• Sonuç bulunamadı

Selçuk ve Dicle Üniversitesi öğrencilerinin siyasal katılma davranışları üzerine uygulamalı bir çalışma

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Selçuk ve Dicle Üniversitesi öğrencilerinin siyasal katılma davranışları üzerine uygulamalı bir çalışma"

Copied!
114
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

SELÇUK VE DİCLE ÜNİVERSİTESİ

ÖĞRENCİLERİNİN SİYASAL KATILMA

DAVRANIŞLARI ÜZERİNE UYGULAMALI BİR

ÇALIŞMA

TUBA BÜYÜKTOSUNOĞLU

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

DOÇ.DR. MAHMUT HAKKI AKIN

(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
(7)

ÖNSÖZ

İnsanoğlunun, doğduğu andan itibaren başlayan hayat mücadelesi belli gereksinimler, ihtiyaçlar ve bunların karşılanmasına yönelik çabaları içermektedir. Bu ihtiyaçların karşılanması, bir toplum içinde yaşayan insanlar için mücadele ve güç gerektirmektedir. Bu duruma binaen toplumsal şartlar bağlamında bir arada yaşamanın gerekliliği olarak devlet kurumu doğmuş, böylece idare eden ve edilen olarak toplumsal sorumluluklar paylaşılmıştır. Toplumsal örgütlenme içinde var olan siyaset, devletin kurumsallaşması sürecinde toplumsal bir kurum olarak kendini yeniden yapılandırmıştır. Toplumun olduğu her yerde ve zamanda siyaset var olmuş, devlet ile başka bir boyuta taşınmıştır. Bu aşamada insanların toplumsal örgütlenmenin bir parçası olan siyasete dâhil olma süreci günümüze kadar farklı ölçülerde gerçekleşmiştir. Bugün demokrasinin vazgeçilmez bir parçası olarak görülen siyasal katılım belli bir bilincin ifadesi olarak tanımlanmaktadır.

Ülkemizin yakın tarihinde yaşanan siyasal süreçler, toplumsal siyasal kültürler üzerinde etkili olmuştur. Nihayetinde dönüşen ve değişen siyasal kültür; siyasal toplumsallaşma ve dolayısıyla insanların siyasal katılım süreçlerine etki etmiştir. Siyasal katılım ile sağlanan toplumsal bütünleşme ve özdeşleşme, insanlarda siyasal etkenlik duygusu da yaratmaktadır.

Bu çalışmada siyasal katılımın “oy verme” dışındaki boyutları üzerinde durulmuş, siyasete farklı bakış açılarına dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Siyasal katılımı etkileyen faktörler ve siyasi tercihlerin şekillenme sürecindeki farklı etkenlerin karşılaştırılması üzerinde durulmuştur.

Bu çalışma ve yüksek lisans hayatıma başladığım andan itibaren desteğini hiç bir zaman esirgemeyen, beni yüreklendiren, akademik duruşuyla örnek aldığım danışman hocam Doç.Dr. Mahmut Hakkı Akın’a minnettarım. Aynı zamanda desteği için Selim Şeker hocama teşekkürü bir borç bilirim. Bana sosyolojiyi yeniden sevdiren Selçuk Üniversitesi bölüm hocalarım ve başta Ahmet Gökçen olmak üzere araştırma görevlisi arkadaşlarım iyiki varsınız. Değerli dostum Ejder Ulutaş ve Adem

(8)

Üstün Çatalbaş emeğiniz için teşekkür ediyorum. Lisans ve yüksek lisans hayatımı kolaylaştıran bursları için TÜBİTAK’a teşekkürler.

Ve tabiî ki bu hayata beni hazırlayan, her koşulda yanımda olan, uzakta olsalar da sevgilerini her daim hissettiğim canım ailem. Annem Necla Büyüktosunoğlu ve babam Mustafa Büyüktosunoğlu başta olmak üzere ablam Gülsüm ve kardeşim Reyhan, sizlere müteşekkirim.

(9)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı Tuba Büyüktosunoğlu Numarası 104205001002

Ana Bilim / Bilim

Dalı Sosyoloji

Danışmanı Doç.Dr. Mahmut Hakkı Akın

Tezin Adı Selçuk ve Dicle Üniversitesi Öğrencilerinin Siyasal

Katılma Davranışları Üzerine Uygulamalı Bir Çalışma

ÖZET

Toplumsal örgütlenme içinde insanın kendini gerçekleştirme çabası, birey- toplum-devlet döngüsü içinde belirmektedir. Bu çaba neticesinde, toplumsal bir varlık olarak insan ve toplum etkileşimsel bir boyut kazanmaktadır. Toplumsallaşma birey- toplum temelinde başlayan bir süreç olarak zamanla kurumları aracılığıyla devlet mekanizmasını da sürece dâhil etmektedir. Tarihsel süreçlerin getirdiği ve toplumsal ilişkiler bağlamında sürekli yeniden üretilen siyasal kültür aracıları ile siyasal toplumsallaşma sağlanmaktadır. Siyasal toplumsallaşmanın en temelde bireylere kazandırdığı bilinç; vatandaşlık ve toplumsal sorumluluktur. Bu bağlamda siyasal katılım siyasal duruş, tutum ve tavırlara işaret eden davranışlardır.

Bu çalışma üniversite öğrencilerinin siyasete ilgi düzeylerinden, siyasal gündemi takibine, siyasal eğilimlerinden Türkiye’de siyasal gelişmelere ilişkin tutumlarına, siyasal katılımı etkileyen faktörlerden siyasal katılım davranışlarına uzanan süreci ele almaktadır. İki bölümden oluşan çalışmanın, birinci bölümünde siyaset, siyasallık, siyasal kültür ve siyasal toplumsallaşma, siyasal katılma ve siyasal katılımın gençlik boyutu teorik olarak ele alınmıştır.

(10)

Çalışmanın ikinci bölümünde, Dicle Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi öğrencilerine yönelik bir anket çalışması yapılmıştır. Anket uygulaması 353 öğrenci ile gerçekleştirilmiş ve elde edilen veriler çapraz tablolar, ki-kare ve T-testi kullanılarak analiz edilmiştir.

Anahtar kavramlar: siyaset, siyasallık, siyasal kültür, siyasal toplumsallaşma, siyasal katılım.

(11)

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı Tuba Büyüktosunoğlu Numarası 104205001002 Ana Bilim /

Bilim Dalı

Sosyoloji

Danışmanı Doç. Dr. Mahmut Hakkı Akın

Tezin İngilizce Adı A Field Study on Selcuk and Dicle University Students’ Political Participation Behaviour

SUMMARY

In a social organization, human's struggle for self-actualizing appears within the cycle of individual-society-state. As social beings, human and society gain an interactional dimension as a result of this struggle. Socialization, as a mechanism that originates from the individual-society basis, includes state mechanism to the process in time. With political culture mediators, which are brought by historical processes, and are constantly re-produced in the context of social relationships, political socialization is possibly provided. The political socialization incorporates individuals, at the very basis, two things; the conscious of citizenship and the conscious of social responsibility. In this regard political participation is a behaviour which indicates political position/conduct/manner.

This work covers university students' interests towards politics from their interest level to tracing political agenda, from their political tendencies to their behaviour towards political life in Turkey, from factors which effect political participation to behavioural process of political participation. The study has two parts. In the first part; politics, being political, political culture and political socialization, political participation and its youth dimension have been discussed theoretically.

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

(12)

In the second part of the study, a questionnaire was conducted to Dicle and Selçuk University students. The questionnaire was conducted to 353 students and the data gained were analysed by cross-tab, chi square test and T-test.

Key Words: politics, being political, political culture, political socialization, political participation.

(13)

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ... i

ÖNSÖZ ... iii ÖZET ... v SUMMARY ... vii GİRİŞ ... 1 BÖLÜM I ... 4 1. 1. SİYASET ... 4 1. 2. SİYASALLIK ... 9

1. 3. SİYASAL KÜLTÜR VE SİYASAL TOPLUMSALLAŞMA ... 13

1. 4. SİYASAL KATILMA SÜRECİ ... 18

1. 4. 1. Siyasal Katılmaya Etki Eden Sosyal ve Psikolojik Faktörler ... 25

1. 4. 2. Siyasal Katılma ve Gençlik ... 32

BÖLÜM II ... 35

METODOLOJİ ... 35

2.1. Örneklem ... 35

BÖLÜM III ... 37

SAHA ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ ... 37

3.1. Katılımcıların Sosyo-Ekonomik ve Demografik Özellikleri ... 37

3.2. Siyasal Sürecin Takibine İlişkin Değişkenler ... 42

3.3. Siyasal Katılım ve Siyasete Katılma Davranışlarına İlişkin Değişkenler .... 48

3.4. Siyasal Eğilim ve Türkiye’de Siyasal Sürece İlişkin Tutumlar ... 71

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ... 89

(14)

TABLO LAR LİSTESİ

Tablo 1. Üniversitelere Göre Cinsiyet Dağılımı ... 37

Tablo 2. Üniversitelere Göre Devam Edilen Alan ... 38

Tablo 3. Üniversitelere Göre Mezun Olunan Lise ... 39

Tablo 4. Ailenin Gelir Düzeyi ... 40

Tablo 5. Yerleşim Birimlerine Göre Dağılım ... 41

Tablo 6. Üniversitelere Göre Siyasete İlgi Düzeyleri ... 42

Tablo 7. Türkiye’de Güncel Siyasal Süreci Takip ... 43

Tablo 8. Güncel Siyasal Süreci Takip Şekli ... 44

Tablo 9. Üniversitelere Göre Gazete Takip Dağılımı ... 45

Tablo 10. Üniversitelere Göre Siyasi Haberleri Takipte İlk Tercih Edilen Gazete ... 46

Tablo 11. TV’ de En Çok İzlenilen Program ... 47

Tablo 12. Üniversitelere Göre Seçimlerde Oy Kullanımı ... 48

Tablo 13. Şuan Seçim Olsa Oy Kullanımı ... 49

Tablo 14. Oy Kullanım Kararında Etkili Olanlar ... 51

Tablo 15. Beğendiğiniz Partinin Beğenmediğiniz Adayına Oy Verme ... 52

Tablo 16. Partiler İçin Öncelikli Olan Etken ... 53

Tablo 17. Partinin Kazanamayacağını Bilerek Oy Verme ... 54

Tablo 18. Siyasi Tercihlerin Şekillenmesindeki Etkenlerin Önemi ... 56

Tablo 19. Siyasal Tercihlerinin Şekillenmesinde Etkenlerin Önemi ... 57

Tablo 20. Bu Pazar Seçim Olsa Hangi Partiye Oy Verileceği ... 60

Tablo 21. Anne ve Babanın Öğrenci İle Aynı Partiye Oy Vermesi ... 61

Tablo 22. Dernek, Parti veya Sivil toplum Kuruluşuna Üyelik ... 63

Tablo 23. Parti Rozeti Takma ... 64

Tablo 24. Parti Teşkilatına Gitme ... 65

Tablo 25.Miting, Protesto ve Karşılama törenlerine Katılma ... 66

Tablo 26. Parti Adaylarının Seçilmesi İçin Çalışma ... 67

Tablo 27. İmza Kampanyasına Katılma ... 68

Tablo 28. 12 Haziran 2011 Seçimlerinde Oy Kullanma ... 69

(15)

