• Sonuç bulunamadı

2. TÜRK ROMANINDA KUTSAL METİNLERİN İZLERİ

2.1. RAB YEHOVA, TANRI, ALLAH

Kur’an-ı Kerim’de172 962 yerde Allah’a doğrudan nispet edilen, Allah’ın isimlerinden biri olan “Rab” kelimesinin sözlük anlamı “bir şeyi yetkinlik noktasına

varıncaya kadar kademe kademe inşa edip geliştirmek”tir. Bu kelime daha çok sıfat

gibi kullanılmaktadır ve kelimeye Allah Teâlâ hakkında olmak üzere “mâlik, seyyid,

idare eden, terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren, mabûd”

gibi anlamlar verilir.173

Eski Ahit’te Tanrı için kullanılan özel isimler arasında en sık kullanılan, 6800

defa geçen ve İbranice bir kelime olan “Yehova”nın kökeni hakkında çok farklı görüşler bulunmakla birlikte “var olmak/olmak” anlamındaki İbranice “hvh/hyh” kökünden geldiği üzerinde durulur. Eski Ahit’e göre bu isim ilk defa Tanrı tarafından Hz. Musa’ya Horeb/Sina Dağı’nda bildirilmiştir (“Mısır’dan Çıkış”, 3: 14-15). İsrail Tanrısı için sıkça kullanılan ve civar kavimlerde de görülen, Tanrı’nın evrensel yönünü vurgulayan “El/Eloah/Elohim”e karşılık “YHVH” ismi daha ziyade İsrail kavmiyle özdeşleştirilmiştir. Yahudi inancında “Yehova” isminin, Tanrı’nın özel ve en kutsal ismi olduğuna inanılır. Sadece İsrail’e vahyedilmiş olduğuna inanılan bu isim, onun tanımlanamaz, gerçek manada tek varlık oluşuna, aşkın yönüne işaret eder.174 Yehova kelimesi Kutsal Kitap’ın Türkçe tercümesinde175 “Rab” şeklinde çevrilmiştir.

“Allah” kelimesinin etimolojisi üzerine farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kelimenin herhangi bir kökten türemiş olmadığı, sözlük anlamının bulunmadığı, yaratıcının özel adını teşkil ettiği kabul edilmekle birlikte çeşitli köklerden türemiş

172 Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2014. Tüm alıntılar,

bu baskıdan yapılacaktır.

173 Bekir Topaloğlu, “Rab”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C: 34, İstanbul 2007, s. 372.

174 Salime Leyla Gürkan, “Yehova”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C: 43, İstanbul 2013, s. 390.

175 “Tanrı’nın Unvanları: Tanrı’nın İbranice’deki bazı adlarının Türkçe karşılıkları şöyledir: Elohim

sözcüğü Tanrı; Adonay sözcüğü Rab; İbranice’de 4 sessiz harften oluşan ve büyük olasılıkla Yahve diye telaffuz edilen YHVH sözcüğü birkaç yerde Yahve, bu yerler dışında RAB; YHVH ve Adonay sözcüklerinin birlikte geçtiği yerler Egemen RAB diye çevrildi. Yahve, Kutsal Kitap’ın eski çevirisinde ve kimi kaynaklarda Yehova diye geçer.” Kutsal Kitap, Kitabı Mukaddes Şirketi & Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 2016, s. iv. Tüm alıntılar, bu baskıdan yapılacaktır.

olabileceğini söyleyen bilginler de vardır. Ortaya konulan görüşlere ve iddialara bakıldığında kelimenin Arapça asıllı “ilâh” sözcüğünden türemiş olduğu kanaati ağır basar. İslam bilginleri bu kelimenin tarifini ifadede kimi küçük farklılıklara rağmen

“Allah, varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere lâyık bulunan zâtın adıdır.” şeklinde

yaparlar.176

Aşkın bir yaratıcı varlığını tespit etmek isteyen filozoflar, bu varlığın ana hatlarını belirlemek istediklerinde semavi kitapları kılavuz edinerek insanın kendisine yakın hissettiği fakat duyularıyla idrak edemediği yaratıcıyı tanıyabilmesi için onu çeşitli yönleriyle vasıflandırmışlardır.177

