• Sonuç bulunamadı

AHLAK, DİL VE EDEBİYAT

2. Yeni Hayatta Eğitim

Ziya Gökalp, yeni hayatta eğitim konusunu daha çok “terbiye” sözcü-ğü etrafında değerlendirmekte ve Yeni Hayat adlı kitabının mukaddimesin-de mukaddimesin-de bu kitabın yazılmasının asıl amacının halkı terbiye etmek olduğunu söylemektedir. Başka bir deyişle aslında kitapta bulunan her manzume onun bu amacına hizmet etmektedir. Bu bölümde de hususî olarak terbiye ile alakalı olan “Darülfünun” ve “Külliye” manzumeleri üzerinde durula-caktır.

Gökalp Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak adlı eserinde tam bir

“terbiye”nin üç kısımdan mürekkep olduğunu söylemektedir. Bunlar Türk terbiyesi, İslam terbiyesi ve asır terbiyesi.

“Bir mektep programına göz gezdirdiğimiz zaman, çocuklarımıza üç türlü bilgi öğrettiğimizi görürüz. Evvelâ millî lisan ve edebiyatımızı, millî tarihimizi öğretiyoruz ki Türk dilinden ve edebiyatından, Türk tarihinden başka bir şey değildir. Sâniyen, Kur’an-ı Kerim, tecvit, ilm-i hâl gibi dinî dersler ve İslâm tarihi ile İslâm lisanları okutuyoruz. Sâlisen, riyaziyat, ta-biiyet gibi ilimleri ve bu ilimleri öğrenmeğe yarayan ecnebî lisanlarla el

iş-leri, idman gibi hünerler öğretiyoruz. Bu kısa göz gezdirmeden anlaşılıyor ki terbiyede takip ettiğimiz gayeler üçtür: Türklük, İslâmlık, Muâsırlık.”

(Gökalp, 1976: 57- 58).

Gökalp’e göre, Tanzimat Dönemi’nden önce çocuklara sadece İslam terbiyesi verilmekteydi. Tanzimatçılar ise asır terbiyesini getirmeye çalıştı-lar. Fakat bu durum iki terbiye arasında bazı çatışmaların ortaya çıkmasına yol açtı. Ayrıca asır terbiyesi memleketimizde yavaş yavaş yer edinmeye başlayınca bu defa İslam terbiyesi önemini kaybetmeye başladı.

Gökalp, Türk-İslam dünyasının, içine düştüğü karışıklıkların ve bun-ların devamında gelen felaketlerin darbesiyle kendisine geldiğini ve bütün bu olumsuz durumların mesuliyetini de eğitimdeki mefkûresizliğe bağla-dığını söylediği “genç zekâlar”ın ağzından eğitimimizdeki eksikliği söyle sıralamaktadır:

“Biz, gençlerimize ne millî terbiye, ne de dinî terbiye vermek isteme-dik. Hâlbuki fertleri mukaddes gayeler için ölmeğe sevk eden duygular din ve milliyet hislerinden ibarettir. Biz çocuklarımıza Türk ve İslâm terbiye-leri vermediğimiz gibi, asır terbiyesi de vermedik. Çünkü asır terbiyesinin gayesi en müterakkî milletlerin îman ve istimal ettikleri âletleri bizim de yapabilmemiz ve kullanabilmemizdir. Hâlbuki biz iktisât âleminde olduğu gibi askerlik dünyasında da asrımızın âletlerini kullanmaktan âciz olduğu-muzu gösterdik. İlmin miyarı ameldir. Ameldeki muvaffakiyetsizliğimizle ilimdeki behresizliğimizi isbat ettik. O halde ne mütehassıs mütefennin-ler yetiştiren âlî mektepmütefennin-lerimiz ne de vatandaşlar yetiştirmeğe çalışan tâlî mekteplerimiz hiçbir fayda temin edememişlerdir.” (Gökalp, 1976: 59-60).

Bu durumda yeni hayatta terbiye nasıl verilmelidir? Ona göre yeni hayata değer veren yayınlar Tanzimat terbiyesinin işe yaramadığını âdeta ilan etmiştir ve artık Türk, İslam ve asır terbiyecileri yeni hayatta verilme-si gereken terbiyenin temellerini atmaya başlamıştır. “Türk terbiyecileri, yeni hayatta millî mefkûrelerin nasıl bir vazife ifa edeceğini gösterirken, asır terbiyecileri de ilimlerden amelî ve iktisadî faydalar temini için tedris-te hangi usullerin tatbik edilmesi lâzım geldiğini irâeye gayret ediyor. Bu mücahede devrinde İslâm terbiyesinin istinat ettiği esaslar da aramak iktiza eder.” (Gökalp, 1976: 60).

Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda da benzer şeyler söylemektedir.

Ona göre, memleketimizde bir eğitim, terbiye meselesi vardır ve ne zaman medeniyet meselesi çözüme kavuşturulursa bu mesele de kendiliğinden sonuçlanacaktır. Gökalp’e göre ülkemizde medeniyet ve terbiye bakımın-dan halk, medreseliler ve mektepliler olmak üzere birbirinden farklı üç topluluk ortaya çıkmıştır. Halk, Uzak Doğu kültürüyle bağını koparama-mış; medreseliler, Doğu kültürünü yaşatmaya çalışmaktadır. Sadece mek-tepliler Batı kültür ve medeniyetinden bazı güzel hasletlere sahip

olabil-miştir. Bu üç topluluğun üç yönlü bir terbiye hayatı sürdürmeye çalışması normal değildir. Yapılması gereken bu üç yönlü hayatın tek çatı altında birleştirilmesidir.

“Bu üç tabakanın medeniyetleri ayrı olduğu gibi, pedagojileri de ayrı-dır. Üç terbiye usulünü birleştirmedikçe hakikî bir millet olmamız mümkün müdür? Maarifimizi halkıyâd (halk-bilgisi), medresiyât (medrese-bilgisi), mektebiyât (mektep-bilgisi) diye üç kısma ayırabiliriz. Âşık kitapları ile halk masalları, koşmaları, atasözleri, tandırnâme hükümleri birince kısmı, Arapça ve Farsçadan tercüme edilen kitaplar ikinci kısmı, Batı dillerinden aktarılanlar da üçüncü kısmı teşkil eder. Medeniyetlerimizi birleştirirsek maarifimizi ve pedagojimizi de birleştirmiş, ruh ve fikir bakımından in-sicamlı bir millet olmuş olacağız. O halde, bu işte daha bir müddet ihmal göstermek asla câiz değildir.” (Gökalp, 2004: 67-68)

Görülüyor ki, Gökalp, terbiye konusunda “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” formülünü benimsemekte, bu üç terbiyenin birleşmesi ge-rektiğini söylemekte ve hatta terbiyeyi millet olma meselesi haline getir-mektedir.

2.1.Darülfünunun İstiklali

Gökalp’e göre, darülfünun ya da günümüz tabiriyle üniversite, millî kültüre hizmet eden bir müessesedir.

“Mevcut müesseseler içinde Türk kültürüne yardımcı olan yanlız Dâ-rülfünun (Üniversite)dur. DâDâ-rülfünun’un Edebiyat Medresesi (Fakültesi), âdetâ Millî kültür fakültesi demek olduğundan, millî kültürü en çok yük-seltmeğe çalışan bu müessesedir.” (Gökalp, 2004: 103)

Gökalp, Yeni Hayat adlı kitabında bulunan “Dârülfünun” adlı manzu-mesinde, bu müessesenin bağımsızlığını istemektedir.

“Diyorsunuz: ‘Hükûmetin idarî Velâyeti fenlere de şâmildir.’

Ben derim ki: ‘İdare her hüneri Bilmez,çünki mütehassıs değildir…

Salâhiyet, mansıb gibi yukardan Verilmez, hep ihtisasla alınır…

Hiç bir âlim nüfuzunu hünkârdan

Almaz, gerçi ondan alır her nâzır…” (Gökalp, 1976: 36)

Gökalp’e göre, hükümetin idare etme yetkisi darülfünun ya da başka

bir deyişle ilim için geçerli olmamalıdır. Çünkü idare bir kere mütehassıs değildir. Bu yüzden her hüneri bilmesi ondan beklenmez. Hâlbuki yetki ancak ihtisasla alınır. Yani bir rütbe, makam gibi yukardan verilmez. Bu yüzden hiçbir âlim nüfuzunu yukardan almamalıdır. Gökalp’in bu isteğinin nedeni şu satırlarda ortaya çıkmaktadır:

“Bir müderris ya ilmiyle ta’ayyün Eylemiştir, sizden ta’yin istemez.

