Y K Y Kazım Taşkent K lasik Yapıtlar D izisi hızla büyüyor
Kim cesaret edebilirdi ki bu
kitapları basmaya?
wmmmxmmmmmmmmmmmmmmmmmmimmmmBimmmtmmmmm
Yapı Kredi Yayınları da,
1992’de, Kazım Taşkent’in
anısını yaşatmak amacıyla,
“ortak insanlık mirasmm
ürünü temel klasik yapıtların
yer aldığı bir diziye ‘Kazım
Taşkent Dizisi’ adını verdi.”
Bu dizi içerdiği önemli
yapıdarla giderek büyüyor.
ADNAN BİNYAZAR
1940’larda yayımlanmaya başlayan “Klasikler” dizisi, kitap kültürümüzün bir başarısı olarak, etkisini hep sürdür müştür. Cumhuriyet gazetesi, iki yıldan beri, her salı, o dönemde yayımlanan ki tapları gazeteyle birlikte dağıtıyor. “Kla sikler”, Haşan Ali Yücel’in “Türk röne- sansı” diye adlandırdığı kültür atılımının önemli bir girişimi s ayılmaktadır. “ Türk rönesansı” kapsamı içinde yalnızca kla siklerin yayımıyla yetinilmemiş, bitiril mesi yanm yüzyılı bulan İnönü (“Türk”) Ansiklopedisi ile İslam Ansiklopedisi’nin ilk fasikülleri bu dönemde çıkmıştır. Kültür ve eğitim sorunlarına yönelik Eğitim Şuraları, Kongreler de bu “röne- sans” anlayışının ürünüdür. Böylece, Türkiye, halkın bir kesimini ilgilendiren tekelci kültür anlayışı yerine, kitleyi ay dınlatmayı gözeten bir kültür politika sının temellerini bu dönemde atmış gö rünüyor.
Klasikler, kültürümüze canlılık getir miş, özellikle aydınlarca, okuma edimi nin işlevi daha iyi anlaşılmıştır. Ama “klasikler” arasında edebiyat, felsefe, bi lim ve sanatın, toplumla buluşturulma- sı kaçınılmaz temel eserlerinin yayım landığı savunulamaz. Üniversite çalış maları arasında “elde ne varsa” onlarla yetinilmiş, bir süre sonra kitaplar ner- deyse yarım parmak kalınlığında olan lardan seçilmiştir. Bunlar arasında kısa sürede bitirilip hemen baskıya verilen kitaplar da az değildir. Her alanda oldu ğu gibi, işe büyük amaçlarla başlanmış, "Klasikler”in yayımlanması devlet poli tikası sayılmış , ne var ki, sonradan ge reken özen gösterilmemiştir. Klasikler le atbaşı yayım yapan Varlık da küçük oylumlu, eserlerin kısaltılmış biçimleri ni basmayı yeğlemiştir. Yaşar Nabi, bir karşılaşmamızda, kitapların dağıtmanın zorluğuna değinerek, getirisinin azlığın dan dolayı, dağıtıcıların küçük oylumlu kitapları dağıtak istemediklerini söyle mişti. Zaman zaman, Orhan Kemal’in, alarmda Murtaza gibi nefis bir roma-ar;
nının da bulunduğu kimi yapıtlarım ge nişletmesinin nedenini buna da bağla mak geçer içimden.
Demokrat Parti’nin, 1950’lerde yöne time geçip kültür işlerine el atmasıy la,Klasikler “Doğu”dan seçilmeye baş lanmış. Şeyh Sadi Şirazi’den, Mevlana Celaledain-i Rumi’den yapıtlar çevril miştir. 27 Mayıs’m sonucu olarak hazır lanan 1961 Anayasasının getirdiği kül türel özgürlük ortamlarında da yaşansa, “suçlanmış” klasikler bir türlü belini doğrultamamıştır. O özgürlük ortamın da bile, Milli Eğitim Bakanlığı, sözde demokrat, ama bugünkü gibi, gene tu tucuların elinde, düzeysiz, çağdışı eser lerin yayımına göz yummuştur. Talat Sa it Halman’ın Kültür Bakanı, Bozkurt
Adına lasikler yayımlanan bir öncü: kazım Taşkent Güvenç’in Kültür Müsteşarı olduğu sı
ralarda geniş açılı izlenceler hazırlanma sına karşın, onların dönemi kısa sürdü ğü için, bu izlencelerin uygulanmasına fırsat bile bulunamamıştır. Devlet des teğiyle özel sektör görünümündeki “ 1000 Temel Eser” dizisi ile çağdaşlık ölçüsü bir yana itilmiş, milliyetçi, mu kaddesatçı, dinci bir anlayışla baskı sa-
eki taç, Tı
rel temelini oluşturmaktır.
