• Sonuç bulunamadı

Başlık: Medya ve bellek çalışmaları: paralellikler, gerilimlerYazar(lar):ORHON, GözeCilt: 13 Sayı: 2 Sayfa: 009-032 DOI: 10.1501/Iltaras_0000000162 Yayın Tarihi: 2015 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: Medya ve bellek çalışmaları: paralellikler, gerilimlerYazar(lar):ORHON, GözeCilt: 13 Sayı: 2 Sayfa: 009-032 DOI: 10.1501/Iltaras_0000000162 Yayın Tarihi: 2015 PDF"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Medya ve Bellek Çalışmaları:

Paralellikler, Gerilimler

iletişim : araştırmaları • © 2015 • 13(2): 9-31

Göze Orhon

Özet

Bu çalışma medya ve bellek çalışmaları arasındaki ilişkiyi ele almaktadır. Bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkmaları ve kurumsallaştırmaları son kırk yıl içinde gerçekleşen bu iki çalışma alanı arasında, her iki alanın da disiplinlerarası karakterlerinin olması, anlamın dinamik yapısına bakmaları ve inşacı epistemolojileri açısından çok sayıda paralellik saptanabilir. Çalışmanın ilk kısmında medya ve bellek çalışmalarının ortaya çıkış dönemlerindeki bağlamsal kesişimler ele alınmaktadır. Popüler kullanımların kavramın sınırlarını çoktan muğlaklaştırmış olduğu kolektif bellek kavramı, tartışmaya zemin teşkil etmesi açısından kısaca ele alınmıştır. Sonraki bölümlerde sırasıyla iki alan arasındaki içsel bağlar, medya ve bellek çalışmalarını birleştiren çağdaş araştırmalardaki tematik yörüngeler ve yine bu kesişimdeki kavramsal açılımlar tartışılmıştır.

Anahtar sözcükler: Bellek çalışmaları, bellek inşası, kolektif hatırlama. Media and Memory Studies: Parallels, Tensions

Abstract

This study examines the relationship between media and memory studies. Both disciplines having emerged and institutionalized in last four decades bear a variety of parallels including the interdisciplinary charatcter of the two, their attempts to examine the dynamic structure of the meaning and their constructivist epistemology. In the first section of the study, the contextual intersections in the emergence of media and memory studies are examined. Collective memory the popular use of which overwhelmed the concept itself is briefly discussed in order to provide a basis for the following discussion. The study continues with discussions on the immanent connections bertween the two fields, the thematic trajectories in comtemporary studies conjoining media and memory and some conceptual expansions.

Key words: Memory studies, media studies, journalism, memory construction, collective remembering.

(2)

Medya ve Bellek Çalışmaları: Bir Giriş

Medya çalışmaları 1980’lerde İngiliz Kültürel Çalışmaları’nın alana getirdiği bir dizi yeni kavramla hemhal oluyor, izleyicinin mer-keze oturduğu araştırmalar popülerlik kazanıyor, alan açısından alım-lama ve anlamlandırma temel sorular olarak beliriyordu. “Kimlik” hem sosyal teori hem de reel politik açısından yakıcı biçimde kendini dayatan kavramlardan biriydi. Kolektivist, bütüncü toplum kavrayış-ları, çok bilindik adıyla, “büyük anlatılar”ın sorgulanmaya başlama-sıyla aşınıyor; toplumun daha tikelci, toplumsal cinsiyet, cinsel yöne-lim, etnisite, dinsel gruplar ekseninde kavranmaya çalışıldığı yeni bir paradigma kendini duyuruyordu. 1980’li yıllarda “kimlik” kavramı sadece medya çalışmalarının değil, tüm sosyal bilimlerin en popüler kavramlarından biri haline geldi. 1990’lara gelindiğinde, kavram kon-solide olmuş, üzerindeki uylaşımlar nispeten sıkılaşmıştı. Söz gelimi, Brubaker ve Cooper (2000: 38), 1990 ile 1997 arasında başlıklarında “kimlik” ya da “kimlikler” ifadesini barındıran makale sayısının ikiye katlandığını aktarırlar. Hatta kimlik odaklı çalışmaların çarpıcı biçim-de artmasına atfen ırksal, etnik ve toplumsal cinsiyet çalışmalarını ironik biçimde “baba, oğul ve kutsal ruh” üçlüsü (holy trinity) olarak adlandırırlar (age: 3).

Bellek çalışmalarının da, 1980’lerde özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın bellek mirasına yönelik bir ilgiyle başlayıp, 1990’larda yük-selişe geçmesi, 2000’lerde başta sosyoloji ve antropolojiden katkılarla disiplinlerarası bir çalışma alanı olarak belirginleşmesi ve

kurumsal-Medya ve Bellek Çalışmaları:

Paralellikler, Gerilimler

(3)

laşması, belleğin çoğul toplumsal çerçeveleri ile kimlik arasında kuru-lan ilişkiye çok şey borçluydu. Farklı paradigmalardan beslenseler de, özellikle son otuz yılda kimlik etrafında kümelenmiş iletişim araştır-malarının artması ile bellek çalışaraştır-malarının gelişimi arasındaki koşut-luk ilgi çekicidir. Bu koşutkoşut-luk üzerine düşünme çabası, medya ve bel-lek çalışmaları arasında, biri paradigmatik, diğeri yapısal iki tür paralelliği akla getiriyor. Paradigmatik paralellik, sadece medya ve bellek çalışmaları arasında değil, sosyal bilimlerin bütününde gözle-nen bir dönüşümde izlenebilir. “Kimlik” kavramının yükselişi, bu dönüşümü izlemek için simgesel bir değer taşıyor; en azından bu dönüşümü kimliğin başta sosyoloji ve medya sosyolojisi alanlarında kavranma biçimleri üzerinden izlemek mümkün. Kavram 1980’lerde ve 1990’larda hem popüler gündelik dilde hem akademik alanda hem de reel-politikada yoğun biçimde dolaşıma girmiş olsa da, kavramın tarihi ve sosyal bilimler söyleminde gittikçe artan popülerliği üzerine pek çok çalışma Erikson’un (1994 [1968]) “kimlik krizi” kavramını öne sürdüğü öncü çalışmasına değinir (MacKenzie, 1978; Gleason, 1983; Brubaker and Cooper, 2000; Bendle, 2002). Daha sonra sembolik etki-leşimcilerin ve sosyal inşacı geleneklerin iddia edeceğinin aksine, kimlik bu aşamada “verilidir”. 1980’lerden itibaren kimlik kavramının özgül içerimleri kazanmasını sağlayan, bu kavrayıştaki dönüşümdür. Kimlik, bireyin sosyalleşmesi sürecinde yukarıdan aşağı “verilen”, halihazırda varolan değil, kolektivite içinde inşa edilen, yani bir yanıy-la icat edilendir. Özne ve etkileşim odaklı bu türden bir kavrayış, top-lumsal olanın kavranmasında yaşanan paradigmatik dönüşümü

(4)

anla-manın da önemli ipuçlarından biri olarak belirir. Şüphesiz toplum üzerine düşünme çabası, toplumsal dönüşümden bağımsız değil; dolayısıyla, 1980’ler bu paradigmatik dönüşümü yaratan bir dizi geliş-menin miladı olarak da düşünülmelidir. Sosyal bilimler literatüründe fetiş değeri kazanmış ifadeyle, “büyük anlatıların düşüşü/çöküşü” bu paradigmatik dönüşüme olduğu kadar, dünya tarihi açısından belirle-yici bir dizi toplumsal-politik dönüşüme de karşılık geliyordu. Bu fetiş ifadeyle büyük ölçüde Marksizm’in felsefi ve politik düzeyde sorgu-lanmasının kastediliyor oluşu, post-kolonyal durum, tikel tarihlerin ortaya çıkışı, kozmopolit toplumsal oluşumlar içinde etnik-dinsel temelli grupların kendilerini sosyal ve politik failler olarak ortaya koy-ması da hem paradigmatik hem de reel-politik dönüşümün önemli bileşenleridir. Kimlik kavramı ve kurumsallaşmış haliyle kimlik çalış-maları, en kısa haliyle, böyle bir bağlamın ürünüdür.

