• Sonuç bulunamadı

Dersaadet'te ramazan kültürü/3:Sazlı sözlü semai kahveleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dersaadet'te ramazan kültürü/3:Sazlı sözlü semai kahveleri"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

25 Aralık 1999

ianter C 4TBfok No, 420 Kocotepe Mitfı. Bayiampe Tel: (0212) 640 49 47 phx F a k : (212) (540 49 46 Haşatalar Cad: No. 14/16 Eminönü - İstanbul

T e l: (212) 511 63 93 F a x : {212) 328 34 48 ‘

A: Dtrokler arası eğlenceleri

Sazlı sözlü

19. y ü zy ıl

çize n o ry a n ta list re ssa m la rd a n A llom 'un

bir " k a h v e "

semai

kahveleri

Yüz yıl öncenin İstanbul’unda, üç tarz kahve

vardı: Klasik mahalle kahveleri, özellikle Beyoğlu

civarında yoğunlaşan ve Ahmet Rasim ’in ünlü

“Fuhş - i Atik” kitabında uzun uzun sözü edilen

“alafranga” çalgılı kahveler, bir de ramazan

aylarında açılan semai kahveleri.

S

emai kahvelerinin, kültü­rümüzde özel bir yeri var­ dır. Bu kahveler daha çok Aksaray, Ayvansaray, Be­ şiktaş, Beyazıt, Balat, Çu-

kurçeşme, Defterdar, Eyüp, Hasköy, Halıcıoğlu, lstinye, Karagümrük, Kü-

çükpazar, Üsküdar gibi semtlerde, ya­ ni Yahya Kemal Beyath’nın deyişiyle, “Türk lstanbul”da, Müslüman Türkle- rin yaşadıkları bölgelerde bulunurdu.

Yahya Kemal aktarıyor

Yahya Kemal, 1922’de, Tevhid - i Ef­ kar gazetesindeki yazısında, Defter­ dardaki son semai kahvelerinden birini anlatır bize: “Külhanbeyi, bıçkın, çap­ kın, tulumbacı, kabadayı hasılı Türk İs­ tanbul'unun bütün bu şen unsuru bura­ da. Kahve lebaleb dolu. Tavan ve duvar­ lar donanmış, bayraklar, bayraklar, bayraklar, binlerce küçük bayraklar, renk renk fenerler, bir tarafta Türklü­ ğün kahramanı Mustafa Kemal'in res­ mi; bir tarafta Türklüğün cihan pehliva­ nı Kara Ahmed’in resmi. Bütün bu ka­ badayı halk terbiyeli, vakur, sakin. Beni ve arkadaşlanmı yabancı hissettiği hal­ de hiç istifini bozmuyor.”

İşletmeci Vasıf Hoca

Semai kahveleri, klasik mahalle kahvelerinin en az dört misli pahalı idi. Çünkü bu kahvelerin binbir özelliği vardı. Darbuka, zilli maşa, klarnet ve çifte naradan oluşan bir ‘musiki heye­ ti’ zaman zaman çalardı.

Kahvenin bir çığırtkanı vardı. Önce o çıkardı ortaya. Bir semai ya da divan okuyarak ramazan boyu sürecek bu çalgı alemini açardı.

Söylemeye gerek yok tabii, ama yi­ ne de altını çizelim, sırf erkeklerden o- luşan müşteri topluluğuna, “Hoş gel­

diniz” yollu bir iki mani de okurdu. Kahvenin kim tarafından işletildiğini, o yılın “ramazan programında” kimle­ rin çalacağını açıklardı.

Kendisi de 18 yıl boyunca İstan­ bul’un değişik semtlerinde semai kah­ veleri işletmiş olan Üsküdarlı Vasıf Hoca, çalgının oyun havaları, şarkı ve türkülerle başladığını söyler bize.

“Çalgılı kahvelere,” der Vasıf Ho­ ca, “Çok genç çocuklar olmamak şar­ tıyla, isteyen her sınıf halk gelebilirdi. (...) Kibar kimselerden, sayılı devlet a- damlanndan gelen çok olurdu. Ancak bunlar, mümkün olduğu kadar göze çarpmayacak bir köşede otururlar; ‘a- rifane bir tarzda’ okuyanları dikkatle ve takdir ederek dinlerler; kalkarken de okuyup çalanlara ve kahveciye te­ menna ile iltifat edip giderlerdi.”

