• Sonuç bulunamadı

Yenilenemez-Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kullanımı Sürdürebilirlik, Arz

Geniş bir perspektiften bakıldığında enerji güvenliğini şekillendiren ana unsurlar, yeterli düzeyde enerji kaynağına erişilebilmesi özelliği, kullanılan enerjini kaynaklarının çeşitlendirilerek bu kaynaklar içerisindeki yenilenebilir enerji kaynakları payının arttırılması, olası enerji alımı risklerinin minimimum düzeye indirgenmesi, enerji alımının uygun fiyatlarla gerçekşetirilmesi, ithalat yapılan ülkelerin çeşitlendirilmesiyle bağımlılığın azaltılması, ulusal çerçevede enerji verimliğinin arttırılması, enerjinin çevre güvenliği ile birlikte değerlendirilmesi, enerjiye dönük yatırımların teşvik edilmesi, geçiş ülkelerinde istikrarın sağlanması, ulaşılabilirlik ve maliyet unsurlarının yakın ve orta vadede maliyet ve ulaşılabilme faktörlerinin gelecekte tahmin edilebilir olması şeklinde belirtilmiştir(Winrow, 2007:s.219).

Bunun yansıra enerji güvenliğine yönelik bazı risk unsurları da şu şekilde sıralanabilir(Doukas vd., 2011:s.418): Kazalar, doğal afetler, iç çatışma, terörist saldırılar, savaş, ambargo gibi dış ticaret kısıtlamaları, politik istikrarsızlıklar ve enerji piyasasında ortaya çıkabilecek monopoller/karteller.

Enerji, ülkelerin toplumsal refahı arttırmaları, hayat standartlarını yükseltebilmeleri yönünden stratejik öneme sahip olduğu, bu önemin zamanla daha da önemli bir boyuta ulaştığı söylenebilir. Enerji kaynakları unsuruyla ülke endüstriyel gelişimine ivme kazandırılmasına ciddi katkı sağlaması sebebiyle endüstriyel gelişimine ivme kazandırabilen ülkeler adına, enerji kaynaklarına rasyonel bir şekilde sahip olma düşüncesi her zaman stratejik konuların başında gelmiştir(Bauen, 2006:s.893).

Sanayi Devrimiyle birlikte ülkelerin ekonomik, teknolojik gelişimleriyle toplumların yaşam biçimlerini kesintiye uğratmadan devamlılığını sağlayabilmenin, sadece temel enerji kaynaklarına olan erişimle olası olduğu belirtilmiştir. Temel enerji kaynaklarına olan erişim, ulusal güvenliğin sağlanabilmesi adına oldukça önemlidir. Tarih boyunca kimi zaman temel enerji kaynaklarına güvenli erişimlerini sağlayabilmek için çalışan devletler, kimi zaman da rakiplerinin bu kaynaklara erişimlerini engellemeyi hedeflemişler; daha kolay erişim sağlayabilmek içinse kimi zaman, bu alanda aralarında iş birliği yapmışlardır. Enerjinin, devletler ve toplumlar için bu hayati önemi, “enerji güvenliği” kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur(Özkul, 2010:s.51). Enerji güvenliği tartışmalarının geçmiş dönemde de önemli yer tuttuğu görülmektedir. I. Dünya Savaşı’nın öncesinde İngiliz donanmasını, Alman donanmasına kıyasla daha üstün ve hızlı olması amacıyla Winston Churchill’in kararı uluslararası politika ve güvenlik konularında dönüm noktası olduğu söylenebilir. Bu karar ile birlikte kömür yerine petrole dayalı çalışan gemilerin donanmaları oluşturmasıyla birlikte küresel konulardaki güvenlik konuları devrim niteliğinde reform oluştuğu söylenebilir. Kararın alınmasıyla Ortadoğu ve Hazar Bölgesinin strateji önemi artmış, kaynak sağlayıcı role bürünmüş ve jeostratejik hedef haline gelmiştir. Aynı zaman diliminde petrol ve benzeri hidrokarbon kaynakları ulusal güvenliğin sağlanmasında ve küresel mücadelede en önemli kaynakların başında gelmiştir. Zaman içerisinde Churchill’in petrol arzı konusunda çeşitlilik vurgusu enerji güvenliği olarak günümüze kadar gelmiştir(Çelikpala, 2014:s.79). Bu düşüncenin günümüzde hala enerji güvenliğinin temeli olarak kabul edilmiş ve 70’li yıllardaki Ortadoğu petrol arzı problemlerini hedef aldığı öngörülmüştür. Aynı şekilde 1973 yılı Petrol Krizi de enerji güvenliğinin modern zamanlardaki temeli olduğu belirtilmiştir. Bu gelişmelerin ışığında 1960-1970 zaman aralığında dünya genelindeki ekonomi hızlı bir şekilde artış seyri göstermiştir. Bu artışın etkisiyle enerji/petrol gereksinimi de hızlı bir biçimde artış göstermiş ve uluslararası ticaret önemli derece aşama kaydetmiştir. 1950’li yıllara kadar belirlenen kurallar ile