Medya çalışmalarının, etki paradigmasından ve yapısalcı para-digmadan, özne ve anlamlandırma merkezli, haz gibi kişisel/duygu-lanımsal süreçlerin hesaba katıldığı, daha demokratik bir epistemolo-jiye eğilimli hale gelişi ve tüm bu dönüşümün berraklaştığı Kültürel Çalışmalar geleneğinin geçerlik ve meşruiyet kazanması bu paradig-matik dönüşümün alandaki görünümüdür. Bellek çalışmaları da ben-zer bir bağlama doğmuştur. Post-kolonyal durumun ardından özellik-le Batı’da yerel tarihözellik-leri kurtarma, 2. Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan post-travmatik dönem, başta Yahudi Soykırımı olmak üzere bu travmatik olayları yaşamış kuşağın dünyadan ayrılması ve onların hatırladıklarını kayıt altına alma çabası, yeni dijital teknolojilerin hatırlama pratikleri, belleği depolama ve dolaşıma sokma konusunda getirdiği olanaklar yukarıda medya çalışmalarının kurumsallaşması-nın bağlamını oluşturan kimi gelişmelere ek olarak, bellek çalışmaları-nın özgül dinamikleri olarak anılabilir (Assmann, 2006: 120-211).

İki alanın gelişim süreci arasındaki yapısal paralellik, yeni medya ortamlarının ve enformasyon üretiminde/dolaşımında bir dizi yeni olanağın ortaya çıkışı, yani bir dizi teknolojik gelişmenin vuku bulma-sı noktabulma-sında görülebilir. İlk bakışta paradoksal gibi görünse de, medya alanını kontrol ve mülkiyet açısından içine daha az nüfuz

(5)

edi-lebilir biçimde yapısallaştıran süreçlere eşlik eden – tüm bu yapısal belirlenimleri gözardı etmeksizin – sıradan bireylerin içerik üretmele-rini, üretilen içeriğin yatay biçimde dolaşımını sağlayan ağ örgütlen-mesinin ortaya çıkışıdır. Bu gelişmelerin hatırlama edimi ve pratikleri üzerinde de son derece etkili olduğu açık. Daha temkinli bakış açıları makbul bulunsa da, tüm bu gelişmelerin hatırlama edimini nörolojik ve bilişsel olarak değiştirdiğini dile getirenler de olmuştur. Bu tespitler zaman zaman abartılı bulunsa da, sözgelimi, bilişsel hatırlama alanın-da yapılan araştırmalar “bilinmeyen bilişsel yetenekler” geliştirdiği düşünülen genç bir kuşağın varlığından bile söz eder (Connerton, 2009: 86).

Medya çalışmaları ve bellek çalışmalarının gelişimindeki bu para-digmatik ve yapısal paralellikleri, iki alanın analiz nesneleri, epistemo-lojik eğilimleri yanı sıra, kavramsal kesişimleri noktasında da gözlem-lemek mümkün. Bunları ortaya koyabilmek, bellek çalışmalarının merkezinde duran kimi temel savları ve kavramsal açılımları gözden geçirmeyi gerektiriyor. Bellek ve medya ilişkisini ele almadan önce, sonraki bölümde, kolektif bellek, bellek inşa süreçleri ve dinamikleri ile alana dair temel tartışmalar kısaca ele alınacaktır.

Kolektif Bellek

Kolektif bellek odaklı tartışmalar ve sonrasındaki kavramsal açı-lımlar Maurice Halbwachs’ın 1925 yılında kaleme aldığı On Collective

Memory çalışmasına dayandırılır. Halbwachs’ın tanımladığı haliyle

kolektif bellek kavramı, metnin İngilizce’ye çevrildiği 1992 yılından bu yana çokça eleştirilmiş olsa da, toplumsal hatırlama merkezli pek çok kavramsal revizyonun halen Halbwachsçı kolektif bellek anlayışı etra-fında döndüğünü söyleyebiliriz.

Uzun süre Bergson felsefesi ile Durkheim sosyolojisi – Halbwachs her ikisinin de öğrencisi olmuştur – arasında salınan bir akademik ilgiye sahip olan Halbwachs açısından sonrasında baskın gelen sosyo-loji olmuştur. Kimilerine göre, Halbwachs’ın kolektif bellek kavrayı-şında Durkheim sosyolojisinin yoğun etkisini gözlemek mümkündür. Daha bütüncül bir toplum kavrayışı ve sistem entegrasyonu anlayışı

(6)

ile karakterize olan Durkheim sosyolojisi, Halbwachs’ın kolektif bellek çalışmasında, kolektif belleği toplumsal tutundurma, birleştirme işlevi görecek şekilde kavradığı görüşünde izlenebileceği ileri sürülür. Bu hayli tartışmalı bir çıkarımdır. Söz gelimi, Halbwachs’ın belleğin kolektif/toplumsal çerçevelerinin gruplar içinde geliştiği iddiası ve bu çerçevelerin çoğulluğuna yaptığı vurgu, Durkheim sosyolojisinden ayrıldığı önemli noktalardan birine işaret eder1.

Bugün bile bellek dendiğinde, bilişsel bir kavrayıştan bütünüyle sıyrılmış bir hatırlama anlayışımız olmadığı düşünüldüğünde, Halbwachs’ın 1925 gibi hayli erken bir tarihte, belleği nörolojinin ve bilişsel psikolojinin tekelinden çıkarıp sosyolojinin kavram dünyası içine taşımış olması hayli özgün bir katkıdır. Halbwachs’ın kolektif bellek kavrayışına yaptığı diğer iki önemli katkı, belleği toplumsal ve öznelerarası bir pratik olarak ele alması ve hatırlama ediminin zaman-sallığı noktasında, geçmişe dönük inşanın bugünün koşullarıyla biçim-lendiğini vurgulamasıdır.

Ancak her iki vurgu da aynı zamanda Halbwachs’ın kuramının sorunlu yanlarına işaret eder. Halbwachs’a göre, pür kişisel bellek ola-naksızdır. Hatırlama edimi mutlak surette toplumsal çerçevelerle dina-mik bir etkileşim içinde belirlenir. Öte yandan, geçmiş, genellikle düşünüldüğü üzere, deneyimin izi, aynası ya da aktarımı değildir; geçmiş bir inşadır. Bu inşa da bugünün bağlamıyla pragmatik biçimde gerçekleşir. Yalnız Halbwachs bu iki önemli noktayı gereğinden fazla vurgulamakla eleştirilmiştir (Schwarts, 1982: 374). Halbwachs’ın kuru-cu etkisi göz önüne alındığında, ilkinin, yani kişisel bir hatırlama edi-minin olamayacağı görüşünün bugüne yansıması, kolektif/toplumsal bellek çalışmalarına, kişisel belleği ve dolayısıyla kişisel-toplumsal hatırlama etkileşimini büyük ölçüde ihmal edilmesi olarak zuhur ettiği söylenebilir. Geçmişin bugünün bağlamıyla gerçekleşen dinamik bir inşa olduğu görüşünün de, bellek-deneyim ve bellek-tarih ilişkilerini önemsizleştirdiği öne sürülür. Bu nedenle Halbwachs, bellek çalışma-ları içinde “bugüncü” geleneğin (presentist [belleğin bütünüyle bugü-nün bağlamıyla belirlendiğini öne süren görüş]) içinde görülür (Mistzal, 2003).

