• Sonuç bulunamadı

I. YAŞLILIK

Yaşlı kişiler kimlerdir? Gelişmiş ülkelerde genellikle 65 yaş ileri yetişkinliğin başlama yaşı olarak kabul edilir. Ancak orta yıllar ile ileri yıllar arasında sınır olarak bu yaşın seçilmesinde bir kesinlik yoktur. Yaşlılığın 65 yaş ve sonrasıyla tanımlanması Bismarck'tan kaynaklanmış ve diğer ülkelerde de kullanılagelmiştir. Bu tanımlamada, bireyin işten emekliye ayrılması ve bazı toplumsal ve sağlıksal hizmetlerden yararlanmaya başlaması temel alınmaktadır. Bununla birlikte, 65 yaş bireyin diğer işlevlerini belirlemede yeterli değildir. Sözgelimi, bir bireyin 65 yaşında olduğunu söylemek, onun genel sağlığı, fiziksel ya da psikolojik dayanıklılığı, zihinsel yetenekleri, yaratıcılığı konusunda bize hiçbir bilgi vermez. Gerçekte yaşlı kişiler biyolojik ve dav­

ranışsal işlevler bakımından gençlerden ve orta yaşlı yetişkinlerden daha fazla değişiklik gösterir. Örneğin, 35 yaşındaki birinin neler yapabileceği konusunda oldukça doğru kestirimlerde bulunabiliriz, oysa 65 yaşındaki biri için kes- tirimlerimizin doğruluğu önemli ölçüde azalacaktır.

Günümüzde yetişkinliğin diğer dönemlerinde olduğu gibi yaşlılık dönemine de ilgi

26

gittikçe artmaktadır. Geron- toloji yaşlılığın bütün yönlerini inceleyen bilim dalıdır;

1960'lara kadar akademik bir disiplin olarak var olmakla birlikte, asıl günümüzde hızla gelişen bir alandır ve psikoloji, biyoloji, sosyoloji ve kent planlamasıyla yakından iliş­

kilidir. Geriyatri ise yaşlıların sağlık sorunlarını açıklamaya ve tedavi etmeye yönelik etkinlikleri içerir.

Hooyman ve Kiyak (1993) gerontologlann yaşlanmayı dört farklı süreç olarak gördüklerini belirtmektedir: Kronolojik yaşlanma, biyolojik yaşlanma, psikolojik yaşlanma, toplumsal yaşlanma. Toplumsal gerontologlar, toplumsal değişimlerin yaşlılık ve toplumsal yapılar üzerindeki etkilerini, yaşlanma karşısındaki toplumsal tutumlan ve bunların yaşlı nüfusa etkilerini incelemektedirler. Hooyman ve Kiyak'a göre, toplumsal ger ontoloji kavramı 1950'lerde ortaya çıkmıştır ve toplumsal-kültürel koşulların yaşlanma süreci üzerindeki etkilerini, bu sürecin toplumsal sonuçlarıyla birlikte ele almaktadır. Sonuç olarak, toplumsal geron- toloji yaşlı nüfusun ve yaşlanma deneyimlerinin toplumsal yapıyı nasıl etkilediğini ve ondan nasıl etkilendiğini inceleyen bir bilim dalıdır.

Neugarten ve Neugarten (1986), gelişmiş toplumlarm yaşla ilgili birçok konuda değişim içinde olduğunu söylemektedir. Yaş dönemlerine ilişkin algılar, rol geçişleri, toplumsal yeterlikler ve bütün bunların sınırlarını belirten yaşlar değişmektedir. Bu değişimlerin bazıları artan insan ömrü nedeniyle; bazıları teknolojik toplumun gitgide daha fazla eğitsel istemde bulunması, aile yapısının farklılaşması, ekonomideki, sağlık ve toplum hizmetlerindeki değişmeler yüzünden ortaya çıkmaktadır.

