• Sonuç bulunamadı

Eğer miislumanların imamı (Devlet Reisi), ister İşin başlangıcında isterse sonradan bozulmak suretiyle ol­sun, (zalim) ve (fasik) sa aleyhinde ayaklanmak lüzum­lu mudur değil midir?

Ehli Sünnet, bu meselenin aslında ihtilafa düşmüş­tür.

Ehli Hadis'in büyük bir kısmı «îîöyle bir Devlet Rei­sinin zulmünden sadece lisaneıı şikâyet edilebilir, karşı­sında îıak söz söylenebilir, isyan etmek doğru değildir»

inancındadır. Hatta isterse haksız yere kan döksün, hal­kın hak ve hukukuna el uzatsın, isterse dinin yasak et­tiği şeyleri alenen icra etsin, onlara göre, yine de ayak­lanma caiz olmaz. [456]

Fakat Ebu Hanifcnin akidesine nazaran: «Zâlim ve fâsığın esasen imamlığı (Devlet Re­isliği) hatıldır.»

Bu sobcble kendisi aleyhine isyan etmek lüzumludur. Fakat burada isyanın muvaffak olmasını iyice hesaplamak şartı vardır. Yani zâlim ve fasık olanı bertaraf edip onun yerine salih ve âdîl bir imam getirme­nin mümkün olacağı zamanı iyice tesbit ettikten sonra, ancak, ayaklanman. Yoksa zarurî hesaplar yapılmadan ayaklanmak suretiyle bir yığın kuvveti heba etmenin mânası yoktur. Ebu Bekir Cessâs, bu hususun izahı zım­nında Hazreti imamın akidesini de beyan etmektedir:

«— Zâlimlerin ve zâlim İmamların (JUderleriıı, Halî­felerin Devlet Reislerinin) zulmüne karsı harekete geç­mek ve kendileriyle mücadele etmek hususunda Ebu Ha-nife'nin düşüncesi şöyledir: Bunun için Evzaî'nîn dediği gibi, biz Ebu Hanife'nin her sözünü: kabul ederiz ama iş kılıca gelince., (yani zalimlerin aleyhine ayaklanmak me­selesine) kabul edemeyiz.» Ebu Hanife buyurur:

«— Emr'ün bi'1-maruf ve nehyün an'i-münker, ilk­önce lisanen farzdır. Fakat kötülükler terkedilip de doğ­ru yola gelinmedikçe o zaman kdıea sarılmak icab eder ve bu hareket farz olur.» [457]

Ebu Bekir Cessas, başka bir yerde, Abdullah ibni Mübarek'e istinaden büyük İmam'ın bir beyanını nakl­eder.

Bu mesele, Abbasîlerin iktidara geldikleri devrin ba­şında ve Ebu Müslim Horasanî'nin zulüm ve haksızlıkla­rının ayyuka çıktığı zamanda vuku bulmuştur. Yukarda da biraz bahsedildiği gibi, Horasan âlimlerinden İbrahim es-Sa'iğ ismindeki zat, İmam Ebû Ilanifenin huzuruna gelip ve

«Emr'ün bi'1-marûf ve nelıy'üıı an'il-münker» hakkında sual sorar. O da cevap verir. Hazreti İmam, bu konuşmanın mevzuun:', daha sonra bizzat Abdullah ibn-i Mübarek'e -göyle anlatmıştır.

«— Aramızda şu hususta mutabakata vardık: «Emrün bil maruf ve nehyün anü münker, farzdır. O zainaıı İbrahim, bunları birer birer dialedi ve sonra elüıî kaldır­dı. Yani, ben bi'yat ederek kendisine uyayım. Böyle yap­tığını görünce gözlerim karardı.»

İbni Mübarek diyor ki, sordum:

«— Nasd ve niçin?