büyük uluslararası petrol şirketlerinin belirlemiş olduğu ticaret yapısı küçük çaplı petrol şirketleriyle farklı bir hale bürünmüştür. Petrol üretici rolündeki ülkelerin petrol fiyatlarını belirlemesindeki etkisiyle birlike 1960’da Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı (OPEC) kurulma kararı alınmıştır. Gereksiz fiyat dalgalanmalarını önlemek, üretici ülkelere olan fiyat değişikliği bağımlılığı bağlamında petrol arz güvenliği sağlayıcı bir örgüt olarak belirlenmiştir. Ancak 1974 krizine dek amacını gerçekleştiremeyen, “petrol milliyetçiliği” söyleminin gelişmesine katkı sağlayan başarısız bir örgüt olarak nitelendirilmiştir(Çelikpala, 2014:s.79- 80). 1920 ve 1930’larda Meksika, 1930’larda Rıza Şah, 1950’lerde Musaddık yönetimindeki İran ve Soğuk Savaş döneminde; Venezuela, Katar, Suudi Arabistan, Irak, Cezayir, Libya ve sonrasında Rusya, Bolivya ve Nijerya gibi ülkelerde ortaya çıkan kendi enerji kaynaklarını kendi yönetme, çıkarma ve dağıtma prensibine dayalı petrol milliyetçiliği OPEC’in kurulmasıyla zirve noktasına ulaşmasına, kurumsal bir yapıya bürünmesine neden olmuştur(Mabro, 2008:s.4-5).

1973-1974 ve 1979-1980 yıllarında iki dalga halinde ortaya çıkan enerji güvenliği sorunu büyük güçler ve özellikle batılı devletler için çok ciddi sıkıntılar yaratmıştır. Üretimin yavaşlaması sebebiyle ortaya çıkan üretim kaybı, sanayileşmiş ülke ekonomilerinin daralmasına ve hatta gerilemesine yol açmıştır. Bunun yanı sıra enerji bağımlılığı yüksek olan ülkelerde ciddi bir işsizlik sorunu baş göstermiştir. Son olarak enerji fiyatlarındaki hızlı yükseliş ilgili ülke halklarının gözünde mevcut hükümetlerin itibar kaybetmesine yol açmıştır(Bielecki, 2002:s.236). Enerji güvenliği geleneksel olarak petrol ve kömürle ilişkilendirilmiştir. Günümüzde ise başta doğalgaz olmak üzere Uranyum gibi kimi stratejik madenlerde enerji güvenliği kapsamına girmiş, bu bağlamda enerji güvenliği daha geniş bir yelpazede değerlendirilmeye başlanmıştır(Cherp, Jewell, 2011:s.203). Enerji güvenliğinin yaşadığı bu anlam genişlemesinin bir diğer sebebi de sorun alanlarının giderek genişlemeye başlamasıdır. Günümüzde enerji güvenliği dendiği zaman; taşıma hatlarına yönelik terörist faaliyetlerin engellenmesi, enerji alanındaki kritik altyapılara yönelik siber saldırılarla mücadele, taşımacılık alanında ortaya çıkacak darboğazlarla önlenmesi, enerji verimliğini yükseltmeye yönelik ekonomik reformlar yapılması gibi pek çok konu bu alanda değerlendirilmeye başlanmıştır(Yi-chong, 2006:s.266). Tüm bunların ötesinde, aslında enerji güvenliği alanında ortaya çıkan en önemli sorun, insanoğlunun enerji ihtiyacının her geçen gün artmasıdır. Nüfus artışı, sanayileşme, şehirleşme ve günümüz yaşam standartlarının yüksekliği vb nedenlerle enerjiye olan talep artışı devam etmektedir(Asif, Muneer, 2007:s.1389). Bunlara ek olarak bilinçsiz tüketim de eklenince enerji alanındaki sorunlar daha da büyümektedir.