Tablo 30. Üniversitelere Göre Öğrencilerin Siyasi Eğilimi ... 71

Tablo 31. AKP’nin Hükümete Devam Durumu ... 73

Tablo 32. TBMM’nin Görevini Eksiksiz Yerine Getirmesi Durumu ... 74

Tablo 33. Bugün En Çok Konuşulan Konu ... 75

Tablo 34. Türkiye’nin En Önemli ve Acilen Çözülmesi Gereken Sorunu ... 76

Tablo 35. Sorunların Çözümüne İnanç ... 77

Tablo 36. Güvenilen Kurum ... 78

Tablo 37. Türkiye’nin İşbirliği Yapması İstenen Ülkeler ... 80

Tablo 38. Öğrencilerin Kesinlikle Oy Vermem Dediği Parti ... 82

Tablo 39. “Demokrasi Türkiye’nin sorunlarını çözmede bir imkândır.” görüşü ... 83

Tablo 40. “Demokrasi İmkândır” ifadesine katılma t-testi analizi (min.1-max.5) ... 83

Tablo 41. “Türkiye demokratik bir ülkedir.” Görüşü ... 84

Tablo 42. “Türkiye demokratik bir ülkedir” ifadesine katılma t-testi analizi (min.1-max.5) ... 84

Tablo 43. Türkiye’nin Geleceği ile İlgili Görüşler ... 85

Tablo 44. Öğrencilerin Kendini Tarifi ... 86

(16)

GİRİŞ

Belli bir toplum içine doğan insan, toplumsal yaşam süresince nesnelere yüklediği anlamlara bağlı olarak davranışlarını şekillendirmektedir. Nesnelere yüklenen anlamlar, ailede anne baba ile başlayan devamında ise çevre etkenlerinin devreye girdiği bir süreçte olgunlaşmaktadır. Toplumsallaşmaya karşılık gelen bu süreç, insanın kendisi ve çevresiyle iletişim ve etkileşiminin bir sonucudur. Sosyal bir varlık olarak insan, aileden çıktığı ve dış dünyaya tanıklık etmeye başladığı andan itibaren kendini hem toplumsallaşma hem de toplumsallaştırma sürecinin içinde bulmaktadır. Çocukluktan gençliğe varan zaman diliminde, toplumsallaşma sürecinin en temelde eğitim kurumları aracılığıyla işleniyor olması, sürecin önemi ve mahiyetini göstermektedir. Sürekli bir etkileşim içinde gerçekleşen toplumsallaşma, toplumsal kurallar bütünü ile insanı etkilemekte, aynı zamanda insan da kendiliği ile toplumu etkilemektedir. Toplumsallaşma sürecinin bir sınırı olmamakla beraber, insanın sosyal ilişkileri devam ettiği sürece toplumsallaşma da devam etmektedir.

Nesilden nesle aktarılan toplumsal kültür öğeleri toplum içinde çocuğun kendini bulması ve tanıması için gereklidir. Toplumsallaşma doğumla başlayıp genel itibariyle hayat boyu devam etmesine rağmen, kişinin ben kimim sorusuna cevap verebildiği, kişilik gelişiminin sağlamlaştırıldığı dönem, gençlik dönemidir. Bireyin sosyal bir varlık olarak kendini bulması sosyal etkenlerin yanında psikolojik süreçlerle de bağlantılıdır. Benlik ve kimlik oluşumunun gerçekleştiği genç yetişkinlik, hayat boyu sürdürülebilen tutum ve davranışların kazanılması noktasında kritik bir dönemi temsil etmektedir. Önemli olan toplumsal değer ve normlarla sınırları çizilen sosyal tutumlara ilişkin tutarlı davranışlar oluşturabilmektir. Zaman içinde yaşanan toplumsal değişim ve dönüşümler doğrultusunda toplumsal norm ve değerlerin de değişmesine paralel toplumsallaşma aşamaları da değişiklik gösterebilmektedir. Toplumsallaşmanın yaşam boyu devam eden bir süreç olduğunun kabulü bu noktayla ilişkilendirilebilir.

Toplumsal kurallar çerçevesinde, toplumsal hayatın sınırlarının öğrenilmesi ve davranışlara aktarılması aşamasında kültür öğelerinin bütünü geçerli olmaktadır.

(17)

Siyasi kültür de öğrenilen ve aktarılan kültürlenme sürecinin bir parçası ve aşamasıdır. Siyasal kültürün aktarılması ve bireyler tarafından içselleştirilip benimsenmesi nesnelere, kavramlara ve olgulara yönelik anlamlandırma sürecine katkıda bulunmaktadır. Toplumsal siyasal kültürün anlamlandırılması noktasında, siyasal kültür bireysellikle harmanlanmakta ve bireyin siyasi tutumları ortaya çıkmaktadır. Oluşan siyasi tutumlar nihayetinde siyasi hayata katılımın ilk basamağını oluşturmakta ve siyasi davranışlara yön vermektedir.

Toplumsallaşmanın hayat boyu devam ettiği ya da bireyin toplumsal hayata katılımı ve ilişkileri doğrultusunda geliştiği düşünüldüğünde, gençliğin siyasal katılım davranışlarını etkileyen sosyolojik faktörler, katılımın en temel dinamikleri olabilmektedir. Siyasal katılımı etkileyen faktörlerin bir boyutunu temsil eden sosyolojik faktörler, yaşamsal temel ihtiyaçların gerçekleştirilmesi noktasında öne çıkmaktadır.

Siyasal katılım, bireyin toplumsal varoluş sergilediği, tutum, tavır ve davranışlarını kapsayan ve insanlar tarafından farklı boyut ve düzeylerde gerçekleşen bir süreçtir. Siyasal katılım, toplumsal kuralları çizen, anayasal boyutta insanların bir arada yaşamalarını mümkün kılan yönetici sınıfın, halkın iradesi doğrultusunda seçimine imkân vermektedir. Siyasal katılımın boyutları, nasıl ve ne ölçüde sağlandığı toplumdan topluma değişkenlik göstermektedir. Bu noktada toplumsal ve siyasal sistem farklılıkları önem kazanmaktadır. Toplumun tarihsel gerçekliğine dayanan siyasi kültür ve sistemi, o toplumdaki siyasal süreçleri ve siyasal katılımın boyutlarını belirlemektedir.

Siyasal katılım bir noktada bireyin toplumsal özdeşleşmesini sağlamaktadır. Sosyal bir varlık olması bağlamında insan toplum içinde var olduğunu hissettiği, topluma katkıda bulunabildiği ölçüde toplumsal bağlarını arttırabilmektedir. Böylece varlık sebebini anlamlandırarak toplumsal bütünleşme gerçekleştirilmektedir.

Bu çalışma, genel itibariyle siyasal katılım bağlamında üniversite öğrencilerinin katılımı etkileyen faktörler, katılım düzeyleri, katılım biçimleri ve en temelde, seçilen iki farklı üniversitenin öğrencileri arasındaki siyaset algısı ve siyasal katılım düzeylerinin karşılaştırmaları içermektedir.

(18)

İlk bölüm, kavramsal çerçevenin oluşturulmasında siyaset, siyasallık, siyasal kültür ve siyasal toplumsallaşma, siyasal katılma, siyasal katılma ve gençlik üzerine teorik bilgiler ve açıklamalardan oluşmaktadır. Siyaset kavramına atfedilen anlamlar, siyasal olana ilişkin tanımlar ve siyasallığın sınırları, toplumsallaşmanın temel dinamikleri arasında siyasal kültür, siyasal toplumsallaşmanın nasıl gerçekleştiği, gençlik için siyaset algısı konuları bu bölümde incelenmiştir. Siyasal katılım noktasında literatürün geniş olması bu konuya ilgi duyanlar için kolaylık sağlamakla beraber söyleyecek söz bulma noktasında zorlayabilmektedir. Literatüre kavramsal olarak bir katkı sağlamaktan ziyade, siyasal katılım konusunda farklı uygulama alanlarının seçilmesi, konunun farklı boyutlarını ortaya çıkarmakta ve elde edilen veriler sayesinde farklı tespitlere ulaşılabilmektedir. Konunun farklılığı ve ilgi çekici olmasının nedeni budur.

Çalışmamızın diğer bölümü uygulama alanı verilerimizden oluşmaktadır. Uygulama alanı olarak iki büyükşehir ve bu şehirlere bağlı olan Dicle Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi seçilmiştir. Üniversite öğrencilerinin siyasete ilgi düzeyleri ve siyasal katılma noktasında tutum ve davranışlarının tespitine yönelik anket uygulaması yapılmıştır. İki üniversitede toplam 353 anket cevaplanmıştır. Anket verileri çapraz tablolar, ki-kare ve t-testi gibi istatistik analizler kullanılarak yorumlanmıştır.

(19)

BÖLÜM I

1. 1. SİYASET

Siyaset, genel bir tanımlamayla toplum içinde yaşayan insanların düzenlenen belli kurallar çerçevesinde idaresi demektir. İnsanlığın ve birlikte yaşamanın başlangıcına kadar götürülebilecek olan bir olgudur. Klan/kabileden günümüz ulus/devletlerine kadar bu işlevi tüm toplumlarda görürüz (Aydın, 2006: 19). Toplum ve siyaset bu noktada birlikte ele alınabilecek kavramlardır. Toplumsal ilişkileri yasalarla düzenleyen ve sahip olduğu otorite ile kendisini meşru kılan siyaset, toplumsal bir kurumdur. Toplum varsa siyaset de vardır. Toplum ve birey karşılıklı iletişim ve etkileşim içindedir. Birey ve toplum arasında süregelen bu iletişim ve etkileşim birey ile siyaset arasında da süre gitmektedir. Siyaset ile insan arasındaki ilişkinin temeli insanın siyasal bir varlık olmasıdır. Siyasallık, insanın dışında tanımlanabilecek bir kavram değildir. Buna göre, siyasal olan her şey, toplum içinde yaşayan bireylerin etkileşimlerinden bağımsız değildir. Bununla birlikte toplumda yaşayan her bireyin siyasal olması bağlamında siyasete dair bir algısı, siyasal aktörlerden beklentileri vardır. Her bireyin siyasi olandan anladığı ya da idareden beklentileri farklı olsa da sonuçta yaşamımızı en iyi kılmak için çabaladığımız toplumsal hayatta kendimiz olmak ve ideallerimiz, ideolojilerimiz, inançlarımız ve inandıklarımız çerçevesinde hayat sürmek için, siyasal olanla bağımız daimidir. Bu noktada, beklentilerin ve çıkarların farklı olduğu bir örgütlenme içinde toplumun her kesimini kapsayabilecek ortak bir siyaset tanımı yapmak mümkün değildir.