İmam buyurdu:

«— o beiü Allah yolunda hâk olan bir iş için davet ediyordu. Ben ise kabul etmedim. Nihayet kendisine- de-diin ki: Bir kimse tek başına, böyle bir

mesele İçin ayak­lanır ve mücadeleye atılırsa, öldürülür ve lıiclûr foide el­de etmeden yok olup gider. Fakat böyle bir zatın, sâiih insanlardan yardımcıları olursa, hareketi iyi lıazırlayubi-lirlerse, başarılı ve dinî emirlere tam nıâiıasiyle uyan bir kimseyi imanı olarak başa geçirirlerse (ki bu zat Allah'ın dini yolunda çalınmak için güvenilir bir şahsiyyet olma­lıdır) işte o zam ün isyan hususunda hiçbir mâni oyktur. Sonra İbrahim yine yanıma geldi. Bu 15 için kendisine yardım etmemi ve bu yotân harekete geçebilecek bir ada-1111 tavsiyede- bulunman? isledi. Kendisine dedim İd,— Bu, tek başına bir insanın yapacağı İşlerden de­ğildir. Peygamberler btle kendilerine melekûtî vahy gel­meyince ortaya çıkmamışlardır. Biz, gerçi bu i§m [458]

farz okluğunu söyledik amma bu diğer umumî farzlar gibi bir farz değildir. Bu öyle bir iğdir İd, insan tek basma teşeb­büs ettiği takdirde hayatiyle oynar. Hatta, korkarım ki, hazırlıksız bir.teşkilat sebebiyle Idtâle yardım etmiş ve bu bakımdan da günaha girmiş, bulunsun.

Üstelik, tek başına isyana teşebbüs edenler bertaraf edilince, bu işibaşaracak kabiliyette olanların da gözleri korkar, izzet-i nefisleri ve cesaretleri kırılır. Dâva zarar görür.» [459]

Ayaklanma Bahsinde Imam'ın Tutumu

İmanı-i A'zam'm bu husustaki düğün çelerinin mahiye­tini «nazarî şekilde» izah ettik. Fakat fiilî ayaklanma hu­susunda nasıl bir fikre sahib olduğundan bahsetmedik. Bilindiği gibi, Hazreti Imam'ın devrinde birkaç isyan ha­disesi vâki olmuştu. Acaba O, bu ayaklanmalarda nasıl hareket etmiş? isyan hareketlerine kargı tavn ne olmuş? Fiilî ayaklanma hadiselerinde tutumu nedir? [460]

Zeyd Îbnî Alî'nin İsyanı

İlk vak'a Zeyd ibnİ Ali hadisesidir.- Şiilerin Zeydiye fırkası bu hareketi kendilerine maleder. Zeyd, Hazreti Hüseyin'in torunu ve imam Muhammed Bakır'in karde­şidir. Zamanının değerli fakıhlerinden, sayılı âlimlerden, aynı zamanda fazıl, salih ve mütteki bir zattı. Bizzat Ebu Hanife onun ilm ü fazlından istifade etmiştir.

Hicretin 120. senesinde (miladi 738) Hişam ibn-i Abdül-Melik, Hâlid ibni Abdullah el-Kasrî'yi Irak vâliliğinden azlederek hakkında tahkikat açtırmıştı. Bu vesile ile bazı şahidler temin olunmuş ve bunlar vasıtasiyle de meselenin araştırılmasına başlanmıştı. . Şahidlerden biri sıfatiyle Hazreti Zeyd'i Medine'den Kûfe'ye davet edip getirmişlerdi, işte bu hadise, aradan uzun zaman geç­tikten sonra, Hazreti Ali ailesine mensub muhterem bir zatın, ilk defa Kûfe'ye gelmesi hadisesiydi. Küfe şehri o zaman Hazret-i Ali'nin (R.A.) Şiîlerinin (taraftarlarının) kalesi mahiyetinde idi.Bu sebeble Hazreti Zeyd'in şehre gelişi münasebetiy­le bir Alevî hareketi meydana çıktı ve bir yığın halk bu harekete iştirak etti. Bu şekilde, senelerden beri, Benî Umeyye'nin zulmünden bıkmış, usanmış ve canına tâk demiş bulunan Irak halkı da onlara katılarak kendilerine müzaheret gösterdiler. Böylece Zeyd'in etrafına toplan­dılar. Halk. Alevî hanedanına mensub (Hazreti Ali aile­sinden) böyle salih, âlim ve fakın bir şahsiyyetin mevcu­diyetini ve o mıntıkaya gelmesini ganimet bildi, işte bu zümre, Hazreti Zeyd'i ikna ederek Kûfe'de yüzbin kişinin kendisine yardım etmeğe hazır olduğunu, on beş bin ki­şinin de derhal biat edeceğini, hatta bunların isimlerinin muntazam bir şekilde defterlere kaydedilmiş bulunduğu­nu bildirdiler. O sırada esasen gizliden gizliye ayaklan­ma hazırlıkları başlamış bulunuyordu, isyan hazırlıkları bu defa Emevî valisinin kulağına ulaştırıldı. Böylece hic­retin 120. senesi Safer ayında (miladi 740) daha hazır­lıklar tamamlanmadan bu isyan, vaktinden evvel başladı. Fakat tam muharebenin başlayacağı sırada Kûfe'Ii şiîler Hazreti Zeyd'i bırakıp kaçtılar. Onun yanında sadece 218 kişi kaldı. Muharebede Hazret-i Zeyd'e bir ok isabet et­ti ve aldığı yaranın tesiriyle vefat eyledi. [461]

