• Sonuç bulunamadı

Sosyal bir olgu olarak eğitimin insanlık tarihi kadar eski olduğu düşünülse de eğitimin, bilim olarak ortaya çıkışı daha çok yenidir. Eğitim biliminin ortaya çıkışı ve ilk gelişimi Johann Friedrich Herbart (1776–1841) ile birlikte Almanya’dadır (Yüksel, 2010: 4).

Eğitim bilimlerinin de içinde yer aldığı sosyal bilimler ise modern dünyaya ait bir girişimdir. Sosyal bilimler, kökleri Onaltıncı yüzyıldan beri olgunlaşan, inşasında kendisinin de rol oynadığı ve dolayısıyla bir parçası olduğu modern dünyada, gerçeklik hakkında, ampirik olarak doğrulanan, sistemli, dünyevi bilgi üretme çabasına dayanır. Modern devletin kararlarını dayandırabileceği daha kesin bilgiye duyduğu gereksinim 18.yüzyılda bile bazı bilgi kategorilerinin ortaya çıkmasına yol açmıştı. 19.yüzyılın entelektüel tarihine ise her şeyden önce bilginin disiplinlere ayrılması ve meslekleşmesi, yani yeni bilgi üretmek ve bilgi üretenleri de yeniden üretmek üzere devamlılık gösteren kurumsal yapıların oluşturulması süreci damgasını vurmuştu. Farklı disiplinlerin kurulma sürecinin ardında yatan varsayım; sistemli araştırmanın, gerçekliğin farklı alanlarında uzmanlaşılmasını gerektirdiği yolundaki inançtı. Gerçekliğin rasyonel olarak farklı bilgi kümelerine ayrıştırılması entelektüel olarak üretken olma vaadi taşıyordu. (Gulbenkian Komisyonu, 2009: 12–17) Aslında bilimlerdeki farklılaşma gelişmenin son aşaması olmayıp, büyüme ve yayılmadan sonra gelen sadece bir ara aşamadır ve bütünleşmeyi önceler. Bütünleşme ise farklı yapıların yeni bir esas üzerinde birleşmesidir.(Gündüz,2005: 305-306) Sosyal parçalanma sürecini yaşamış veya bu tehditle karşılaşmış devletlerde sosyal birliği yeniden sağlama düşüncesinin de sosyal bilimleri var eden saiklerden biri olduğu şüphesizdir. Bunun değişik etnisitelerden ve muhtelif kültürlerden oluşan yeni kentli yaşamına eğitim özelinde bir sosyal birlik ve ideal vatandaşlık projesi olarak yansıması ise 20.yüzyılın başlarında ABD’de Sosyal Bilgiler Öğretimi olarak ortaya çıkacak ve oradan dünyaya yayılacaktır. 20.yüzyılın toplumsal ihtiyaçlarından doğmuş olan sosyal bilgiler dersi eski paradigmaların yanında bireysel ve sosyal ihtiyaçların da hızla değişmesiyle bir yandan konu alanını genişleterek öte yandan konuların işlenmesinde farklı yöntem, teknik ve etkinliklerle yeni dönemin felsefesini yakalamaya çalışmaktadır.

7

Sosyal bilgilerin, sosyal bilimlerin var olan disiplinlere bölünmüş yapısını aşma gereğinin kendini gittikçe hissettirdiği günümüzde hemen her bakımdan değişen ülke ve dünya koşullarında bilgiye dayalı karar alıp problem çözebilen etkin vatandaşlar yetiştirmek amacıyla sosyal ve beşerî bilimlerden aldığı bilgi ve yöntemleri kaynaştırarak kullanan bir öğretim programı olarak (Öztürk, 2007: 24) kazandığı tecrübeyle daha başka önemli bir misyona da kendiliğinden yaklaştığı açıktır. Bugünkü karmaşıklaşan sosyal hayatın belirsizlik ortamında kısmen özgürleşen sosyal bilimciler, bilginin sosyal olarak kurulmuş olduğu gerçeğini daha yüksek sesle dillendirmektedirler. Bu gerçeğin açacağı yolda daha geçerli bilgiye ulaşmak sosyal olarak mümkün olacaktır. (Gulbenkian Komisyonu, 2009: 87) Kim bilir sosyal bilgiler, sosyal bilimleri bilginin parçalanmasına karşı mücadeleye yöneltmede ve böylece onları anlamlı bir nesnellik düzeyine yükseltmede – en azından ilköğretim seviyesinde - öncü dahi olabilecektir. Bütün sosyal bilimlere az çok katkıda bulunabilecek olan Bilgi Sosyolojisi sayesinde ise teknik ve bilimsel bilgiden politik, sanatsal, felsefi ve hatta dini bilgiye kadar bir toplumun Bilgiler Sistemini oluşturan her türlü bilginin toplumla ilişkisi veya toplumsallığı açıklığa kavuşturulduğunda bu bilgi türleri arasındaki ilişkiler de anlaşılacaktır. Bilgi sosyolojisine göre genelde toplumsallık ve bilgi sistemi arasında bir denklik vardır (Aydın, 2004: 101). Dolayısıyla bu ikisinin oluşturduğu sisteme iki taraftan da girdi sağlanabilir. Bu kültürleşme ile olabileceği gibi “kasıtlı kültürleme” dediğimiz eğitimle de olabilir.

