• Sonuç bulunamadı

Şehir tiyatrosunun kulislerinde

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Şehir tiyatrosunun kulislerinde"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

/ W

, < î \

? • m t a

Şu kavuklu kamburunJVasfi Rıza olduğuna bin şahit ister..

F e r i h a , b u k ı y a f e t i l e b i r e s k i ; z a m a n p r e n s e s i n e j b e n z i y o r . . “

Kıyafet değiştirm e üstatlarından B eh zat A rap b a cı rolCr.de... Operetin iki değerli yıldızı : Feriha ile Sen- sahnede eski zam anları böyle canlandırıyorlar İki yüz sene evelki hayatın bu günküi curcunalı sahnesi

$ [ l ı l R

TI YAT T

UULİSLE12

CSİNIIIM

l/MDE,....

— İsterseniz, bir akşam yapıvere­ yim size...

— !!...

— Bakın şimdi güneş batıyor! — !!...

— Şimdi b a ttı!.. — !!...

— Ufukta kızıllık olacak!. - !!...

— Şimdi gece basıyor ! — !!...

— Şimdi tam geee!... — !!...

— Şimdi de bir fırtına Koparayım

isterseniz.

— Yok, yok, yaparsınız amma kal­ sın !...

— Bir yağmur? — Dursun, dursun!.

— Bora görmek istemez misiniz?

• • • • • ' • • • • •

YAZAN:

NAcl

SADU IAH

&

m

:

Y E D İ1 Ü N

Âli

• • •

— Çok lütufkâr sini 7, teşekkür ede­

rim. Zahmet etmeyiniz!

Allahın hava nazırı ile konuşuyorum zannetmeyiniz. Yer yüzünün bu ufak köşeciğinde, insan oğulları tabiata da hükmedebiliyorlar.

İstedikleri zaman fırtınalar, kıyamet­ ler koparabiliyorlar, diledikleri anda ortalık kararıyor. Ağarıyor... Akşam­ lar oluyor, güneşler doğuyor, dünya­ lar yıkılıp kuruluyor ve burada, kulla­ rın kuvvetli bir tarafları da var :

Buradakiler, bütün bu işleri, bir dakikadan az bir zamanda istedikleri anda görebiliyorlar ..

Burası Şehir Tiyatrosunun kulis ar­ kasıdır. Muhatabım sahne ışık ve tevzia­ tını idare eden arkadaştır.

Bir elektrik kolunu indirip kaldıra­ rak ortalığı renkten renge, sesten sese

(2)

Sayfa 16 Y E D İG Ü N

Vasfi Rıza, aynanın karşısında çehresinn htalarını değiştiriyor. boğuyor, halden hale sokuyor, ve iza­

hat veriyor.... — Bakın şimdi!

Dostum sözünü bitiremedi, çünkü gong vurdu. Perde açılacak. Ve iş

başlıyor. Ondan ayrılıyor, aşağıya

İniyorum.

* * *

Hepinizin gördüğünüz Şehir Tiyat­ rosu sahnesinin bir tam arkası, bir de sahne arkasının arkası var.

Bu penceresiz, ve duvarları yer yer perdelerle örtülmüş koridor, yani, sah­ nenin tam arkası, sahneden sızan ışık­ la yarı aydınlanıyor.

Durduğum yerden sağ tarafa iki adım atayım dedim. Bir el, kolumu yakaladı. Döndüm: Kulaktan sarma bı­ yıklı, kavuklu, palalı izhandut gibi bir yeniçeri ağası... Sert bıyıklarını kula­ ğıma süresiye yaklaştırdı ve fısıldadı:

— Aman, aman, o tarafa gitmeyin.. Orası sahneye dahildir, yani- dışardan görünür...

Yolumu değiştirdim. Başka bir tara­ fa doğruldum. İki adım attım, önüme, yarı beline kadar ak sakallı, yeşil sa­ rıklı bir derviş çıktı. O da, az evelki yeniçeri gibi kulağıma fısıldadı :

— Orası çıkmazdır bayım..

Neresi çıkar, nereye çıkar bilmiyo­ rum ki...

Yabancı bir şehrin karanlık sokak­ larında yolunu kaybetmiş bir ecnebi vaziyetine düşmüştüm.

Döndüm, iki adım daha... Bu sefer de önüme, eski kılıkta, palabıyıklı bir saka dikildi. Bir anda onun da dudak­ larının sıcaklığını, daha ürperişi gitme­ miş olan kulaklarımda duydum. Mırıl­ dandı :

t *

— Sigarayı söndürün !

Afallamanın verdiği sıkıntıyı gider­ mek için daha yeni dumanladığım cı- garayı, bütün bütün afalhyarak sön­ dürdüm.