Ebû Hanife, bu ayaklanmada tam mânasiyle Zeyd'in tarafını tutuyordu. Hatta ona paraca da yardım etti. Halkın müzaheretini kazanmak için kendilerine tavsiye­lerde bulundu. [462]

İmam Ebu Hanife, Zeyd'in isyanını Hazreti Resulü Ekrem'in (S.A.V.) Bedir Gazasından ev­velki hazırlığına benzetmekteydi. Buna göre İmam şöyle düşünüyordu:

«— Bedir Gazasında Hazreti Peygamberin (S, A.V.) nasıl hak Peygamber olduğu şüphe götürmez bir bedahetle anlaşılmışsa tıpkı bunun gibi, Zeyd ibni Ali' nin hak yolunda ayaklanması da kat'iyetle doğruydu. Fakat Zeyd, bir adamını göndererek «sen do gel, bize yardım et» teklifinde bulununca Imam-i A'zam, Zeyd'in adamına şöyle dedi:

«— Halkın Zeyd ile samlım olarak çalınacağımı, ken­disini bırakıp gitmeyeceğine kafi kanaat getirirsem ve bu iste ciddi okluklarına inanırsam, elbette ki, Zeyd'i hi­maye etmek ve oua yardımcı olmak için teşebbüse geçer­dim. Hak lıııam'ı işbasına getirmek için çalışırdım. Fakat sizin yanınızda bulunan bu adamlara güvenim yoktur. Korkanın ki, bu güruh, Seyyidinâ Hazreti Ilüseyn'e yap­tıklarının aynısını Hazret-İ Zeyd'ü de reva görsünler. Fakat buna rağmen, Zeyd'e malî bakımdan her türlü yardnnı yapacağım.» [463]

Kendisinden sonra gelen âlimler İmam Ebû Hanifc'nin mezkûr ayaklanma üe ilgili fikirlerini beyan ettikten sonra, onun Kûfe'deki Ali Şiîlerinin hâl ve vaziyetlerini, haleti ruhiyelerini, tavr ü hareketlerini çok iyi bildiğini söyler­ler. İmam-i A'zam'm yukarıda naklettiğimiz, Zeyd'in adamına hitaben serdettiği fikirler, bahsi geçen âlimlerin bu kanaatlerine tamamiyle uygundur. Bu güruhun Hazreti AH (R.A.) devrinde neler yaptıkları tarihen sabit, hepsi de gözümüzün önündedir. Biraz evvel- izah - edilen isyan hadisesinde, Hazreti tbn-i Abbas'm torunu Davud ibni Ali,"

Kûfe'lilerin nasıl bir karakter taşıdıklarını, vefasız­lık ve dönekliklerini sarahaten Zeyd'e anlatmış, bu. ayak­lanmaya mâni olmak istemiş ve onu ikaz etmişti. İmâm Ebu Hanife pekâla biliyordu ki, bu hareket sadece Kûfc'-<Je vukubulacaktır. Bütün Emevî ülkelerinin hadiseden haberleri yoktu ve olmayacaktı. Başka bir memlekette böyle bir iş için teşebbüse geçilmemiş bulunduğundan herhangi bir yerden yardım geİmesi ihtimali de mevcut değildir. Esasen isyan hareketi, Kûfe'nin içinde, o da ya­rım yamalak bir şekilde, üstelik altı ay gibi kısa bir za­manda hazırlanmıştır.[464]

Bunları gözönünde bulunduran îmam Ebu Hanife. kuvveden fiile çıkacağı zaman, bu hareketin bir netice vermeyeceğini anlamıştı. Bundan başka İmam, bahsi ge­çen devirde henüz o kadar büyük nüfuz sahibi değildi. Henüz herkese sözünü dinletebilecek bir duruma gelme­mişti. Ayaklanmaya

iştirak etmiş olsaydı bile bu hareket ancak münferid bir vak'a olarak kalır, neticeye tesir et­mezdi. İşte İmam böyle düşünüyordu.