yısı yüksek eserlerin yayımına girişilmiş tir. Amaç, Türk-Islam sentezinin kültü-Bürokrasi, yozlaştırılmış kültür poli tikaları ve yan tutma anlayışı kültürün düşmanıdır. 1970’in son yıllarına değin, kültüre düşman bu anlayış egemen ol muştur. 1978-1980 arası Ecevit Hükü meti sırasında ise, Klasiklerin yeniden basımı gündeme gelmiş, dönemin Milli Eğitim Bakanı Nejdet Üğur da, Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı da bunu ba kanlıklarının temel politikaları arasında görmüşlerdir. Klasikleri daha önceden
Ulysses James Joyce YKY Kazım Taşkent Don Quijote Cervantes Saavedra YKY Kazım Taşkent
Milli Eğitim Bakanlığı yayımladığı için, iki bakan arasında görev alanları yönün den bir gerginlik yaşandığını da anım sıyorum. Sonradan, Enis Batur’un, Nej det Uğur’un danışmanı olup, ülkemizin alanında yetkin kişileriyle çalışmalara başlaması. Kültür Bakanlığı’nda da be nim başkanlığını yaptığım Yayımlar Da- iresi’nin oluşturduğu, seçkin edebiyat çı, sanatçı ve bilim adamlarıyla Danış ma Kurulları oluşturulunca, iki koldan çalışmalara başlandı. Daha genel anlam da kültür politikasının oluşturulmasın da, Kültür Y üksek Kurulu’nun emekle rini de unutmamak gerekir.
Genç bir yazar olarak, Enis Batur, her iki işbilir ve göze alıcı yöntemiyle hemen MEB dergisini çıkardı, daha çok eğitim felsefesine yönelik kitaplar ya yımlayarak, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayın işlerini yolunakoydu. Dergide de, kitaplarda da, Milli Eğitim bürokrasisi nin bağnaz kalıplannı kıran bir düzey
Billy Budd Herman Mehille YKY Kazım Taşkent Yazınsal Uzam Maurice Blanchot YKY Kazım Taşkent
tutturulmuştu. Bu, yayınların içerikçe, biçimce uygarlık kazanması demekti. Ama, bu düzeyli çalışmaların Milli Eği tim Bakanlığı’nın katı bürokrasisine ta kıldığım çok iyi anımsıyorum.
Kültür Bakanlığı Danışma Kurulları da ileriye yönelik geniş listeler hazırlaya rak yayım yaşamımızı tutarlı bir politika ya oturtmayı amaçladılar. Ne ki, Türki ye’de her şey iyi başlıyor; iyiliğin ayrım- sanmasıyla kötüleştirmenin bir yolu da bulunuyor. Kültür Bakanlığı’nda, özel likle gençlerin okuma gereksinimleri göz önünde bulundurularak, kitapların hal kın eline ucuz bir fiyada ulaştırılması ön görülmüştür. Ucuzluk, düzeysizlik de mek değildir. Kültür Bakanhğı’nda, dil de, dizgide, görünüşte kitaba albeni ka zandırılarak, en azından, özel yayınevle rinin yayın düzeyi tutturulmalıydı. Yayın
É
Dairesi, öncelikle bir dizgi, çeviri ve sa- bürosu açarak bu amacın gerçekleşti- mesine çalışmıştır. Ders kitabı alımla- nnın dışmda, sanırım bir resmi kuruluş ta ilk kez saüş bürolarının önünde kuy ruklar oluşmuştur.