Başka bir yol tutturdum, ve «çıkar» olmasına dua ederek ilerledim. Bu se­ fer iki acayip kılıklı, adam bir mücri' mi enseliyen eski zaptiye neferleri gibi kollarıma sarıldılar :

— Aman, yavaş! Yavaş basın!.. — Yavaş basayım amma, nereye basayım, nereye gideyim?

O anda, hayretten ağzımı, bir daha kapanmıyacak şekilde açık bırakan bir şey oldu. Acayip kılıklı adamlar yü­ züme baktılar ve ikisi birden :

— Tutun, vurun!., diye bağırarak içeriye koştular...

Meğer ağaların rolleri gelmiş, sah­ neye girmişler...

Esrarengiz bir dünyaya düşmüş bu dala bir yolcu gibi olduğum yere mıh­ lanmış kalmıştım ki omuzuma bir el vurdu, yavaşça sordu :

— Nasılsın bakalım oğul !...

Döndüm.. Şişman, etli, kalın kırmızı dudaklı, şam işi entarili, kızıl örtülü, çift gerdanlı ve bütün hemcinsleri gibi yaşı belirsiz bir arap halayıkla kar-

j

şılaştım :

— Beceremedim bacı... Benzetmiş oimıyasm !

— A oğul, ben seni nasıl tanımam.. Sen gazeteci değil mi ayo I...

— Gazeteciyim ama... Seni.,. Muhatabım, boğazına gelen yutuk bir kahkahayı en sessiz bir şekilde boşalttı, kulağıma eğildi. Şivesini ve sesini âşinâ olduğum hale sokarak :

— O kadar değişmiş miyim yahu,

dedi. Behzat... Behzadı tanımadın mı? Ve daha cevap vermeme vakit kal­ madı: halis bir arap bacı şivesilö :

—Geliyo paşam geliyo! diye bağıra­ rak eteğini sürüye sürüye yanımdan uzaklaştı : Onun da rolü gelmiş!..

Yanlış bir şey yapmaktan korkarak etrafıma bakına bakına, arkamdaki ka- napeye iliştim. Çare yok : Pot kırma­ mak, afallıya, şaşıra orta budalasına dönmemek için perdenin kapanacağı ve bu kâbuslu havanın geçeceği za­ manı beklemek lâzım ...

* * *

Şehir Tiyatrosunun perdesi, sahne ile beraber beslediğim ümitlerin de önünü örterek indi. O sarıklı, kavuk­ lu, kaytan bıyıklı ve gür sakallı tip­ ler bir anda ortadan yok oHular.

Birden peydahlanan sekiz on adam, ev sahiplerinin muvakkat yoklukların­ dan istifade etmek istiyen çekingen ve eli çabuk hırsızlar gibi sahneye saldırdılar. El birliğile kanape, koltuk, sandalye, divan, hattâ, duvar, ne var­ sa, sallasırt edip götürdüler...

Ve bir anda ortaya, muazzam bir konak kuruldu. Bütün bu iş 7 dakika­ da bitti. Sergilerde teşhir edilen por­ tatif evler, bilmem nekadar zamanda yıkılır, kurulurlar. Fakat «Ev yıkma» «Ev kurma» rekorunu muhakkak ki Şe­ hir Tiyatrosunun elinden alamazlar.

Şimdi bunları düşünmenin sırası de­ ğil... Perde açılmadan, az evelki esra­

rengiz âlem başlamadan çıkar bir

yol, rahat nefes alınır bir yer, afallan- mıyacak bir muhit bulmak lâzım.

Tahkikata başlıyan bir polis hafiyesi edası ile yerimden kalkıyorum. Sağa dönüyorum, sola bakıyorum, yürüyo­ rum, duruyorum, bekliyorum, derinler­ den gelen sesler duyuyorum. Onun membaını arıyor, ve buluyorum:

Kulisin tam arkasının arkası... Olanca takatimle geniş bir nefes a- lıyorum :

— Ohhh...

Burada, vapur kamaralarını andıran kenar odalarda, giyiniyorlar, soyunu­ yorlar, kılıktan kılığa, biçimden biçi­ me giriyorlar. Fakat rahat konuşuyor­ lar, tabiî konuşuyorlar... Kapılarının üzerlerinde, oda sahiplerinin isimleri var.

Buradaki aktörlerin kim olduklarını kapı ürerlerindeki bu isimlerden tanı­ yabilirsiniz.Çünkü, böyle iki yüz, sene eveli canlandıran operetlerde, piyes­ lerde, ortaya kendi hakikî simasile çı­ kan aşağı yukarı kimse yok gibi...