Yahud ilmi etmemişken tebeyyün

Edersiniz ta’yin, kalır bir çömez!... (Gökalp, 1976: 36)”

Burada Gökalp’in anlatmaya çalıştığı bir müderrisin ilmiyle yüksel-mesi gerektiğidir. Müderris, böyle bir durumda zaten hükümetten tayin edilmeyi de istemeyecektir. Fakat eğer ilmi iyice öğrenmeden bir müderris tayin edilirse, o, hep bir acemi olarak kalacaktır. Gökalp, hükümetin darül-fünuna karışmamasını bu sebepten dolayı istemektedir. Darülfünun, ilmin sembolüdür. O halde, böyle bir müdahale durumunda ilim de ilerleyeme-yecek, yerinde sayacaktır. Bu yüzden Gökalp, hükümet adamlarına şöyle seslenmektedir:

“Bırakınız bunlar kendi kendine Seçilsinler, siz seyirci kalınız, İlmi verin âlimlere, siz yine Ele mülkün dizginini alınız;

Dârülfünun emirlerle düzelmez, Onu yapar ancak serbest bir ilim;

Bir mesleğe haricinden fer gelmez

Bırakınız, ilmi yapsın muallim!...” (Gökalp, 1976: 36)

Gökalp Türkçülüğün Esasların’da bu konuda görüş bildirmiştir: “İlim, objektif ve müspet olduğu için, milletlerarasıdır. Bundan dolayı, ilimde Türkçülük olamaz.” (Gökalp, 2004: 185) Bu ifadeler ilmin serbest olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Çünkü ilimin özü tarafsız olmayı zorunlu kılmaktadır. Bu yüzden o, “ilimde Türkçülük olmaz” demektedir.

Gökalp, “Dârülfünun” adlı manzumesinde de ilmin bu özelliğine dik-kat çekmektedir. Ona göre, hükümetin eliyle darülfünun düzeltilemez.

Onu ancak, serbest tarafsız bir ilim düzeltebilir. Nitekim bir mesleğe- ki bu kelime burada ilim anlamına gelir- dışarıdan yapılan bir müdahale güç

kazandırmaz. Bu yüzden hükümet, ilimi âlimlere bırakmalıdır. Darülfünun hocaları serbest bir şekilde, kendi kendilerini seçmelidir. Böylelikle mual-limler rahat bir şekilde ilmî görevlerini yerine getirebileceklerdir.

2.2. İlimde Birlik

Gökalp, “Külliye” adlı manzumesinde de eğitim konusunda “ilimde ve terbiyede birlik” üzerinde durmaktadır. Burada “birlik” kavramıyla kas-tedilen, dinî ilimler ile müspet ilimlerin aynı çatı altında birleşmesidir. Gö-kalp’e göre, bu çatı darülfünundur.

“Ey medrese! ya bir ilim yurdusun, O halde gel külliyenin içine;

Yahud ki sen bir amelî ordusun, Bu takdirde meşihatte kal yine…

Bil ki bu gün dârülfünun içinde İlâhiyat Fakültesi açıktır, İlmi hâlâ arıyorsan sen Çin’de,

Bu boş mevkî yalnız sana lâyıktır…” (Gökalp, 1976: 37)

Bu manzumenin adı da olan “külliye” kelimesi aslında “ilimde birlik”

anlamına da gelmektedir. Çünkü “külliye” ayrıca bütünlük demektir. Gö-kalp burada bu kelimeyi darülfünun yerine kullanmıştır. Medreseye ses-lenen Gökalp, onun külliyenin yani darülfünunun içine davet etmektedir.

Bu isteğin sebebi, onu da ilmî bir kurum olarak kabul etmesidir. Bu ku-rum dinî ilimleri kapsamaktadır. Bu yüzden Gökalp, darülfünun içerisinde, onun için İlâhiyat Fakültesi’nin açık olduğunu söylemektedir. Ona göre, bu birlik gerçekleşmedikçe darülfünun hep eksik kalacak, dinî ilimler ile müspet ilimlerin hükmü de yetersiz olacaktır:

“Süleyman’ın medresesi dışarda Bulundukça dârülfünun tam olmaz…

İkisi de kalır birer kenarda …

Hiçbirinin velâyeti âm olmaz…”(Gökalp, 1976: 37)

Gökalp’in böyle bir birleşmeyi istemesinin sebebi açıktır. Ona göre, ilim birdir, onda ikilik yoktur. Yeni ve eski birleşmeli, birbirini tasfiye et-melidir. Külliye ancak böyle var olabilir. Manzumede ilgili yerde geçen

“yenilik” kavramının anlamı müspet ilimler ile asır terbiyesi; “eskilik”

kavramının anlamı da dinî ilimler ile din terbiyesidir. O halde, Gökalp, Bir yandan dinî ilimler ile müspet ilimlerin birleşmesini isterken, bir yandan

da asır terbiyesi ile dinî terbiyenin de birleşmesini istemektedir. Ona göre, bu bütünleşme sırasında bu unsurlar birbirini tasfiye ederse, işte o gün ha-kikî manada bir birleşme de gerçekleşmiş olacaktır.

Görülüyor ki, Gökalp yeni hayatta bir yanda ilimde serbestliği diğer yanda da ilimde birliği istemektedir.