Batur Milli Eğitim Bakanlığı’nda, bü rokraside gedikler açarak, ben Kültür Bakanlığı’nda çabalarımızı sürdürdük.... Belli düzeylere ulaşmak nice çabalar ge rektiriyor! Düzeysizliğin yolu ise yarım adım bile değildir. Her zaman olduğu gi bi, Ecevit Hükümeti’nden sonra, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarına en “kül türsüz” kişileri getirmekte ustalaşmış dü zen, bunu bir kez daha gerçekleştirmiş, bütün bu çabalar bir gün içinde yerle bir edilmiştir. T ürk ve dünya yazın ve düşün dünyasının temel kitaplan yayımlanaca ğına, devlet kitapları arasında, kişisel ola rak Bakan’a ya da Bakan’ın bağlı olduğu siyasal anlayışa yakın duran adı şaire, ya zara çıkmış kimselerin kitapları basılmış tır. En azından bu uygulamalar bile, sa natın ve yayın işlerinin özerklik içinde rütülmesi gerçeğini daha çok ortaya oyar. Devlet kuruluşlarında, kuzunun kurda boğdurulduğu gibi, sanatın da, sa natçının da canına okunmuştur. Nice sa natçının, yazarın tutuklandığı bir ülkede, sanatsal etkinlikler bir Bakan’m oluruna bırakılırsa bunun neresinde özerklik (öz gürlük) aranabilir? Öyle dönemler ol muştur ki, yapılan resimler, çizilen de senler, karikatürler, belli kişileri (örne ğin Stalin’i) çağrıştırdığı suçlamasıyla ya hiç basılmamış, basılanlar da kitaplardan çıkarılmıştır. Yeri geldi de açıklıyorum; Kültür Bakanlığı’nda demokrat sayılma sı gereken bir dönemde, Ender Vannlı- oğlu’nun Catullus çevirisinden “müsteh cen” olduğu ileri sürülerek 18 şiir çıka rılmıştır. Bakan, haklı olarak, o zamanın ağzı salyalı muhalefetinden çekinmiştir. Kuşkusuz kendi adına değil, hükümeti ni eleştiri oklarından kormak için... Man zum bir Kuran çevrisinin Kültür Bakan lığı Yayınları arasmda çıkmasını gerçek leştirmek amacıyla, nice dolaplar dön dürülmüştür.
Kitapçılığın gelişmesi devletin değil, özel girişimin başarısıdır. Bankaların özel baskılı göstermelik yayınları bir yana, 1960’larm ortalarında, yayıncılıkta üstün bir düzey tutturmuş olan Bilgi Yayınevi bu alanda birçok yayınevine örnek ol muştur. yayınevleri, Bilgi’ninkine benzer
Tüm Oyunları Christopher Marlowe YKY Kazım Taşkent Seçilmiş Şiirler John Donne YKY Kazım Taşkent S A Y F A S C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 1 3
kitaplar yayımlamış, böylece yayıncılığa bir canlılık da gelmiştir. Ferit Edgü ve Erdal Öz gibi sanatçıların yönettiği Ada ve Can Yayınlarının bu düzeydeki pay ları da anımsanmadan geçilmemelidir. Devletin olanaklarıyla daha düzeyli işler yapılacağına inancımı yitirmemekle bir likte, 1978-1980 yıllarında, nice düzey li girişime karşın bir sonuca varılamama sı bende düş kırıklığı yaratmıştır. Bilgi, Ada, Can Yayınları örneğinde olduğu gibi, dar olanaklarla da olsa, sanatın ve yayıncılığın özgür koşullarda üreyebile ceği bir gerçektir. Nice sanatçının dar lıkları yenerek, nice baskılar altında sa natsal emek verdikleri de bilinmektedir.
Yapı Kredi Yayınları
Birçok banka anahtarlık, takvim, ma sa saati, birer ölü tüketim sayılan nice “armağanlar” dağıtırken, ta başından beri, İş Bankası, Akbank gibi, Yapı Kre di Bankası da yoğun kültür hizmetlerin de bulunmuştur. Vedat Nedim Tör yö netimindeki Sanat Dünyamız dergisi, içeriği ve baskı düzeyi ile nitelikli bir dergi olarak hep anılacaktır. Ayrıca, on yılı aşkın bir süredir, Yapı Kredi Banka sı, yayın işini temel konularından biri sa yarak, Türkiye’de kitapçılığın gelişmesi ne büyük katkılarda bulunmuştur. Ya zarlığı kitapçılığıyla örtüşen Enis Ba- tur’un özerk yönetiminde Yapı Kredi Yayınları 1000’in üstünde kitap yayım ladı. Edebiyatın ağırlıklı olduğu bu ya yınlar, -ilk seçimlerdeki dar alanlılık bir yana- yazınımızın temel eserlerini yayım lamakta yetkinlik göstermiştir.