(7)

Sorunlu yanlarına karşın Halbwachs’ın kuramı güncel kolektif bellek tanımlarına hâlâ zemin teşkil eder. O halde güncel tartışmalar kolektif bellek üzerine neler söyler? Lowenthal (1985: 196) kolektif belleği tanımlarken, kişisel olarak hatırlananların, paylaşım ve doğru-latma yoluyla zaman içinde dönüşmesine vurgu yapar. Paylaşım ve doğrulatma geçmişte yaşananı geri çağırmayı (recalling) olanaklı kılar. Paylaşılmayan kişisel hatıralar zaman geçtikçe daha belirsiz hale gelir ve geri çağrılması o nispette güçleşir. Hatırlama ve geri çağırma süre-cinde insanlar kendi anlatılarını “kolektif olarak hatırlanan geçmişle uyumlu hale getirmek” için sürekli gözden geçirirler (age). Wertsch (2002: 1) de benzer biçimde, kolektif belleğin paylaşılırlığına ve bunu mümkün kılan “aktif faillerin” varlığına vurgu yapar. Zerubavel (1996:293-294), Halbwachs gibi, kolektif belleğin kişisel hatıraların bir toplamından ibaret olmadığını hatırlatır; her ne kadar her bir kişinin hatırladıklarının kolektif bellek üzerindeki etkisi eşitsiz olsa da, sadece paylaşılan hikayeler varlıklarını sürdürür. Zelizer’in (1995: 214) öner-diği daha kapsamlı tanımda kolektif bellek, hem kolektif “tarafından” var edilen hem de kolektif “için” varolan hatıralara denir. Zelizer kolektif belleğin inşasında üçlü bir sürecin – tartışma, müzakere ve rekabet – işlediğine işaret eder. Misztal’e göre (2003: 15) ise kolektif bellek “geçmiş temsilleri ile dolayımlanan deneyim” üzerine temelle-nir. Misztal aynı zamanda kolektif belleğin grup kimliğini belirginleş-tiren rolüne de işaret eder (age). Tüm bu tanımlama ve yeniden kavra-ma çabalarının kesişiminde, kolektif belleğe dair daha kapsamlı bir tanımla şunları söyleyebiliriz: Kolektif bellek, birbiriyle rekabet halin-de olan ortak ve dolaşımdaki belleklerin birbirine eklemlenmesidir; bellekler arasındaki rekabetin gidişatına, iktidar ilişkilerine ve varolan geçmiş temsillerine göre biçimlenir ve bu üçlü sürekli birbirleriyle etkileşim halindedir.

Medya ve Bellek

Bellek araştırmalarının disiplinlerarası, özerk bir çalışma alanı olarak ortaya çıktığı bağlamdan yukarıda kısaca söz etmiştim. Bu bağ-lam, aynı zamanda bellek çalışmaları içindeki tematik yönelimlere dair de ipuçları verir. Söz gelimi, travma çalışmalarının bellek

(8)

araştır-maları içinde güçlü bir damar olarak ortaya çıkması, 1980’lerde İkinci Dünya Savaşı’nın ve Yahudi Soykırımı’nın ardında bıraktığı kuşağa yönelik ilgiyle ilişkilidir. Benzer biçimde alternatif tarih yazıcılığı ve sözlü kültür, ihmal edilmiş, görmezden gelinmiş sosyal tarihlere ve mikro tarihlere – bu özellikle Post-Sovyet ve Post-kolonyal coğrafya-larda kendini açığa vurmuştur – yönelmiş ilgi, bellek çalışmaları için-de yoğun olarak politize olmuş bir eğilime işaret eiçin-der. Bu politik ilgi, daha sonra politik-toplumsal şiddet dönemlerini geride bırakmış ülkelerde toplumsal hesaplaşma ve barış odaklı çalışmalarda kendini açığa vurmuş, Batılı dünyada bu ilginin yoğun olarak odaklandığı coğrafya Apartheid sonrası Güney Afrika olmuştur.

Özellikle 1990’ların ikinci yarısından sonra medya çalışmalarına kendini farklı bağlamlardan sorular olarak dayatan teknolojik gelişme, devasa enformasyon ağlarının ortaya çıkışı, bunların ortaya çıkardığı yeni olanaklar ve baskı/kısıtlama potansiyelleri, bellek çalışmalarına da özellikle bellek anlatılarının epistemolojisi ve dinamikleri konusun-da düşünsel açılımlar olarak yansımıştır. Garde-Hansen (2011: 28) medya ve bellek çalışmaları arasındaki bağlantının güçlenmesini, bel-lek çalışmaları açısından yeni bir aşamaya işaret ettiğini ileri sürer. Gazetecilik ve bellek inşa süreçleri üzerine çalışmalarıyla bilinen Zelizer (2004, 2008) ise bellek çalışmaları içinde “gazeteciliğin ciddiye alınması gerektiğini” yazmıştı. Bu çağrının ne kadar karşılık bulduğu tartışmalı; ancak medya çalışmalarının bellek araştırmaları içinde gelişmekte olan bir damar olduğu aşikâr. Yazının buradan sonraki kısmında, bu gelişmeleri medya ve bellek çalışmaları arasındaki içsel bağlar, iki çalışma alanının kesişiminde ortaya çıkan kavramsal açılım-lar ve kesiştikleri temel yörüngeler başlıkaçılım-larında ele alacağım. Her ne kadar bellek teknolojileri ve bunların hatırlama üzerindeki etkileri güncel tartışmalar olarak varlıklarını sürdürseler de, gazetecilik pra-tikleri ile bellek inşası arasındaki ilişkiyi tartışan çalışmalar alanda ağırlığını koruyor. Bu bağlamdaki tartışmaları da konvansiyonel medya başlığı altında ele alacağım.

Medya ve Bellek Çalışmaları Arasındaki İçsel Bağlar

Bir bellek araştırması tasarlamanının en güç yanlarından biri, bel-leğin dinamik doğasını araştırmanın her aşamasında gözardı etmemek

(9)

için harcanan yoğun çabadır. Herhangi bir şeyin nasıl hatırlandığı soru-sunun cevabını demirleyebileceğimiz bir alan/uzam yoktur. Dolayısıyla bellek inşası süreçlerini incelerken merkeze alınabilecek olan ancak etkileşimsel bir ilişkidir; öznelerarası ve özneler ve kurumlar arasındaki bellek alışverişi asla tek yönlü değildir. Medya çalışmalarına gelindiğin-de gelindiğin-de durum pek gelindiğin-değişmez. Hem kültürel (ya da kolektif/toplumsal) bellek hem de medya araştırması köktenci biçimde dinamik bir yaklaşı-mı gerektirir (Erll ve Rigney, 2009: 1).

Bu noktada, bellek ve medya çalışmalarını birbirine en sıkı biçim-de bağlayan anlamın epistemolojisidir. Araştırmacının çözümlediği veya izleyicide izini sürmeye çalıştığı temsilin anlamlandırılması süre-ci, belleğin nasıl inşa edildiği sorusuna üretilmeye çalışılan cevaplarla açık paralellikler taşır. Medya araştırmaları içinde özellikle alımlama çalışmaları söz konusu olduğunda bu paralellik çok daha kuvvetli hale gelir. Çünkü, medya ve izleyicisi arasındaki ilişkinin tek yönlü olmadı-ğına dair çıkarımlar ve medya çalışmalarında anlamın etkileşimli kurulduğu görüşü, medya çalışmalarının epistemolojisini bellek çalış-malarının demokratik doğasına daha yakın hale getirmiştir (Olick, 1999: 334). Bellek çalışmaları içinde “bellek mekanlarından” “bellek dinamiklerine” yöneliş, daha geniş bir çerçeveyle bakıldığında Kültürel Çalışmalar’la “üründen” “sürece” yönelim çabalarıyla paralellik göste-rir. Bu dönüşümde medya birbirinden ayrık ve sabit biçimde sıralan-mış teknolojiler olarak değil, karmaşık ve dinamik sistemler olarak kavranır (Erll ve Rigney, 2009: 3).