Hicretin 120. senesinde Irak*taki Ehlür-re'y mekte­binin başında meşhur Hammâd vardı. O devirde, Ebû Ha­nife, sadece bu mektebin talebesi olmaktan başka bir hü­viyet taşımıyordu. Zeyd'in ayaklanması sırasında, Ebu Hanife'nin mezkûr mektebin üstad'ı olmasından bu yana ancak birkaç ay geçmişti. En fazla birbuçuk sene... Daha

o devirde İmam-i A'z^m, (Şarkın Fakıhı) unvanına hib de değildi. Bu sebeble halka söz geçirebileceği güp-heliydi. [465]

Nefs-I Zekiyye'nin Ayaklanma Hadisesi

İkinci ayaklanma hareketi Muhammed ibn-i Abdul­lah (Muhammed Nefs-i Zekiyye) ve kardeşi İbrahim ibn-i Abdullah'ın isyanıdır. Bu iki zat Hazreü Hasan'ın evlâ­dı idiler. Bahis mevzuu hadise hicretin 145. (Milâdî 762-763) senesinde vuku buldu. Bu devirde İmam Ebu Hani-fe'nin, nüfuz ve kudreti kemâlini bulmuştu.

İki kardeşin ayaklanma hareketi Benî Ümeyye za­manından itibaren gizliden gizliye başlamış bulunuyor ve hazırlıklar ötedenberi devam ediyordu.

Hattâ bir ara, bizzat Mansûr, Emevî hükümeti aleyhine harekete geç­mek istediği zaman Nefs-i Zekiyye'ye bi'at bile etmiş­ti. [466]

Abbasî saltanatı kurulduktan sonra da, Nefs-i Zekiyye taraftarları bu işten vazgeçmediler. El altından teşebbüslerine devam ediyorlardı. Gizlice kendilerine ta­raftar topluyor, Horasan, El-Cezire, Rey, Taberistan, Ye­men ve Şimalî Afrika'ya propagandacılar (dâî) göndere­rek fikirlerini yayıyorlardı. Nefs-i Zekiyye, karargâhını Hicaz'da kurmuştu. Kardeşi İbrahim ise Irak'ta, Basra'­yı merkea ittihaz etmişti. İbn-i Kesirdin dediğine göre, Kûfe'de yüz binden fazla, kılıç tutan el, kendisini lümaye etmeye hazırdı. [467]

Halife Mansur, Ncfs-i Zckiyye1-nin faaliyetini daha Önce biliyordu. Nefs-i Zekiyye V2 adamlarından korkuyordu. Zira onların davet ve hare­ketleri Abbasî'lerinkiyle birlikte, bagbaşa yürüyordu. Bu davetin neticesinde Abbnsî devleti kurulmuştu. Fakat diğer tarafın hareket ve teşkilâtı küçümsenecek kadar az değildi. Bu aebeble Abbasîler, saltanatlarını tesis et­tirdikten sonra Nefs-i Zekiyye tarafından yürütülen ha­reketi boğmağa ve yoketmeğe çalıştılar. Yavaş yavaş zor kullanmağa vo ağırlıklarını hissettirmeğe başladı­lar.