Neugarten ve Neugarten'e göre, en basit toplumlar bile yaşamda en azından üç dönem ayırt etmektedirler: Çocukluk, yetişkinlik, yaşlılık. Daha karmaşık toplumlarda ise, toplumsal değişimin diğer biçimlerini yansıttıkları için daha fazla yaşam dönemi belirlenmektedir. Eğitim, aile, iş gibi değişik yaşam alanlarında değişik yaş ayırımları yaratılmıştır. Toplumsal tarihçiler batı toplumlarında yaşam dönemlerinin nasıl ortaya çıktığını saptamaktadırlar. Çocukluk dönemi, on altıncı ve on yedinci yüzyıllarca sana­

yileşmenin, orta sınıfın, örgün eğitimin ortaya çıkmasıyla ayrı bir yaşam dönemi haline gelmiştir. Ergenlik bugünkü anlamını on dokuzuncu yüzyılın sonlannda kazanmış ve yirminci yüzyılda yaygın bir kavram olmuştur. Genç yetişkinlik evresi de son birkaç on yılın ürünüdür. Neugarten ve Neugarten'e göre, aynı şekilde yakın yıllarda tanınan orta yaşlılık da aile döngüsündeki olaylann değişen ritminin yansımasıdır: Aile başına daha az çocuk düşmesi, doğumların birbirine daha yakın olması, çocukların büyüme ve baba evini terk etme zamanı orta yaşlılığın temel belirteçleri olmuştur, ileri yaşlılık ise emekliliği izleyen zaman dilimi olarak görülmüş, genellikle bedensel ve zihinsel çöküş, toplumsal yalıtıknışlık, kronik hastalık dönemi olarak algılanmıştır. Kısacası, yaşam dönemleri kronolojik yaşla yakından ilişkili sayılmıştır.

Neugarten ve Neugarten yaşam dönemleri arasındaki bu keskin ayırımın günümüzün toplumlarında bulanıklaştığını belirtmektedir. Bu yumuşamanın en güçlü kanıtı "genç-yaşlı" (young-old) kavramının ortaya çıkmasıdır. Bu kavram, sağlıklı ve dinç, ekonomik durumu görece iyi, ailesiyle ve çevresiyle iyi bütünleşmiş, siyasette etkin olan emeklileri ve eşlerini ifade etmektedir. Görüldüğü gibi kavram kronolojik yaşa değil, sağlığa ve toplumsal özelliklere dayanmaktadır. Dolayısıyla genç-yaşlı bir kişi elli beş başında da olabilir, seksen beş yaşında da. Sonuçta bu kavram orta yaş ile ileri yaş arasındaki çizginin artık belirgin olmadığını göstermektedir. Bu durumda da yaşlılığın ne zaman başladığı sorusu gündeme gelmektedir. Daha önce belirtildiği gibi, toplumsal görüş insanlann çoğunun emekliye ayrıldığı altmış beş yaşı buna ölçüt olarak almaktadır. Oysa bugün birçok kişi altmış beşinden önce emekliye ayrılmakta,

27

sağlığı iyi giden birçok kişi de seksenlerinde hâlâ çalışmaktadır. O halde altmış beş yaş ve emeklilik olgusu, artık orta yaş ile ileri yaş arasında kesin bir ayırıcı olmaktan çıkmıştır. Aynı şekilde, ileri yaşlılığın, güçsüzlük ya da kronik hastalık nedeniyle kişinin özel sağlık bakımı gerektirmesiyle ya da sağlığın gündelik etkinlikleri büyük ölçüde sınırlamasıyla başladığı görüşü de artık tartışmalıdır. Günümüzde yetmiş beş-seksen dört yaşlarındaki insanların yarısı bu tür sağlık sınırlamaları bildirmemektedir; seksen beşin üstündeki en yaşlı grupta bile sağlığa bağlı sınırlamalardan söz edilmemektedir.

Öyleyse sağlık durumu da artık zayıf bir göstergedir.

Neugarten ve Neugarten'e göre, yaşam dönemleri arasındaki bulanıklaşma yaşamın yalnızca ikinci yarısına özgü değildir; bütün yaşlardaki yetişkinler yaşam döngüsü olaylarının geleneksel ritminde ve zamanlamasında değişimler yaşamaktadırlar. Sözgelimi, gitgide daha fazla kişi yetmişinden sonra evlenmekte, boşanmakta, yeniden evlenmekte, yeniden boşanmakta, daha fazla kişi bekâr kalmaktadır. Daha fazla kadın ilk çocuğunu on dördünde ya da on beşinde doğurmakta, daha fazla kadın ilk çocuğuna otuz beşinde ya da kırkında sahip olmaktadır. Böylece ilk büyüka- nababa olma yaşı da değişmektedir. Daha fazla kadın ve erkek eğitim kurumlanna, iş dünyasına girmekte, çıkmakta, yeniden girmekte, iş değiştirmektedir. Dolayısıyla, belli- başlı yaşam olaylarına ya da bunlann ortaya çıktığı yaşlara bakarak genç, orta yaşlı, yaşlı arasında ayırım yapmak gitgide daha güç hale gelmektedir. Öte yandan -yine Neugar- ten'lere göre-, ergenlik ile yetişkinlik arasındaki çizgi de bulanıklaşmaya başlamıştır. Geleneksel olarak yetişkinliğe girişi belirleyen rol geçişleri ve bunların içerdiği toplumsal yeterlikler (tam-zamaniı iş, evlenme, anababa olma) toplumsal yaşın belirteçleri olmaktan çıkmaktadır. Örneğin, öğrenim süresi uzadığı için kimi erkekler ve kadınlar otuz yaşında bir işe ya da mesleğe girebilmektedir; buna karşılık kimileri de iş dünyasına on altı-on yedi yaşlarmdA katıl­