İki çalışma alanı arasındaki bir başka epistemolojik ortaklık her iki alanın disiplinlerarası niteliğinde bulunabilir. Geçtiğimiz yüzyılın başında medya çalışmaları –ya da daha arkaik bir ifadeyle iletişim araştırmaları– siyaset bilimi, psikoloji ve dilbilimin içinde olduğu bir disipliner havuzdan doğmuştu. Bellek çalışmaları için de baskın iki disiplin olarak antropolojiye ve sosyolojiye işaret edilebilir. Tarih de elbette bu disiplinlerden biri ama bellek ve tarih arasındaki nesnellik geriliminin halen ortodoks bir tarihyazımı anlayışından bellek çalışma-larına bir tür itibarsızlık olarak yansıdığını söyleyebiliriz2. İki çalışma

(10)

Garde-Hansen, bellek ve medya çalışmalarının disiplinlerarası olmak-la kalmayıp, çok disiplinli, pek çok disiplini kesen (cross-disciplinary), disiplinleraşırı (transdisciplinary) ve hatta disiplin dışı (undisciplined) olduğunu ifade eder (2011: 16). Disiplin dışılığın konumlanabileceği yerlerden biri, her iki alanın da politik içerimlerinin yarattığı bir etki olarak düşünülebilir. Özellikle son yıllarda sosyal ağlar üzerinden icra edilen yurttaş haberciliği, video-aktivizm gibi çok merkezli, politik girişimler medya çalışmaları açısından güncel temaları teşkil ediyor. Aynı sosyal ağların, bellek oluşturma olanaklarını da genişlettiğini ve dahası demokratikleştirdiğini söylemek mümkün. Bu yatay olanaklar bellek oluşturma işini kurumların ve finansal kaynakların kısıtlayıcılı-ğından nispeten özgürleştirmiştir.

İlerleyen bölümlerde ayrıntılı olarak değinileceği gibi, gazetecilik pratikleri ile bellek çalışmaları arasındaki ilişki üstüne düşünme çabası her iki alanın kesişim noktasında güçlü bir damar teşkil ediyor. Medyayı, özellikle de basılı medya ve televizyonu tarihin/tarih yazı-mının ilk taslakları olarak düşünebiliriz (Garde-Hansen, 2011: 3). Bu durum, tarihsel açıdan önem taşıyan olaylar, toplumsal ve politik milatlar söz konusu olduğunda çok daha kolay gözlemlenebilir hale gelir. Böyle olaylarda, daha spesifik olarak flaş belleğin (flashbulb memory) kurulumunda medya içeriğinin belirleyiciliği şüpheye yer bırakmayacak kadar doğrudandır. Flaş belleğin oluşumu çarpıcı top-lumsal bir olayın öğrenildiği ana tekabül eder (Brown ve Kulik, 1977). Bu noktada medyanın ilksel olarak kullandığı haber dili, görseller, müzik gibi işitsel öğeler flaş belleğin oluşumunda belirleyicidir. Doğrudan deneyimlenmeye bir olayı travmatik niteliği ne kadar belir-ginse, flaş belleğin oluşumu ve medya içeriği arasındaki ilişki o kadar belirgin ve gözlemlenebilir hale gelir.

Zelizer (1992) Kennedy suikastinin Kuzey Amerikalıların kolektif belleğinde nasıl yansı bulduğunu ele aldığı kült kitabında (Covering the Body) – bu çalışma aynı zamanda medya ve bellek bahsinde en erken tarihli çalışmalardan biridir3 – bellek inşası ve medya içeriği arasındaki

ilişkinin ne kadar doğrudan kurulduğunu ortaya koyar. Öyle ki, “Amerika’nın geçmişinin hikâyesi bir yanıyla medyanın neyi

(11)

hatırla-mayı seçtiğinin [ve] karşılığında medyanın belleğinin Amerika’nın kendi belleği haline gelişinin hikâyesidir” (1992: 214). Zelizer’in bu doğrudanlık vurgusunu yaptığı dönemde, yeni enformasyon teknolo-jileri ve sosyal ağlar henüz gündelik hayatın bu kadar merkezinde durmuyordu. Bugün artık bu ağlardan süzülen anlatıların insan zihni-nin adeta bir uzantısı, hatta “protezi” (Landberg, 2004) olduğu düşü-nüldüğünde, medya içeriği ve hatırlama edimi arasındaki çakışmanın yakıcı bir mesele olarak kendini dayattığı söylenebilir. Bu önermeyi, medyanın bizzat “doğal” belleğin yerini aldığı iddiasıyla çok daha ileri götürenler olsa da (Ruchatz, 2008: 368), bu tip iddiaların medya ve belleğin birbirlerinden görece özerk iki alan olarak ele alma olanağının altını oyduğunu da göz önünde bulundurmak gerekir4.

Bellek Çalışmalarında Medya: Yörüngeler

Medya ve bellek çalışmalarının kesişiminde duran kimi sorular kabaca iki grupta düşünülebilir: Faillik ve bağlam (Neiger vd., 2011: 9-15). Bunlar aynı zamanda bellek ve medya ya da daha spesifik olarak medya belleği açısından düşünüldüğünde, konvansiyonel medya ve yeni medya incelemelerine tekabül eder. Medya belleği ve faillikle ilgi-li tartışmalar, otorite, kolektif olanın ne şekilde tanımlanacağı ve kişisel ve kolektif bellek(ler) ilişkisini sınamaya yönelir. Genel anlamda kon-vansiyonel medyaya odaklansa da, gazetecilik pratiklerinin baskın bir yer edindiği bu çalışmalar yine de yeni medya ve bellek ilişkisine yönelik ilginin gölgesinde kalmaktadır. Yeni medyaya dair incelemeler genellikle bağlam sorununa odaklanır. Yeni medyada hatırlama ve unutma edimlerine bakmak, ortaya çıkan enformasyon kütlesinin hac-minden, kimlik olgusunun geleneksel anlamlarından sıyrılıp görece anonimleşmesinden ve yeni medya ortamında geleneksel anlamda failliğin izlenmesinin güçlüğünden ileri gelir. Bağlama dair sorular ise, koşullar ile mekânlar (uzamlar) ve mübadele alanlarına odaklanır.

Konvansiyonel Medya

Gazetecilik bir bellek inşa sahasıdır. Ancak bu kabulün zaman zaman bellek çalışmalarında reflekse dayalı ya da daha primitif yansı-maları olduğunu söyleyebiliriz. Gazetecilik ve bellek arasındaki komp-leks ilişki, çoğu zaman gazeteciliğin belleğin taşıyıcısı olduğunun

(12)

düşünülmesiyle zaman zaman gözden kaçmıştır. Tıpkı söylem ve haber metni arasında kurulan basit, doğrudan ilişki gibi, bellek de haber metinlerinde “tespit edilebilir” ya da metinden süzülüp ayrıştı-rılabilir, bütünlüklü bir “kütle” gibi düşünülmüştür. Oysa, “gazeteci-lik [daha ziyade] sadece tarihin değil, bellek anlatılarının da taslak halidir” (Kitch, 2008: 312) ve haber metinleri, bellekle arasındaki ilişki-nin kurulup nihayete erdiği değil, henüz başladığı bellek uzamlarıdır.