Siyaset bilimi, sosyoloji, psikoloji, iktisat, kamu yönetimi, hukuk, tarih gibi pek çok disiplinle ilişki içindedir. Dolayısıyla siyaset gündelik hayatımızın her alanına nüfuz etmiş durumdadır. Birbirinden ayrı tasavvur edilemeyen iki kavram olarak toplum ve siyaset, siyaset sosyolojisinin temel çalışma alanıdır. Siyaset sosyolojisi de eğitim sosyolojisi, edebiyat sosyoloji, sanat sosyolojisi gibi sosyolojinin bir alt dalı olarak toplumu önemli ölçüde etkileyen ve aynı ölçüde ondan etkilenen siyasetin toplumsal tezahürlerini incelemektedir. N. Vergin Siyasetin

Sosyolojisi isimli kitabının önsözünde siyaset sosyolojisini şöyle tanımlar: “Bizim

(20)

nedenlerini açıklayan, maruz kaldığımız olayları aydınlatan, arzularımızın ve beklentilerimizin önüne dikilen engelleyici mekanizmaları öne çıkaran, başarılarımızın önünü açan yolları gösteren bilim dalı.” (Vergin, 2010: 7). Bu tanım dolayısıyla, siyaset sosyolojisi disiplini içerisinde incelenen siyasal katılım konusu, insanların siyasal tutum ve davranışlarını sergileyen bir alan olarak önem kazanmaktadır. Siyaset sosyolojisinde temel olan, devletten değil toplumdan yola çıkılması ve devletin toplumsal bir kurum olarak incelenmesidir. Siyaset sosyolojisi bu noktada siyaset biliminden ayrılmasına rağmen siyaset bilimi ve siyaset felsefesinden beslenmektedir.

Batı’daki toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomik pek çok dönüşümden sonra ortaya çıkan modern toplumun ( ulus devlet) temel dinamiklerini açıklamak için, insanların doğasını ve toplumu tanımlayabilecek yeni söylemlere duyulan ihtiyaçlar doğrultusunda siyaset bilimi de sosyoloji ve iktisat gibi Batı’nın kendi içindeki çalkantılarına bir çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü Antik Yunan’dan miras siyaset geleneği ideal olan üzerinde yoğunlaşarak siyaset felsefesi yapar. Oysa gelinen durumda artık var olanı açıklama ve meşru kılma çabası hâkimdir. Bu noktada siyaset, kavram olarak Antik Yunan’da Aristoteles’e kadar uzanmasına karşın siyasetin bir bilim olarak ele alınışı yaşanan toplumsal dönüşümler ışığında on dokuzuncu yüzyılda gerçekleşmiştir. O kadar ki, geleneksel siyaset biliminin (ve devlet-merkezli siyaset sosyolojisinin) ulus devleti gerekçelendiren ve onun meşrulaştırılmasını sağlayan bir bilimsel faaliyet biçimi olduğunu ileri sürmemiz de mümkündür (Vergin, 2010: 30).

Antik Yunan’dan günümüze uzanan süreçte siyaset, devlet, iktidar kavramlarının geniş bilgi birikimi sağlamış olması, siyaset biliminin zengin bir literatüre sahip olmasını sağlamasının yanında bu kavramların kesin tanımlamalarının yapılmasını da zorlaştırmaktadır. İnsan doğumdan sonra yaşama kabiliyeti en zayıf canlı olarak doğayla mücadele etmek ve hayatta kalmak için toplum içinde deneyimleri doğrultusunda var olmaya çalışır. Yaşamak için temel gereksinimler belli başlı örgütlenmeleri de beraberinde getirir. İnsanın var olma çabası içinde kendi özel çıkarlarını korumak ve yöneten sınıf içinde söz sahibi olma dürtüsü dolayısıyla yaşadığı toplumla hem işbirliği hem de çatışma içinde olması

(21)

kaçınılmazdır. İşte bu işbirliği ve çatışma sürecinde toplumda yaşanan iletişim ve etkiletişim siyasetin ta kendisidir. “Bir görüş ve anlayışa göre, politika toplumda yaşayan insanlar arasında bir çatışma, bir mücadele ve kavgadır. İnsanlar yaradılışları, sosyal ve ekonomik durumları bakımından değişik fikirlere ve değişik çıkarlara sahiptirler. Aralarındaki düşünce, çıkar ve psikolojik eğilim farklılıklarından doğan çatışma politikanın temelini oluşturur” ( Kapani, 2011: 17). Bu görüşü reddedenler ise “ ortak iyiyi bulma çabası” olarak siyaseti tanımlamaktadırlar. Siyaset ne sonsuz güven ve uzlaşı ne de tümüyle bir çatışma alanı olarak düşünülemez. Yöneten ve yönetilen iki sınıfın birlikteliği doğal olarak çatışmayı da gerekli kılmaktadır. Ancak bu çatışma siyaseti yenileyip dönüştüren bir dinamiktir. Dolayısıyla çatışmalar beraberinde uzlaşmayı da getirmektedir. Siyaset; tartışma, çatışma, müzakere, uzlaşma ( hatta uzlaşamama) süreçlerinin hepsini içinde barındırır.

İnsanı doğası gereği politik bir hayvan olarak ifade eden Aristoteles’e göre, insanların bir araya gelmesi erkek ve dişinin bir araya gelmesi gibi bir zorunluluktur ve birinin buyurması, diğerinin de denileni yapması gerektiği gerçeğine, ilke olarak bir itiraz yöneltilemez; bu, hem gereklidir hem de en çıkar yoldur ( Aristoteles, 2010: 14-12-17). Aristo toplumun farlılıklardan oluşması gerektiğini vurgularken belli amaçlar içinde bir araya gelerek oluşturulan iştirakin devlet kurumu olduğunu söyler. Toplumdaki farklılıkların ortadan kaldırılması, insanların aynılaştırılması devletin ortadan kaldırılması demektir. Antik Yunan’da ele alınan siyaset (politics) “polis” şehir devleti kavramına işaret eder. İnsanların ancak site-devlet içinde en iyiye ulaşacağı ve mutlu olabileceği görüşü hâkimdir. Devletin, toplumu oluşturan bireyler arasında, eldeki kaynakların nasıl dağıtılacağı ile ilgili işlevi üzerinde durulmaktadır. Bu görüş, siyaseti “değerlerin otorite aracılığıyla paylaştırılması” olarak tanımlayan Amerikalı siyaset bilimci David Easton’un yazılarında ileri sürülmüştür (akt., Heywood, 2011:24). Bu söylemlere göre devlet en iyiye ulaşmanın anahtarıdır ve toplumdan önce gelir. Devlet siyasettir, politik olandır. Bu söylemlerin özünde var olandan ziyade var olması gereken ve siyaset felsefesinin de çekirdeğini oluşturan devlet ideali düşüncesi yatmaktadır. Dolayısıyla, politik olan ve politika eski

(22)

Yunan’da hayatın bir parçası veya yönü değil, özü ve tümüydü (Sarıbay, Öğün, 1999: 21).

Bugüne kadar yapılan siyaset tanımlamaları genel bir çerçeve oluşturmakla birlikte yapılan tanımlar, var olan toplumsal ve siyasi yapılara göre farklılık göstermektedir. Siyasi yapılar toplumsal yapıdan ayrı düşünülemez. Bir toplumun siyasi yapısı o toplumun tarihsel gerçekliği üzerine inşa edilir. Birey ve toplum etkileşiminde olduğu gibi toplum ve siyaset/siyasi sistem arasında da etkileşim kaçınılmazdır. Tarihsel süreçte yaşanan toplumsal dönüşümler ideolojilerin, siyasal yapılanmaların, toplumsal sınıfların, ekonominin, bilim- tekniğin ve bu doğrultuda daha pek çok, toplumsal dinamik olarak niteleyebileceğimiz etkenlere bağlı gerçekleşmektedir. Hem toplumsal yapıların farklılığı hem de yaşanan toplumsal dönüşümler doğrultusunda siyaset kavramına yüklenen anlamların mahiyeti de değişim ve dönüşüm içersindedir. Siyaset, insanların hayatlarının bazı kesimlerinin geçici veya daimi olarak ortak olması veya zaman zaman kesişmesi yüzünden alınması gereken ve uyulmaları bir ahlaki müeyyideden ziyade hukuki bir yaptırımla veya buna benzer maddi temeli olan yaptırımlarla desteklenen kararları alma sürecidir (Yayla, 2005: 208). Siyasete yüklenen anlam farklılıklarının yanı sıra bahsedilen hukuki yaptırımlar da zamana bağlı olarak toplumsal ihtiyaçlara kısmen veya tamamen cevap verecek şekilde değişmektedir.

Siyaset olgusuna yüklenen anlamlar siyasetin bir yönünü açıklamakta ancak siyasetin diğer yönlerini göz ardı etmektedir. Doğal olarak siyaseti tüm yönleriyle kapsayıcı ifadelerden ve bütüncül bir siyaset anlayışından uzaktır. Bunlar; hükümet etme sanatı olarak siyaset, kamusal işler (kamu meseleleri) olarak siyaset, uzlaşma ve mutabakat olarak siyaset ve iktidarın ve kaynakların dağıtımı olarak siyasettir (Heywood, 2011: 23).