Dünya’daki enerji ihtiyacının, ekonomik büyümeyle birlikte artış gösterdiği gözlemlenmiştir. 2003 yılındaki günlük 80 milyon varil yakıt talebinin 2030 yılına gelindiğinde %47 artış göstererek 118 milyon varile çıkacağı öngörülmektedir. Günümüzde dünya ham petrol rezervlerinin yarısına yakınının kullanıldığı, gelişmiş ülkelerin kömür ve petrolü doğalgaza ikame ettiği, gelişmekte olan ülkelerin ise kömüre yönelik yatırım yaptığı, fosil yakıtların ortalama %75’inin güç üretimi ve ısınmada, diğer bölümünün ulaşımda kullanıldığı göz önünde

bulundurulursa; değişken petrol fiyatları ve politik belirsizlikler enerji ithal eden ülkeler için çeşitli problemler yaratmakta ve fosil enerji kaynaklarının belirli ve sınırlı sayıdaki ülkelerde olması, enerji güvenliği adına gelecekte ciddi sıkıntıların meydana geleceğine dair öngörülerin oluşmasına sebebiyet vermektedir(Sims vd., 2006:s.2054-2076; Bhatt, 2006; Lange, 2007:s.39-48).

Yaygın olarak kullanılan fosil kaynaklara olan talep artış gösteren bir grafik çizse de, bunların gelecek periyotta sürdürülebilir bir şekilde rezervlerinin azalma göstermesi çevresel etkilerinin olumsuz olması nedeniyle mümkün olmayacaktır. Buna benzer sebeplerle birlikte sera gazı etkisinin de azaltılmasıyla birlikte önümüzdeki süreçte petrol ürünleri yerine nükleer ve yenilenebilir enerji kaynaklarının talep görmesi beklenmektedir(Ragauskas, 2006:s.484-489). Türkiye’nin enerji arz güvenliğini esas alan enerji politikasının temel amaçları, kaynak çeşitliliğinin yerli kaynaklarla sağlanması, enerji koridoru konumuna gelebilme, enerji verimliliğinin istenilen düzeye ulaşması, doğalgaz ve petrol vb fosil kaynalara olan ithalat bağımlılığın ve risklerin kaynak çeşitliliğiyle azaltılması, enejinin zaman, miktar ve maliyet faktörleri bakımından tüketici erişebilirliğinin arttırılması, yatırım oranlarının iyileştirilmesiyle birlikte serbest piyasa koşullarında tam işlerliğin sağlanması, yerli kaynakların ülke ekonomisindeki ve enerji arzındaki payının arttırılması,endüstriyel hammadde metal, metal dışı madenlerin enerji ve tabii kaynaklar kapsamında yurtiçindeki değerlendindirilmesine yönelik üretim artışının sağlanması, enerji ve doğal kaynaklarla ilgili çalışmaların çevreye duyarlı bir şekilde sürdürülmesinin sağlanması şekilde belirtilmiştir(ETKB, 2016:s.5-7):

Belirlenen bu politikalarla birlikte 2023 yılı için hedeflenen arz güvenliği, yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji verimliliği hedefleri arasında, linyit ve taşkömürü kaynaklarının tümünün elektrik üretiminde kullanılması, enerji arzında yenilenebilir enerji kaynaklarının %30, jeotermal enerjisinden elektrik üretimi kurulu gücünün 600 MW, rüzgar enerjisi kurulu gücünün 20.000 MW’a, nükleer enerji kurulu gücünün minimum %10’a çıkarılması, iki nükleer santralın devreye alınarak 3. nükleer santralın inşaatına başlanması, teknik ve ekonomik açıdan değerlendirilebilecek hidroelektrik potansiyelin tamamının elektrik üretiminde kullanılması şeklinde belirtilmiştir(ETKB, 2016:s.5-7):