Yapı Kredi Yayınları, ölçüyü, kitap lardan çok, örneğin Sabahattin Ali, Il han Berk, Nurullah Ataç, Adalet Ağaoğ- lu, Oktay Rifa... “Yapı Kredi’nin yazar ları” diye adlandırılan şairlerin, yazarla rın yayımlanmasında kullanmıştır. Bu arada Doğan Kardeş geleneğini de sür dürerek, çocuk yayınlarına nitelikli eser ler kazandırmıştır. Önce bülten olarak parasız verilen Kitap-lık her sayısında ağırlıklı bir konunun yer aldığı Cogito, eskisine göre daha yoğun içerikli Sanat Dünyamız, yalnızca nitelikleriyle değil, etkileriyle de özel amaçlarla çıkan der gilere düzey kazandırmıştır. Bir konuş masında, “Benim yapım bir ahtapot ya pısı mesela. Bir tek noktaya yoğunlaşıp, onunla ilgilenen biri olmadım hiçbir za man. Böyle gereklilikleri, kuralları sev miyorum. Benim zihnimin çalışma biçi mi, karakterim çok şeyi birarada yap maya elverişli.” (Milliyet, 14 Kasım 1999) diyen Enis Batur, gerek nitelikli yayıncılıkta, gerekse bu niteliği sağlaya cak kişileri arayıp bulmada kendini ka bul ettirmiştir. Yayıncılığımızın, - ’’kitap çılığımızın” demek daha doğru olacak - nitelik kazanmasında Enis Batur’un bu çok yönlü, çok alanlı ve göze alıcı “ah tapot” yapısı etkili olmuştur. Türkiye’de artık kimse Batı’da yayımlanmış kitap ların çekiciliğine kapılmıyorsa, bunda Yapı Kredi Yayınları’nın özenli baskıla rının göz ve gönül doyurucu niteliğinin etkisi büyüktür. Enis Batur, “Kalıcı, so luk gerektiren projelere ağırlık vermek daha anlamlı gözüküyor, beş yıl
öncesi-lç Deney Georges Bataille YKY Kazım Taşkent Amphitryon H. von Kleist YKY Kazım Taşkent
James Joyce Herman Melville
î,
ne göre. Dolayısıyla biz şimdi bazı alan lardan geri çekilip derinlemesine birta kım çalışmalara ağırlık vermek istiyoruz. Sayıca azalıp nitelikçe daha zorlu işlere yönelmek, kimsenin pek yanaşmadığı şeyleri yapmaya çalışmak, rutin anlam daki kitaplardan biraz geri çekilmek, başka yayınevlerinin de rahatlıkla yapa cağı birtakım şeyleri daha az yapmak dü şüncesindeyiz” (aynı yazı) diyor. Bu süz eri yayıncılıkta ayrıcalıklı bir girişimin muştusu saymak gerekir.
Bankaya büyük paralarla bir katkınız yoksa, size verilecek şeyler göz boyayıcı bir iki araç gereçtir. Kitap ise devingen dir; duygudan duyguya, düşünceden düşünceye aktarımların aracıdır. 1940’larda klasiklerin yayımlanması, Varlık yayınları, Bilgi’nin girişimleri bu aracı etkili duruma getirmenin çabaları dır. Yapı Kredi Yayınları ise, Atatürk’ün “çağdaş uygarlık” demeyip, “çağdaş uy garlığın üstü” dediği gibi, Batı’da yapı lanları aşmayı amaç edindi; kuşkusuz bunu da başardı. Düşünsel ve sanatsal aktarımın aracı olan kitabın, içeriği ve görünüşüyle sağladığı saygınlık, doğal olarak, bir toplumun davranışını da et kileyecektir. Uygarlığın ölçüsü, insanın kâğıtla (kitapla) olan ilişkisidir. Şu sıra larda, birçok özel girişimin bunu kazanç amacıyla yaptığını belirtirken, Yapı Kre di’nin, kültürümüze değerli yapıtlar ka zandırma yolundaki çabasını da yücelt mek gerekir. Yapı Kredi Yayınları’nin dizizlerinden biri olan “Kazım Taşken
Ak Şeytan John Wehster YKY Kazım Taşkent Genel Dilbilim Sorunları E. Benveniste YKY Kazım Taşkent
Klasik Yapıtlar Dizisi ”nde bunun göze tildiği açıktır.