İslam öncesi dönemde Arapların dualarında ve özellikle şiirlerinde kullandıkları Allah lafzı, İslamiyet’le birlikte kâinatı yaratan ve yöneten en yüce varlığın bütün sıfatlarını kapsayacak bir muhteva zenginliğine kavuşur. Bozkır Türk topluluğunun Göktanrı’ya dayanan asıl Tanrı inancı, İslamiyet’i benimsemelerinden sonra kelime boyutunda da kendini gösterir ve Tanrı, Allah kelimesinin yerini alır. XIII. yüzyılın sonlarından itibaren ise Yunus Emre’de ve ondan bir asır sonra Süleyman Çelebi’de bu iki kelimenin birlikte kullanıldığı görülür. XV. yüzyılın başlarına ait satır arası Kur’an tercümesinde Allah lafzının Tanrı kelimesiyle karşılandığı görülmektedir. Bu kullanış bir asır kadar devam ettikten sonra, özellikle dinî içerikli metinlerde Tanrı kelimesi revaçtan düşer ve yerine Allah lafzı geçer.178

İslam dininin tebliğ ettiği yüce yaratıcının binbir tecelli ve sıfatları var olup her birisi de bir isimle ifade edilmektedir. Allah’ın isimleri konusunda başvurulacak en önemli kaynak “tecelli-i kelâm” yani Kur’an’dır, bir diğeri ise idrak edilen bütün varlık ve olgular olarak nitelendirebileceğimiz “tecelli-i efâl”dir (Yûsuf: 105, İsrâ: 12, Fussilet: 37).179

176 Bekir Topaloğlu, “Allah”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C: 2, İstanbul 1989, s. 471. 177 Bekir Topaloğlu, “Allah”, s. 482.

178 Harun Güngör, “Tanrı”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C: 39, İstanbul 2010, s. 571.

179 Hayati Aydın, “Esmâ-i Hüsnâ ve Kur’ân’daki Bağlam İlişkisi”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, 23 (3),

“De ki: (Rabbinizi) ister Allah diye çağırın ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur” (İsrâ: 110)

Allah’ın isimlerinin 99 adet olduğu Ebu Hureyre tarafından rivayet edilmekle birlikte bunlar Tirmizî’ye ait olan farklı bir metinde belirtilmiştir.

“Rab”, “Yehova/Yahve”, “Tanrı”, “Allah” kavramları ve onları Allah ve kul ilişkisinde görünür kılan isimler, sıfatlar, bunların tabiata yansıma biçimleri, insan psikolojisindeki rolleri, incelediğimiz romanlarda birçok kez saptanmıştır. Roman kişilerinin farklı bağlamlarda başvurduğu, medet umduğu, zaman zaman Allah’ın büyüklüğünü dile getirdiği bu isim ve sıfatlar genellikle olumlu tasvir edilmiştir. Çoğu zaman her şeye muktedir olan bir yaratıcı imgesi çizen bu ifadeler, bir yaratıcı kavramının insan/toplum hayatındaki rolünü, insan psikolojisinin açmazlarını çözmedeki işlevini belirginleştirmek amacı taşır.

Ferit Edgü’nün ilk baskısı 1977 yılında yapılan, çağdaş Türk edebiyatının özgün örneklerinden olan O – Hakkâri’de Bir Mevsim180 isimli romanı gerçeklik ve düş eksenindeki gelgitleriyle muğlak bir portre çizerken, bir gemi kaptanı olan roman kahramanı “O”nun ıssız bir köye düşüşünü ve buradaki hayata zaman içinde öğretmen kimliğiyle uyum sağlamaya çalışmasını anlatır. Gerçek mi düş mü olduğu belli olmayan bir gemi kazasından sonra roman kahramanı kendisini karlarla kaplı, yabancısı olduğu, dilini anlamadığı insanların arasında, bir dağ köyünde bulur. Bu andan itibaren roman gerçeklik çizgisine döner ve köyden insan manzaraları, yoksulluk, çaresizlik gibi sahneler muhtelif bölümlerde betimlenir. İnsanların çaresizliğine ortak olan O’nun, olgunlaşma sürecine şahit oluruz. Örneğin O, köyde yaşanan salgın karşısında köylülerin çaresizlik içinde kendinden yardım beklemesi üzerine harekete geçer fakat elinden gelen tek şey valiliğe salgını bildirmek, Sağlık Bakanlığına bir dilekçe göndermektir. Kar yolları kapadığı için sağlık ekibi bölgeye ulaşamaz, bu süreçte köydeki tüm bebekler ölür. Bunun gibi olaylar roman kahramanının kendini yalnız ve çaresiz hissetmesine neden olur. Romanın “Tılsım” başlıklı elli yedinci bölümünde roman kişisinin çaresiz bir durum karşısında sığındığı,

180 Ferit Edgü, O Hakkâri’de Bir Mevsim, Ada Yayınları, İstanbul 1990. Tüm alıntılar, romanın bu

medet umduğu yaratıcının adları zikredilerek Allah’ın “her şeye yeten, bağışlayan, sağlık veren” sıfatları metne yerleştirilir:

“Balıklar, akrepler, sayılar, ve Tanrının sıfatları:

KÂFİ/Herşeye yeten. ÂFİ/Bağışlayan. ŞÂFİ/Sağlık veren.