Kahve bülbülleri

Sadi Yaver Atam anın “Türk İstan­ bul” kitabındaki saptamalara göre, se­ mai kahvelerinin en parlak devri, Sul­ tan Abdülmecit (1823 - 1861) döne­ mindedir. Ancak 1908’de İkinci Meş­ rutiyet ilan edildikten sonraki dönem­ de, semai kahveleri yavaş yavaş tavsa­ maya başlamış ve I. Dünya Savaşı ile birlikte, eski canlılıklarını tamamen yi­ tirmişlerdir.

Parlak dönemlerinde, “İstanbul’un musiki hareketlerinde” özel bir yeri ol­ duğu söylenen semai kahvelerinin “bülbülleri” sayılan meydan şairleri­ nin ve aşıkların çoğu, karanlıkta kal­ mışlardır. Bunların son ünlü temsilci­ lerinden biri, Zeytinburunlu “Zil İz­ zet”, Beşiktaş’ta, Saman iskelesindeki kahvesinde, musiki fasıllarını bizzat yönetirdi. 1910 yılı içinde öldüğü bili­ nen Zil İzzet’in, bir ramazan boyunca bir okuduğu maniyi bir daha

okumadı-Sofm m zm

bereket^

y in e

N a m lı

çeşitlen

ğı, her gece yeni manilerle fasıl a- çıp fasıl kapadığı ağızlarda dola­ şırdı.

Bu tür sanatçıların, dönemin devlet büyüklerinden yardım gör­ mesi, onların himayeleri altına girmeleri, adettendi.

Çoğu tulumbacı

İstanbul’un kenar mahallele­ rindeki yaşantıyı canlandırmakta­ ki ustalığıyla tanınan romancımız Osman Cemal Kaygılı (1890 - 1945), “Semai Kahveleri ve Mey­ dan Şairleri” başlıklı bir inceleme yazısında (1937), usta manicileri, tek tek adlarım, özelliklerini sıra­ lar. Bunların çoğu “tulumba- cı”dırlar. Hepsi de İstanbul folklo­ runun renkli simalandır. Bir bölü­ mü aynı zamanda, usta birer o- yuncudurlar.

Osman Cemal Kaygılı, bu ör­ nekleri sıralarken, Naracı M eh­ m et’ten söz eder. Gayet şık ve bıç­ kın bir delikanlı olan Naracı Mehmet, hem söyler hem oynar­ mış. Semai kahvelerinin usta ve kıvrak oyuncularından biri de, Feshaneli Kel M ehmet’miş. Bem­ beyaz, sakız gibi gecelik entarisiy­ le ve ince basmadan pembe hır­ kasıyla kahveye gelir, oyun oynar­ mış. O çağlarda, sokağa, misafirli­ ğe ve kahvelere, gecelik entari ve şal hırkalarla çıkmak, moda imiş.

Reşat Ekrem anlatıyor

Popüler tarih üstadımız Reşat Ekrem Koçu da, semai kahveleri­ nin çoğunu tulumbacıların işlet­ tiklerini söyler. Koçu, her zaman­ ki detaycılığıyla, bu kahveleri bize ince ince anlatır:

“Kahvenin tavanına elvan ka­ ğıtlarından güller, zincirler yapı­ lır, tavanın tek tahtası bile görün­ mez. Bir köşede çalgı yeri hazır­ lanır, yerden yüksekçe, şanomsu bir yer. Duvarlara çakılan çivile­ re, peylenen çalgıcılar, klarnet, darbuka, çifte nara, gibi sazlarını asarlar; duvarlara, etrafları kağıt çiçeklerle çerçevelenmiş güzel resimler, aynalar asılır. Arife gü­ nü akşamı kahvedeki bütün

is-Yetm işli y ılla rd a n bir "sem ai k a h vesi taklidi: İsta n b u l'u n o z a m a n la r e p e y ünlü " K u lü p 12 "sin d e, sem ai k a h vesi benzeri bir d e k o r için d e, eski R a m a zan 'lar ca n la n d ırılıyo r.

kemleler ve masalar kaldırılır, yerlerine küçük hasır iskemleler konulur. Saz takımı, derecesine göre, gecelik hesabı ile tutulur, pey verilir, rehine olarak, paydos­ tan sonra çiviye asılmış sazlarını alıp götüremezler.”