İşte Hazım... Samur kürkü, koca

(3)

Y E D tG Ü N vuğu, ipekli mintanı,ve göğsünü doldu­

ran ak sakalı ile ağır adımlarla dolaşı- yoı...

İşte Vasfi.,. Asıl hatlarından bir teki kalmamış yüzü, elindeki kaynana zırıltısı, uçkurları sarkan uzun donu, kara tahtası ve daha bilmem, nesile nelerile, şu budala oğlanın Vasfi oldu­

ğunu anlıyabilmek için peygamber

olmak lâzım!

İşte Feriha... Belinden aşağı sarkan sarı örme saçları, pullu hotozu, sır­ malı üç etek entarisi ve elinde yeşil yumağile, bir eski konak gözdesi kı­ yafetinde...

Şimdi onlar konuşuyorlar ben dinli­ yorum :

— Yahu, Muammer amma kaçırdı ha... Amma iyi tekerledi...

— Evet, toparlıyamasaydı rezil ola­ caktık...

— Dışarıda da birisi var, ördek gi­ bi gülüyor !

— Ha, ben de duydum. Hattâ o ka­ dar sinirlerime dokundu ki,, asabım bozuldu. Rolümü unutuyordum 1

— Hüseyin de gelmiş..

— Gördüm... Bir aralık göz göze geldik. Ne budala adamlar var yahu... Herif, o aralık bir de kandilli selâm vermesin mil...Biz artık işi gücü bırakıp sahneden ahbap selâmlıyacağız galiba! — Ne ise, oğlan yine-* iz’anlıymış, selâmla kalmış. Ya benim başıma da­ ha beteri gelmişti ya...

— Ne oldu ?

— Ne olacak, herif beni görür gör­ mez ön sıradan doğruldu, sahneye sokuldu :

— «Efendim, dedi, sizi sonra göre- mem, ben de yarın gideceğim,Akhisar- da Hüsrev beyin çok selâmı var!.»

— Sen de bu gece bir yerde fena bir pot kırdın ha.

Vasfi karışdı :

— Onunki bir şey değil, bak şimdi ben, ne haltlar edeceğim... Başım öy­ le ağrıyor ki...

— Neyse, senin pot kırmanın ehem­ miyeti yok! Aptal rolüdür, kaldırır!..

O sırada içeri, şeytan kılığile dansa çıkan baletcilerden biri girdi. Maki- yaj memuru dişlerini sıktı :

— Yahu, insan ortaya çıkmadan bir kere aynada yoklar kendini... dedi. Baksana arkandan sarkan bez parçası­ na...

Genç kız güldü :

— Zarar yok: « En büyüklerinin de kuyruğu var» derler...

Görüyorsunuz ya onlar kendilerini gazetecilerden evel tenkit ediyorlar.

* * *

No. 100

________

Şimdi yine sahne arkasmdayıra. Gö­ zü yeni seçmeğe başlıyan bir kör gibi et afıma bakınıyorum :

Burada neler yok.

Karagözden, yumurtaya, süpürgeden fareye, dolma kediden daktiloya kadar, biribirile hiç münasebeti olmıyan ak­ la gelen, gelmiyen nesneler bir arada.. Kısa söyleyeyim. Burada kulağınızı tıkayın, ve size sorsunlar :

— Şu var mı? — Bu var mı ?

Sorulanı duymağa lüzum görmeden hiç tereddütsüz cevap verin :

— Var! — Var!

H a z ı m l a Vasfi k a rş ı k a r ş ı y a

Eski saray odaları, mükemmel dö­ şenmiş kübik salonlar hep bu hırda­ vatçı dükkânını andıran yarı aydınlık aralıklardan doğdu.

Bu karışık ve sefil eşya yığınlarının arasında oturan aktörlerin, sizin önü­ nüze zengin, parlak, ve aydınlık sah­ neler çıkarışını ben neye benzetirim bilir misiniz?

Felâketlerin düşürdüğü asil aileler vardır. Onların bütün endişeleri, halle­ rini ağyar gözünden saklamaktır. Gu­

rurlarının zehirlenmemesi uğrunda,

peynir ekmekle karın doyururlar, fakat insan içine iki dirhem bir çekirdek çıkarlar. Yer yataklarında sabahlarlar, fakat kabul ettikleri misafirleri küçük düşmeden ağırlıyabilecek bir salonları vardır. Aktörlerin fakir ve perişan ku­ lis arasının karanlıklarından size ihti­ şamlı sahneler çıkarmaları bu düşmüş asilzadelerin gururları uğrunda yaptık­ ları fedakârlıkları hatırlatmaz mı?

Yalnız şu farkla :

Düşmüş asilzadeler; fedakârlık eder­ ler, ve kendilerini aldatırlar...