Enerji güvenliğine yenilenebilir enerjilerin katkıları oldukça belirgindir. Arz kaynaklarının çeşitlenmesine katkı sağlar, üretimi yerelleştirir, ithalat gereksinimlerini ve maliyeti azaltır. Çoğu durumda az karmaşık tedarik zincirine ve yakıtsız teknolojilere sahiptir ve uzun vadeli fiyat oynaklığının azalmasına katkı sağlarlar. Ayrıca Avrupa da ithalat bağımlılığının sınırlanmasına ve çeşitlendirilmiş enerji kaynağı sağlanmasına yardımcı olduğu öngörülmüştür(IEA, 2016 (b)).

Enerji güvenliği denince, genelde bireylerin, tüketicinin enerji ihtiyaçlarının güvence altında olması, gerek toplumun, gerekse devletin ekonomik çıkarlarının iç ve dış tehditlere karşı korunması olgusu anlaşılmaktadır. Bilimsel literatürde enerji güvenliği kavramının hâlen net bir tanımı olmamakla birlikte, daha ziyade ‘bulanık’, ‘zayıf’, ‘tanımlanması zor’ ve ‘birçok etkeni kapsayan’ bir kavram olarak değerlendirilmektedir(Augutis, 2015:s.301). Enerji güvenliğinin, sadece enerji

sistemlerinin tüketicilere uygun koşullar ve makul fiyatlarla enerji sağlamakla kalmayıp, ayrıca teknolojik, doğal, ekonomik, sosyo-politik ve jeopolitik nedenlerden dolayı oluşan kesintilere karşı koyabilecek bir sistem olması gerekmektedir(Augutis, 2015:s.301). Kavram, IEA’ya göre: “enerjinin kesintisiz, yeterli miktarda, kabul edilebilir fiyattan, ekonomik büyümenin devamlılığını sağlayacak oranda, çevreci yollardan temin edilmesi” olarak tanımlanmaktadır(IEA (a)). IEA enerji güvenliği tanımlamasını uzun ve kısa dönemli olarak ayırmaktadır. Uzun dönemli enerji güvenliği politikaları, ekonomik kalkınmayı ve çevresel faktörleri destekleyecek enerji tedarik yatırımlarının yapılmasını, kısa dönemli enerji güvenliği ani arz/talep dengesizliğine en hızlı yanıt verebilecek enerji sistemlerine sahip olunmasını hedeflemektedir(IEA (a)). Dünya Enerji Konseyi’nin enerji güvenliği tanımlaması, enerji sürdürülebilirliği üzerinden yapılmakta, 3 ana unsura dayandırılmaktadır: Enerji güvenliği, enerji eşitliği ve çevresel sürdürülebilirlik. Bu 3 hedef, kamu ve özel sektörden, hükümetler ve düzenleyicilerden, ekonomik ve sosyal faktörlerden, ulusal kaynaklardan, çevresel kaygılardan ve bireysel davranışlardan oluşan, karmaşık ve iç içe bağlantıları beraberinde getiren bir ‘üçleme’ oluşturmaktadır(WEC, 2015 (a)).

Dünya nüfusunun 2030 yılında bugün tükettiğinden %45 daha fazla enerjiye ihtiyacı olacağı düşünülmektedir; fakat yeni enerji üretiminin artan talebi karşılayabileceğine dayalı endişeler gün geçtikçe yükselmektedir(Luft, Korin, 2009). Ülkelerin enerji politikaları ve risk kontrol mekanizmaları çeşitlilik göstermektedir, hatta bir ülkenin kendi içindeki bölgelerinde bile enerji politikaları farklılık gösterebilir. Arzın çeşitlendirilmesi, kaynaklar ve talep, stoklama güvenliğinde iyileştirme, enerji verimliliği (talep kontrol), fiyat belirleme ve enerji üretim araçlarının ve dağıtımının bir kuruluş tarafından sahiplenilmesi (vertical integration) çeşitlilik gösteren risk yönetim politikalarından bazılarıdır(Energy Charter Secretariat, 2015). Bu açıdan baktığımızda yenilenebilir enerjinin güvenliğine dayalı yaklaşımlar da çeşitlilik göstermektedir.

