• Sonuç bulunamadı

Yoksullukla İlgili Sosyal Psikolojik ve Psikolojik Yaklaşımlar

Yoksulluk günümüz dünyasında genel bir sorun olarak görülmekte ve tüm dünya ülkeleri tarafından üzerinde önemle durulmaktadır. Pek çok farklı bilim dalı da yoksulluk üzerine çeşitli araştırmalar yapmaktadır ve yoksulluk tüm bilim dallarınca sosyal bir olgu olarak kabul edilmektedir. Her sosyal olgu gibi yoksulluğun da insan psikolojisiyle olan bağı inkâr edilemez. Yoksul sayılan bireylerin, yoksulluğun bağlantılı olduğu tüm boyutlar karşısında yaşadığı ağır duygusal çöküntü meselenin psikolojik açıdan da tanımlanmasını ve araştırılmasını bir gereklilik haline getirmiştir. Bireyi çoğunlukla sosyal, ekonomik ve kültürel boyutların dışında değerlendirdiği için eleştirilen psikoloji bilimi de son yıllarda yoksulluk üzerine çeşitli çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar yoksulluğun yalnızca sosyal, siyasal ya da ekonomik bağlamda, dar bir çerçevede açıklanmaya çalışılmasına karşı çıkarak yoksulluğun çok boyutluluğunu vurgular.

Daha çok duygusal, bilişsel ve davranışsal birey düzeyi değişkenler yoluyla ilgili sosyal, kültürel ve ekonomik boyutlarda, yoksulluğun bireyin üzerindeki etkilerini sistematik ve dinamik şekilde incelemeyi amaç edinen psikoloji, bu sayede hem yoksulluğun birey üzerindeki etkilerini bilimsel biçimde ortaya koymakta hem de bu etkileri azaltmak adına sosyal politikalar ve programlar geliştirilmesine katkı sağlamaktadır (Çukur, 2008: 97).

Birçoğu Batı ülkelerinde yürütülen psikoloji çalışmalarında genellikle nispi(göreli) yoksulluk yaklaşımı tercih edilir. Bu çalışmalar üç ayrı grupta inceleyebiliriz: niceliksel, niteliksel ve program değerlendirme çalışmaları. Niceliksel çalışmalarda bireylerin ya da hanenin geliri par birimi olarak hesaplanır ve yoksulluk sınırına göre bulunduğu konum bireyi ya da haneyi yoksul olarak tanımlamayı gerektirir. Niteliksel çalışmalarda, bireyin ya da hanenin gelir düzeyine değil, sosyal hayatı ve yaşam tarzı ele alınarak değerlendirme yapılır. Yaşanılan muhit, yardım alma durumu, sosyal haklardan yararlanabilme, vb. değişkenler

kişilerin yoksul olarak tanımlanma durumlarını etkilemektedir. Üçüncü grup çalışmalar ise; yoksul ya da dezavantajlı sayılabilecek gruplara yönelik geliştirilen uygulama ya da sosyal politikalar çerçevesinde yürütülen program değerlendirme çalışmalarıdır. Bu programlar genelde yoksul aile ve çocuklar için geliştirilen çalışmalardan oluşmaktadır. Daha önceleri bu çalışmalarda daha çok hane halkı ya da bireylerin geliri temel alınarak ölçümler yapılmaktaydı. Bu çalışmaları “objektif yoksulluk” baz alınarak oluşturulmuş çalışmalar olarak değerlendirebiliriz. Ancak son yıllarda “öznel yoksulluk” yaklaşımının da bir alternatif olarak görüldüğü çalışmalar yapılmaktadır. Bu sayede söz konusu öznel yoksulluk çalışmaları, hane halkı veya bireyin psikolojik açıdan ihtiyaç olarak gördükleri karşısında yeterli kaynağın olmaması durumunda yaşayacağı stres, öfke ve baskı halini bilimsel açıdan değerlendirebilmektedir. Barrera, Caples ve Tein’e göre bu çalışmalar için geliştirilen ölçekler farklı oranlarda duygusal, davranışsal ama en çok bilişsel boyutları yansıtmaktadır. Zira bilişsel boyut daha çok ihtiyaçların karşılanma oranının aile üzerinde bıraktığı algı ve değerlendirmeleri kapsamaktadır. Davranışsal boyut belli tasarruf önlemleri almak gibi kaynağın yetersizliği karşısında geliştirilen baş etme stratejilerini, duygusal boyut ise bu olumsuzluklar karşısında bireyin iç dünyasında yaşadığı çaresizlik, umutsuzluk ve yılgınlık benzeri duyguları kapsamaktadır (Barrera ve Diğerlerinden akt. Çukur, 2008: 104).

Yoksulluğun sosyal bir olgu oluşu, onu sosyal psikolojinin de ilgilendiği bir alan haline getirmektedir. Her ne kadar bu alanda yapılan yoksulluk çalışmalarının sayısı sınırlı olsa da sosyal psikolojinin yoksulluk üzerine yaptığı çalışmalar yoksulluğun psikolojik yönlerinin daha açık şekilde anlaşılmasını sağlamaktadır.

Sosyal psikoloji alanında yapılan yoksulluk çalışmalarının hemen hepsine hâkim olan paradigma “yükleme kuramı”dır. Amerika’da yoksulluğun nedenlerini araştırmayı hedefleyen Feagin’in çalışması, bu kuramsal çerçevece yapılan ilk çalışmadır. Çalışmanın neticesinde katılımcıların tepkileri bireyselci, kaderci ve yapısalcı şeklinde üç gruba ayrılmıştır. Bireyselci görüş yoksulluğun sorumluluğunu yoksulların kendisine yüklemektedir. Yoksulluk bireyin kendi yetersizlikleri ya da beceri eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Kaderci olanlar yoksulluğun nedenini kadere, şanssızlığa bağlayanlardır. Yapısalcılar ise yoksulların ne kadersiz ne de

yetersiz olduğunu düşünür. Onlara göre yoksulluğun tek nedeni sistem ya da adaletsiz toplum yapısıdır (Gürel Kayaoğlu, 2003:223).

Sosyal psikolojide yürütülen yoksulluk çalışmalarında adalet kavramına yapılan vurgunun azlığı dikkat çekmektedir. Bu alanda yapılan yoksulluk çalışmaları arasında adalete yapılan tek atıf Lerner’ın “adil dünya inancı”dır. Lerner’a göre ‘insanların daha az ödül ya da daha fazla ödüle sahip olması, hangisine layık olduğu, hangisi düzeyinde değerli olduğuyla ilgilidir’ şeklinde bir inanç insanlar arasında bilinç dışı şekilde genel kabul görmektedir. Kişiler yoksul durumdaysalar bu onların daha iyini hak etmeyecek kadar kötü ya da değersiz olmalarından kaynaklanmaktadır. Söz konusu düşünce daha üst tabakalarda yaşayanların vicdani rahatlamalarını sağlamakla kalmayıp toplumsal eşitsizliğin çelişkili adaletsizliğinin verdiği rahatsızlığı her iki taraf açısından da teskin edici şekilde dindirmektedir. Ancak bu yaklaşımın da kendi içinde yeni sorular barındırdığı açıktır. “İnsanlar neden ve nasıl ‘bu dünyada herkes hak ettiğini bulur’ fikrini benimsemiştir?” sorusu henüz cevap bulabilmiş değildir. Lerner’ın yaklaşımı toplumsal güç ilişkilerinin etkisini fazla gör ardı etmekle yoksulluğun politik doğasını tüm boyutlarıyla açıklayabilmekten uzak kalmıştır (Lerner’dan akt. Gürel Kayaoğlu, 2003: 224-225).

İKİNCİ BÖLÜM

ARAŞTIRMA DESENİ: AİLE YOKSULLUĞUNUN ÇOCUĞA YANSIMALARI

Benzer Belgeler