İşin sonu nasıldı?..

Semai kahvelerine hemen her tabakadan Istanbullu’nun gelip gittiğini, Reşat Ekrem Koçu da kabul ediyor; fakat baş müşterile­ rin, yine tulumbacılar olduğunu da vurguluyor. Bunların ilginç giysileriyle kahvenin kapısından arz - 1 endam edişlerini de pek gü­

zel tarif ediyor: “Uçarılar afili kı­ yafetle girerlerdi: Ceketler omuz­ da, feslerde ‘yar tekmesi’ yahut ‘yardan ayrıldım’, kuşakların ucu birkaç karış sarkık, bıçağın ucu kuşaktan birkaç parmak çıkmış, gözler mağrurane süzük.”

Böylesine “delikanlılar” kapı­ da belirir de, ortalık karışmaz mı?.. Nitekim, Reşat Ekrem Ko­ çu da değinir bu nazik noktaya:

“Ekseriya çalgılı kahvehaneler­ de, ramazanın ortalarını bulma­ dan bir büyük kavga çıkar, kahve kapatılır, masraflar da yanardı.”

Evet; “masraflar da yanardı”, çünkü bu kahveleri açmak için, ra­ mazandan bir hafta evvel Polis Müdüriyeti’ne başvurulur ve “me­ zuniyet” alınırdı. Bu izin, kahve­ nin tüm ramazan ayı boyunca, her gece açık bulundurulması kaydıy- la verilirdi!

Son örnek, Halkevi

sahnesinde

Nurullah Bilgin, "Semai Kahveleri" adlı yazısında, bu kahvelerin son örneğinin öyküsünü aktarır bize: "Bu tip kahveleri son defa olarak, 1944 yılında Fatih Halkevi'nde, merhum Selim Nüzhet Gerçek ta­ rafından tertip edilmiş Türk temaşa serisi meyanında 28, 29 ve 30 Ha­ ziran geceleri seyretmiştik. Bu me- yanda merhumun bu sahada muh­ telif dillerde yazılmış kitap koleksi­ yonundan bir sergi açılmıştı. Ercü­ ment Ekrem Talu'nun bir önsözün­ den sonra. Halkevi bahçesindeki küçük sahneye güzel bir eski za­ man semai kahvesi hazırlanmış ve sahnenin bir köşesine konulmuş o- lan müzik heyeti (...) bu semaidle- re refakat etmişti." Bir d ö n em in ünlü çizeri "N ezih"in k a le m in d e n , bir 'm e yd a n şairi".

r

V t

Prof. Dr. Ertuğrul Aydemir

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı

ARKO

NEM ile

Cildinize Özel

El Egzamaları 1

Eller, dış ortamla sürekli temas kurmamızı sağlayan en aktif organlarımızdır. Dış ortamla olan sürekli ilişki, çok çeşitli tahriş edici ve alerji yapabilecek m a d d e le re d o k u n m a n ız a n e d e n o la b ilir. En sık görülen egzamalar, tahriş sonucu ortaya çıkan egzamalardır. Bunun en tipik şekli "ev hanımı egzaması"dır.

Sürekli olarak suyla temas etmek, sık el yıkamak veya çamaşır, bulaşık yıkamak, işin içinde sabun ve deterjan olmasa dahi, tahriş edicidir. Bu, derinin doğal nem ve yağının azalm asına ve kuruyup çatlamasına neden olur. Sabunların ve deterjanların güçlü yağ eritici özellikleri eklendiğinde bu sonuç kaçınılmazdır. Deri, uzun süre bu saldırılara, belirti vermeden, dayanabilir. Bir eşik noktası aşıldıktan sonra deride; kuruma, çatlama, soyulma, sızlama gibi şikayetler görülür ve bundan sonra en küçük Bir tem asta yinelenir. Solak olan kişiler dışında b a şla n g ıç, g e n e llik le sağ el baş ve işa re t parmaklarından olur.