Yenilenebilir enerjiyi günümüz dünyasının sorunlarına yönelik en iyi çözüm olarak değerlendirmiştir ve katkılarını 3 maddede özetlemiştir(Rainer Hinrichs- Rahlwes, 2013):

 Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için uzun vadeli enerji güvenliği sağlar.  Geleceğe yönelik yüksek oranda iş olanağı sağlaması ve sürdürülebilir bir

büyümeyi tetikler.

 Teknolojilerin gelişimiyle iklim değişikliği etkilerinin hafifletilmesine yardımcı olur.

Yenilenebilir enerji kaynakları iklim koşulları ile doğrudan ilişkilidir ve bu nedenden iklim değişikliğinin yenilenebilir enerji kaynaklarını fosil yakıtlara nazaran daha yoğun bir şekilde etkilemesi muhtemel görülmektedir. Yenilenebilir enerjiyi etkileyebilecek faktörlerden bazıları sıcaklık, rüzgar hız dağılımı, bulutluluk ve hidrolojik döngüdeki değişikliklerdir(Johansson, 2013:s.601).

Yenilenebilir enerjinin çeşitlilik üzerindeki etkisi tartışmalıdır. Hızlı bir gelişme temposu ile yenilenebilir enerji hala ağırlıklı enerji kaynağı olmanın

uzağındadır. Pazara giriş maliyetinin düşük olduğu yenilenebilir enerji yatırım süresince çeşitliliğin artması beklenmektedir. Ancak yenilenebilir enerjinin, enerji sistemlerinde yaygın hale gelmesiyle çeşitlilik avantajları azalacaktır. Bu açıdan, çeşitli yenilenebilir enerji kaynakları arasındaki denge önemli olacaktır(Johansson, 2013:s.601). Son olarak arz güvenliği sadece arz talep arasındaki dengeye bağlı değildir. Enerji sağlayıcısı konumundaki ülkelerin içinde bulundukları politik istikrarsızlıklar, toplumsal hareketler, enerji yolları üzerinde yükselen terör tehditleri, enerji taşıma güzergâhlarının güvenliğini ve sürekliliğini sarsabilmektedir. Johansson’nın ifade ettiği üzere; mevcut petrol ve doğal gaz pazarları birkaç egemen tedarikçi ülke tarafından belirlenmektedir ve bu yığılmanın gelecekte daha da fazla artması beklenmektedir. Bu durum, söz konusu pazarların, bu ülkelerde gerçekleşen olaylar ve ulaşım hatlarındaki (doğal veya çatışma kaynaklı) aksaklıklardan ciddi bir şekilde etkilenmesine neden olmaktadır. Yenilenebilir enerji yatırımlarının artmasıyla birlikte bu egemenlik ve bu ülkelere olan bağımlılığın azalması diğer bir muhtemel sonuçtur(Johansson, 2013:s.601).

Fiyat, enerji güvenliğinin en geleneksel tanımlamalarında yer alan diğer bir öğedir. Enerji fiyatlarına yenilenebilir enerjinin etkisine dayalı birden fazla yaklaşım bulunmaktadır. İlk olarak yenilenebilir enerji yatırımlarının yükselmesinin uluslararası pazarlardaki petrol ve doğalgaz fiyatlarını da dalgalandırması beklenmektedir(Apergis, Payne, 2009:s.656). Farklı bir yaklaşım, ekonomik büyümede enerjinin rolünü ve yenilenebilir enerjinin etkisini incelemektedir. Biyofiziksel ve ekolojik görüşe göre enerji, gelirin belirlenmesinde önemli bir rol oynar ve dolayısıyla da enerji kullanımına yoğun bir şekilde bağımlı olan ekonomiler de enerji tüketimindeki değişikliklerden önemli ölçüde etkilenir(Yuan vd., 2008:s.3078). Yenilenebilir enerjinin güvenliği için, gerçekleştirilen yatırımların ekonomik refahı desteklemesi ve ödenebilirliği birlikte sağlayabilmesi gerekmektedir. Bu noktada devletlerin yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı teşvikleri önem kazanmaktadır. Fiyat tarifesi garantisi yasalarıyla başlatılan uygulamalar modern yenilenebilir enerji sanayi yaratılmasında ekonomik dayanak oluşturmaktadır(Yergin, 2011:s.542).

Enerji güvenliği perspektiflerinden biri olan elastikiyetin (resilience) ana disiplini ekonomidir(Cherp vd., 2011:s.5-6). Yapılan araştırmalara göre yenilenebilir enerji, enerji elastikiyetini (ekonomisini) iki yolla kuvvetlendirmektedir. Birinci beklenen sonuç, yenilenebilir enerji teknolojisinin, tükenebilir enerji kaynaklarının teknolojik altyapılarında meydana gelebilecek aksamaların ve terörist saldırıların ulusların elektrik şebekeleri üzerindeki olumsuz etkisini düşürmesidir. Örneğin, herhangi bir rüzgar enerji tribününde meydana gelebilecek patlamanın veya aksamanın, kömür santralinde meydana gelebilecek patlamadan daha az zararı olacağı yönünde hesaplamalar bulunmaktadır. İkinci olarak yenilenebilir enerjinin petrol gelirleri akışının yönünü değiştirmesi beklenmektedir. Petrol gelirlerinin politik istikrarsız bölgelerdeki yerel girişimcilere doğru akışıyla oluşan finansal kaynaktan terörist grupların faydalanma oranının düşmesi öngörülmektedir. Yapılan araştırmalarda, tükenebilir yakıt teknolojisinin yarattığı iş imkanına nazaran örneğin rüzgar enerjisinin çok daha

fazla yüksek standartta iş imkanına olanak sağlayacağı belirtilmektedir(Valentine, 2011:s.4576). Yenilenebilir enerjinin çeşitlilik-fiyat ilişkisi incelenmesine geçmeden önce belirtilmelidir ki; çeşitlilik, sistemin fiyat değişikliklerine karşı savunmasızlığını azaltmada önemlidir. Çeşitli enerji kaynaklarına yönelik fiyatların pazar ile ilişkisinin nasıl olduğu, çalışma alanının (ülke, endüstri, hane) dalgalanan fiyatlara karşı ne kadar savunmasız olduğu ile ilişkilidir. Yenilenebilir enerji fiyatlarının, küresel fosil yakıtı fiyatlarını izlemesi muhtemeldir ve belli bir ulusal ekonomi üzerindeki etkileri de yükselen fiyatlara ilişkin servet aktarımının ülke içinde mi kaldığı yoksa ihracat ülkelerine mi aktarıldığına bağlı olarak değişiklik gösterecektir(Johansson, 2013:s.601). Bu noktada yenilenebilir enerji sisteminin fiyat değişiklikleriyle başa çıkması veya bu değişikliklere adapte olabilmesi bakımından iki taraflı bir inceleme gerektirir. Birincisi yenilenebilir enerji kaynaklarının fiyatları ve gelir dağılımları üzerinden gerçekleşirken, diğeri küresel fosil yakıt piyasasında meydana gelebilecek etkileri kapsamaktadır. Diğer bir taraftan yenilenebilir enerjinin altyapı güvenliği 2 kısımda incelenebilir. Gelişmiş ve yükselen ekonomilerde yenilenebilir enerji ile teknik verimlilik arasındaki ilişkiyi inceleyen bir araştırmaya göre yenilenebilir enerji tüketimindeki artışın teknik verimliliği de artırdığı öne sürülmüştür. Gelişmiş ekonomilere kıyasla, enerji talebindeki en hızlı artış yükselen ekonomilerde gerçekleşmektedir. Enerji talebi ve CO2 salınımında en büyük artış bu ülkelerde gerçekleşeceğinden yenilenebilir