maktadır. Ergen gebeliği de, erken anne olma da sayıca artmaktadır. Bütün bunlar da

"yaşam döngüsü kayganlığı” adı verilen olguya katkıda bulunmaktadır. Ancak toplu­

mun ergenler, gençler, yaşlılar arasındaki farklılıkları hâlâ tanıdığı gerçeğini de unutmamak gerekir. Ne var ki, yaşam çizgisi üzerindeki işaretlemenin nerelerde yapılacağını bilebilmek artık eskisi kadar kolay değildir. Yaş, yaşam olaylarının zamanını kestirmede zayıf kalmaktadır; aynı şekilde, bir kişinin sağlığını, iş durumunu, aile durumunu, ilgilerini, gereksinmelerini kestirmede de yaş etkili olamamaktadır. Aynı yaştaki kişilerin pek çok değişik imgeleri vardır. Sözgelimi, yetmiş yaşındaki biri tekerlekli sandalyededir, bir diğeri tenis kortundadır. Kısacası, toplum daha karmaşık hale geldikçe farklılıklar da daha açık hale gelmektedir. Neugarten ve Neugarten'e göre bu gelişmeler insanların algılarına da yansımaktadır. Yaşam dönemleri ve bunların belirteçleri hakkmdaki görüş birliği azalmaktadır. Bellibaşlı yaşam geçişleri (okulu bitirme, evlenme, emekli olma) için öngörülen "en iyi" yaşlar hızla değişmektedir.

Örneğin, otuz yıl önce bir kadın için en iyi evlenme yaşının on dokuz ile yirmi dört arasında olduğu düşünülüyordu, bugün böyle düşünenlerin oranı yan yarıya azalmıştır;

"genç erkek” diye on sekiz-yirmi iki yaşlar arasmdakilere deniyordu, bugün on sekiz ile kırk yaşlar arasmdakilere denilmektedir vb.

Neugarten ve Neugarten'e göre, ergenlik ile yetişkinlik arasında olduğu gibi, çocukluk ile yetişkinlik arasındaki çizgi de erimektedir. Çocukluğun yitip gitmekte olduğu

savı oldukça yaygındır. Giyim, dil, oyun, eğlence tarzları çocuklar ve yetişkinler için gitgide aynı olmaktadır. Çocuklar geçmişte tabu olan -seks, alkol, intihar, nükleer savaş

28

gibi- konularda daha fazla bilgi sahibidirler; yetişki- ninkine benzer cinsel edimlere girmekte, benzer suçlar işlemektedirler. Bu tür bir gelişme "yaşma uygun” davranma kuralını da anlamsız kılmaktadır. Çocuklar ve yetişkinler için uygun olan davranışların artık daha az farklılaştığı görülmektedir.

1. Yaşlılığa Genel Bakış

Yaşlılık konusuna bilimsel açıdan yaklaşırken yapılacak ilk iş, birtakım söylencelerle gerçekleri birbirinden ayırt etmek olmalıdır. Bunlardan birkaçı aşağıda İncelenmektedir.

Söylence: Yaşlıların çoğu hastanelerde, bakımevlerinde, yaşlılar yurdunda ya da diğer kurumlarda yaşamaktadır. Gerçek: 65-74 yaş grubundaki 1000 kişiden sadece 12'si şifa yurtlarında yaşamaktadır.

Söylence: Yaşlıların çoğu çeşitli hastalıklar nedeniyle yetersizdir ve zamanının çoğunu yatakta geçirir. Gerçek: Evde yaşayan yaşlıların sadece % 8'i yatağa bağlıdır,

% 5'i ciddi biçimde yetersizdir ve % 11-16'sı hareket bakımından sınırlıdır.