Bu ilişkiyi haber metinlerinden izleyiciye doğru kurmak, mesele-nin çok temel bir boyutunu gözden kaçırmakla sonuçlanacaktır: Tıpkı tarih gibi, bellek de seçmecidir ve bu seçme işini geniş kitleleri etkile-yecek biçimde gerçekleştiren fail gazetecidir5. Geçmiş gazeteciler

açı-sından bugünkü bir olayı açıklamada başvurmak için en zengin reper-tuardır (Zelizer, 2008: 381). Dolayısıyla, haber medyası geçmişin seç-meci biçimde sömürülerek kültürel/toplumsal bellek temel çerçevele-rin önerildiği ve dolayımlandığı alandır6. Bu durum

geçmiş-haber-bel-lek ilişkisini çözümlemenin en güç olduğu noktalardan biri olarak ortaya çıkar. Dolayımlanma öncesi kültürel bellek olmadığı gibi, yeniden dolayımlanma öncesi de dolayımlama yoktur (Erll ve Rigney, 2009: 4). Bellek metinlerarasıdır (Kitch, 2008: 317).

Yanı sıra, yukarıda da ifade edildiği gibi, bellek inşası öznelerara-sı bir süreçtir. Tam da bu nedenle belleğin yapısal olanla ilişkisi, tıpkı Hall’un “Kodlama ve Kodaçımlama” ([1973] 2007) makalesinde medya metinleri için önerdiği gibi, baskın tarihyazımı ve kanon karşı-sında mağlubiyetle malul olabileceği gibi, müzakere ve potansiyel direniş de bellek inşasına içkindir. Gazetecilerin geçmişi işe koşmak konusundaki otoritesi üzerine yaygın görüş, onların izleyici üzerinde doğrudan “etkili” oldukları yönündedir; profesyonellik vurgusu da bu görüşü pekiştirir (Zelizer, 1992: 7) Zelizer (age: 8), gazetecilerin toplumsal belleğin şekillendirilmesi konusunda kültürel otorite olduk-larına belirtmekle birlikte, izleyiciler gibi, gazetecileri de bir “yorum-layıcı topluluk” olarak kavranmasını önerir7. Kitch de, her biri bellek inşasının failleri olarak düşünülebilecek izleyiciler, gazeteciler ve eleştirmenler topluluklarını ortaklaştıranın “kolektif kimlik”ler oldu-ğunu söyler:

(13)

İzleyiciler, gazeteciler ve eleştirmenler sanıldığı kadar birbirinden uzak değildir, özellikle de kolektif kimliğimizi biçimlendiren ortak kültürel kurumlara sahipken… Hepimiz aynı bellek çorbasının içindeyiz ve çorba-nın içindekiler sadece gazeteciliğin kattıklarından oluşmuyor (2008: 316)

Yeni Medya

LeGoff (1992: 8) bellek tarihinde beş aşamadan söz ederken, 20. yüzyılda geldiğimiz son aşamanın bir “bellek devrime”ne işaret ettiği-ni söylüyordu. Ona göre, yeettiği-ni teknolojiler sadece belleğin nasıl muha-faza edildiğini değil, aynı zamanda hatırlama biçimlerimizi de kökten değiştirmişti. Connerton (2009) ise yeni teknolojilerin önemli bir bile-şenini oluşturduğu geç modern dönemin hızının gündelik hayatımız-daki karşılığının bir “kültürel amnezi” olduğunu dile getirmişti. Huyssen de (1995) daha erken bir tarihte, benzer bir çıkarım yapmış, belleğe olan ilgimizin, ileri modern dönemde gündelik hayatımızın kazandığı hız karşısında unutmanın geri döndürülemez biçimde ken-dini dayatması karşısında bir refleks olduğunu söylemişti. Bu temel metinlerin de ortaya koyduğu gibi, yeni medya ve yeni iletişim tekno-lojileri ile bellek ilişkisi tartışmasında unutmanın kaçınılmazlığı bas-kın bir tema olarak ortaya çıkar. Garde-Hansen (2011: 76), dijital med-yanın bellek araçlarını, arşivleri hem çeşitlendirdiğinden hem de her-kese açarak demokratikleştiğinden söz ederken, bunu iki sonucu olduğunu ileri sürüyor: unutmak ve unutmanın imkansız hale gelme-si. Hatırlama ve unutma arasındaki ilişki artık geleneksel biçimde, kanonların ve resmi tarih yazımlarının kendini dayatması ve alternatif bellek inşası çabalarının önünü kesmesi bağlamında değil, ortaya çıkan devasa enformasyon kütlesi karşısında unutmamanın nasıl olup da mümkün olabildiği sorusuyla tartışılıyor. Benzer biçimde, son dönem medya kuramları, bellek oluşumunun hareketlilik ve değişken hız içinde gerçekleştiğini, dolayısıyla da “tekno-dolayımlanmış” (Reading, 2009), “transkültürel” ve “seyahat halinde” (Erll ve Rigney 2009), global veya “globital” (Reading, 2009) ve dijital (Garde-Hansen vd., 2009) olduğunu dile getiriyor (akt. Garde-Hansen, 2011: 46).

Hoskins (2016), Garde-Hansen’in işaret ettiği paradoksun, yeni medya ortamının bellekle ilişkisinin temel karakteri haline geldiğini

(14)

ileri sürer. “Bugünün medya ekolojisinde hatırlama ve unutmayı, eski-me/önemini kaybetme ile kalıcılık, güçlendirme ve kontrolü kaybet-me, sabitlik ile kalıcılığın paradoksal biçimde bir aradalığı tanımla-maktadır” (age: 14). Hoskins, sosyal bilimlerde dilsel ve kültürel dönüşe referansla, yaşadığımız çağın “bağlayıcı dönüş”le (connective turn) karakterize olduğunu dile getirir. “Bağlayıcı dönüş”, “dijital ola-nın dolayımsızlığı, hacmi ve yaygınlığıola-nın ağır bir karışımı”dır (age: 15). Bir zamanlar aktif bellek geçmişi, kimliği, mekânı ve ilişkileri sür-dürmekle yükümlüydü – bunlar aynı zamanda, geleneksel anlamda bellek inşasının temel kavramsal setini teşkil ederler. Bu sorular geçer-liliğini korumakla birlikte, geldiğimiz noktada, belleğin ne olduğu ve nasıl işlediği konusunda ontolojik bir değişim yaşanmıştır. Dijital olan hatırlamaya “yeni bir ölçek ve potansiyel” verse de, hatırlama ve unut-ma üzerindeki kontrolümüzü kaybetmemiz riskini de beraberinde getirmiştir. “Bağlayıcı dönüş” bütün zenginliğiyle bu olanakları ve kısıtları bir arada taşıyıp getiren ontolojik değişimin adıdır.

Ortaya çıkan enformasyon kütlesinin hacmi bir yana, bellek de artık sürekli yeniden zuhur eder (emergent) bir hal almıştır8 ve bu

zamansallık algımızı da dönüştürür: Hatırlama edimi artık “belleğin yeni dijital zamansallığı” içinde mümkündür (Hoskins’ten akt. Erll, 2016: x). Bu sarmal zamansallık, süreğen bir dolayımlama ve yeniden dolayımlamanın sonucunda ortaya çıkar. Bolter ve Grusin (2000: 5) “yeniden dolayımlanmanın çifte mantığından” (double logic of remedia-tion) söz ederlerken, bunun medyanın dolaysızlık ve hiperdolaysızlık (immediacy and hypermediacy) ve geçirgenlik ile geçirimsizlik (opacity and transparency) arasındaki salınımının süreğen bir nitelik kazanmış olmasına dayandırırlar. “Yeniden dolayımlanmanın çifte mantığı” son-suz dolayımlanmanın karşısında, medyanın bütün dolayımlanmaların izini silme yönelimiyle tamamlanır.