Aktörler; pandomima oynarlar, ve sizi kandırırlar...

Fakat muhakkak ki, eğer bu

kandır-mak zevki de olmasa, kazandıkları pa­ ra ile çekilir kahır değil bu?

* * *

Size; kolay tahmin edebileceğiniz birşey söyliyeyim :

Sahne arkasında aktörler, kulağı te­ tik, bir ev sahibini uyandırmaktan çe­ kinen hırsızlar gibi, sessiz sadasız ya­

şıyorlar. Yürüyenlerde, girenlerde,

çıkanlarda, birer sairifilmenam , dal­ gaya düşmüş birer esrarkeş hali var. Hepsini ayakta uyuyorlar sanırsınız! Ben görmeden evel sahne arkasını şöyle tahmin ederdim :

Kulis arkalarında, bütün j iyes ak­ törleri, anahtar deliklerinden mahrem sahneler seyreden mütecessis hizmet­ çiler gibi sıralanırlar. Sırası gelen içe ri dalar.

Yanılmışım.Şehir Tiyatrosunun kulisi­ nin arkasında elli kişinin sahneye çıktığı operetlerde bile, an oluyor ki bir tek aktör, bir tek aktris bulunmuyor. O kadar ki, sırrını anlamadan :

— Eyvah, kalabalık bir sahne yak­ laşıyor, ve ortada kimseler yok... Bir rezalet olacak! diyorsunuz.

Fakat tam zamanında lâzım olanlar iş başında peydahlanıverıyorlar.

Nasıl mı oluyor : öğrendiklerimi satayım:

Her aktrisin odasında bir zil var. Ve sahne arkasındaki bir Conduite, meclisi gelenleri, o zillerin önünde toplanan düğmelerine basarak çağırı­ yor.

Meclisi gelmiyen aktör için sahne arkası memnu mmtaka... Oraya hiçbi­ risi giremiyor :

Eğer provalar da böyle oluyorsa,

aktörler oynanan piyesler hakkında

kendi rollerinden başka hiçbir şey bil­ miyorlar, ve aslını bilmedikleri bir davada ezberlediklerini söyliyen ya­

lancı şahitler gibi sahneye girip, rol­ lerini yapıyorlar demektir.

* * *

— Ağabey bizim resmimizi de çek­ tir !

— Benim ismimi de yaz! — Benimkini de !

Şehir Tiyatrosunun en küçük aktris­ lerinin, Melâhatin, Fatmanın,Nevzadın, ve Samiyenin ortalarındayım.

Bu isimleri, bugün unutsanız bile, yarın zorla ezberliyeceksiniz.

Çünkü onların her biri, müstakbel Türk sahnesinin birer Ferihası, Semi- hası, Bediası olacaklar.

— Devamı 26 inci sayfada —t

____________________ Sayfa l î

Kişisel A rşivle rd e İstanbul Belleği T a h a T o r o s Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

KAYITDIŞI ÇALIŞANLAR Şubat ayında sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışanların toplam çalışanlar içindeki payını gösteren kayıtdışı çalışanların oranı,

Satış stratejisi sonuç olarak pazarlama stratejisinin kurucu parçalarından olacak ve şirketin hedeflerini, pazardaki pozisyonunun ve başarıya ulaşmak için çıkılması

rağmen Ortaoyunu'nu gölge oyununun sahneye indirilmiş şekli olarak kabul etmek pek doğru olmasa gerek. Zira, gölge oyunundaki semboller ile tasavvufî derinlik

Küçük lokallere, gazinolarda bile, bazan tek, bazan ikili ve üçlü müzik toplulukları müşterilerine biraz neşe, biraz yaşamak zevki vermek için d u r m a d a n çalar ve

 Türkiye’de aile içi şiddetin kamusal bir sorun olarak ilk ifadesi, 1987 tarihinde. yapılan Dayağa Karşı

2 — Japonlar Birmanyadaki İngiliz imparatorluk kuvvetlerinin Biiin ırmağı bölgesindeki son kanadlannı da bu son kırk sekiz saattenberi şiddetli muhare­ belerden

Biber hat ve çeşitleri arasında polimorfik olan SRAP primer kombinasyonlarının belirlenmesi çalışmasında toplam 19 primer kombinasyonu 6 biber genotipi arasında

Ali ŞANLI Beste BOZDAĞ Halil ÖZDAŞ Ogün BOZ Selcan ATAN Veysi AKAN Seda Nur CİMİ Emre KOCATÜRK. Ali ŞANLI Beste BOZDAĞ Halil ÖZDAŞ Ogün BOZ Selcan ATAN Veysi