Kitap yayımlan­ mış, büyü bozulmuştur. Okur, serüven­ lerle, ince ilişkilerle yürek yüreğedir ar­ tık. dostum Ünal Aytür, yıllar önce, Flen- ryjam es’in Bir Kadının Portresi adlı dev yapıtını eşiyle birlikte ne emeklerle çevir­ diklerini anlatmıştı. Türkçe’yi özenle, yetkinlikle kullanan bu bilim adamları­ nın emeklerinin okura ulaşması mutlu­ luk vericidir. Ecce Homo’nun bir de bu alanda yoğun çalışmaları olan Can

Al-kor’un dilinden aktarılmasının kuşku­ suz başka tadı olacaktır.

Konuyu daha da somuta indirgeye­ rek, klasiklerin insana, özellikle gençle­ re neler kazandırdıklarını belirtmek amacıyla iki -klasik- yapıttan örnek ver­ mek istiyorum. “Kazım Taşkent Klasik Yapıdar Dizisi”nin ilk kitaplarından bi­ ri Don Quijote (cervantes)’dir.

Türki-Î

e’de bir Doğu öyküsü gibi de algılanan u kitabm büyüleyici yanı, hem anlattı­ ğı olaylardan, hem içeriğinden yansıyan dünya görüşünden kaynaklanır. Kuşku­ suz, çağımızın anlatısında olayın sürük­ leyici olması önemli bir öğe değildir. Ama o olayların düşünsel bir sonuca bağlanması büyük önem taşır, ilkokul kitaplarında bile yer alan “ Yeldeğirmen- leriyle Savaş” parçasında şu sonuca va­ rılması amaçlanır: Kendini şövalyelik se­ rüvenine kaptırmış bir insan, yeldeğir- menlerini dev sanacak denli bilinçsiz­ dir; yenilgiye uğrayan şövalye, devlerin, kendini yeldeğimenlerine dönüştürdü­ ğüne inanacak denli bağnazdır. Don Qu­ ijote, önyargıların her şeye çözüm olaca­ ğım düşünmenin, bir düşünce anlayışı­ nın, değişen çağ karşısında düşsel bir dünya yaratmanın büyüsüne kapılmış bir çağ kaçkınının yenilgisidir. Yenilgi­ ye uğrayan şövalye, “Gücümü güçsüzlü­ ğümden alıyorum” diyecek denli de kendi dünyasının sınırlarını korumaya çakşır. Don Quijote, tükenen bir gele­ nekler bütününün çöküşünü, Goet- he’nin deyimiyle, “ışığı duyulan” yeni bir dünyanın varlığını duyumsatır, bunu insana yaşam içinde sezdirir.

Bertan Onaran’ın çevirisine (Bilgi) de­ ğin, Don Quijote bizde kısaltılarak çev­ rilmiştir. Kısaltma, körleri hayvanat bah­ çesinde gezdirmeye benzer. Kuş sesi du­ yan, hayvanat bahçesini kuşlar yurdu sa­ nır, aslan kafesindeki kükreme seslerini ise yer sarsıntısıyla karıştırır. Filleri elle­ riyle yoklayanlar ise, füin kulağını yel­ ken, bacaklarını kilise direği, burnunu itfaiye hortumu sanır. Klasik yapıtı son­ suz kılan, ondaki olay, düşünce ve duy­ gu bütünlüğüdür.

“Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizi­ sin d en en son çıkan kitap, Ahmet Ce­

mal’in Robert Musil’den çevirdiği Nite­ liksiz Adam. Ahmet Cemal’in bu çeviri­ sinin hep sözü ediliyordu. Kitabın iç ka­ pağında verilen bilgiye göre, Musil’in nerdeyse yaşamı boyunca yazdığı Nite­ liksiz Adam romam üç cilt. Romanın son bölümünün yer aldığı dördüncü cilt ta- mamlanamadan yayımlanmış. “Gerçek anlamda bir çağ ve geçiş dönemi roma­ nı” olarak adlandırılan Niteliksiz Adam’a, özenli çalışmasıyla, Ahmet Ce­ mal’in büyük emek verdiği anlaşılıyor. Ulysses’te olduğu gibi, konunun uzman­ larının bu büyük emeğe duyarsız kalma­ yacağını umarım.