Söylence: Yaşlıların çoğunun sağlığı kötüdür ve kolayca bulaşıcı hastalığa yakalanır. Gerçek: Akut hastalıklar yaşlılar arasında nüfusun diğer kesimlerindekinden daha azdır. Kronik hastalıklar ise yaş ilerledikçe düzenli olarak artmaktadır. Kronik sağlık sorunlarının bu artışına karşın, yaşlı kişilerin çoğu kendilerini günlük etkinliklerini yürü- temeyecek durumda görmemektedir.

Söylence: İnsanların yaşamları ve ilgileri ileri Ayaşlarda köklü biçimde değişir. Gerçek:

Yaşlı kişilerin boş zaman ilgilerinin üniversite öğrencilerininkiyle aynı olduğu görül­

mektedir.

Belirli ırkların yaşam uzunluklarında kalıtsal özelliklerin rol oynadığı açıktır. Türlerin yaşam süresi, genetik ve kalıtsal özelliklerinin yüzyıllar boyunca evrimiyle ortaya çıkmıştır. Ancak üretimden sonra yaşamanın ne tür bir evrimsel katkısı olduğu tartışmalıdır. İnsanın üretkenlikten sonra yaşamasının insan türünün yaşam değerini "

toplumsal" olarak artırdığı ileri sürülmüştür. Şu halde yaşlanma süreci çocukların yaşamını iyileştirmek için ortaya çıkmış olabilir. Çünkü yaşlılar birtakım güçlükleri aşmayı bilirler, örneğin kıtlık yıllarında yiyecek ve suyun nerede bulunduğunu anımsayabilirler. Öte yandan, yaşlılığın evrim sonucu olmadığını, genetik programın sona ermesinden kaynaklandığını ileri sürenler de vardır, insanın düşünme yeteneği onun daha uzun yaşamasını sağlamış olabilir, yaşlanma bir bakıma "programın tükenmesi" anlamına gelebilir. Böylece insanın ileri yaşlan, bir görev için uzaya gönderilen roketin görevini bitirdikten sonra yörüngede kalmayı sürdürmesine benzetilebilir. Bir başka evrimsel yaşlanma modeline göre, insanın yaşlanması, daha önce birincil önem taşıyan uyum özelliklerinin ileri yıllarda olumsuz özelliklere dönüşmesidir. Örneğin, insanın sinir sistemi hücrelerinin yenilenmemesi, bellek ve öğrenme yetenekle rini artırması açısından türün sürmesi için çok uygundur, ama yaşamın sonsuza dek işlemesini de engeller. Böylece insanın uzun yaşamasının ve sonuç olarak yaşlanmasının, türünün varoluşu için gerekli olduğundan mı ortaya çıktığı (doğrudan evrimin sonucu olarak), yoksa evrimleşmiş bir tür olarak çevresiyle başa çıkmada ve yaşamını uzatfnadaki başarısına mı bağlı olduğu (gelişmiş zihin yapılarının sonucu olarak) henüz belli değildir.

Hem kalıtsal hem de dış etkenler (hastalık, radyasyon, virüs vb.) yaşam

29

uzunluğuyla ilgili bulunmakta, ancak yine de bu etkenler yaşlanma olgusunu açıklayamamaktadır. Böylece fizyolojik yaşlanma kuramlarına gerek duyulmak­

tadır. Yaşlanmanın biyolojik sürecini açıklayan pek çok kuram vardır, fakat hiçbiri tümüyle kabul edilmiş değildir. Bu yaşlanma kuramları birincil yaşlanma süreçlerini tanımlayan kuramlardır. Birincil yaşlanma, bir türün bütün üyelerinde ortaya çıkan aşamalı, kaçınılmaz, yaşa bağlı değişimleri içerir. Kuşkusuz bu tür yaşlanma tamamen normaldir. Birincil yaşlanmanın nedenleri konusunda çeşitli kuramlar vardır; bunlardan ilk üçü genetik denetimle ilgilidir.

a) Genetik programlama: Bu kurama göre düzenleyici genler gelişim sırasında harekete geçerler ve dururlar. Orta yaşlara yaklaşırken ya gençlik genleri durur ya da yaşlanma genleri harekete geçer. Şu halde bedenin bozulması ve ölümü genlerin önceden programlanmış olmasıyla düzenlenmektedir; başka bir deyişle, genler elden çıkarılabilecek bedenler üretmektedirler.

b) Zaman ayarlama: Bu kurama göre yaşlanma çeşitli organlann derece derece bozulması olarak görülebilir. Hi- potalamusun içindeki biyolojik saat pitüiter bezine gönderdiği sinyalleri azaltmaya başladığında bedenin hormon dengesi bozulmakta ve yaşlanma başlamaktadır.