Kazım Taşkent Klasik
Yapıtlar Dizisi
Kazım Taşkent uzun yaşamış (1894- 1991), ama yaşadıklarını anlamlı kılmış bir kültür adamı, bir girişimci, gerçek bir Atatürkçüdür. Almanya’da lcimya öğrenimi gördükten sonra yurda dön müş, Al pullu Şeker Fabrikası’nun kuru luş ve işletilmesinde görev almış, kısa sü rede fabrikayı üretime geirtmiştir. Ata türk’le başlayan çağdaşlaşma sürecine ekonomik çalışmalarıyla katılan Taş kent, 1944 yıllarında Doğan Sigorta Şir keti’ni ve Yapı ve Kredi Bankası’m kur muştur. Bu yazıda belirtilmeye çalışılan Yapı Kredi Yayınları’nın verdiği kiıltür hizmetlerinin temelinde Kazım Taş kent’in alın teri vardır. Atatürk devrim- lerinin büyük emekçisi Taşkent yalnızca bu üretici çalışmalarıyla kalmaış, 1940’tan bu yana günü gününe nodar almış, 1972’de de bunları kitaplaştırmış- tır. Günlüklerinde, başta “Atatürk” ve “Doğu/Batı” olmak üzere toplumun ge lişimiyle ilgili birçok konuya değinen Taşkent, yer yer büyük acısını da dile ge tiriyor. Taşkent, 1939 yılında, öğrenim
f
ördüğü yıllarda İsviçre’de çığ altında alan büyük oğlu Doğan’ın acısını hiç unutamaz. Onun adını verdiği DoğanNartlar Çeviren: Kayhan Yükseler YKY Kazım Taşkent Altay Destanı Hazırlayan: Emine Gürsoy YKY Kazım Taşkent
Kardeş dergisi için şunları söylüyor: “Karşıma çıkan her güler yüzlü çocuğu kendi çocuğummuş gibi sevmek isterim. Onun memleketine neler vereceğini dü şünürüm. içim umut sevinci ile ısınır. Hemen arkasından sevincim kaybolur. Onlar için ne yapıyor, onlara ne verebi liyoruz? Doğan Kardeş’i böyle duygular la, küçük bir hizmet olsun diye kurmuş tum.” (Kazım Taşkent, Yaşadığım Gün ler, YKY, İstanbul, s.38). Yapı Kredi Ya yınlan da, 1992’de, Taşkent’in anısını ya şatmak amacıyla, “ortak insanlık mirası nın ürünü temel klasik yapıdarın yer al dığı bir diziye ‘Kazım Taşkent Dizisi’ adı nı verdi.”
Destanları (Altay Destanı, Nartlar / Asetin Halk Destanı), temel edebiyat ya- pıdarını (Don Quijote / Cervantes, Por tekiz Mektupları, Niteliksiz Adam / Ro bert Musil, Ulysses / James Joyce, Bir Kadının Portresi / Henry James, II. Ric hard / William Shakespeare, Moby Dick / Herman Melville...), düşü/felsefe ve dilbilim yapıtlarını (Ruh Dinginliği Üze rine / Lucius Annaeus Seneca, Ecce Ho- mo /Friedrich Nietzsche, Bilimsel Araş tırmanın Mantığı / Karl R. Ropper, De nemeler / Francis Bacon, Genel Dilbi lim Sorunları / Emile Benveniste, Yazın sal Uzam / Maurice Blanchot...) kapsa yan diziye neden özellikle bu dönemde gerek vardır?
Falih Rıfkı Atay bir yazısında, “Acaba niçin düşündüğümüzü ve duyduğumu zu, yazı üe derli toplu anlatamıyoruz?” sorusunun öğretimsel nedenlerini açık larken bunu, “anlayabildiğimiz iyi me tinler üzerinde çalışmalarla buna alıştı- rılmadığımız” gerçeğine bağlar. Onun açısından bu, “Kültür Açığı” dır. Atay’m “yazı ile” anlatma sınırlamasına “sözlü anlatma”yı da katmalıyız. Bir ölçüde de olsa, kendimizi yabancı sözcükleri kul lanmaktan kurtarabildik. Ama, öz Türk çe de olsa, içi boşaltılmış bir anlatımla iletişimi nasıl sağlayabiliriz? Gençlerin kulakları birtakım medyanın, Ilhan Sel- çuk’un dediği gibi, “pireyi deve yaparak haberi ve bilgiyi istediği gibi yoğurabi- lenlerin” kısır anlatımı, film seslendir melerinin yapay tonlama ve vurgulama ları ve yabancı ağzı kullanarak Türkçe’yi
1
bozanların özentili konuşmalarıyla dol duruluyor. Geleceğin sorumluluğunu üsdenecek olan kuşakların beslenecek leri kültürel kaynaklar giderek biçim de ğiştirmekte, örneğin bol resimli, lüks baskılı dergiler, arsızlığa dönüşen ekran gösterileri, düzeysizlikler, kabalıklar, var olan değerleri bile alaşağı ediyor. Hiçbir şeyde, içerik önemli değil, gösteriş ve çarpıcılık önemli. Örneğin, uzun süre yaşadığım Almanya’da bu tür yayınların yanında, Cumhuriyet’i bir ölçüde dışta tutarsak, edebiyattan ekonomiye her türlü konunun ağırlıkla işlendiği Die Ze- it gibi bir gazete yok. Daha çok “bakma” kültürüne dayalı bu ürünler, uzun so luklu, emek isteyen okumaları gerekti ren yapıtlardan sürekli uzaklaştırıyor okuru. Toplumun dili çürüyünce düşün cesi de, duyarlığı da çürür. Bu da, Falih Rıfkı Atay’ın belirttiği “kültür açığı”nı da aşarak bir kültür boşluğu yaratır, in sanımız -günün moda konusuyla söyle yelim-, yer altında ne zaman çöküntü ya ratacağı kestirilebileceği bir deprem boşluğu yaşarken, gözünün önündeki kültür boşluğunun ayrımında bile de ğildir. “Klasikler” döneminin kısa solu ğunu uzun bir kültür soluğuna dönüş türen “Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi” bu yönden önem taşımaktadır. Çünkü, Yapı Kredi Yayınları özerk bir anlayışla bu dizide yayımladığı her ki tapla yazın ve düşün ürünlerinden biri ni okura ulaştırarak önemli bir kültür hizmetini yerine getiriyor.