Bellek Çalışmalarında Medya: Kavramsal Açılımlar

Medyanın bellek çalışmaları için gittikçe artan oranda ilgi alanı haline gelmesi, bellek çalışmalarına son dönemdeki özgün katkıların pek çoğunun kaynağının medya kuramcıları olmasında görülebilir (Garde-Hansen, 2011: 28). Dolayısıyla, Zelizer’e atıfla (2004, 2008),

(15)

medya çalışmalarının da bellek ve bellek inşa süreçlerine ciddi bir ilgi gösterdikleri söylenebilir. Burada medya ve bellek ilişkisine yönelik ilginin ürettiği bütün kavramsal açılımları ve önerileri ele almak pek mümkün görünmüyor. Öte yandan, tıpkı kolektif bellek ve onun “mahdumu” olan çok sayıda kavram gibi (toplumsal, kültürel, kamu-sal bellek ve diğerleri), bu kavramların da bir kısmının sorunkamu-sallaştır- sorunsallaştır-dıkları mesele itibariyle zaman zaman çakıştıklarını söylemek müm-kün. Dolayısıyla, daha ziyade, alandaki tartışmalarda daha geniş kar-şılıklar bulmuş, üretken ve bellek yazınıyla daha yakınen ilişkilenen kavramları ele almakta fayda var.

Belleğin sürekli yeniden zuhur eden karakterinden bahseden Hoskins (2001), bu önermesiyle uyumlu biçimde “yeni bellek” kavra-mını ortaya atar. Yeni bellek, bellekte bir tür doygunluğa karşılık gelir: Teknolojik gelişmeler, insan zihninin asla sahip olamayacağı türden bir bellek muhafaza ortamının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Televizyonun ve elektronik medyanın bir bileşeni olduğu yeni bellek, sadece hatırla-mayı kolaylaştırmaz; aynı zamanda, belleğin kendisinin üzerine bir yüktür de. “Yeni bellek hatırlamanın bütün ağırlığını kapsar”; faillikle-ri aşarak ortaya çıkan bu devasa arşiv, hatırlamanın olanaklarını ciddi biçimde sarsar (Hoskins, 2001: 344). Hoskins, en basit ifadesiyle, inter-net ortamında “her şeyin” – ki hatırlamak artık bir şeyin kişinin “dili-nin ucuna” gelmesinden daha çok, google’lamakla mümkündür – erişe-bilir olmasının bizatihi hatırlamanın önüne engel olarak çıktığını vur-gulamak ister.

Van Dijck’ın (2007) “dolayımlanmış bellek”inin (mediated memory) merkezinde ise otobiyografik ve kültürel kimliklerimizin inşasının bütünüyle aracılanmış kaynaklarla mümkün olduğu iddiası yatar. Bu kaynaklar, tahmin edilebileceği gibi, kişisel bellek araçlarına (notlar, fotoğraflar, albümler ve benzeri) ve her türden medya teknolojisine karşılık gelir. Van Dijck’in tartışmasının özgün yanlarından biri, kişisel belleği de tartışma sahasına çekmesi ve sadece kolektif olanın değil, kişisel hatırlamanın da – bu noktada Van Dijck kişisel kültürel bellek-ten söz eder – bütünüyle dolayımlama ile kurulmuş olmasına yaptığı vurgudur; kendimizle ilişkimizi dahi çocukluk fotoğraflarıyla, video

(16)

kayıtlarıyla kurarız. Bunlar sadece geçmişimizin yeniden inşasının olanaklarını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda “kişiler ve gruplar arasındaki her türlü ilişkiyi de dolayımlar. Dolayımlanmış bellek sade-ce kişisel ve kolektivite arasındaki bağlantıya işaret etmez; aynı zamanda bellek ve medyanın birbirine karşılıklı olarak nasıl şekilllen-dirdiğine dair de sorular sormayı önerir (2007: 1-2)9.

Assmann’ın “kültürel bellek”i, sadece kültürel pratikler ile bellek inşa süreçlerini birbirine bağlayan değil, aynı zamanda medya ve bel-lek ilişkisinin tartışılmasında neredeyse kanonik hale gelmiş bir kav-ram oldu. Kültürel bellek, bireylerin geçmişle ilişkilerine şekil vermesi sürecinde, kendi bellekleriyle daha önceden inşa edilmiş kültürel formlar arasında kurdukları rabıtalara dayanır. (Schudson, 1995: 348 akt. Misztal, 2003:12). Assmann ve Czaplicka (1995), kültürel belleği “bellek”, “kültür” ve “toplum” arasındaki kutuplaşmayı aşmak için önerirler (age: 130); kültürel bellek, (bilim olarak) tarih ile gündelik ilişkilerimizde temellenen (kolektif) belleğe karşılık gelen “iletişimsel bellek” arasındaki ayrımla kurulur (age: 126). Ancak, iletişimsel bellek-ten farklı olrak kültürel belleğin temel niteliği “gündelik olana mesafesi”dir (age: 129). Bu tartışmayı takiben, Assmann medya çalış-ması açısından kolaylıkla operasyonel hale getirebilmesi nedeniyle verimli bir öneri olarak “çalışan” (working) ya da “referans” bellek fikrini ortaya atar. Çalışan ya da referans bellek gündelik, iletişimsel belleğin merkeze doğru yol alarak kültürel belleğe nüfuz etmesi duru-muna ve kültürel bellek içinde kimi repertuarlar arasındaki merkez-çevre çekişmesine işaret eder (Assmann, 2008: 117-118)10. Çalışan ya da referans bellek anlatıları arasındaki mücadeleyi – buradaki mücadele ya da rekabet fikrini Gramsci’ye ve hegemonya kavramına kadar sür-mek mümkün elbette – medya üzerinden izleyebilsür-mek için elverişli bir kavramsal araçtır.

Pentzold da (2009) “küresel bellek” tartışmasında benzer bir kav-ramsal arkaplana dayanır. Küresel bellek, benzer biçimde bellek anla-tıları arasındaki rekabet ve mücadele fikrini dijital enformasyon uza-mına taşır. Küresel bellek, devasa enformasyon platformlarında işler; Pentzold’un ele aldığı örnek Wikipedia’dır. Pentzold’un sorusu dijital ortamda geçmiş kurgularının nasıl gerçekleştiği ve bellek anlatılarının

(17)

söylemsel olarak nasıl inşa ettikleridir. Pentzold “birbirinden yerel olarak kopuk katılımcıların” farklı bakış açılarını ifade ve müzakere etmeleri ve tartışmaları sonucunda ortaya çıkan paylaşılabilir bilginin oluşum, onay, tahkim süreçleriyle ilgilenir. Bu dinamizm paylaşılabilir bilginin kolektif belleğe ne kadar nüfuz edebildiğiyle ilgilidir (age: 263). Pentzold bu analizi kriz olaylar üzerinden yapar; çünkü bu olay-lara haber üretme, yayma ve yerel deneyimi aktarma süreçlerinin kristalize olduğu örnekler olarak bakar.

Medya ve bellek kesişiminde üretilmiş ve çok ilgi görmüş kav-ramlaştırmalardan biri de Landberg’in (2004) “protez bellek”i oldu. Landberg, McLuhan’ın 1964 gibi çok erken bir tarihte, henüz ortada internet ve diğer ileri teknolojiler yokken ortaya attığı, medyanın artık insanın bir uzantısı olduğu yollu iddiasıyla paralel iddialarda bulu-nur. Protez bellek, sadece belleği muhafaza etme değil, aynı zamanda insanın nörolojik depolama kapasitesini sürekli uyaran ve canlı tutan teknolojik olanaklara gönderme yapar (Olick, 2011: 228). Verili durum üzerine görece spekülatif bir iddia olması bir yana, Landberg’in kul-landığı anlamıyla protez bellek kavramını çekici kılan, kavramın hatır-lama edimi ile medya içeriği arasında duygunımsal bağlara işaret etmesi ve aynı zamanda meseleyi potansiyel olarak ahlaki bir boyuta taşımasıdır. Kişiler, dolaşımda olan anlatılar yoluyla kendilerinin deneyimlemedikleri olaylarla duygulanımsal bağlar kurarlar (Landberg’den akt. Garde-Hansen, 2011: 63); online medyanın bu bağı pekiştirmek konusundaki kuvvetini görmezden gelmek de olanaksız. Protez bellek kavramının ahlaki bir tartışmayla kesişmesini sağlayan ise, online medyanın insanın tanıklık etme durumunu epey genişlet-miş olmasıdır. Herhangi bir olayın tanıklarının basılı medyada ya da televizyon haberlerinde görünmesi, medyanın kendisinin tanık konu-munda olması ve izleyicilerin gösterilen olayın tanığı olması gibi üç ayağı olan “medya tanıklığı” (media witnessing) tartışması (Frosch ve Pinchevski, 2009: 1) ve online medyanın bunun sınırlarını akıl almaz biçimde genişletmiş olması, kişinin dünyanın hiç bilmediği bir yerin-de, tanımadığı insanlar tarafından deneyimlenen acı ya da adaletsiz-likle karşılaşmasını, olan bitene tanıklık etmesini olası hale getirmiştir. Bu tanıklık durumu, kişiyi ahlaki sorgunun alanına çeker:

(18)

Çoğuları için izleyenin uzaktaki acıyla karşı karşıya kalması televizyo-nun gücünün ta kendisidir: mesafeleri kısaltmak ve aksi takdirde geniş izleyici kitlesine ulaşmayacak rahatsız edici imgeleri ve deneyimleri evin içine getirmek. Televizyonun izleyici üzerine uyguladığı baskı “Bilmiyordum diyemezsin” cümlesinde belirgin hale gelir ve izleyiciyi bir “tanık” olarak özne konumuna taşır. Bu ahlaki bir iddiadır (Chouliaraki, 2004: 189)

Sonuç

Kansteiner (2010: 3), eğitim ve medya etkileşimi yoluyla Federal Cumhuriyeti’nin Nazi karşıtı duruşunu içselleştirmiş Almanlar’ın, bütün kanıtlar aksini gösterse de, atalarını Nazilere karşı direnişçiler olarak hatırlama eğiliminde olduklarını anlatır. Bu, çoğu zaman sabit ve geçmişin basit bir yansıması olarak düşünülen belleğin nasıl dina-mik bir yapısı olduğunu gösterdiği gibi, belleğin, çerçevesi son derece kalın hatlarla çizilmiş bir geçmişin, zihinsel yapıların kökten dönüşü-mü sonrasında – bu dönüşüdönüşü-mün merkezi faillerinden birinin medya olduğunu söylemeye gerek yok sanırım – nasıl yeniden yazılabildiğini ortaya koyan iyi bir örnektir. Nazi deneyimi Almanya için mahkum edilen bir geçmiş olmayıp devamlılık arz etzeydi, ihtimal ki aynı insanlar atalarını Nazi kahramanları olarak hatırlayacaklardı. Diğer toplumsal kurumların etkilerini gözardı etmeksizin, medya, bu birbi-rine tamamen karşıt iki hatırlama ihtimalinin tam ortasında durur.

Bellek ve medya ilişkisinde, medyanın hatırlama üzerindeki kuv-vet ve baskısının cezbine kapılmak hayli kolay. Bu durumda ortaya çıkan sonuçlar aşağı yukarı iletişim çalışmalarında etki paradigması-nın vardığı abartılı sonuçlarla paralel olacaktır. Oysa disiplinlerarası pek çok çalışma alanında (yanı sıra sosyal teorinin görece yeni kimi tartışmalarında) anlamlı ve üretken sonuçları, çoğu zaman hem kav-ramsallaştırma girişimleri hem de çözümlemeler açısından, anlamın/ hatırlamanın dinamik karakterinin hesaba katılmasından üretildiğini biliyoruz. Medya ve bellek çalışmaları bu açıdan belki de en çok öne çıkan iki disiplinlerarası alan.

Bu çalışma büyük ölçüde giriş niteliğinde bir kavramsal tartışma-ya datartışma-yandı; iki alan arasındaki tematik ortaklıklar, yukarıda sözü

(19)

edilen dinamizmden ileri gelen içsel bağlar ve sayısı hızla artan yeni kavramsallaştırma çabaları ele alındı. Türkiye’de sayısı hayli sınırlı olmakla birlikte, uluslararası araştırma kurumlarından medya ve bel-leğe odaklanan ampirik çalışmaların sayısı gittikçe artıyor. Her iki kavramın da ele avuca gelmezliği çok sayıda spekülatif kavramı ve çıkarımı olanaklı kılsa da, iki alanın da “Neyi, nasıl hatırlıyoruz?” sorusuna verebilecekleri cevaplar, son derece çeşitli ve vaat edici bir dizi araştırma sorusunu davet ediyor.

(20)

Kaynakça

Assmann, Aleida (2006). “Memory, Individual and Collective”. The Oxford Handbook of

Contextual Political Analysis. (der.) Robert E. Goodin ve Charles Tilly. New York:

Oxford University Press. 210- 224.

Assmann, Aleida (2011). “From Canon and Archive”. Collective Memory Reader. (der.)

Jeffrey Olick vd. New York: Oxford University Press. 334-337.

Assmann Jan ve Czaplicka John (1995). “Collective Memory and Cultural Identity”.

New German Critique 65: 125- 133.

Assmann, Jan (2008). “Communicative and Cultural Memory”. Cultural Memory

Studies: An International and Interdisciplinary Handbook. (der.) Astrid Erll ve

Ansgar Nünning. Berlin: Walter de Gruyter. 109-118.

Bendle, Mervyn F. (2002). “The Crisis of ‘Identity’ in High Modernity”. British Journal

of Sociology 53 (1): 1- 18.

Bolter, Jay David ve Grusin, Richard (2000). Remediation: Understanding New Media. Cambridge: MIT Press.

Brown, Roger ve Kulik, James (1977). “Flashbulb memories”. Cognition 5 (1): 73–99. Brubaker, Rogers ve Cooper, Frederick (2000). “Beyond ‘Identity’”. Theory and Society

29 (1): 1- 47.

Chouliaraki, Lilie (2004). “Watching 11 September: The Politics of Pity”.

Discourse&Society 2004 (15): 185-198.

Connerton, Paul (2009). How Modernity Forgets. Cambridge: Cambridge University Press.

Erll, Astrid ve Rigney, Ann (2009). “Introduction: Cultural Memory and its Dynamics”.

Mediation, Remediation and the Dynamics of Cultural Memory. (der.) Astrid Erll ve

Ann Rigney. Berlin: Walter de Gruyter. 1-11.

Frosch, Paul ve Pinchevski, Amit (2009). “Introduction: Why Media Witnessing? Why Now?”. Media Witnessing. (der.) Paul Frosch ve Amit Pinchevski. Londra: Palgrave Macmillan. 1-19.

Garde-Hansen, Joanne, Hoskins, Andrew ve Reading, Anna (2009). Save As. . . Digital

Memories. Basingstoke: Palgrave Macmillan.

Garde-Hansen, Joanne (2011). Media and Memory. Edinburgh: Edinburg University Press.

Gleason, Philip (1983). “Identifying Identity”. The Journal of American History 69 (4): 910- 931.

(21)

Halbwachs, Maurice (1992 [1925]). ‘The Social Frameworks of Memory". On Collective

Memory. (der.) Lewis A. Coser. Chicago: The University of Chicago Press.

35-189.

Hall, Stuart ([1973] 2007). “Encoding/Decoding”. Cultural Studies Reader. (der.) Simon During. New York: Routledge. 33-45.

Hirsch, Marianne (2012). The Generation of Postmemory. New York: Columbia University Press.

Hoskins, Andrew (2001). “New Memory: Mediating History”. Historical Journal of Film,

Radio and Television 21 (4): 333-346

Hoskins, Andrew (2016). “Archive Me!: Media, Memory, Uncertainty”. Memory in a Mediated World. (der.) Andrea Hajek vd. New York: Palgrave Macmillan. 13-35. Huyssen, Andreas (1995). Twilight Memories, Marking the Time in a Culture of Amnesia.