Öbür cilderini okumadan, bu romana yönelik olarak eleştirel bir değerlendir­ me yapmak benim gücümü aşar. Ahmet Cemal, Niteliksiz Adam’m başına, Mu­ sil’in, “...19. yüzyılın sonunda ve20. yüz­ yılın başında artık çöküş sürecine girmiş olan Avusturya-Macaristan imparator­ luğu’nu simgeleven bir ülkede... moder- nizm sürecindeki bir toplumun ve bire­ yin tüm çalkantılarını sergilemeyi amaç­ ladığı” (Bu arada, Adalet Ağaoğlu’nun Yapı Kredi Yayınlan arasında çıkan Ro­ mantik / Bir Viyana Yazı adlı romanı da anımsanmalıdır) yapıtı konusunda emst Fischer’in uzun bir incelemesini (72 s.) koymayı yeğlemiş. "... yeğlemiş”, diyo­ rum, yoksa, Ahmet Cemal’in, Türk ay­ dınlanmasını kültürel bir tabana oturt­ mayı amaçlayan bir yazar olarak, kuşku­ suz Türk okurlarına söyleyecekleri çok şey vardır. Kanımca bu, Fischer’in eleş­ tirisinden daha yoğun bir etki yaratırdı. Musil, özellikle bu yönden büyük önem taşıyor. Bana kalırsa, çeviri, zamanlama yönünden de, günümüze denk düşmek­ tedir. Eski ve yeni arasında bocalayan, birey aşamasında iki konumda da tutar­ lı (nitelikli) olan Ulrich’in yaşadıkları bu yönden evrensel insanın “niteliksiz” ni­ teliklerini yansıtıyor. “Ve niteliklere sa­ hip olma, o niteliklerin gerçekliğinden belli ölçüde muduluk duymayı koşul kıl­ dığından, bu durum kendi kendisine karşı da gerçeklik duygusu sergileyeme- den birinin, günün birinde yine kendi kendisine nasıl niteliksiz bir adam olarak görünebileceği kuşbakışı görebilmeyi olanaklı kılmaktadır.” (s.89)

Bu bağlamda, iç eleştirilerin, içsel çe­ lişkilerin, bunalımlı çağ yalnızlıklarının (zavallı) insanı, yeryüzünün her nokta­ sında, insanlığa sırt çevirerek, onunla kaynaşamamanın sıkıntılarını duyarak, bir yandan da üzerinde egemenlik ku­ ran bütün baskıların bunalımını duya­ rak, şunlan düşünmüyor mu? “Bütün büyük kender gibi bu kent de düzensiz­ likten, değişimden, ilerlemeden, adım uyduramadan, nesnelerin ve sorunların­ dan, yollardan ve tıkanıklıklardan büyük bir ritmik vuruştan, bütün ritmlerin bir­ biri karşısındaki sonsuz uyumsuzlukla­ rından ve yer değiştirmelerinden oluş­ maydı, bir kütün olarak ise binaların, ya­ saların, yönetmeliklerin ve tarihsel gele­ neklerin dayanıklı malzemesinden yapıl­ ma bir kapta kaynayan bir kabarcığa benziyordu.” (s.78)

Çağımızda, insan anlatıcılıktan bıktı, içerikten, düşünce üretiminden yoksun, yalnızca öykülemeye (tahkiye) dayanan yapıtların dönemi geçti. Klasik yapıdann bir özelliği de, okuru yazarın kendi dün­ yasında yarattığı yepyeni görüşlerle, bu­ luşlarla karşılaştırmasıdır. Onun için kla­ sik niteliğini kazanmış yapıdar kişiye za- manlarüstü bir duygu yaşatır. Kolaycı okumalar yerine, ona duymanın, düşün­ menin, hepsinden önemlisi de, yarata­ bilmenin kapılarını aralar. Klasik yapıt, kişiyi kendi yaratıcı alanında devindirir. Çağrışımlar uyandırarak, kişiliğindeki yaratıcı güce devinim kazandırır. “Ka­ zım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi ”nde yer alan birçok yapıt bu özellikleri

taşı-E

or. Ayrıca, yeni olan, birçok yayınevinin asmakta zorlanacağı geniş oylumlu ya- pıdar bu dizide yayımlanıyor.

S A Y F A 1 0 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 1 3

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Burada bana yaşayabileceğim parayı verse- lerdi, ben de gazinolarda şarkı söyleyeceğime sanatımı icra ederdim.. Bir sanatçının gazinoda

Burada 24 yaşında depresyon tanısı ile sertralin tedavisi başlanan ve akneiform dö- küntü gelişen kadın hasta sunuldu.. OLGU

Gökhan METAN, Ankara, Türkiye Reşit MISTIK, Bursa, Türkiye İlhan ÖZGÜNEŞ, Eskişehir, Türkiye Filiz PEHLİVANOĞLU, İstanbul, Türkiye Nihal PİŞKİN, Zonguldak, Türkiye

Yafll›l›kta Görülen Bafll›ca ‹nfeksiyonlar ve Özellikleri Yukarda anlat›lan nedenlerle yafll›larda infeksiyon riski artmakta ve baz› infeksiyonlara ileri yafllarda

‹flte Darwin bu nedenle "e¤er birbirini takip eden çok say›da küçük de¤ifliklikle kompleks bir organ›n oluflmas›n›n imkans›z oldu¤u gösterilse,

Her mezarın içini görüyormuşçasına pencereleri Abbasağa Mezarlı­ ğına bakan Beşiktaştaki Madam Mari pansiyonundan yıllarca bir türlü ay- rılmaımasile,

Bu takdirde ayni hat üze­ rinde işliyen bir Treleybüsün önüne tramvay tesadüf etmiş olsa bile T re­ leybüs arşasını, yâni telden cereyan alan kısmını

the number of both granulated and degranulated mast cell in mucosa of PS- induced urinary bladder ( Fig. 5a) and this response was statistically significant (p<0.01).