Zaman geçtikçe ve koşullar aynı şekilde sürdükçe, diğer parmaklar ve avuç içine, bir yandan da diğer ele yayılır. Hem görüntü olarak kötüdür, hem de hasta eliyle bir şeylere dokunduğunda rahatsız olur. Ayrıca, bu çatlaklardan mikropkapma tehlikesi de vardır. Buna ek olarak da, normalde avuç içi derisi kalın olduğu için geçemeyen, alerji yapıcı maddeler daha kolay geçebilir ve reaksiyona neden olabilirler.

Ev kadınlarının çoğunda görülen bu olay, suyla u ğ ra şa n d iğ e r m e sle k le rd e de g ö rü le b ilir. En sağlıklı korunma yolu, suyla ve diğer tahriş edicilerle teması azaltmaktır. İş yapmak zorunda olunduğunda, içi pamuklu, dışı naylon eldiven giym ek iyi bir korunm a yoludur. Fakat bu da terlem eye yol açtığı için; yarım saat çalışmanın sonunda, eldiven çıkarılarak, on dakikalık bir ara verilmesinde yarar vardır. Ayrıca, her el yıkamanın sonunda, derinin nemini korumak ve yumuşak, elastik kıvamda kalmasını sağlam ak için, bir el krem i ku llanm ak gerekir. Bunlar, hastalığ ın başlam asını önlem ek veya d ü zeld ikten sonra korumak için kullanılırlar, başlamış bir egzamada tedavi edici etkileri yoktur. Bu gibi durumlarda, kesinlikle bir deri hastalıkları uzmanının tedaviyi düzenlemesi gerekir. İşe başlamadan önce ellere sürülen ve hafif tahriş edicilerden koruyan bazı maddeler, eldiven kullanamayanlarda az da olsa yardımcı olabilir, fakat tam koruma sağlamazlar.

Soru ve d ü şü n ce le rin iz için y a z ışm a a d resi: A R K O N EM ile C il d in i z e Ö z e l K ö ş e s i EVYA P A .Ş. A y a z a ğ a C en d e re Yolu No: 10 Levent-İSTANBUL

Yıllardır

aynı lezzet

U

zun yıllardır Bostancı Kasaplar Çar­ şısındaki huzurlu ve sakin mekanını doldurmayı başaran Dörtler Et Lo­ kantası, Ramazan ayında da müthiş lezzetler sunuyor. Yemeklerinin temizliği ve atinin kalitesiyle de tanınan D örtler’de fiyatlar da çok uygun.

M önü 1

(4 milyon 800 bin lira)

• Ç o rb a (8-9 çeşit) • İftarlık (Kahvaltılık çeşitleri) • 1/2 d ö n e r • 1/2 k ö fte • Pilav-püre • S ala ta • Tatlı • M e şru b a t • Pide-su • Ç a y - k a h v e (Et servisinde istenirse döner-köfte yerine tavuk şiş alınabilir).

M önü 2

(6 milyon lira)

. • Ç o rb a (8 - 9 çeşit) • İftarlık (Kahvaltılık çeşitleri) • D ö n e r • K ö fte • Şiş • Pilav-püre • S a la ta • T atlı • M e şru b a t • Pide-su • Ç

Referanslar

Benzer Belgeler

Ortalama trigliserit değerlerinin sadece doğumdan hemen önceki ortalama değerin doğum öncesi diğer ve doğum sonrası tüm değerlerden istatistikî açıdan

Falih Rıfkı, 40’lı yıllarda köy enstitülerinden ki­ milerini, bu arada “Aksu" Köy Enstitüsünü, kurulduğu Antalya yöresini dolaşır.. Falih Rıfkı,

[r]

Yeni sentezlenen aroil- substitüe pirazolon bileşikleri (1 mmol), kloroform veya etanolde (2,5 ml) manyetik karıştırıcılı ısıtıcıda, kaynama noktalarında (64

[r]

Third, investigate the physicochemical properties of the prepared material by Differential Scanning Calorimetry (DSC), Fourier-Transform Infrared (FTIR) spectroscopic studies,

Çalışmamızın sonuçları, akademik başarı üzerine anlamlı etkileri olan akademik öz yeterlik seviyesinin fiziksel aktivite düzeyi yüksek bireylerde daha yüksek olduğunu ortaya

önceleri Güzelce Hisar, Y e­ ni Hisar, Yenice Hisar, Akça Hisar gibi türlü isimlerle anılan bu hisar, Fatih Sultan Mehmed’in Rumeli Hisarı yaptırmasından