enerji kullanımının artırılması da yükselen ekonomiler için daha fazla önem taşıması beklenmektedir(Sadorsky, 2009:s.4021-4028). Yenilenebilir enerji altyapısı, enerji üretimi ile tüketimine ilişkin mevcut yaklaşımların sınırlarının üstesinden gelinmesi ve enerji sektörünün modernleştirilmesine daha fazla katkıda bulunmasıyla, en uygun seçeneklerden biri olarak değerlendirilmektedir(Kaygusuz vd., 2007:s.19-29). Bunun sonucu olarak artan yenilenebilir enerji kullanımıyla söz konusu olabilecek gerginlik riski; yeni teknolojilere sahip olma, gelişme sürecinde yerel gruplaşmaların yer alması ve gelir dağılımına bağlı olarak yükselecektir. Daha ufak ölçekli yenilenebilir teknolojilerin daha geniş yerel yatırımcı gruplarının pazara girebilmesini sağlayacağından mevcut fosil yakıtı sistemlerine nazaran daha iyi bir duruma gelmesi beklenmektedir. İlginin gittikçe arttığı yeni alanlardan yenilenebilir enerjiden faydalanmaya yönelik temel sistemlerde kullanılacak az bulunan materyallere ilişkin artan talep ve bu kaynakların çoğunun birkaç ülkede toplanması olası çatışma sebeplerinden biri olarak görülmektedir(Johansson, 2013:s.602). Enerji güvenliğinin toplumsal boyutunda toplumun her kesiminin enerjiye sağlıklı ve uygun fiyat üzerinden erişebilmesi yer almaktadır. Sürdürülebilirlik ve çevre, enerji güvenliğinde genellikle birlikte değerlendirilen unsurlardır. Çevre faktörünün enerji güvenliği planlamalarında daha fazla yer almasıyla, küresel ısınmaya ve yenilebilir enerji kaynaklarının kullanılmasına yönelik çalışmalar yükselmiştir. İklim değişikliği sorununun üstesinden gelinmesi bakımından yenilenebilir enerji kaynakları son derece önemli görülmektedir. Yenilenebilir enerji kaynakları enerji verimliliğini artırabilmektedir ve CO2

salınımının azaltılmasına yönelik olumlu etkileri bulunan güvenilir, maliyeti etkin bir teknoloji olarak görülmektedir(Kaygusuz vd., 2007:s.19-29). Diğer taraftan en büyük çevresel riskin bulunduğu yenilenebilir enerji kaynaklarından baraj

güvenliğinin önemli bir sorun teşkil ettiği hidrolik enerji santralleridir. Hidrojen patlayıcı özelliğe sahiptir. Bu nedenle, kaza riski taşımaktadır ve düşman saldırıları bakımından olası bir hedef niteliğine sahiptir. Çevrecilik ve yenilenebilir enerji özellikle 2000’lerde siyasi bir güç olarak da kendini kabul ettirmiştir. Özellikle, güneş enerjisin olduğu gibi, geniş coğrafi olanları yayılma, temiz olma, kolayca taşınıp kurulabilme avantajlarıyla dikkat çekmektedir. Ancak depolama malzemeleri için uygun değildir. Diğer taraftan rüzgar enerjisi türbinlerin sesli çalışmalarıyla, yerleşim merkezlerinin yakın çevresinde ve hassas vahşi yaşam alanlarında uygun bulunmamaktadır. Son olarak jeotermal enerji, okyanus enerjisi ve su enerjisi ekolojik değişikliklere neden olabilmekte, canlıların doğal yaşam alanlarını etkileyebilmektedir.

1.3.1.Çevresel Etkiler

Fosil bazlı yakıtların kullanımının artmasıyla birlikte dünyadaki ortalama sıcaklığın arttığı bilinmektedir. Yoğun hava kirliliğinin yanısıra milyarlarca dolar zarara yol açan sel, fırtına gibi doğal felaketlerin ciddi ölçüde artmasına neden olmuştur. Bundan dolayı fosil yakıt rezervlerinin bitmesini beklemeden, bu kaynaklara alternatif olarak temiz enerji kaynakları arayışları dünya genelinde yoğun bir şekilde sürmektedir(Görez, Alkan, 2005). Yenilenebilir enerjilerden jeotermal enerji temiz ve çevre dostu bir enerji kaynağı olarak gösterilebilir. Hava kalitesinin önemli ölçüde korumaktadır. Doğal ısıtma ve soğutma sistemlerin kullanılmasıyla binaların gereksiz ve aşırı ticari enerji tüketimlerinin önlenmesiyle, çevre dengesi oranların korunabilmektedir. Rüzgar enerjisi kararlı, güvenilir, sürekli bir kaynak olup dışa bağımlı değildir.

1.3.2.Enerji Çevre İlişkisi

Üretim aşamasından tüketim aşamasına kadar enerjiyle ilgili çoğu kavramın çevre sorunlarına neden olabileceği öngörülmüştür. Bu bağlamda enerjinin

Benzer Belgeler