Hicretin 145. senesinde Muhammed Nefs-i Zekiyye, Medine'de bilfiil ayaklandı. Bu hareket Mansur'u büyük bir telaşa düşürdü. Zira o sırada Bağdad'ı inşa ettiriyor ve orada bulunuyordu. Şehri bırakarak derhal Kûfe'yo geldi. Pek âlâ biliyordu ki, Nefs-i Zekiyye'nin harekHi muvaffak olursa, kendi saltanatının sonu demekti. Man­sur bu işe çok sinirlenmişti, hazan şöyle söylüyordu:

«— Allah'a yemin ederim ki, ne yapacağımı tam ma-nasiylo şaşırdım.» Zira şehirlerin arka arkaya düştüğü haberleri geliyordu. Ezcümle; Basra, Fars, Ehvâz, Vâsıt ve Medayin, yer yer ve birbiri arkasından işgal edilmişti. isyanın memleketin her cihetine yayılmış olması ihti­malinden korkuluyordu. İki ay müddetle Mansur, bir ke­re giydiği elbiseyi bir daha çıkaramadı, yatağa ya­tamadı. Gecenin ilerlemiş saatlerine kadar şurada bura­da dolaşıyor veya seccadesinin üstünde vakit geçiriyor­du. [468]

Üstelik Kûfe'den kaçmak için de gerekli hazırlıkları ikmâl etmişti. Kaçarken bineceği hızlı atlar eğerli bekliyorlardı. Bilhassa gerekli şekilde karşılanamadığı ve önüne geçilemediği takdirde bu hareketin az zaman­da Abbasî saltanatının sonu olacağını hesaplıyordu. [469]

Bu ayaklanma'hareketine .karşı îmanı Ebu Hanife'-nin tutumu evvelkine nazaran tamamen başkaydı. Yuka­rıda anlattığımız gibi, Mansur Kûfc'de bulunduğu zaman boyunca, şehirde sokağa çıkma yasağı konmuş ve örfî İdare ilân edilmişti. îmam-i A'zam o zaman, şevk ü zevk­le bu hareketi destekliyor ve taraftarlık ediyordu. Niha­yet" iş Öyle bir raddeye geldi ki, imam'ın talebeleri tehli­keye maruz kaldı, hepsinin birden yakalanıp götürülme­leri ihtimali belirdi. Zira onları, İbrahim'e yardım husu­sunda halkı tahrik ve kendisine biat edilmesi için tavsiye­lerde bulunmakla itham ediyorlardı. [470]

Hattâ İmam'ın talebelerinin «ibrahim ile birlikte ayaklanmaya iştirak edenler için 50 veya 70 nafile hacc sevabı vardır» dedik­leri rivayet edilmekteydi. [471]

Daha da ileri gidiliyor, talebelerin Ebu Ishak el-Fezâri'ye «— İbrahim'e yardım etmekte olan kardeşinin bu hareketine mukabil elde et­tiği sevab, senin kâfirlerle girilmiş bulunduğun cihad-dan daha efdaldir.» dedikleri söyleniyordu. [472]

İmam'ın bu sözleri ve talebelerine bu yolda Öğüt vermesi gibi ha­berler herbiri o devrin göhretli fakih ve âlimlerinden olan Ebu Bekr el-Cess.'..?, El-Muvaffak, el-Mekkî ve İbn-i Bezzaz el-Kerderî — Fatavî'yi Be&zaziye sahibi — nin eserlerinde kayıtlı bulunmaktadır. Bu gibi sözlerden,îmam-i A'zam'a göre, müslüman camiasının iç nizamını bozulup harap olmaktan kurtarmanın,, dışârdaki kâfirler­le muharebe etmekten daha mukaddem ve daha evlâ ol­duğunu anlamak mümkündür. Şöyle*bir gaye için çalışa­nın elde edeceği sevap, cihad mükâfatından daha faala-dır.

Bu hengâmede, Hazreti İmam'ın en büyük ve en ehemmiyetli, aynı zamanda da en tehlikeli hizmeti, Man-, sur'un çok itimad ettiği, en fazla güvendiği ve ordusunun .bas. kumandanı olan Hasan ibn-i Kahtuba'yi Muhammed Nefsi Zekiyye ve kardeş.! ibrahim'in aleyhine muharebe etmekten meneylemeaidir. Bu kumandanın babası Kah-tuba, o adamdı ki, Ebü Müslim'in siyaset ve tedbiri onun kılıcı ile birleşerek Abbasî devletinin, temellerini hazırla--mıgtı. Kahtuba vefat ettikten. sonra oğlu1 Hasan, bubaa'ı-nm yerine, bu makama getirildi ve kendisine baskuman^, danlık rütbesi verildi. Mansur, kumandanlar ' arasından en fazla ona itimad etmekteydi. Fakat Hasan, Kûfe'ye geldikten sonra, İmam Ebü Hanife'nih müridi olmuştu. İradesinde de samimî ve sadıktı. Hattâ bir gün îmam'a söyle dedi: . .

«— Ben bugüne değin şu kadar günah işledim. (Ya­ni Mansur'a hizmet etmekle ve kendi elimle onun zulüm ve haksızlıklarına alet olmakla). Sen bunları biliyorsun. Şimdi söyle bana, ne yapayım k» bunlardan kurtulayım ve affedileyim.»

İmam buyurdu:

«— İşlediğin şu kadar günahtan hakikaten nadim -olduğunu Hak teala bilirse, bunları yaptığın İçin şimdi

hakikaten pişmanlık duyuyorsan ve bir daha böyle fiilIeri işlememeğe ve Herde herhangi bir müslünıantn kanı­na girmemeğe azmetmiş bulunuyorsan ve hattâ^ana bir insanı haksız olarak Öldürmeği emrettikleri zaman,* bnu katletmektense kendi ölümüne razıysan ve geçmişte yap­tıklarım bir daha yapmamaya ve bunları tekrarlamama­ya Allah ile kendi aranda ahdediyorsan, o takdirde tövbe etmen yeter.»

Hasan, îmam'ın bu sözlerini dinledikten sonra huzu­runda tövbe etti ve bir daha, böyle hareketlerde bulun­mayacağına ahdetti. Aradan zaman geçti, Nefs-i Zekiyye ve İbrahim'in ayaklanma hadisesi vuku buldu, Mansur bu zevatı yatıştırmağa Hasan'ı memur etti. Hasan, Îmam-İ A'zam'ın huzuruna gelerek meseleyi arzetti. İmam buyurdu:

«— tşte şimdi tövbende samimi olu» olmadığının im­tihan zamanı gelmiş bulunmaktadır. Ahdettiğin şeyin üzerinde sabit isen tövben de yerinde duruyor demektir. Yoksa daha önce yaptıklarında, —ki "Allah bunları si­lip ortadan kaldırmıştır— yeniden meydana çıkar, son­ra sen ne yaparsan onun da cezasını bulursun.»

Hasan bu sefer yeniden tövbesini Imam'ın huzurun­da tekrarladı. Ve İmam'a:

«— Beni öldürseler ,de muharebeye iştirak etmeye­ceğim.» dedi.

1 Nitekim daha sonra Maıısur'un yanma geldi ve ale­nen muharebeye gidemiyeceğini beyan etti ve;

«— Ey Emirülnıüminin! Bu hususta henî mazur gö­rün ve muharebeye göndermeyin. Bugüne kadar size ita­atsizlik etmedim ve emirlerinizi harfiyyen yerme getir­dim, şu kadar hizmette bulundum. Eğer bu yaptıkların?

İÇ»1 ibadet sayilıyorsa bana kâfidir, eğer bunlar yetse, o takdirde bundan böyle artık daha fazla gü­nah işlemek istemiyorum.» dedi.

Mansur bu sözlere çok kızdı ve derhal Hasan'ın ya­kalanıp hapsedilmesini emretti. Bu arada Hasan'ın kar­deşi Kamid meydana çıkarak şöyle dedi:

«— Hasan, sene başındanberi tuhaf tuhaf hareket­ler yapmaktadır. Anlaşılan kafasından zorn vardır ve belki de beyin rahatsızlığına uğramıştır. Siz onu bırakı­nız, bu vazifeyi ben göreceğim.»

Bilahare Mansur güvendiği ve itimad ettiği adamları­nı toplayarak kendilerine sordu:

«— Hasan son zamanlarda daha çok hangi fakîhin yanına gidip gelmektedir?»

«— Ebu Hanifc'nin yanına gidip geliyordu.» dedi­ler. [473]

Bu tarzı hareket Imam'ın nazariyesini tamamiyle ortaya koyuyor. Zira O, hazırlıklar tamam olmadıkça zalim ve haksız hükümete karşı ayaklanmayı doğru bul­mamaktadır. Fakat bütün tedbirler alındıktan sonra, bu iş, İmam'a göre, sadece caiz değil aynı zamanda vacibdir de.. İmam Mâlik'in bu husustaki nazariyesi de Ebu Hani-fe'nmkinden ayrı değildir. Nitekim, Nefs-i Zckiyye'nin ayaklanması hadisesinde kendisine sordular:

«— Şimdi no yapacağız? Boynumuzda Mfansur'un biyat hakkı vardır. Bu durumda nasıl olur da halifelik iddiasında bulunan başka bir şahsa biyatta bulunabili­riz?»

imam Mâlik göyle fetva verdi:

«— Abbasîlerinki zorla alınmış biyatör. Bu şekilde­ki biyat, yemin, talâk veya bunun gibi, istenmeden yapı­lan ve zor kullanarak elde edilen işlerin hepsi bâtıl­dır.» [474]

İmam'ın bu fetvası karşısında bir çok kimse, kala­balık zümreler, hep Nefs-i Zekiyye'ye iltihak ettiler. [475]

Buna mukabil, Medine'deki Abbasî valisi, Iirfam Mâliki yakalattı, ellerini omuzlarının üstünden boynuna asarak bağlattı ve kendisini kamçılattı. [476]

İmam Ebü Hanife Bu Nazariyede Münferid Değildir

Ayaklanma meselesi ile ilgili nazariyede İmam Ebu Hanife'nin Ehl-i Sünnet âlimleri arasında tek bağına Çal­dığını düşünmek doğru değildir.

Hakikat şudur ki, hicrelin birinci asrında, ileri gelen ehl-i din arasında yaygın bulunan nazariye Hazreti İmam'ın nazariyeleriydi. O, bu nazariyeyi hem sözleri hem de fiil ve hareketleriyle bir­likte belirtmiştir.

Birinci Halife Hazreti Ebu Bekir (R.A.), halifelik biyatından sonra verdiği ilk hutbede §Öyle buyurmuştu:

«— Ben, Allah'a ve O'nun Resulüne itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat edeceksiniz. iüğer Allah'a ve Kesulüne itaatsizlik yoluna saparsam, o takdirde, bana. itaat etmek mükellefiyeti üzerinizden kalkmış olur.» [477]

Hazreti Ömer (R.A.) de şöyle buyurmuştu:

«— Bir insan, inlisi umanların müşaveresi olmaksızın bîr kimseye biyat ederse, hakikatte bu bîyat meşru sa­yılmaz. O kendi kendisini aldatmıştır.

Hem biyat eden, hem de kendisine biyat edilen ölümünü hazırlamıştır.»[478]

Yezid'in kurmuş, olduğu saltanat idaresine kargı Hazreti Hüseyin (R.A.) ayaklandığı zaman, sahabilerin çoğu (R.A.) hayattaydı. Fukaha ve Tâbiî'nin de hemen hepsi yaşıyordu. Fakat tarihî kaynakları bu kadar dikkatle tetkik etmemize ve araştırmamıza rağmen, gerek bu sahabilerin ve gerekse fukahadan hiçbirinin «Hazreti Hüseyin'in bu ayaklanması ve Yezid'e karşı direnmesi haramdı» şeklinde herhangi bir söze rastlamamaktayız. Bu zevat-i muhteremin hepsi de, Hazreti Hüseyin'in ha­reketlerini övmekte ve tasvib etmektedirler. Hattâ O, bu faaliyetinden dolayı. üstelik de medhedilmektedir. Hattâ hattâ bu zevat, o zamanki Irak halkının güvenilir kimse­ler olmadığını da beyan etmekte, üstelik Hazreti Hüseyin tarafından idare edilen mezkûr ayaklanma hareketinin ademi muvaffakiyetine ve tehlikeye maruz kalmasına Irak halkının güvenilmezliğinin sebeb olduğunu söylemek­tedirler. Başka bir tabirle fikir, rey ve düşünce itibariyle bu muhterem zevatın hepsi de İmam-i A'zam'Ia mutabık bulunuyorlar.

Çünkü O:

«— Fasık hükümete karşı hazırlıklı, plânlı ve zama­nı iyi seçilmiş isyan teşebbüsü gayri mes.ru değildir. Fa­kat böyle bir hareketin falso vermeden

«— Fasık hükümete karşı hazırlıklı, plânlı ve zama­nı iyi seçilmiş isyan teşebbüsü gayri mes.ru değildir. Fa­kat böyle bir hareketin falso vermeden