Yunan ve Latin klasikleri, beyni tan rılarla, dogmalarla çürütülmüş insanoğ lunun düşünsel başkaldırısıdır, insan belki doğrudan toplumsal savaşımlara girişmemiş, ama benlik kazanmada bu nun zorunluğunu dile getirmiştir. Sop- hocles’lerin, Aristophanes’lerin, Sokra- tes’lerin yaşadığı dönemlerde, agoralar da eleştiri başlamıştır. Dogmalar, çok tanrılı inançlar, baskıcı yönetimler, key fi işlemler eleştirilmiştir. Bu dönem, in sanın “birey” olarak kendini kanıtlama sının ilk adımlarıdır. Sokrates’in Savun ması okunduğunda, genel değerler ve önyargılar karşısında insanın ödün ver mez direnciyle karşılaşılır. Bu direnç, ay dınlanma düşüncesinin uygarlık kıvılcı mıdır.
Atatürk devrimleri, halkın bağımsız lığını sağlamak yolunda verdiği Kurtu luş Savaşı’nın sonucudur. Savaş bittikten sonra, savaşın erdemli saydığı insanın yerini, kendini bilgiyle donatmış insa nın alması zorunluydu. Atatürkçü çağ daşlığın amacı bu idi. Kurtuluşunu sağ lamış bir toplumun, öbür ülkelerin ay dınlanmasını izlerken, kendi kültür bi rikimlerini gözden geçirmesi gerekliydi. Atatürkçü ulusalcılığın anlamı da bu idi. Bu yönden, aydınlanma arayışlarına ko yulan Türk insanını büyük ölçüde kla sikler yönlendirmiştir. Bir toplumda ay dınlanma tartışmaları hep klasiklerle gündeme gelir. Onun için gerici akımla rın ilk saldın odakları klasikler olmuştur. Batı müziğini Hıristiyanlık propaganda sı olarak algılayan kafa, klasikleri dine karşı saymış, kafirleşmemek için ondan uzak kalınmasını istemiştir. Demokrat Parti hükümetleri dini kötüye kullanıp yaygınlaştırmak isterken, öncelikle kla siklerin canına okumuştur. Halkevleri kitaplıklarından dışarıya atılıp ayaklar altında çamurlara bulanan kitaplar ara sında klasikler başta geliyordu. Oysa, klasikler okunmadan, bir toplumun kendine kültürel bir taban oluşturması olanaksızdır. Çünkü klasikler, bir yan dan toplumlara kendi benliklerini ka zandırırken, öte yandan başka uluslann, başka halkların gerçeklerini de kavratır. Klasik yapıt, insanlığın ortak değerleri üzerine kurulmuştur. Klasikler, dar ka lıplara, sığıştırılmış düşünceler duygular içermezler, insanı dinlerüstü, milliyetle- rüstü bir dünyanın hoşgörü ortamında yaşatırlar. Klasik yapıtlardan geçme, in sanlıkla kaynaşmanın ipucunu verir
ki-Henry James
şive. Kişi, iyinin, güzelin, değerlinin ne olduğunu bilir. Klasik, insanı geçmiş çağ lara, yaşadığı çağın gerçeklerine yaklaş tırır, ileride yaşayacaklarına ışık tutar. Klasiklerden geçmiş olan, kendi var olu şunun özünde başka var oluşlarla karşı laşır. Böylece, o, tek “birey” olarak insan lığa dönüşür. Bedeni oluşturan hücre kü meleri gibi, Yunus Emre’nin deyimiyle, “Bir ben vardır bende benden içeri”nin gerçeğine vanr.
