* ) ¿
j
TL I ftÇ
*I •' V U-'
2ZS&J.
mmBEŞ
Toprağa verdiğimiz büyük doktor büyük şehirci
Topuzlumdan
h â t ı r a l a r
Cemil
b a z ı
Memlekete büyük hizmet ler etmiş bir doktorumuzu, bir şehircimizi chin topra ğa verdik. Rahmetliyi iki sene evvel Sara.,ö!irnuııda. eski Şehreminleri ve Bele diye Reislerinin büstlerinin dikildiği zaman, evinde z i yaretle tahassüslerini rica etmiştim. O zaman geçirdi ği biiyiik bir rahatsızlığın ııekahat devresinde bulunu yordu. Her zamanki neza ketiyle beni kabul etti, şeh rin böyle bir şükran muka belesinde bulunmasından pek mütehassisti. Ama doğ rıı sözlü bir insan olarak da bir üzüntüsünü sakiayama- mıştı. Şöyle diyordu:
«Ben Belediye Meclis iiye si iken yasayanların büst lerinin dikilmemesi hakkın da bir teklifte bulunmuş ve bu da kabul edilmişti. Aca ba bir zühul eseri olarak mı benim de büstüm dikildi? Kabul ettirdiğim bir prensi bin bozulması biraz tuhaf değil midir?»
O zaman, kendisinin ar zusu île bu cümleleri yaz mamıştım. Fakat bugün, bu şehre gerçekten büyük ve değerli hizmetleri geçmiş o- lan Paşanın Güüıane Par kındaki büstü, artık merhu mu üzmiyecek. fakat bun dan sonra önünden geçen her şehirliye saygı ve hür met telkin edecektir.
Merhum Cemil Topuzlu’ nun, 94(i-i)50 yılları arasın da Belediye Meclisinde şeh ri temsil ederken dostluğu nu kazanmıştım. Hiçbir o- turum geçmezdi k!. Paşa, başkanlığa yazılı veya şifa hî teklifte bulunmasın! Mü tebessiııı çehre ve nazik ta vırla konuşur, şehri yakın dan ilgilendiren meseleler üzerinde düşüncelerini söy ler. temennilerini ileri sü rer, fakat asta düşündüğü nü söylemekten usanmazdı. Yazılı önergelerini de okut tuktan sonra izah eder, ve bütün bunlarla bu şehre karşı olan sevgisini izhar ederdi.
Cemil Paşa nın Türkiye'ye ilk modern cerrahiyi getir mesi ne kadar büyük bir hizmetse, bu şehre kazan dırdığı ' hastaiıaneler, diğer sağlık yuvaları. Giilhane Parkı ile diğer' paıkları he diye etmesi de dile kolay ge len işlerden değildir. Mer hum Cemil Paşa. 80 yıllık hayatını bir eserde topla mış, 951 de yayınlamıştı. Son ziyaretimde yorgundu, fazla konuşanı ıvordu. elini öpüp ayrılırken bu kitabın dan birini hedive etmiş. «O kursun, hâtıram olsun» de mişti. İsübdad. Meşrutiyet, Cumhuriyet devirlerini gö ren vatanperver bir büyü ğümüzün bu devrelere ait hâtıralarını o zaman zevkle ve heyecanla okumuştum. Bugün, bıı eserden birkaç parçayı okuyuculara sunar ken kendisine rahmet dile- yorum.
T IP FAKÜLTESİNE A İT H Â TIR A
Türkiye'ye modern cerra hiyi getiren merhumun Tıp Fakültesine ait hâtırası şöy ledir:
«Meşrutiyetin ilânına ka dar mektep, askeri ve mül kî olmak üzere iki kısımdı. Meşrutiyetin ilânından son- rfi Mektebi Tıbbiyei Mülki ye. Tıp Fakültesi unvaniy- le yeniden kuruldu. Müdür lük kalktı. Duvavenlik ih das edildi. İlm î ve idari ci hetten tamamiyle müstakil olarak tesis edilen Tıp Fa
kültemiz az bir zaman için de pek büyük terakkiye mazhar oldu. Fakat, istiklâ li elinden alınıp da Hay darpaşa'dan İstanbul'a ta şıtılınca maatteessüf geri geri gitmeğe başladı.
O sırada Avrupa'da çok ilerlemiş olan cerrahlık mektebimizde pek geri ve iptidai bir haldeydi. Hele mektep dışındaki seririya- tı (dış hastalıkları)
ko-| Yekta Ragıp ÖNE
n
]
>_____________________ >
ğuşu çok köhne ve acına cak bir haldeydi. Hocamız o esnada memleketimizin en meşhur cerrahlarından A- ristidi Paaş ve onun ıııuavi ııi de Hayrettin Bp.v (Opera tor Hayreddiıı Paşa) idi, Hastahaııenıiz içinde ameli yathaneden eser bile yok tu. Hastalara mektep için deki büyük hamamın gö- bektaşında ameliyat ya pılırdı. Taşradan henüz gel miş cahil hademeler has tabakıcılık işini görürlerdi. Hocam hastaları muayene edeceği sırada iki hademe onu takip ederdi. Birinin elindeki büyükçe tepsi üze rinde keseler içinde, bilin medik pis bezlerden çıka rılmış tiftik, sünger hırka ların içine konulan zamklı pamıık (o zamanlar hidrofil pamuğu kimse bilmiyordu), asitborikli su, iodoformlu merhemler ve tahta saplı pis cerrahlık âletleri (nikel ve mâden âlât malûm de ğildi). ve diğer hizmetçi nin elinde de leğen, ibrik (akar sular yoktu) bulunur du. Kullanılan cerrahlık â- letleri yıkanmaz, yalnız bez lerle silinir ve başka has talarda kullanılırdı. Çok kaıı kaybetmek ve husu siyle ameliyat yapılan ya raların pek çabuk ufunet peyda edebilmesinden ve kangrenlere duçar olmasın dan dolayı âcil ve mecbur! olarak yapılması zarurî o- lan kol, bacak kesmek gi bi âdi ameliyattan başka hiç bir mühim ameliyat yapmağa cesaret edilemezdi. Biz Paris'te Pastör’ün o se neler içinde mikrobu keş fetmesinden, ye İn giltere’ de de Lister’iıı cerrahlıkta yapmakta oldukları aııtisep si usulünden dolayı ame liyatın daha tehlikesiz ve yaraların cerahatlenmeksi- zin kapanmakta olduğunu Fransa'dan gelen tıp gazete ve mecmualarında okuyor duk.