Hükümet etme sanatı olarak siyaset, devlet kurumunu öne çıkarmakta, iktidar ve otoriteyi de beraberinde getirmektedir. Ulus devlet temelinde halkın siyasal hayata katılımıyla, seçerek oluşturduğu hükümet, belirlenen anayasa çerçevesinde toplumsal örgütlenme içindeki çatışmaları uzlaşmaya çevirmek, farklı siyasal taleplere cevap vermek ve toplumsal hayatı daha yaşanır hale getirmekle yükümlüdür. Anayasa

(23)

çerçevesinde gerçekleştirilen bu durumda iktidar, ödül ve cezalarla elinde bulundurduğu otoriteyi kullanır. Söz konusu, iktidar ve mevcut otoritenin kullanımı olunca iktidar mücadelesi de kaçınılmaz olmaktadır. İktidarı ele geçirmek için aslında var olan kişisel hırs, ideal gerekçelerle gizlenmiş, toplumsal amaçlara dönük retorikle de iyice üstü örtülmüş olarak iktidar mücadelesine dönüştüğünden, siyaset kavramı artık olumsuz bir içerikle anılacaktır ( Kesgin, 2011: 62). Siyasete yüklenen olumsuz algı, siyasetin bir yalan üzerine inşa edildiği fikrini pekiştirmekte ve toplumsal yapı içerisinde bireylerin siyasete ilgi ve katılım noktasında olumsuz tutumlar ve davranışlar geliştirmelerine neden olmaktadır.

Kamusal işler olarak siyaset, adından da anlaşılacağı üzere kamusal alanla sınırlıdır. Yani, devletin kamusal kurumları (hükümet, ordu, polis teşkilatı vb.) aracılığıyla gerçekleştirilen her faaliyet siyasal bir anlam taşımaktadır. Kamusal alan ve özel alan ayrımını gerekli kılan bu siyaset anlayışı, gündelik hayatımıza her noktada nüfuz eden siyasetin belli sınırlar dâhilinde ele alınmasını gerektirmektedir. Kamusal alan ve özel alan bugün artık keskin çizgileri zayıflamış olarak karşımıza çıkmaktadır. Post modern dünyada mahremiyetin ne kadar korunabildiği tartışma konusudur. Kamusal alan cemaatle, burjuvayla, ulus-devletle ve bugün sivil toplumla özdeşleşen, yani toplumsal değişim ve dönüşümlere açık olan bir kavramdır. Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali sonrasında ulusallaşmayla birlikte, kamusal alan açıklamaları ulus-devlet temelinde yapılmaya başlamıştır. Kamusal alan, devletle bütünleşen bir algıya dönüşmüştür. Dolayısıyla da devletin ideolojisini üstlenen ve devletin kurumları aracılığıyla bu ideolojinin sürekliliğini sağlayan kamusal alana doğru yol alınmıştır. Ve devlet; yönetme, kontrol ve baskıyı egemenliğinin bir parçası haline getirmiştir. Bu durum toplum ve devlet arasında ikilikler yaratma ve resmi ideolojinin karşısında olanlar için kamusal alanda yer alma noktasında problemler doğurabilmektedir. Devletin kamusal alandaki bu gücü, teknolojik devrimle beraber hızla gelişen ve çoğalan kitle iletişim araçları üzerinde söz sahibi olmasıdır. Ancak bu süreç kamusal alanda var olamayan grupların oluşturdukları yeni ve kendine özgü, kuralları olan cemaatler aracılığıyla var olan (devletin) kamusal alandan ayrı, yeni kamusal alanlar meydana getirmesiyle ve sivil toplum örgütlerinin de oluşmasıyla değişime uğramaktadır. Devlet, kamusal alandaki

(24)

gücünü yitirmeye başlamıştır. Böyle bir noktada da siyasetin sadece kamusal işlerle ilgili bir olgu olarak ele alınamayacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Uzlaşma ve mutabakat olarak siyaset, belli bir konsensüsü kapsamaktadır. Toplumsal örgütlenme içindeki farklılıklardan gelen farklı arzuların doğuracağı çatışma ancak belli bir müzakere süreciyle çözüme kavuşacaktır. Bu siyaset anlayışı, yukarıda bahsedilen siyaset algılarından daha geniş ve kapsayıcıdır. Çatışma ve uzlaşmayı özünde barındıran siyaset en olumlu yani işbirlikçi, uzlaşmayı sağlayan, çatışmayı çözen yönüyle ele alınmıştır.

İktidar olarak siyaset, insan doğasındaki mücadeleci tavırdan ve mücadelen gelir. Mücadele sonunda elde edilen şey güçtür. Güç, kıt kaynakların karşılayamayacağı istekler karşısında önemli bir unsurdur. Örneğin bu güç mücadelesi yani iktidar mücadelesi marksist gelenek içinde sınıf mücadelesidir. İktidar her yolu mübah kılarak gücü elde etmektir. Bu fikir en kısa ve özlü biçimde Harold Laswell’in kitabının isminde özetlenmiştir: Siyaset: Kim, Neyi, Ne Zaman Alır? (1936) ( Heywood, 2011: 30). İktidar ve güç nihayetinde “kim, neyi, ne zaman alır ?” sorularına bir yenisini daha ekler: nasıl alır? Mücadelenin olduğu bir yerde erk sahibi kişi ya da kişiler istediklerini, istedikleri zaman ve istedikleri şekilde alabilmektedir.

1. 2. SİYASALLIK

Siyaseti tanımlarken kullandığımız yöneten ve yönetilen kavramları siyasetin beraberinde getirdiği siyasallık olgusunun da içerdiği kavramlardır. Yani, yine yöneten ve yönetileni, toplumu oluşturan bireyleri ilgilendirmektedir. Dolayısıyla siyasallık dediğimiz olgu insana aittir. Siyaset felsefesinin fikir babalarından Aristoteles’in politik hayvan olarak tarif ettiği insan, doğası gereği siyasaldır. Tüm canlılar içinde insan, kendi türüyle iletişimini dil aracılığıyla sağlamakta ve bunu, yanlışı ve doğruyu, iyiyi ve kötüyü ayırabilme becerisini kullanarak mantık ve bilinç çerçevesinde yapmaktadır. İnsanın siyasallığı, toplumsallığından ve bireysel

(25)

durumundan bağımsız görülemeyecek varoluşsal bir durumdur (Akın, 2013: 45). İnsan, içine doğmuş olduğu toplumsal örüntü içinde var olan kültürel ve siyasal yapıdan etkilenir. Toplumdaki münasebetleri neticesinde maruz kalacağı bu kültürel ve siyasal yapı onun siyasallığının da şekillenmesi demektir.

Siyaset, sosyolojik bir bakışı gerekli kılıyorsa bu, siyasallığın sosyolojik bir işleyiş olduğunu kanıtlamakta ve insana dair kabul edildiğini göstermektedir. İnsanların içinde yaşadığı toplumla iletişim ve etkileşimi siyasal insanı beraberinde getirecektir. Çünkü siyaset sadece devlet, hükümet ve siyasal partilere indirgenebilecek bir kavram değildir. Toplum bir bütün ve diğer kurumlar (ekonomi, siyaset, din... vb.) onun öznesini oluşturan parçalardır. İnsan varsa toplum, toplum varsa devlet yapısı oluşmaktadır. Kabile ve aşiret şeklinde bir örgütlenmede kurumsallaşmış yazılı bir anayasadan ziyade sözlü gelenekler ve adetler vardır. Devlet, toplumların evriminde yönetimin kurumsallaşması aşamasında ortaya çıkmıştır (Kışlalı, 2002:18). İbn Haldun Mukaddime’de toplumların değişmeyen bir çizgide kalamayacağını ve bu değişimin tüm ülkelerde, kıtalarda, zamanlarda ve devletlerde kaçınılmaz olduğunu vurgular (İbn Haldun, 1996). Sosyolojik açıdan bakıldığında ise devlet, her şeyden önce sosyal bir kurumdur, gücü de sosyal içeriklidir, toplumun üstünde ve dışında bir veri olarak var değildir (Aydın, 2011: 161). Bu noktadan hareketle her toplumda da devlet örgütlenmesinin olduğu varsayılamaz. Siyaset eşittir devlet dersek, yani siyasetin devlet olgusuna işaret ettiğini varsayarsak, bu yaklaşımın mantıksal sonucu olarak da devlet yapısı biçiminde örgütlenmemiş olan toplumlarda siyasetin de bulunmadığını ileri sürmemiz gerekecektir (Vergin, 2010: 34). Oysa devlet, hiyerarşi, bürokrasinin olmadığı toplumsal bir örgütlenme içinde dahi siyaset vardır.

Siyasallık nasıl ortaya çıkar ve siyasal olan ve olmayan arasındaki çizgi nedir? Siyasallık toplumsallaşmayla gelen ve toplum içindeki varlığımızla devam eden bir süreçtir. Siyasal sistemler içinde insan oy verme potansiyelini taşıdığı ve siyasal eylem faktörü olarak aktif olduğu sürece siyasallık var olacaktır. Bu durumda siyasal insan tartışmasız her toplumsal örgütlenme içinde bakidir. Siyasal olan ise gündelik hayatta olaylara yüklediğimiz anlamlar doğrultusunda meydana gelir. Bazen “siyasal olan” bazen “siyasal olan” olarak nitelendirilmeyebilir. Ekonomik bir problematik ya

(26)

da dini bir müeyyide siyaset malzemesi yapılarak siyasallaştırabilir. Türkiye siyasal hayatında yaşanan çalkantılı süreçler (darbeler başta olmak üzere, öğrenci olayları, sağ-sol çatışması gibi) insanların siyasetten soğumasına neden olmuş ve insanlarda siyasetin karmaşa, güvensizlik, yalancılık üzerine kurulduğu izlenimi yaratmıştır. Askeri müdahaleler atılan bu tohumları adeta yeşertmiş; sonunda varılan ve yaygınlaşan, bugün de hâkim olan anlayış; demokrasinin konsolidasyonunun, son tahlilde devleti dışlayan bir toplum örgütlenmesine bağlanması olmuştur (Sarıbay, 1998: 28). “Siyaset yapmak” kötü bir algıya dönüşmüştür. Dolayısıyla siyasal olan, insanlarda bir çekince haline getirilerek toplum apolitikleştirilmiştir. Bu noktada insanların dini, kültürel, ahlaki yapısı içinde var olan olgular siyasete bulaştırılmış ve siyasi simge olarak yaftalanarak siyasallık kazandırılmıştır. Türk toplumunda sembollerin her zaman kapsayıcı bir gücü olmuştur (Mardin, 2009: 259). Dernek ve sivil topum kuruluşlarına üyelikten insanların nasıl giyindikleri, saç ve sakal kesimlerine kadar pek çok şey siyasi simge ifadesi olmuştur. Bu durum insanların toplum içinde kendilerini gerçekleştirmelerini önleme, farklılıkların aynılaştırılmasına neden olma, baskıyla sindirilme, sorgulama ve irdelemeden uzak bir toplum yaratma noktasında belli tehlikelere yol açabilmektedir. . Bu süreçlerde; “gerçekte karşıtını siyasal, kendisini ise apolitik olarak nitelemek, siyaset yapmanın tipik ve özellikle yoğun bir türüdür.” (Schmitt, 2005: 40). Başka bir deyişle siyaset ve siyasallık, hayatımızın her alanına nüfuz eden toplumsal bir kurumdur. Farklılıklarla çatışmanın ötesinde, farklılıkların farkındalığında “öteki”ne saygı, toplumsallaşmanın ve dolayısıyla siyasallaşmanın ön koşuludur.

Schmitt’e göre siyasal eylemin temelini açıklamada kullanılacak siyasal ayrım “ dost- düşman” ayrımıdır (Schmitt, 2005: 47). Schmitt’in dost- düşman ayrımı siyasete farklı bir bakış getirmekte ve siyaseti salt yöneten -yönetilen ikiliğinden çıkarmaktadır. İnsanlar toplumsallaşma aşamasında “biz” duygusunu yakalayabildikleri ölçüde toplum adaptasyonunu gerçekleştirir. Bağlı olunan toplum içindeki toplumsal normlar ve değerler bizi “biz” yapan, “biz”i “öteki” düşüncelerden ayıran etmenlerdir. Biz duygusunun yaratılması karşı tarafta bir “öteki”ni de mecbur kılar. “Biz”in var olma şartı “öteki”dir. Bu noktadan hareketle dost- düşman ya da biz- öteki karşılaştırması bugün var olan her toplumda

(27)

gözlemlenebilecek bir durumdur. Düşman olarak görülecek taraf var olan anayasal sistemi tehlikeye düşürebilecek olan herkestir. Schmitt’e göre ekonomik, dini ya da kültürel sınıfsal mücadelesini devlete karşı yöneltenler de artık toplumsal bir sınıf olmaktan öte siyasal bir sınıf olur. Buradan da anlaşılacağı üzere siyasallık ya da siyasal olan dediğimiz kavram insanı kapsamakla kalmamakta insan ilişkilerini de kapsamaktadır. İnsan ilişkileri ve etkileşiminden oluşan toplumsal örüntü içindeki her olgu birbirine bağlı olarak gelişmektedir. Toplumsal değerler ve normlar, kültür, toplumsallaşma, siyaset hatta siyasal kültür ve siyasal toplumsallaşmaya dair her şey zincirin halkalarını oluşturmaktadır. Yani Schmitt’in dost-düşman ayrımı bir “öteki”nin varlığı bağlamında desteklenebilir. Ancak siyaseti ve siyasal eylemi dost- düşman ilişkisine indirgemek çözümsüzlüğü de beraberinde getirecektir. Yalnızca kendi tarafında olanlar için değil, toplumsal hayatı paylaştığı kendisi gibi olmayan diğer insanlar için de iyiyi istemek ve uygulamaya çalışmak da siyasallıkla açıklanabilecek bir durumdur (Akın, 2013: 51). Siyaset en temelde bir çatışma ya da bir uzlaşma ve ortak iyiye ulaşma ise siyaseti dost-düşman temeline oturtmak ve tarafları kesin bir biçimde ayırmak siyaset yapma işini rafa kaldırmaktır. Schmitt bu noktada “düşmanla lehte anlaşmalar yapma”nın mümkün olduğunu savunsa da bu durumun imkânı tartışma konusudur. Çünkü “öteki” yani düşman ile ortak bir zemin bulma, ortak bir paydada buluşma fikri neredeyse imkânsızdır.

Beck, siyasallığın yeniden icat edilmesinden bahsederken bugüne kadar gelmiş olan siyaset ve siyasallığın çözümsüz bir noktaya ulaştığı, artık yenidünya düzeni içinde farklı yolların aranması gereğinin altını çizer. Küreselleşen dünya büyük bir risk toplumu oluşturmaktadır. Mahremiyetin kutsallığının transparanlaşması söz konusudur. Güvensizlik içinde yürütülen dünya siyasetinin (şiddeti de içine alan) meşruiyetinin sorgulanması gerekmektedir. Siyasal olanın icadı: eski düşmanlıkları yeniden üretmeyen, yenilemeyen, onları bir iktidar kaynağı haline getirmeyen, bunların yerine, yeni içerikleri, biçimleri ve koalisyonları tasarlayıp oluşturmaya çalışan yaratıcı, kendi kendini yaratıcı bir siyaset demektir (Beck, 2005: 204). Siyasal olan ve siyasal olmayan arasındaki ayrımın kaldırılamayacağını vurgulayan Beck, toplumsal örgütlenme içindeki toplumsal kurumların birbiriyle ayrılmaz bütünlüğünün altını çizmektedir. Nasıl ki toplum ve siyaset döngüsel bir etkileşim

(28)

durumundaysa toplum ve ekonomi, din, aile, kültür için de aynı durum söz konusudur.

1. 3. SİYASAL KÜLTÜR VE SİYASAL TOPLUMSALLAŞMA

Bugün bizler için oldukça sıradan gelen ve farklı toplumların yaşayışlarını anlamlandırma noktasında ele alınan kültür kavramı on sekizinci yüzyıla kadar (bugünkü anlamıyla) türetilmemiştir. Toplumsal farklılıkların fark edilmemesi, bunların önceden belirlenmiş, “önceden emredilmiş varlık zincirinin bir yönü olarak anlam taşıyorlardı. Başlangıçta, “kültür” toplumu yönetme yöntemi olarak “bahçecilik” niyetini ve pratiğini gösteriyordu. Tıpkı bakımsız bir tarlayı yabani otların sardığı ve böyle bir tarlanın toprak sahibine çok az şey verebileceği gibi, insan yaşamı ve davranışı, kabul edilemez ve toplumsal düzene zararlı şekillere bürünmesin diye biçimlendirilmesi gereken bir şey olarak görülüyordu” ( Bauman, 2003: 100-101-115).

Standart bir görüşe göre kültür, bir grubun yaşamını anlamlandırmasını sağlayan ve bu gruba yaşam biçimi istikametlerini sunan karmaşık bir müşterek inançlar, değerler ve kavramlar kümesidir ( Fay, 2005: 83). Toplumdan topluma değişiklik gösteren kültür öğeleri, siyasetten iktisada, dini inanışlardan gündelik yaşama kadar farklı olgulara yüklenen farklı anlamlardan kaynaklanmaktadır. Toplumsal yapı içerisinde insanların birlikteliğinden meydana gelen ve ortak sembolleri içeren kültür bir bütün olarak toplumsaldır. Toplumsal örgütlenme içinde bireyler, yaşama anlam katan bu kültürel öğelerden beslenerek kültürlenme sürecini yaşarlar. Toplumsallaşma dediğimiz süreç de bir kültürlenme sürecidir. Kültür yapılarından beslenen bireyler bunları benimseyerek içselleştirir. Kurallar bütünü içinde bazen olduğu gibi kabul gören öğeler bazen de bireyler tarafından değişikliklere uğrar. Yani kültürlenme bireyin salt topluma mahkûm olması ve boyun eğmesi değildir. Bu toplumsal ilişkiler bütünü içinde kültür kendini sürekli bir şekilde yeniden yapılandırır, dönüştürür ve yenilenir.

(29)

Topçu’ya göre bir milletin kültürü, onun bütün ferlerinin sahip olduğu, hadiseleri karşılayan duyuş şekilleriyle, bütün tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümleridir. Bu değer hükümleri, ilim, felsefe, sanat ve din tarafından yaşatılmaktadır ( Topçu, 2008: 16). Sosyal hayatın kurumları tarafından yaşatılan bu değerler, insanların toplumsal ritüelleri, gelenek, görenek ve adetleri, ne şekilde davranacakları noktasında tutum ve davranış kalıpları sunar.

Kültür kavramı, sanat, estetik, felsefe gibi anlamları da içermesine rağmen bugün, kültür çalışmaları içinde daha çok siyasal anlamıyla ele alınmaktadır. İnsanların siyasal hayatına da yön veren ve siyasal hayatın kurallarını içeren siyasal kültür de kültürün bir parçasıdır. Yani siyasal kültür, toplumun tarihsel süreç ve yapısından ayrı düşünülemez. Tarihsel süreç içerisinde gelişim gösteren siyasal kültür, taşıdığı toplumsal farklılıklar yanında sürekli yenilenen kavramsal olgular çerçevesinde farklı anlamlara bürünmektedir.

Siyasal kültür, bir toplumun maddi koşulları, toplumsal kültürün diğer boyutları, siyasal sistemi yönetenlerin tercihleri ve toplumsal olaylar ve tecrübeler tarafından etkilenmektedir ( Turan, 1986: 37). Siyasal kültür, bir toplumun tarihselliğinde oluşan ve toplumsallaşma süreciyle insanların tutum ve davranışlarına yön veren kurallar bütünüdür. Bu yönlendirme genel bir tanım içerisinde kullanılsa da siyasal kültürün belirli sınırları vardır ve toplumsal yapı içinde her birey belirli siyasal kültür kalıpları tarafından şekillenir demek yanlış olacaktır. Siyasal sistemde nasıl ki iktidar ve muhalefet varsa toplumsal yapı içerisinde de farklı toplumsal sınıflar, inançlar, değerler ve fikirler olması kaçınılmazdır. Tarih boyunca her siyasal sistemde, iktidarlardan farklı düşünen, sistemin eksiklikleri ve yanlışları olduğuna inanan ve hatta sistemin tamamen değişmesi gerektiğine inanarak bu hedef doğrultusunda çeşitli yollarla mücadele veren siyasal kültürler ve gruplar olmuştur ( Akın, 2013: 79). Var olan farklılıklar, farklı siyasal kültür öğelerinin oluşmasında önemli bir etkendir. Siyasal kültürlerin farklılığı siyasete ilgiden siyasal katılım sürecine kadar, bireylerin tutum ve davranışlarında kendini gösterir. Bu noktada siyasal semboller ve siyasal değerler, siyasal kültürü var eden öğeler olarak değerlendirilebilir. Siyasal kültürde semboller son derece önemli ve merkezde yer alan toplumsallaşma aracılarıdır (Akın, 2013: 81). İnsan davranışlarının anlaşılıp

(30)

yorumlanması anlamlı sembollere bağlıdır. Siyasi semboller bireylerin, ben ve ötekini tanımlama ve ayrıştırmada kullandıkları vasıtalardır. Uluslara ait siyasal semboller ya da bir ulus içindeki farklı siyasal değerlere sahip siyasal kültürlere ait siyasal semboller mevcuttur. Bayrak, marş, milli törenler ulusa ait sembolleri ifade eder. Belli figürlere ya da simgelere sahip semboller ise farklı ideolojileri benimseyen farklı siyasal kültürleri ifade eder. Bu semboller bireylerin bağlı olduğu değerlere, inançlara ve hatta devlet yapısına bağlılığı pekiştiren araçlardır. Siyasal iktidarlar da mevcut ya da yeniden üretilen siyasal sembolleri siyasal meşruluk aracı olarak kullanırlar. Siyasi sistem ve halk değerleri arasındaki uyumun kopması bir siyasal iktidar için çözülme ve çöküşü kaçınılmaz hale getirmektedir (Türkkahraman, 2000: 324). Bu noktada, kullanılan siyasal sembollerin toplumsal bir karşılığı olmak durumundadır. Semboller, siyasal kültürün sürdürülebilmesini, zihniyetlerde inşa edilmesini sağlayan önemli unsurlardır.