Klasik yapıtları belli kalıplar içine so kup dondurmak olanaksızdır. Çok eski lerden kalma bir yapıt klasik sayılamaya cağı gibi, dün yayımlanan bir kitapta 1da- siklerin bütün özellikleri bulunabilir. Ay rıca bütün klasikleri bir yayınevinin ya yımlaması da düşünülemez. Örneğin “Kazım Taşkent Klasik Kitaplar Dizisi” belli ölçüler içinde yayımlanırken, başka yaymevleri de Decameron’u, ilahı Ko medyayı, lliada ve Odysseia’yı, Shakespe- are’i, Balzac’ı yayımlamaktadırlar. Bu di zinin onlardan ayrılan yanı, klasik yapıt larla çağdaş yapıtlar arasında bir düzey ortaklığı gözetilerek, Türkçe’ye bugüne değin çevrilmemiş, tam çevirisi yapılma mış yapıtları yayımlamaktadır. Örneğin, Ulysses nerdeyse elli yıldır, yazarların di linde dolanır durur, James Jovce’un bu romanının çeviril(e)mezliği dile getirilir. Ama Nevzat Erkmen yıllarını vererek bu olmazlığı “olur”a dönüştürmüştür. Ulys ses artık Türk yazınında vardır. Bugüne değin önemli birer destan olan Nart- lar’ ın, Alt ay Destanı’ mn adı geçerdi. Ama neredeyse çağdaş bir roman ölçü sünde sürükleyici, dil yönünden verimli olan bu yapıtlar enine boyuna tanınmaz dı. Şimdi her ikisi de okurun eli altında dır. Portekiz Mektupları büyülü bir ya pıt etkisi uyandırırdı. Kitap yayımlan mış, büyü bozulmuştur. Okur, serüven lerle, ince ilişkilerle yürek yüreğedir ar tık. dostum Ünal Aytür, yıllar önce, Flen- ryjam es’in Bir Kadının Portresi adlı dev yapıtını eşiyle birlikte ne emeklerle çevir diklerini anlatmıştı. Türkçe’yi özenle, yetkinlikle kullanan bu bilim adamları nın emeklerinin okura ulaşması mutlu luk vericidir. Ecce Homo’nun bir de bu alanda yoğun çalışmaları olan Can
Al-kor’un dilinden aktarılmasının kuşku suz başka tadı olacaktır.
Konuyu daha da somuta indirgeye rek, klasiklerin insana, özellikle gençle re neler kazandırdıklarını belirtmek amacıyla iki -klasik- yapıttan örnek ver mek istiyorum. “Kazım Taşkent Klasik Yapıdar Dizisi”nin ilk kitaplarından bi ri Don Quijote (cervantes)’dir.
Türki-Î
e’de bir Doğu öyküsü gibi de algılanan u kitabm büyüleyici yanı, hem anlattı ğı olaylardan, hem içeriğinden yansıyan dünya görüşünden kaynaklanır. Kuşku suz, çağımızın anlatısında olayın sürük leyici olması önemli bir öğe değildir. Ama o olayların düşünsel bir sonuca bağlanması büyük önem taşır, ilkokul kitaplarında bile yer alan “ Yeldeğirmen- leriyle Savaş” parçasında şu sonuca va rılması amaçlanır: Kendini şövalyelik se rüvenine kaptırmış bir insan, yeldeğir- menlerini dev sanacak denli bilinçsiz dir; yenilgiye uğrayan şövalye, devlerin, kendini yeldeğimenlerine dönüştürdü ğüne inanacak denli bağnazdır. Don Qu ijote, önyargıların her şeye çözüm olaca ğım düşünmenin, bir düşünce anlayışı nın, değişen çağ karşısında düşsel bir dünya yaratmanın büyüsüne kapılmış bir çağ kaçkınının yenilgisidir. Yenilgi ye uğrayan şövalye, “Gücümü güçsüzlü ğümden alıyorum” diyecek denli de kendi dünyasının sınırlarını korumaya çakşır. Don Quijote, tükenen bir gele nekler bütününün çöküşünü, Goet- he’nin deyimiyle, “ışığı duyulan” yeni bir dünyanın varlığını duyumsatır, bunu insana yaşam içinde sezdirir.Bertan Onaran’ın çevirisine (Bilgi) de ğin, Don Quijote bizde kısaltılarak çev rilmiştir. Kısaltma, körleri hayvanat bah çesinde gezdirmeye benzer. Kuş sesi du yan, hayvanat bahçesini kuşlar yurdu sa nır, aslan kafesindeki kükreme seslerini ise yer sarsıntısıyla karıştırır. Filleri elle riyle yoklayanlar ise, füin kulağını yel ken, bacaklarını kilise direği, burnunu itfaiye hortumu sanır. Klasik yapıtı son suz kılan, ondaki olay, düşünce ve duy gu bütünlüğüdür.
“Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizi sin d en en son çıkan kitap, Ahmet Ce
mal’in Robert Musil’den çevirdiği Nite liksiz Adam. Ahmet Cemal’in bu çeviri sinin hep sözü ediliyordu. Kitabın iç ka pağında verilen bilgiye göre, Musil’in nerdeyse yaşamı boyunca yazdığı Nite liksiz Adam romam üç cilt. Romanın son bölümünün yer aldığı dördüncü cilt ta- mamlanamadan yayımlanmış. “Gerçek anlamda bir çağ ve geçiş dönemi roma nı” olarak adlandırılan Niteliksiz Adam’a, özenli çalışmasıyla, Ahmet Ce mal’in büyük emek verdiği anlaşılıyor. Ulysses’te olduğu gibi, konunun uzman larının bu büyük emeğe duyarsız kalma yacağını umarım.
Öbür cilderini okumadan, bu romana yönelik olarak eleştirel bir değerlendir me yapmak benim gücümü aşar. Ahmet Cemal, Niteliksiz Adam’m başına, Mu sil’in, “...19. yüzyılın sonunda ve20. yüz yılın başında artık çöküş sürecine girmiş olan Avusturya-Macaristan imparator luğu’nu simgeleven bir ülkede... moder- nizm sürecindeki bir toplumun ve bire yin tüm çalkantılarını sergilemeyi amaç ladığı” (Bu arada, Adalet Ağaoğlu’nun Yapı Kredi Yayınlan arasında çıkan Ro mantik / Bir Viyana Yazı adlı romanı da anımsanmalıdır) yapıtı konusunda emst Fischer’in uzun bir incelemesini (72 s.) koymayı yeğlemiş. "... yeğlemiş”, diyo rum, yoksa, Ahmet Cemal’in, Türk ay dınlanmasını kültürel bir tabana oturt mayı amaçlayan bir yazar olarak, kuşku suz Türk okurlarına söyleyecekleri çok şey vardır. Kanımca bu, Fischer’in eleş tirisinden daha yoğun bir etki yaratırdı. Musil, özellikle bu yönden büyük önem taşıyor. Bana kalırsa, çeviri, zamanlama yönünden de, günümüze denk düşmek tedir. Eski ve yeni arasında bocalayan, birey aşamasında iki konumda da tutar lı (nitelikli) olan Ulrich’in yaşadıkları bu yönden evrensel insanın “niteliksiz” ni teliklerini yansıtıyor. “Ve niteliklere sa hip olma, o niteliklerin gerçekliğinden belli ölçüde muduluk duymayı koşul kıl dığından, bu durum kendi kendisine karşı da gerçeklik duygusu sergileyeme- den birinin, günün birinde yine kendi kendisine nasıl niteliksiz bir adam olarak görünebileceği kuşbakışı görebilmeyi olanaklı kılmaktadır.” (s.89)
Bu bağlamda, iç eleştirilerin, içsel çe lişkilerin, bunalımlı çağ yalnızlıklarının (zavallı) insanı, yeryüzünün her nokta sında, insanlığa sırt çevirerek, onunla kaynaşamamanın sıkıntılarını duyarak, bir yandan da üzerinde egemenlik ku ran bütün baskıların bunalımını duya rak, şunlan düşünmüyor mu? “Bütün büyük kender gibi bu kent de düzensiz likten, değişimden, ilerlemeden, adım uyduramadan, nesnelerin ve sorunların dan, yollardan ve tıkanıklıklardan büyük bir ritmik vuruştan, bütün ritmlerin bir biri karşısındaki sonsuz uyumsuzlukla rından ve yer değiştirmelerinden oluş maydı, bir kütün olarak ise binaların, ya saların, yönetmeliklerin ve tarihsel gele neklerin dayanıklı malzemesinden yapıl ma bir kapta kaynayan bir kabarcığa benziyordu.” (s.78)
Çağımızda, insan anlatıcılıktan bıktı, içerikten, düşünce üretiminden yoksun, yalnızca öykülemeye (tahkiye) dayanan yapıtların dönemi geçti. Klasik yapıdann bir özelliği de, okuru yazarın kendi dün yasında yarattığı yepyeni görüşlerle, bu luşlarla karşılaştırmasıdır. Onun için kla sik niteliğini kazanmış yapıdar kişiye za- manlarüstü bir duygu yaşatır. Kolaycı okumalar yerine, ona duymanın, düşün menin, hepsinden önemlisi de, yarata bilmenin kapılarını aralar. Klasik yapıt, kişiyi kendi yaratıcı alanında devindirir. Çağrışımlar uyandırarak, kişiliğindeki yaratıcı güce devinim kazandırır. “Ka zım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi ”nde yer alan birçok yapıt bu özellikleri
taşı-E
or. Ayrıca, yeni olan, birçok yayınevinin asmakta zorlanacağı geniş oylumlu ya- pıdar bu dizide yayımlanıyor.S A Y F A 1 0 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 1 3
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi