• Sonuç bulunamadı

Yoksul Sanat (Arte Povera)

4.2. Modern Sanatta Eklektizm

5.2.7. Yoksul Sanat (Arte Povera)

Altmışların ikinci yarısında özellikle İtalya’da ortaya çıkan bir kavramsal sanat grubu olan Arte Povera (Yoksul Sanat), gelip geçici olan şeyleri, atıkları ve doğal malzemeleri kullanıyordu sanatında. Arte Povera sanatçısı tıpkı bir paçavracı ya da flâneur (dilenci) gibi kent çöplüklerinden işine yarayacağını düşündüğü şeyleri

biriktirip başka bir bağlamda kullanıyordu. “Sanatsal olmaktan ya da sanatsal birer

yüzey olmaktan uzak nesneler ya da farklı doğalara sahip şeyler, yeni sanat kapsamında uyumlu bir ilişki kurabilmektedir” diye yazıyor Arte Povera sanatçısı

Mario Merz (Aktaran: Öğdül, 2009: 1).

İtalya'da 1960'ların sonlarına sanatçılar yalnızca resmi, endüstri ve kültür kurumlarına karşı çıkmakla kalmayıp, sanatın bireysel bir ifade olarak varolmasının etik bir nedeni olup olmadığını da soruşturmaya başlamıştır. Yoksul Sanat bir akım olarak ilk kez 1967'de Giovanni Anselmo, Alighiero Boetti, Jannis Kounellis, Michalengelo Pistoletto (Resim 143-144-145), Mario Merz (Resim 146-147), Emilio Prini ve Gilberto Zoria'nın Cenova'da katıldığı bir sergide ortaya çıktı (Atakan, 1998: 38).

Resim-143: Michelangelo Pistoletto, Paçavralar Venüs’ü, Mermer Heykel ve Tekstil Artıkları, Tate Gallery, Londra, 1967-1974. (“Sanal”, 2011)

Resim-144: Michelangelo Pistoletto, Kırık Ayna, İki Parça kırık ayna, 163x135x8cm ve 60x60cm, Guggenheim Museum, New York, 1978. (“Sanal”, 2011)

Resim-145: Michelangelo Pistoletto, Etrüsklü, 304.8x213.4x119.4cm, Bronz Heykel, Ayna, Modern Art Museum of Fort Worth, 1976. (“Sanal”, 2011)

Resim-146: Mario Merz, Igloo (Kaddafi’nin Çadırı), Demir Tüpler, Jüt Kumaş Üzerine Akrilik, Castello di Rivoli Museum of Comtemporary Art, 1987. (“Sanal”, 2011)

Resim-147: Mario Merz, Zamanı Gölgeleyen Mimari, Castello Rivoli Museum of Comtemporary Art, 1981. (“Sanal”, 2011)

Yunan sanatçı Jannis Kounellis (Resim 148-149), birey ile doğa arasındaki ilişkiyi irdeleyerek, sanat deneyimini daha gerçek kılmıştır. Sanatçının belki de gerçekleştirdiği en devrimci eylemi, 1969'da Roma'da Attiko Galerisi'nde eşit aralıklarla yan yana yerleştirmesidir. Kounellis bu çalışmasıyla bir sanat yapıtının doğadaki herhangi bir nesneden farklı olmadığını göstermiş, ayrıca insan yapımı yapay sanat dünyası ile doğanın organik dünyası arasındaki karşıtlığı vurgulamıştır. Sanatçı, kültür ve organik dünya arasındaki uçurum üzerine bir köprü oluşturabilmek için, çalışmalarına ceza ve arınma ile ilişkilendirilen ateş gibi günlük yaşamın sıradan malzemelerini katmıştır. Kounellis 1967'de gerçekleştirdiği Pamuk

Heykel'de, kültürün hapsettiği doğayı, karanlık dayanıklı ve sert çelik levhaların içine

hapsettiği yumuşak ve yok olabilen beyaz pamukla simgelemiştir (Atakan, 1998: 39- 40).

Resim-148: Yannis Kounellis, Senza Titolo (İsimsiz), Metal Yatak Çerçevesi, Yün, Castello di Rivoli Museum of Contemporary Art Rivoli, 1969. (“Sanal”, 2011)

Resim-149: Yannis Kounellis, Sekiz Yunanlı, Yerleştirme, Çağdaş Sanat Enstitüsü, Londra, Kasım 1975. (“Sanal”, 2011)

VI. BÖLÜM: BULGULAR VE YORUM 6. POSTMODERN SANATTA EKLEKTİZM 6.1. Postmodernizm

Jean François Lyotard The Post-modern Condition adlı kitabında (post- moderni) şöyle tanımlıyor: “Eklektizm çağdaş genel kültürün sıfır noktasıdır: reggae

dinlenir, western seyredilir, öğlen yemeği Mc Donald's da akşam yemeği ise mahalli lokantada yenilir. Tokyo'da Paris parfümü sürülür, Hong Kong'da "retro" giysiler giyilir; TV oyunları için de bilgi gerekir” (Aktaran: İskender, 1992: 22).

Postmodernist anlayışı belirleyen çeşitlilik, çoğulculuk; eklektizm gibi, bulunan düşünürlerin ilgi alanlarının da hayli geniş boyutlu bir çeşitlilik içermesi sıradan bir rastlantı değildir. Dahası bütün bu adlar, bazı düşüncelerinde ortak sonuçlara ulaşmakla birlikte, genelde vardıkları farklı düşüncelerle de birbirini tamamlıyorlar. Böylece denilebilir ki, Post-modernist eklektizmin birbirini tamamlayan her farklı yapı taşı, bu adamların birinin ya da bir diğerinin düşüncelerinden kaynaklanmaktadır (İskender, 1992: 22).

Postmodern sözcüğü, 1960'lı yıllarda, öncelikle sanatta ve mimaride yeni eğilimleri ifade edecek biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönemde birçok kültür ya da toplum kuramcısı, postmodern terimini kültür ve sanat alanında radikal bir kopuşu anlatan bir içerikle kullanmaya başlamışlardır. Örneğin Susan Sontag, postmodern kavramını kültür ve sanat alanlarında yeni bir duyarlılığı anlatmak için kullanmıştır. Bu yeni duyarlılık, sanatta anlam, düzen ve içerik olarak rasyonelliğin ya da rasyonellik gereksinmesinin kesin olarak yadsınmaktadır. Bilindiği gibi 1960'lı yıllar film kültürünün, rock konserlerinin, hipiliğin, ışıklı multi-medya gösterilerinin ön plana çıktığı dönemdir. Bu çerçevede, sanatın birçok dalında popüler kültür ve

kitsch (ucuz taklit) estetik ölçüleri içine alınmakta ve kitle iletişim süreci ile kitle

kültürünün parçası haline gelmektedir. Kısaca altını çizmek gerekirse, Sontag'ın sanatsal duyarlılık çözümlemesinin modernizme oranla çok daha çoğulcu, kitlesel çok daha az ahlaksal ve ciddi olduğunu söylenebilmektedir (Şaylan, 1999: 37).

Diğer bir estetik kuramcısı ve sanat eleştirmeni Leslie Fiedler de sanat alanında "protestanizm", "Victorianizm" (estetiğin ahlaksal çerçevesi anlamında), rasyonalizm

ve hümanizm gibi geleneksel değerlerin anlamlarını yitirdiklerini ileri sürerek yeni ve özgün bir post-kültürün ortaya çıktığından söz etmektedir. Fiedler'e göre modernizme özgü avant-garde sanat ve modern roman bitmiştir ve tekrar gelmeyeceklerdir. Bu, sanatçı okuyucu ya da izleyici ve eleştirmen arasında boşluğun ortadan kalktığı yeni bir durumdur ve söz konusu durum, postmodern terimi ile tanımlanmaktadır. Görüldüğü gibi estetik alanına popülizmin egemen olmasıdır (Şaylan, 1999: 37-38).

…Jemeson, toplumsal gelişme süreci yeni bir aşamaya girdiğini düşünmektedir ve buna yol açan değişken kapitalizmin gelişme süreci olmuştur. Ona göre, postmodernizm gelişmiş kapitalizmin kültürel mantığı olarak tanımlanmaktadır. Yani kapitalizmin gelişme süreci içinde ortaya çıkan bir sosyo-ekonomik aşama söz konusudur ve postmodern bu aşamanın baskın kültürün tanımlayan bir kavram olarak kullanılmaktadır. Buna göre, postmodernizmin kavranması ve açıklanması Marksist paradigma içinde olacaktır. Jameson, postmodern kavramını Marksist paradigma içinde değerlendirirken Baudrillard, Lyotard, Delueze gibi Fransız postmodernleri, kapitalizm ile hiçbir bağlantısı olmayan yaklaşımları formüle etmişlerdir. Daha sonra önemli yaklaşım, ya da yorum farklılıkları olduğu söylenebilmektedir (Aktaran: Şaylan, 1999: 29).

Birçok çağdaş düşünürün postmodernizmi birbirinden farklı bir biçimde tanımlayıp, yorumladıkları söylenebilmektedir. Bir kısım düşünür, postmodernizmi

"kritik bütünlük göstermeyen düşünce dışı bir süreç" olarak nitelerken bir kısım

düşünür "hiper-entellektüelizm" ya da doğrudan "anti-entellektüelizm" olarak tanımlamaktadır. Gerçekten de 15-20 yıl içinde bu konuda kitaplar yazılmakta, toplantılar düzenlenmekte, bildiriler kaleme alınmaktadır. Ama yine de herkesin üzerinde anlaştığı, kesin ve bütünleşmiş bir postmodernizm tanımı ortada gözükmemektedir (Şaylan, 1999: 20-21).

Postmodernizm, ne herhangi bir kuram ne de bir ilkeler bütünü değildir. Postmodernizme özgü bir metodolojik tanımı ya da alanı ile ilgili herhangi bir çerçeve çizmek kesinlikle olanaksız mıdır? Postmodern çözümleme ya da yaklaşımlar için en azından ortak bir noktadan söz edilebilmektedir. Postmodernizm, genel olarak modernizmin temel kavramlarından bir olan rasyonalliğin ve bilimsel

temsil felsefesinin (epistemolojinin) yadsınması olarak düşünülebilmektedir. Bir başka değişle postmodernizm, olumsuzlukla tanımlanabilmektedir. Bununla beraber, bu ortak çizginin dışında postmodern söylemin farkı, hatta karşıt çözümlemeler içerdiği açıktır. Örneğin, bazı düşünürler postmodern kavramını bir özgürleşme süreci, yeni toplumsal oluşumlar, yeni tür siyasi kimlikler yaklaşımı ile özdeş bir çerçevede yorumlanmaktadır. Bunun tam tersi, umutsuzluğu ve toplumsal çaresizliği yansıtan bir yorumlama yaklaşımı olarak da kullanılabilmektedir. Bu çerçeve içinde, postmodernizmi bir kuram ya da kuramlar bütünü olarak tanımlamak olanaksızdır. Postmodernizmi, içinde yarışan, farklı eğilim ve yaklaşımların yer aldığı, sınırları belli olmayan bir alan olarak düşünmek gerekmektedir. Bur karmaşa ve belirsizlik, postmodern söylemin etkinliğini ve popülaritesini artırmaktadır (Şaylan, 1999: 21).

Aslında ortaya çıkan yaklaşım ve tartışmalara bakıldığında bütünleşmiş bir postmodern kuramdan hatta belli bir tutumdan söz etmenin mümkün olmadığı görülmektedir. Postmodernizmin, son 20 yıl içinde ortaya çıkan kapsamlı söylem alanıdır ve bu alan içinde birbirinden farklı hatta karşıt görüş ve yaklaşımlardan söz edile bilmektedir. En genel anlamda postmodern söylemin temel özelliklerinden biri yeni bir dönemi ifade etmiş olmasıdır. Bu, modernite olarak tanımlanan dönemin sona erdiği ve onu izleyen yeni bir dönemin ortaya çıktığı anlamını taşımaktadır. Bilindiği gibi modernite Max Weber tarafından formüle edilen ve tarihsel dönemi ifade eden bir kavramdır. Weberci anlamda modernite, feodaliteyi ya da ortaya çağları izleyen aklın öncelik aldığı tarihsel dönemi ifade etmektedir. Bu anlamda Aydınlanma çağı ve onun özellikleri ile ilerici tarih anlayışı modernite çağının kavramsal öncülleridir. Tarih ilerici özelliği öncülü, insanoğlunun aklını ve bilimi kullanarak giderek evrene egemen olacağı, önce doğanın kör güçlerini denetimine alacağı sonra evrenin bir parçası olan toplumu da akla uygun (rasyonel) olarak düzenleyeceğini öngörmektedir (Şaylan, 1999: 21-22).

Benzer Belgeler