Farklılaşma sadece siyasal kültür için değil genel olarak kültür kavramı kapsamına girebilecek tüm öğeleri içeren toplumsal kültür için de geçerlidir. Birbirinden farklı alt kültürlerden meydana gelen kültür içerisinde sosyal, ekonomik ve siyasal kültürlerin çatışması veya dayanışması olağandır. Sosyolojideki genel bir kabule göre sosyal süreçler şunlardır: işbirliği, uyarlanma, özümseme, çatışma, karşıtlık ve rekabet (Aydın, 2004: 36). Toplumsallaşma süreçleri de kimilerine göre işbirliği, özümseme, uyarlanma, kimilerine göre çatışma, karşıtlık ve rekabet ile temellendirilir. Ancak siyasal toplumsallaşma sosyal yapılanma çerçevesinde farklılıklardan ve çatışmalardan doğan yaşamsal bütünlük, toplumsal hayata zenginlik katmaktadır. Bu bağlamda sosyolojik perspektifle ele alınan siyasal kültür kavramı bireylerin siyasal davranış ve tutumlarının temelinde yatan olgular üzerinde durmaktadır.

Siyasal kültür salt toplumsallaşma temelinde ele alınacak bir süreç değildir. “Bir politik kültürel durum: bilişsel, duygusal ve değersel boyutları içerir. İlki bireylerin kendilerini kuşatan sistem hakkında bilgilerini, ikincisi duygusal tepkilerini ve nihayet üçüncüsü, sistem hakkındaki yargılarını belirtmektedir” (Sarıbay, Öğün, 1998: 81). Bilişsel aşama farkında olmayı, duygusal aşama kompleks bir değerlendirme sürecini, farkındalık ve değerlendirme süreçlerinin

(31)

doğrultusunda şekillenen tutum ve davranışlarımız da yargılarımızı içermektedir. Diyebiliriz ki, siyasal kültür bireylerin içinde yaşadığı toplumun siyasal yapı ve düzeninde yol alan bir olgudur. Siyasal kültür ve siyasal sistemler- siyasal kurumlar arasındaki bu bağlantı siyasal davranış ve siyasal katılmayı en temelde etkileyen bir durumdur.

Siyasal kültür ve toplumsal yapı arasındaki etkileşim de siyasal kültürü belirleyen önemli bir kaynaktır. Siyasal kültürün toplumsallaşma sürecinde etkili olması gibi, ihtiyaçlar doğrultusunda yaşanan toplumsal dönüşümler de siyasal kültürü etkileyebilmektedir. Siyasal kültür bazen siyasal sistemlerde işleyişi kolaylaştıran bir görev görürken bazen zorlaştırmaktadır. Bu noktada değişim ve dönüşüm ihtiyacı doğmaktadır. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan 1946 yılına kadar tek parti yönetimini benimserken, ulusal ve uluslararası arenada yaşananlar çok partili bir yönetimi zorunlu kılmıştır. Tarihsel süreçte yaşanan bu değişim ve dönüşümler toplumda var olan ve tarihselliği boyu süregelen siyasal kültürü başka boyutlara taşımaktadır.

Siyasal kültürün nesillere aktarılması ve bireyler tarafından üretilmesi süreci olarak siyasal toplumsallaşma, siyasal semboller ve değerlerden ayrı düşünülemez. Mevcut siyasal kültürün bireyler tarafından benimsenmesi siyasal toplumsallaşmayla gerçekleşir. Bu durum çocuklukla başlayan ve yaşam boyu devam eden bir süreçtir. İnsanların siyasal kimlik ve bilinç kazanma sürecinde, toplumsallaşma aracıları olarak kabul edilen aile, okul, arkadaş grupları ve kitle iletişim araçlarının etkilerinin nasıl gerçekleştiği sorunu siyasal toplumsallaşma araştırmalarının önemli bir ayağını oluşturmaktadır ( Akın, 2013: 57).

Toplum, ortak sembolleri, ortak bir kültürü ve yaşamı beraberinde getirmektedir. Yani her toplum belli başlı kurallar bütününe sahiptir ve bu kurallar toplumun bir parçası olan insanlar tarafından içselleştirilerek anlamlı kılınır. Çocuklar böylece sosyalleşir, içinde yaşadığı toplumsal örgütlenmenin bir parçası haline gelir. Kültürel bağların, değerlerin, dini inanışların nesilden nesile aktarılması sayesinde toplumsallaşma süreci kendini yenileyerek sürekliliğini sağlar. Bu süreç bireyin kendisi ve toplumdaki diğer insanlarla kurmuş olduğu etkileşimlerle meydana

(32)

gelmektedir. Her insan bir topluma doğar. İnsan sosyal bir varlık olması dolayısıyla toplumsal adaptasyonu gerçekleştirmek zorundadır. Çünkü insan eylemleri bir toplum içinde anlam kazanmaktadır. Toplumsallaşma çocuklukla başlayan bir süreç olması bakımından bireylerin geleceklerine yön verecek olan ilişkileri kapsamaktadır. Çocuklukla başlayan bu süreç, toplumsal yapının değer ve kültürünün doğrudan veya dolaylı olarak öğrenilmesi veya öğretilmesi, yaşam boyu devam etmekte ve toplum içinde bizi biz yapan, tutarlı bir benliğe sahip olmamızı sağlayan vazgeçilmez bir süreçtir.

Siyasal toplumsallaşma da toplumsallaşma sürecinde olduğu gibi, siyasal değer ve siyasal kültürün öğrenilmesi veya öğretilmesi süreci olarak tanımlanabilir. İlk olarak aile ile başlayan iletişim, çocuğun büyümesiyle beraber okul dolayısıyla eğitim, akran grupları dolayısıyla da çevre ile devam eder. Aileden başka toplumsallaşma aracıları ile karşılaşan çocuk için toplumsallaşmanın boyutları da değişir. Aileyle geçirdiği dönemde daha çok somut olarak anlamlandırabildiği kavramlar, nesneler ve olgulara maruz kalan çocuk, aile dışındaki toplumsallaşma aracıları ile iletişime geçtiği andan itibaren daha soyut bir dünya ile karşılaşarak farklı mecralara yol alır. Eğitim ve çevre üzerinden siyasal bilgiye ulaşan birey edinilen bu bilgileri kendi içinde anlamlandırarak yorumlar ve siyasal tutum ve davranışlarını bu doğrultuda çizer.

Siyasal partiler, sivil toplum kuruluşları, kitle iletişim araçları vb unsurlar hem siyasal toplumsallaşmayı hem de siyasal kültürü üreten unsurlardır. Her siyasal kültürün farklı araçları ya da siyasallık tanımları olsa da siyasal toplumsallaşma siyasal kültürlerin varlığı ve devamlılığı için zorunlu bir şarttır.

Ailede başlayıp okulla devam eden siyasal bilgi edinim süreci (siyasal toplumsallaşma), çocukluktan olgunlaşma aşamasına geçen ve kendini tanıma, seçim yapabilme, mantıklı kararlar alabilme gibi noktalarda kimlik oluşumunun geliştiği dönemde kendini gösterir. Gençlik çağındaki birey kim olduğu sorusuna daha net cevaplar verebilmektedir. Üniversite ile farklı fikirler, etnik gruplar, mezhepler, dini inanışlar ve kültürlerle karşılaşan insanlardan bazıları için bu durum kendini ve kim olduğunu kesin olarak fark etmenin bir yolu olurken, bazıları için karmaşık bir

(33)

dönemin kapılarını aralamaktadır. Yani bu süreç, bazen çıkış yolu bazen de engebeli bir yol olabilmektedir. Bu farklılık, gelişim özellikleri ve çevre şartlarının değişkenliğinden kaynaklanmaktadır. Bu noktada siyasal toplumsallaşmanın önemi ilk olarak çocukluktan olgunlaşma evresine geçen gençlik üzerinde gözlemlenebilmektedir. Bu dönemde gencin toplumsallaşma sürecine çocukluk ya da ergenlik dönemlerine göre daha aktif bir şekilde katıldığı ya da aktif katılma talebi olduğu söylenebilir ( Akın, 2011: 74). Siyasal toplumsallaşma sürecinin farklı bir boyutunu gözlemleme ve algılama dönemi olarak gençlik, yeni tecrübelerin edinildiği, dolayısıyla sosyal ve siyasal olarak katılımın daha aktif sağlandığı bir dönemdir.

1. 4. SİYASAL KATILMA SÜRECİ

Tarih boyunca süregelen, devlet yapılarının sosyo-ekonomik ve kültürel yapısal dönüşümü sonucunda ortaya çıkan günümüz ulus-devletleri ve egemenliği halka dayandıran yapısı katılımın önemini gözler önüne sermiştir. Uzun mücadeleler neticesinde, dönüşerek bugünlere gelen demokratik yapı, seçimler vasıtasıyla halkın iradesini ortaya koymasına ve katılıma imkân vermektedir. Esas olarak Fransız İhtilalı ile başlayan ve insan ve yurttaş hakları bildirgesiyle dünyada yankı bulan, yöneten ve yönetilen ilişkisine farklı boyutlar ve yönetilenler lehine haklar getiren süreç, Osmanlı İmparatorluğunda Sened-i İttifak’ın imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. İmparatorlukta siyasal katılma sürecini açan ilk adım, 1839 Gülhane Hattı Hümayunu’dur. Kapı bir kez aralandıktan sonra önce yerel yönetimler kurulmuş, daha sonra, 1876’da, I. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte, Türkiye’de ilk anayasa yapılmış ve Mart 1877’de, ilk Türk parlamentosu açılmıştır (Eroğul, 1991: 27). Halkın iradesi ve katılımıyla oluşturulan devlet, gücünü ve meşruiyetini de bu irade doğrultusunda temellendirmektedir. Güç, iktidar, otorite ilişkilerinin var olduğu her yerde siyasal katılım kendiliğinden doğmaktadır. Katılma, özünde, birden çok taraf arasında, eşit olmayan bir ilişkiler ağında ve hiyerarşik olarak üstün durumda olan tarafın kararlarını etkilemek amacı taşır (Çukurçayır, 2006: 43). Dolaysıyla katılım

(34)

ve otorite arasında bir bağ vardır. Modern ulus-devlette halkın bütünüyle siyasal sisteme dâhil olması ve dolayısıyla temsil edilebilmesi gerekmektedir. Devletin üst kademede belli siyasi zümreler tarafından yönetilmesi demokrasilerde temsil sorununu doğurmakta ve devletin meşruluk temelini sarsmaktadır. Devletin amacı, toplumun menfaati ve ortak amaçları doğrultusunda anayasal bir çerçevede toplumu idaredir. Bu amaca binaen gerçekleştirilen seçimler, toplumsal tüm gerçekliği ortaya çıkarabilme ve toplumun tüm kesimlerini kapsama hususunda önem kazanmaktadır. Örneğin, ülkemizde uygulanan %10’luk seçim barajı, farklı siyasi ideolojileri temsil dışında bırakmakta, bu da devletin meşruluğunu sorgulatmaktadır. Devlet kurumu belli siyasi ideolojiler çerçevesinde kurumsallaşma içinde olduğu vakit, temsiliyetten söz etmek de mümkün olmamaktadır. Eski dönemlerde var olan devlet yapılarından bugün genel itibariyle uzaklaşılmış olmasına rağmen sosyal devlet anlayışı tam olarak kavranmış durumda değildir. “ İdeal devlet tipi olan sosyal devlet, gücün nesnel hukuk kurallarıyla düzenlenip sınırlandırıldığı, fert ve toplum arasındaki( vakıf, belediye, dernek, parti gibi) ikincil yapıların gelişmesine imkân tanındığı, gelişigüzel sınırlamaların getirilmediği bir devlet tipidir” ( Aydın, 2002: 83-84). Her kesimin temsiline imkân veren ve kurumlar aracılığıyla toplum- devlet arası bağlantı yolları oluşturan sosyal devlettir. Kurumlar, devletin ideolojik bağlamda bir uzantısı olmaktan öte toplumsal huzuru sağlamakla görevlidir. Bu noktada temsiliyet ve meşruluk temelinde siyasal katılımın önemini ortaya çıkaran ve bireyleri siyasal alanda daha da aktifleştiren modern ulus devlette katılım, seçimlerde oy kullanma hakkıyla sınırlı tutulmayarak çeşitli şekillerde gerçekleşmektedir. Hak arayışı ve siyasi yapıdaki çözülme ve değişimler toplumların istedikleri haklara ulaşmalarını sağlamış, ancak hakların kullanımı noktasında herkese adil bir sistem yaratılmış mıdır? Bu soruya net cevaplar vermek mümkün değildir.

Siyasal katılım en temelde yönetilenlerin yönetime ortak olması, yönetimde söz hakkı elde etmesidir. Siyasal katılımın sınırları çizilmiş bir tanımı olmamakla beraber, yönetilenin yöneticisini seçme ve yönlendirme noktasında söz sahibi olması olarak açılanabilir. Bu noktada siyasal katılım belli bir bilinci ifade etmektedir. Yöneten ve yönetilen arasındaki bir etkinlik olarak siyasal katılım bilinçli bir eylemdir. Anayasal bir hak olarak halkın siyasal katılımı, demokrasi bilincinin

(35)

artışını beraberinde getirmekte ve buna paralel olarak bu bilinç siyasal katılımı da arttırmaktadır. Böylece bireyler tarafından etkilenen siyaset kurumu ve halk arasında bir etkileşim gerçekleşmektedir. Birey ve toplum arasında gerçekleşen etkileşime benzer şekilde siyasal sistem ve toplum arasında da aynı durum söz konusudur. Dolayısıyla halkın iradesi siyasal sistemi etkilediği ölçüde ondan etkilenmektedir. Bu etkileşim insanların siyasal katılım noktasında tutum ve davranışlarını değiştirmeye kadar götürmektedir. Halkın iradesi ve seçimi neticesi göreve gelen bir hükümetin başarı ve başarısızlığı doğrultusunda yaşanan siyasi gelişmeler, siyasi katılma eylemlerini etkilemektedir. Nihayetinde katılımı etkileyen faktörler arasında, kişisel menfaatler, memleket menfaatleri, dini inanışlar gibi çeşitli etmenler bulunmaktadır. İnsanların beklentileri ve siyasal gelişmeler arasındaki uyumsuzluk, tavır alış, tutum ve davranışlara yansımaktadır. Beklentiler doğrultusunda talepler veya işleyişe ilişkin tepkiler siyasal katılım olarak nitelendirilebilir. Talepler doğrultusunda şekillenen karar verme süreci sonrası seçimle göreve gelen partiden neler beklendiği aşağı yukarı bellidir. Sol görüşlü bir parti, muhafazakâr bir parti ya da liberal politikalar benimseyen bir partiden beklenti ve talepler farklıdır. Sonuçta sistemin getirdiği sorunlar yine sistem eliyle çözülmektedir.

Demokrasi, belirli bir siyasi yönetim biçimini adlandırmak için kullanılmakta ve kelime olarak “halkın yönetimi” anlamına gelmektedir ( Yayla, 2004: 60). Halkın yönetimi anlayışıyla demokrasi, popülerlik kazanan, tüm toplumlara dayatılan ve hatta siyasi ve ekonomik olarak güçsüz ve iktidarın sallantıda olduğu ülkelere demokrasi götürme adı altında popülaritesini devam ettiren bir olgudur. Demokrasi, çıkış koşulları olarak eşitlik ve temsil temeline dayanırken, günümüz demokrasi uygulamalarının bu ilkeler noktasında başarısı tartışılır. Bu noktada, demokrasiye ilişkin olumsuz görüşlere sahip düşünürler de mevcuttur. Bu düşünürlerden Sorel demokrasiyi “ilke tanımayan sermayedarların düşünü kurdukları cennet” olarak nitelemiştir ( Sorel’den akt. Aydın, 2011: 102). Halkın doğrudan yönetiminin mümkün olmadığı durumlarda yaygın olarak temsili demokrasi, halkın iradesini kullanarak kendi adına yöneticileri belirlemesidir. Demokrasinin etkili olduğu ülkelerde halkın siyasal katılımının etkin olması ve katılma süreçlerinin çeşitliliği de söz konusudur. Siyasal katılım denince akla gelen ilk katılım biçimi oy vermedir. Oy

(36)

verme, siyasal katılımın en yaygın algısıdır. Oy verme, mükâfatlandırma ve cezalandırmayı amaçlayan beğenme ve öfkenin bir ifadesidir (Sitembölükbaşı, 2001: 8). Ülkenizde katılımın oy verme olarak temel alınması ve oy verme işleminin anayasal bir haktan öte zorunlu hale getirilmesi, bireyler üzerinde ayrı bir sorumluluk oluşturmaktadır. Seçimlerde oy kullanmayan seçmenlerin, siyasal sistem içinde temsil edilememesi ve seçmenin sorgulama hakkını kullanamaması söz konusudur. En temelde oy verme, katılımın önemli bir biçimi olsa da, siyasal katılımı oy verme süreci üzerinden ele almak sınırlı bir yaklaşımdır. Dernek, parti ve sivil toplum kuruluşuna üyelikten parti rozeti taşımaya, miting, protesto ve karşılama törenlerine iştirakten herhangi bir imza kampanyasına katılmaya kadar günlük hayatımızın içinde mevcut olan pek çok durum siyasal katılım veya siyasal katılımı etkileyen faktörler olarak değerlendirilmektedir. Zaten gelinen siyasi noktada siyasal katılım, sistemin bir gerekliliği olarak insanları edilgen bir durumdan etken bir duruma getirmektedir. Siyasal katılım, doğrudan veya dolaylı olarak siyasi sistemi ve karar mercilerini etkileme biçimidir. Amacı siyasal karar alma mekanizmasını etkilemek olan, otonom olarak bir yöntemi benimseyip bunu uygulayan herkes siyasal katılma eyleminde bulunmaktadır ( Kalaycıoğlu, 1983: 10). Başka bir deyişle, tek başına yapılan bir eylem dahi sesini siyasi karar merkezlerine duyurabiliyorsa bu siyasal bir katılımdır. Çünkü siyasal katılımın temelinde siyasal eylem vardır. Bu siyasal duruş ve tutumda amaç, etkilemedir. Siyasal eylem ya da siyasal davranış en temelde insanların siyasallıklarını dışa vurmaları, siyasallıkları temelinde hareket etmeleridir ( Akın, 2013: 86). Siyasal bir varlık olarak insan, siyasal eylemiyle bir duruş sergiler. Kimi, siyasi duruş ve görüşlerini başkalarıyla paylaşmazken, kimi siyasi görüş ve duruşu çerçevesinde çevresindekileri ikna yoluyla etkilemeye çalışır. Kimine göre güncel siyasal olayları tartışmak gereksizken, kimine göre bunları tartışmak bilinçlenmedir. Herkese göre değişkenlik gösteren bu durum siyasal katılımın tam da kendisidir. Anlaşılacağı üzere genel bir siyasal katılım tanımı yapmak mümkün değildir. Farklı siyasi kültür ve siyasal toplumsallaşma evrelerinden geçen ve siyasete ilgi ve siyaset algısı farklı gelişen bireylerin, siyasete katılımı nasıl değerlendirdiği ve katılımın hangi düzeyde gerçekleştirildiği noktasında farklı tutum ve davranışlara sahip olması normaldir. Siyasal kültür kısmında da bahsedildiği üzere bilişsel, duyuşsal ve değersel aşamalar siyasal katılım karar alma sürecinde de etkili

(37)

olan bir durumdur. Bu sıralama, siyasal katılım sürecinde insanların karar alma noktasına nasıl geldikleri hakkında fikir vermektedir.