c) Bağışıklık mekanizması: Bu kurama göre yaşlanma bağışıklık sisteminin olanaklarının azalmasıyla başlar. Yaş­

lanmayla birlikte bedenin doğal savunmaları normal hücrelere yönelmektedir; yani bağışıklık sistemi artık yabancı maddeleri ve anormal hücreleri tanımakta güçlük çekerek bedene saldırmaya başlamaktadır.

d) DNA'nın onanmı: Bu kuram bedenin DNA'yı onarma yeteneğinin, metabolizma sırasında ya da kirlenme ve radyasyonla temas sonucunda ortaya çıkan yıkımla baş edemediğini varsaymaktadır. Böylece yaşlanma DNA'nm biriktirdiği yıkımların depolanması olarak ortaya çıkıyor demektir.

e) Kopya yanlışlarının birikmesi: Bu kuram biyolojik yıkımın hücredeki protein sentezi sırasında yapılan yanlışların sonucu olduğunu varsaymaktadır. Genetik mesajın tekrar tekrar kopyalanması sırasında yanlışlar yıkıma yol açacak oranlarda birikmekte ve sonuçta hücreler normal olarak işleyememektedir.

f) Metabolik artıklar: Organizmalar yaşlanırlar, çünkü hücreleri metabolizmanın artık ürünleriyle ya\$aş yavaş zehirlenir ya da işlevleri bozulur. Metabolizma sırasında değişimler beden hücrelerindeki protein moleküllerinin doğasını sürekli olarak değiştirirler. Kalıcı bağlar oluşturan moleküller gitgide katılaşırlar, dolayısıyla uygun işlev yapamaz olurlar ve onarılamazlar (Hoffman ve ark., 1994).

Bedende yaşamsal fizyolojik dengeyi sağlayan home- ostatik mekanizmalar yaşlanmada da rol oynamaktadır. Bu görüşe göre yaşlanma, homeostatik kusurların artışı sonucu ortaya çıkmaktadır. Dinlenme durumunda mekanizmaların kendilerini düzenlemelerinde yaşlılar ile gençler arasında fark

30

yoktur; ama stres sonrasında normal dengeye dönmenin yaşlı deneklerde daha yavaş olduğu ortaya konmuştur. Böbreklerin dengeyi yeniden bulması, beden ısısının normale dönmesi, kandaki şeker oranının dengelenmesi yaşlılarda daha zor olmaktadır. Yaşlı organizmanın kendi kendisini düzenleyen geribildirimi (feedback) azalmakta, gerekli dengeyi koruyamayınca da organizma ölmektedir. Homeostatik mekanizmada gençlerin kolayca dayanabildiği baskılar yaşlıların yaşamını tehdit edebil­

mektedir. Bu baskılar fiziksel olabildiği gibi, fiziksel ve toplumsal çevrede değişimler biçiminde de olabilir. Yaşlılıkta ortaya çıkan duygusal baskılar da yaşlıyı tehdit edebilir.

Strese fizyolojik tepkinin azalan yeterliliği kuramı en geniş yaşlanma kuramıdır, çünkü yaşlanmanın fizyolojik, toplumsal ve psikolojik yönlerini bir arada açıklayabilmektedir. Yaşlanmayı metabolik artıkların birikmesiyle açıklayan kuram ise, bu artıkların yaşlılık nedeni olmaktan çok belirtisi olduğu biçiminde eleştirilmektedir. Ancak biriken artık maddelerin yaşla ortaya çıkan değişimlerde önemli bir rol oynadığı da açıktır. Özbağışıklık kuramı, damar hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, romatizma, kanser gibi sorunları açıklamada yararlı olmaktadır. Hücresel yaşlanma kuramı ise bedendeki hücre oluşumundan çok tükenmesine dayandığı için yanılmaktadır: Bazı hücrelerin çok ender olarak yenilendiği ya da hiç yenilenmediği doğrudur, ama hücrelerin büyük bir bölümü üremeyi sürdürür ve kuramsal olarak sonsuza dek yaşar. Ancak bu üreme yaşla kusurlu olabilmekte ya da mutasyona uğrayabilmektedir. Öte yandan, hücrelerin sonsuz üreme gizil- güçlerinin aslında yaşlanma mekanizması olabileceği ileri sürülmektedir; hücreler çoğaldıkça bozulma olasılıkları da artmaktadır.

İKİNCİ bolum

31