New York: Routledge.

Kansteiner, Wulf (2010). “Memory, Media and Menschen: Where is the Individual in Collective Memory Studies?”. Memory Studies Vol:3 (1): 3-4.

Kitch, Carolyn (2008). “Placing Journalism inside Memory – and Memory Studies”.

Memory Studies 2008 (1): 311-320.

Landberg, Alison (2004). Prosthetic Memory. New York: Columbia University Press. Lang, Kurt E. ve Lang, Gladys Engel (1989). “Collective Memory and the News”.

Communication 11(2): 123-139.

LeGoff, Jacques (1992). History and Memory. New York: Columbia University Press. Lowenthal, David (1985). The Past is a Foreign Country. Cambridge: Cambridge

University Press.

Mackenzie, William James Millar (1978). Political Identity. Harmondsworth: Penguin Books.

Misztal, Barbara (2003). Theories of Social Remembering. Berkshire: Open University Press.

Neiger, Motti vd. (2011). “On Media Memory: Editors Introduction”. On Media Memory. (der.) Motti Neiger vd. London: Palgrave Macmillan. 1-24.

Olick, Jeffrey. (1999). “Collective Memory: The Two Cultures”. Sociological Theory 17(3): 333-348

(22)

Reader. (der.) J. Olick vd. New York: Oxford University Press. 225-228.

Pentzold, Christian (2009). “Fixing the Floating Gap: The Online Encyclopaedia Wikipedia as a Global Memory Place. Memory Studies Vol: 2(2): 255-272. Reading, Anna (2009). “Towards a Philosophy of the Globital Memory Field”.

LANDMARKS 2 Conference: Communication and Memory 9–11 Aralık 2009. Londra.

Ruchatz, Jens (2008). “The Photograph as Externalization and Trace”. Cultural Memory

Studies. (der.) Astrid Erll ve Angsar Nünning. Berlin: Walter de Gruyter.

367-378.

Schwartz, Barry (1982). ‘The Social Context of Commemoration: A study in Collective Memory.” Social Forces 61 (2): 374-402.

Van Dijck, José (2007). Mediated Memories in a Digital Age. Stanford: Stanford University Press.

Wertsch, James, V. (2002). Voices of Collective Remembering. Cambridge: Cambridge University Press.

Zelizer, Barbie (1992). Covering the Body. Chicago: University of Chicago Press. Zelizer, Barbie (1995). “Reading the Past against the Grain”. Critical Studies in Mass

Communication 12: 214- 239.

Zelizer, Barbie (2004). Taking Journalism Seriously: News and the Academy. Thousand Oaks: Sage.

Zelizer, Barbie (2008). “Why Memory’sWork on Journalism Does Not Reflect Journalism’s Work on Memory?”. Memory Studies 1(1): 75-83.

Zerubavel, Eviatar (1996). “Social Memories: Steps to a Sociology of the Past”.

(23)

Sonnotlar

1 Durkheim ile Halbwachs arasındaki kuramsal bağlara dair çetrefilli tartışma için bakınız Olick, J. (1999). “Collective Memory: The Two Cultures”.

2 Elbette tarihyazımına da nesnellik atfedilemeyeceğini biliyoruz. Tarih de, tıpkı bellek gibi, geçmişi seçmeci olarak sömürür. Tarih ve bellek arasındaki fark, tarihin, özellikle de resmi tarihin, bunu keyfi biçimde yapmadığı gerçeğinde yatar (Schwartz, 1982: 396).

3 Bir diğeri için bakınız Lang ve Lang, 1989. Collective Memory and the News.

4 İlk bakışta hayli cazip görünen bu iddiaya mesafeli yaklaşmak daha gerçekçi ve analitik bir bakış açısını gerektiriyor. Medya ve bellek arasında bir ikame ilişkisi kur-maktansa, Garde-Hansen (2011: 52-53) medya-bellek ilişkisinde şu etkileşim düzey-lerini gözetmeyi önerir: 1. Medyanın olayları kaydetmesi ve geçmişin kaydı haline gelmesi, medya kurumlarını bellek kurumları haline getirir. 2. Medya formları bellek yardımcılarıdır; bu durum medyayı anımsatıcı (mnemonic), anımsama tekniğinin (mnemotechnical) ve anımsama teknolojisinin (mnemotehcnological) taşıyıcısı hale ge-tirir. 3. Medya bizzat bir anma/anımsama etkinliği (memorial) haline gelmiştir. 5 Tarih ve bellek ilişkisi üzerine söylenebilecekler, büyük ölçüde bellek ve haber ilişkisi

için de geçerlidir. Tarih de haber de “hakikati ortaya koydukları” iddiasındadır. Her ne kadar hakikat iddiaları arasında bir hiyerarşi olduğunu düşünülse de, haberciliğin de gerçeği olduğu gibi aktarma konusunda diğer kültürel iletişim biçimlerinden pek de farkı yoktur (Kitch, 2008: 317).

6 Dolayımlanmış bellek konusundaki pek çok çalışma elit haber medyasında savaşlar, doğal afetler, suikastler, politik devrimler gibi uç olayların ele alınış biçimini incelemiştir (Kitch, 2008: 312). İlginç biçimde popüler kültür ürünleri nispeten zayıf bir damar olarak kalmıştır.

7 Zelizer (1992: 8), gazetecilerin kültürel otoritesini, onların kendilerini “’gerçek hayat’taki olaylara ilişkin güvenilir ve inandırıcı sözcüler olarak yüceltmeleri” olarak tanımlar.

8 “Sürekli yeniden zuhur eden” bellek fikri, dolayımlama öncesinde bir geçmiş olmadığını ortaya koyar. Her dolayımlanma bir yeniden dolayımlanmadır, çünkü gerçeğin dolayımlanması daima bir bir başka dolayımlanmanın dolayımlanmasıdır. (Erll ve Rigney, 2009: 4).

9 Hirsch’in (2012) post-bellek (post-memory) kavramı da bu kapsamda düşünülebilir. Post-bellek dolayımlamanın merkezine kuşakları yerleştirir: “Geri çağırma ile değil, imgesel yatırım ve yaratıcılıkla aracılanmış” bellektir. Bir kuşağın geçmişi deneyimle değil, anlatıyla yoluyla öğrenmeleriyle mümkün hale gelir (Garde-Hansen, 2011: 43). 10 Aleida Assmann aynı ayrımı kanon ve arşiv arasında yapar. Bakınız Assmann, 2011.

(24)

Referanslar

Benzer Belgeler

The company with lower than required goodwill at the beginning should increase the expenditures in both goodwill and the technical capacity at an increasing rate if

This is mainly due to dominance of ecological modernization in implementing policies associated with sustainable development and the rise of the fight against climate

Bundan önceki hadiseler sırasında Türk kronikleri gibi, Hunyadi'yi Kral olarak kaydeden ve Macar Kralından hiç bahsetmiyen müellif, burada ilk defa olarak Macar Kralını arkaik

Bu sonuçlara göre, düzenlenen psiko-eği- tim programının uygulandığı ebeveynlerle uygulanmadığı ebeveynlerin üstün yetenekli çocukla iletişim düzeyleri arasında,

In the present study, dexosomes (dExO) from JAWSII (ATCC ® CRL-11904™) immature dendritic cells (IDc) were isolated and their synthetic antineoplastic drug DOX

Antrenörlerin etik dışı davranışları ile ilgili sporcu algılarını ölçmek amacıyla hazırlanan ölçeğin yapılan geçerlik ve güvenirlik çalışması sonucu elde

IV no'lu i~Jetmede ise, i ya~ından küçük sığırlarda aylara göre benzer seropozitillik oranlarınm tespiti (Tablo 3), keza söz konusu işletmede hir ya~ından büyük ve

Kontrol grubunda (Grup i) proJaktin ve Lll konsantrasyonunda meydana gelen değışıklıkler.