Oy verme aşamasındaki siyasal katılmayı, siyasal olayları izleme, siyasal olaylar hakkında tavır takınma ve siyasal olaylara karışma şeklinde gruplandırmak mümkündür ( Baykal, 1970: 33). Siyasal olayları izleme, kitle iletişim araçlarını kullanarak güncel siyasal süreci takip etme ve genel siyasi gidişattan haberdar olma olarak tanımlanabilir. Bu gruptaki insanlar siyasi bilgi edinimlerini ve bunlara dair görüşlerini paylaşmaktan ziyade sadece siyasal gündemi takip amacı içindedirler. Siyasi olaylar hakkında tavır takınma, gelişen siyasal olaylar karşısında belli bir tutum çerçevesinde tepkisel bir yaklaşımdır. İnsanlar, siyasi tartışmalar ve müzakerelerde belli bir siyasi görüş çerçevesinde olayları değerlendirirler. Bireylerin hangi siyasal parti ya da adayları niçin seçtiği, bu noktada karar verme mekanizmasını neye göre şekillendirdiği sorusu önemlidir. Toplumsallaşma sürecinde etkili olan özellikle aile temelli, arkadaş ve okul çevresi bireyin eğilimlerini belirleyen tutumların oluşmasını sağlar. Tutumlar, hangi parti ve niçin o parti sorularına cevap verebilmektedir. Eğer kişinin belli konulardaki tutumları güçlüyse, diğer bir deyişle yoğunluğu yüksekse ve diğer tutumlarla ilişkisinde merkezi bir rol oynuyorsa, kişinin bu doğrultuda karar vermesi muhtemel hale gelecektir (Kalender, 2005: 17). Örneğin sol eğilimli bir aile ve çevrede yetişmiş bir insanın sağ eğilimli bir partiyi destekleme ihtimali nedir? Bu noktada tutumlar katılma eylemini gerçekleştiren birey için davranış aşamasında belirleyici olabileceği gibi, bazen tutum ve davranış tutarlı olmayabilir. Böyle bir durumda kesinlik yoktur, çünkü siyasal katılımı etkileyen sosyal ve psikolojik pek çok faktör söz konusudur. Soruyu, “çocukluk döneminde edinilen izlenimler yaşam boyu sürüyor mu, sürmüyor mu” biçiminde değil, “çocuklukta edinilen siyasal eğilimler, hangi koşullar altında sürüyor, hangi koşullar altında ve nasıl değişme gösteriyor” diye sormakta yarar var (Alkan ve Ergil, 1980: 27). Oy verme dışında diğer katılım biçimlerini de kapsayacak olan geniş bir siyasal katılım tanımında tutum ve değerler göz ardı edilemez. Çünkü tutumlar ve eğilimler katılım davranışının ön aşamasını oluşturmaktadırlar (Çukurçayır, 2006: 48). Ancak gözlemleme noktasında en kolay ölçülebilecek durum tabiî ki tutum ve değerlerden önce davranıştır. Davranışa yol

(38)

açan tutum ve değerler siyasal bilgiyi içselleştiren birey için, bilgiyi algılama ve yorumlama aşamasında öne çıkmaktadır. Tutum, algılamayı etkiler, algılama tutumu destekler (Şeker, 1995: 28). Siyasal olaylara karışma ise siyaseti dışarıdan takip etme ve siyasi olaylar karşısında tavır takınmadan öte bir durumdur. Çünkü burada aktif olarak siyasette yer alma, siyasi görevler üstlenme söz konusudur. Siyasi katılım, yönetenler katında, karar alma sürecinde aktif bir rol üstlenerek yapılmaktadır. Tüm bunlar bireylerin siyasal katılımının farklı düzeylerde olduğunu göstermektedir. Siyasi kararlar en nihai tahlilde değerlerle ilgili olarak yapılmış seçmelerden başka bir şey değildir ( Baykal, 1970: 10). Toplumdan topluma hatta toplumsal yapı içindeki küçük gruplar arasında dahi değişiklik arz eden değerler, katılım noktasında insanların kullandıkları belirleyicilerdendir. Sahip olunan değerler, zamanla tümüyle değişebilir, kısmen yenilenebilir ya da hiç değişmeyebilir.

Siyasal katılıma yönelik algı insandan insana, toplumdan topluma ve siyasi sistemden sisteme farklılık arz eder. Siyasal katılma olgusu için yapılabilecek belli bir tanımın olmaması kavramın çok yönlülüğünün ifadesidir. En temelde yöneten yönetilen arasındaki iletişimde önemli bir yeri olan siyasal katılım, siyasetçiler ve seçmenler için de farklı anlamlar taşımaktadır. Seçmenler arasında siyasal katılımın politik bir anlamı olmasının yanında ekonomik, sosyal, etnik, dini, kültürel anlamları da mevcuttur. Seçmen davranışlarına temel oluşturan bu faktörler tarihsel bir geçmişe dayanmaktadır. Toplumdan topluma farklılık gösteren siyasal katılma davranışları o toplumun siyasi kültürü ve tarihi hakkında bilgiler vermektedir.

Siyasal katılım sadece genel seçimlerde oy kullanmak, siyasal parti üyeliği, siyasi liderler ve seçim kampanyalarında çalışmaktan öte yerel yönetim kadrolarının oluşturulmasını da kapsamaktadır. Yerel yönetimler “demokrasi çabalarını geliştirmek, yurttaşın katılım şansını artırmak, yurttaşa yakın yönetim anlayışını yerleştirmek, kuralları olabildiği ölçüde azaltmak, bürokrasiyi en aza indirmek “ noktasında önemlidir ( Çukurçayır, 2006:115). Bunlarla beraber seçmende siyasal etkenlik duygusunu geliştirmekte ve insanlara önemli olduğu duygusunu hissettirmektedir. Yerel yönetime katılım bireylerde genel siyasal sistem içinde de aktif rol oynamanın yollarını açmaktadır.

(39)

Siyasal katılım düzeyleri farklı olan bireylerden oluşan toplumda, bireyler siyasete merak, ilgi, bilgi ve eylem noktasında da farklılaşmaktadır. Verba Sidney ve Nie, yaptıkları araştırmada siyasete katılım düzeylerini şu şekilde gruplandırmışlardır: “hiç katılmayanlar, yalnızca oy kullananlar, sınırlı katılımcılar, grup olarak katılanlar ve siyasal partilerde görev alanlar.” (akt. Çukurçayır, 2006: 70). Merak, ilgi ve bilgi düzeyleri farklı olan bireylerin tavır alış, destekleme veya karşı duruşunu içeren eylemlerin de aynı şekilde gerçekleşmesi beklenemez. Siyasete merakı olan bir insanla, siyasetle hiç ilgilenmeyen birinin aynı değerlendirilmesi mümkün değildir. Sonuçta davranışların temelini oluşturan siyasete merakla başlayan süreç ilgiye, sonrasında bilgiye ve eyleme dönüşmektedir.

Siyasal katılma biçimleri bireylerin kendi iradeleri doğrultusunda gerçekleşebileceği gibi, baskı ve zorlamayla da gerçekleşebilmektedir. Bu durumda gerçekleşen bir katılımdan, sağlıklı bir sonuç çıkması pek muhtemel değildir. Böyle bir baskı ve zorlamaya genel olarak kadınlar maruz kalmaktadır. Kadınların erkeklere oranla daha uyumcu olması da bu durumu tetiklemektedir. Babasının ya da kocasının desteklediği partiye oy vermeye zorlanmaktadır. Katılım gönüllü ve uyarılmış katılım olarak ikiye ayrılabilir. Uyarılmış katılım aile, arkadaş, cemaat, toplumun sözünü dinlediği bir önder, siyasi partiler gibi dış çevre faktörleri tarafından zorla veya bireyin bu faktörlere bağlılığı noktasında gelişebilir. Gönüllü katılım ise kişinin kendi iradesi ile siyasi sistemi etkileme amacı güden davranışlarıdır. Bu noktada kadının, babası ya da kocası dolayısıyla X partiye oy vermeyi kabul etmesi uyarılmış bir katılımdır. Toplum tarafından dışlanma korkusu, boyun eğme ya da uyum süreci geliştirmek yerine itaati zorunlu kılmaktadır. İtaat sonucu uyma davranışının temelinde, uyulanın, uyanın üstündeki gücü ya da kontrolü vardır (Kağıtçıbaşı, 2006:93). Böyle bir ortamda siyasal katılma biçimleri resmi ideolojinin karşısında bazen yasal hakları çerçevesinde gerçekleşirken bazen de yasadışı eylemlere dönüşebilmektedir. Bu noktada siyasal katılma tanımını genişleterek, siyasal katılmayı halkın etkin bir biçimde siyasi süreci etkileyebildiği yasal veya yasadışı eylemlerin tümü diyebiliriz. Yine Özbudun, siyasal katılma tanımının içerisine hukuk dışı katılma eylemlerini( isyanlar, kanunlara aykırı gösteriler, siyasal amaçlarla zor kullanılması ve başarısız etkileme girişimlerini)

Şekil

Tablo 1. Üniversitelere Göre Cinsiyet Dağılımı
Tablo 2. Üniversitelere Göre Devam Edilen Alan          Toplam Üniversite    Sosyal Bilimler Fen Bilimleri  Dicle Ünv  N  88  93  181  %  48,6%  51,4%  100,0%  Selçuk Ünv  N  89  83  172  %  51,7%  48,3%  100,0%  TOPLAM  N  177  176  353  %  50,1%  49,9%
Tablo 3. Üniversitelere Göre Mezun Olunan Lise   Toplam  Üniversite Lise Fen Lisesi Anadolu Lisesi Teknik Lise İmam Hatip Lisesi Diğer  Dicle Ünv  N  122  0  40  3  1  10  176  %  69,3%  ,0%  22,7%  1,7%  ,6%  5,7%  100,0% Selçuk  Ünv  N  87  5  58  2  1
Tablo 10. Üniversitelere Göre Siyasi Haberleri Takipte İlk Tercih Edilen  Gazete
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Page 1 of 1 20 Şubat 2021 Cumartesi BU İLANA BAŞVURU YAPILMADI...

Dicle Üniversitesi ile Orman İşletme Müdürlüğünün aldığı ortak karar ile Dicle Vadisinde bulunan ormanda ağaç k ıyımı devam ediyor.. Şu ana kadar 5 binden fazla

Çevresel Gerontolojide Mekân Algısı ve ‘Yerinde Yaşlanma’ Yaklaşımı Kamu politikalarında somutlaştırıldığı gibi, yerinde yaşlanma, genellikle, maliyetli

konusu telgrafında; Yıllardır Anglo-Sakson dünya ile ittifak yapmak için çaba sarf ettiklerini, Batı’nın Bâb-ı Âli Baskını ile gayrimeşru yollardan iktidarı ele geçiren

Taşınabilir bilgisayar dünyasında yaygın olarak kullanılan netbook ve ultrabook bilgisayarlar genellikle az sayıda USB porta ve düşük sabit disk kapasitesine sahip ve pek

1942’de Komünist politikaları güden bir hükümet kuran Tito, bu hareketiyle Çetniklerle (Monarşi isteyen aşırı milliyetçi Sırplar) karşı karşıya

Otel işletmeleri de bir işbirliği sistemi olarak ele alındığında, bu işletme- lerin bireyler arası karşılıklı ilişkileri vurgulayan beşeri ve sosyal yönü ağır-

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yeni tip koronavirüse bağlı pnömoni vakaları 11 Şubat 2020’de COVID-19 (Coronavirus Disease 2019) olarak