Eğitimde mihver bir ders olan, Hermenötik bir ifadeyle “ayrımların eşiğindeki” sosyal bilgiler farklılıkları aşındırmadan bilimler arasında bir anlam köprüsü olabilir. Bu genel bir resim çizme demektir yoksa 8 bin uzmanlık alanı veya bilimsel disiplinin her birinin kendine özgü bir hareket noktası, bakış açısı ve insan ile insana ilişkin varlık ve olayları resmetme kabiliyeti vardır (Bulaç, 2006:167). Ünlü siyasal bilimci Duverger aşırı uzmanlaşmanın sosyal bilimlerde düşünülemeyeceğini çünkü sosyal hayatın insanın bütünlüğünü yansıtan ve bağlayan bir şey olduğunu vurgulamıştır (Duverger, 2006: 115). Sosyolog Kızılçelik’e göre de mevcut haliyle sosyal bilimlerde arzulanılan şey, sosyal gerçekliğin anlaşılması değil, anlaşılmamasıdır. Bu nedenle liberalizmin ve Batı tahakkümünün meşrulaştırılması gayesine matuf olarak sosyal bilim dalları bilinçli bir şekilde birbirlerinden kopartılmışlardır (Kızılçelik, 2008: 41-42). Nitekim uygulama sahasında daha açık görülen çağımızın temel eğitim sorunu, eğitsel çabaların birleştirici bir

8

düşünceden yoksun olmasıdır. Ezbercilik bunun neticesi olduğu gibi (Büyükdüvenci,2001a: 71) yüzeysellik ve sığlık da bu parçalanmışlığın başka bir sonucu olmaktadır. Bununla birlikte söz ve fikirlerin en çarpıcı biçimlerde paketlenip sunulduğu, çok bol tartışılıp kısa sürede tüketildiği, tüketici talebine göre şekillenen bir piyasa mekanı olan medyatik kamu alanında sosyal bilimcinin söz söylemesi, söylediği sözlere dinleyici bulması giderek zorlaşmıştır (Öncü, 2008: 49-51). Çünkü Parenti’nin sözleriyle tekelci haber medyasının görevi bilgilendirmek değil yanlış bilgilendirmek, günlük olayların görünüşünü sunmaktır; çok fazla konuşarak anlamı gizlemek, çok fazla abur cubur sunarak hiç besleyici gıda vermemektir (Parenti, 2008: 103). Alman düşünür Nietzche’nin gazetecileri “anın efendileri modanın köleleri” olarak tanımlamasının nedeni de bunlar olmalıdır.

Tarihin ve ekonominin zorunlu koşullarına tabi olan tüm müesseseler gibi medyanın da içerisinde yer aldığı dünyanın, yaşamakta olduğu büyük bir dönüşüm söz konusudur. Günümüz dünyası sanayi toplumundan bilgi toplumuna, Fordist üretimden esnek üretime, ulus devletler dünyasından küresel dünyaya, modernist düşünce çizgisinden postmodernist bir düşünce çizgisine geçiş yaşamaktadır. Tüm dünyada eğitim sistemleri şu ya da bu ölçüde dönüşümü yaşamaktadır. İki trilyon dolarlık bir sektör olan eğitim GATS (Hizmet Ticareti Genel Antlaşması) aracılığıyla uluslararası sermayenin en parlak piyasalarından biri olmuştur. Uygulanan neoliberal politikalarla küresel eğitim piyasasında yaklaşık 5 milyon kişi uluslararası öğrenci olarak küresel şirketlerin “müşterisi” olmuşlardır. Dolayısıyla öğrenci “müşteri” olunca okul, işletmeye dönüşmüş. 1990’lardan itibaren de müşteri memnuniyetini esas alan Toplam Kalite Yönetimi türü işletme ilkeleri eğitime uygulanır hale gelmiştir. Neoliberal ve küreselleşmeci anlayış Sosyal Bilgiler, Hayat Bilgisi, Türkçe gibi sosyal değerlerin daha ayrıntılı işlendiği ve öğrencilere aktarıldığı derslerde daha açık biçimde görülmektedir. Sosyal Bilgiler yeni programında “Küresel Bağlantılar” öğrenme alanı buna örnektir. (İnal, 2008: 141) Egemen gücün ekonomi olduğu ve fabrika yapılarında şekillendiği 20. Yüzyılın son dönemi, “bilgi” nin bilgiye uygulanır hale gelmesi ve bilginin bir sermaye aracı olmasıyla nitelik değiştirmeye başlamıştı. Bilgi temelli ekonomiler oluşmasıyla bilgi bir üretim faktörü haline gelmektedir (Nayır, Tarih Yok: 330). Dolayısıyla işletme ilkeleri bilgi ve eğitime de uygulanacaktır.

9