Bu ve buna mümasil usul lerin de hastahanemizde tatbikini ve bize gösteril mesini hocamız Aristidi Pa şadan istedikçe yan çizer, kendi bildiğini yapar ve bizimle asla meşgul olmaz dı. Hattâ aramızdan muk tedir bir cerrah yetiştiğini de İstemez, yeni yetişen Türk cerrahlarını (Naim, Hayrettin ve Osman Beyler gibi) asla sevmez, elin den geldiği kadar onları çekiştirirdi.
O zamanlar doktorluk, cerrahlık ecnebilere ve hı- ristiyanlara münhasır bir meslekti. Kimse Türk ve müsliiman doktorlara, cer rahlara rağbet göstermez di: hele mektepteki hoca larımızın yüzde doksanı ya ecnebi, yahut Rum. Erme ni ve Yahudiierden mü
rekkepti.. Nazırımız da Rum du (meşhur Marko Pas Velhâsıl doktor deniliı daima akla uzun silindir şapka taşıyan ve çatal sa kal salıvermiş kimseler ge lirdi.
HEYECANLI BİR V A K A
Takriben elli sene evvel bir gece yarısı Bakırköy’de bir köşkte acele apandisit ameliyatı yapmak icap e- divordu. Hazırlandık, has tayı masaya yatırdık, fa kat, şimdiki gibi, elektrik, hattâ havagazı bile bulun madığından, ameliyat m a sasının iki başında iki kişi petrol lâmbaları tutuyorlar dı.
Hastanın kam ını açtı ğım sırada birdenbire bir gürültü koptu. Hastanın ak rabasından ve lâmbayı tu tanlardan biri baygınlık geçirerek yere yuvarlanmış ve yere düşen lâmba parla mış, alevleri etrafı sarmış tı. Ömrümde bu kadar büyük tehlike geçirdiğimi, ve bu derece müşkülâta ma ruz kaldığımı, bilmiyorum. Bir anda kendimi topladım, yarayı kompreslerle kapat tım, ev halkına: «Çabuk, yorgan, halı, şilte getirin, alevlerin üzerine atınız.» diye bağırdım. Bereket ver sin. dediğim derhal yapıldı, alevler söndürüldü.
Anide aldığım bu ted bir sayesinde iıyumakta o- laıı hastayı muhakkak bir ölümden ve köşkü yanmak tan kurtardım. Bu vak ayı her hatırlayışımda o gün kü heyecanı hissediyor ve bir türlü unutamıyorum. İK İN C İ B İR VAK A
— Şehzadebaşında, bir evde bir Arnavuda am eli yat yapıyordum. (O de virde hususi lıastahaneler bulunmadığından, ameliyatı hastaların evlerinde, ve ya otel, han köşelerinde yapıyordum.» Besim Ömer Paşa, hastaya kloroform ve riyor, Süleyman Numan Pa şa da bana yardım ediyordu. Oda içinde yalnız hastanın yakın akrabasından ve pa dişahın silâhşorlarından bir Arnayut duruyordu.
Ameliyat bitmek üzerey ken bir anda hastanın te neffüs ve nabzı durdu. Be sim Ömer Paşa, Fransızca olarak, aman, hastayı kay bettik, deyince, meğer Fran sızca anlayan silâhşor. Be sim Ömer Paşanın söyle diği fena haberi bağırarak etrafa yaydı, ve kendini ka pıdan dışarı attı. Bir anda hastanın bütün akraba ve taallûkatı kapının önünde toplandı: «Hastamızın kılı na halel gelirse, alimallah hiç birinizi sağ bırakmayız.» diye bağrıştılar.
Biz b u sırada hastaya
su nî teneffüs yapmakla uğraşıyorduk. Sıkıca kapıyı kapattık, masa ve iskemle leri kapının arkasına yığ dık. Hastanın ölmediğini ve zinhar içeri girip bizi şa şırtmamalarını, aksi takdir de işe devam edemiyeceği- mizi söyledik. Bunun üzeri ne kapının önündeki ka labalık çekildi. Bu vaziyet te, kan ter içinde tam yirmi dakika uğraştık, has tayı muhakkak bir ölümden kurtardık. Biz de onunla beraber tekrar hayata ka vuşmuş olduk.
İşte bu vak’adan sonra ev, otel, hanlarda ameliyat yap mıyarak hususî bir lıastaha- ne açmağa karar verdim.»
Taha Toros Arşivi
I H I I I I I I I I I I I I I I I I I I I I I lf il il ll ll ll ll ll ll ll U ld