Sağlık ver Tanrım. Bağışla Tanrım. Sen her şeye yetensin, bize de yet. Çaresizliğimize de yet Tanrım.” (s. 178)

Nedim Gürsel’in on iki bölümden oluşan Boğazkesen181 (1995) isimli romanı, biri tarihî diğeri güncel olmak üzere kurgulanan öyküler üzerine inşa edilir. Paris’ten İstanbul’a gelen, Anadolu Hisarı’nda kiraladıkları yalıda eşi ve arkadaşlarıyla vakit geçiren roman kahramanı Fatih Haznedar, Fatih Sultan Mehmet dönemi üzerine bir roman yazmaktadır ve eşiyle Paris’e dönmeyip araştırma yapmak için bir süre daha İstanbul’da kalmaya karar verir. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetme süreci üzerine kaleme aldığı ana hikâyeyi Akşemsettin, Uluğ Bey, Çandarlı Halil, Ali Kuşçu gibi tarihî kişilerle, içoğlanları, dervişler ve cücelerin hikâyeleri ile süsler. Yazdığı romanla özdeşleşen Fatih Haznedar, kendini yalıya hapseder, âdeta dış dünyanın varlığını unutur. Bu kopuş, eşinin arkadaşı olduğunu söyleyen ve kendisini Sumru diye tanıtan Deniz isimli genç bir kadının kapısını çalmasıyla kesintiye uğrar. Deniz’in yazarla ikinci defa bir araya gelişi ülkede yaşanan darbeden sonra olur. Deniz kaçaktır ve âdeta yazara sığınır. Deniz’in ikinci defa hayatına girmesiyle romandan uzaklaşan yazar, eserine tekrar yoğunlaşabilmek için Deniz’i ortadan kaldırmayı bile düşünür. Bu düşünceden vazgeçmesi ile de roman son bulur.

Fatih Haznedar’ın yazdığı romanın bir bölümünde Fatih Sultan Mehmet, şehzadeliği zamanında hocasının İskendername’den okuduğu serüvenleri tefekkür ederken sahip olduğu kudrete rağmen ölüm karşısında aciz bir kul oluşunu hatırlar. İçindeki bitmek bilmez fethetme arzusunu, nihayetinde sadece “insanlar içinde bir

181 Nedim Gürsel, Boğazkesen, Doğan Kitap, İstanbul 2018. Tüm alıntılar, romanın bu baskısından

insan” olduğunu düşünür. Bu sahnenin ardından romanda Fatih’in kendi yaptırdığı kubbenin altında huzur arayışı sırasında gözüne takılan sülüs yazı, kutsal bir atfı metne dâhil eder. Kur’an’ın ilk ayeti bu sülüs yazıyla avluya bakan pencerelerin üstündeki bir taşa kazınmıştır. Bir tasvirle romana dâhil edilen kutsal metin182, Fatih Sultan Mehmet’in muhakeme sürecinin gösterilmesi ile Allah’ın sıfatlarına genişletilir. Burada metin içine giren ikincil bir metnin metinlerarasılığı devreye soktuğu görülür: “Kapıda durup içeri girmeden başını kaldırdığında avluya bakan demirli pencerelerin yukarısındaki taşa kazınmış sülüs yazıyı gördü: ‘Elhamdülillahi Rabb ül-âlemin er-rahmanirrahim.’ Bu sözlerle, âlemlerin Rabbi’ne hamdolsun diye başlıyordu Kuran. İki dünyanın da gerçek sahibi, evrenin yaratıcısı O’ydu. Önüne ön sonuna son olmayan, yaratan ama yaratılmayan, tüm sıfatlardan münezzeh yüce Allah. Kendisiyse tebaası gibi bir kuldu gerçekte. İnsanlar içinde bir insandı. Tanrı elçisi Muhammed’den, adını taşıdığı peygamberden de güçsüz. Bu düşünceyle rahatladı.” (s. 110-111)

Nedim Gürsel’in “kutsal olanı sorgulayan ama incitmeyen bir metin”183 olarak nitelendirdiği Allah’ın Kızları’nda184 (2008), diğer romanlarında olduğu gibi yine biri tarihî diğeri güncel olmak üzere kurgulanan öyküler anlatılır. Hz. Muhammet’in hayatından kimi kesitler yazar-anlatıcının -özellikle çocukluk günlerinin ağırlıklı olduğu- hayatının kimi olaylarıyla iç içe geçirilerek verilir. Tarihî düzlemde hikâye edilen öyküde Hz. Muhammet romanın merkezine yerleştirilir ve Kureyşlilerin putlara taptığı dönemden başlamak üzere Hz. Muhammet’e vahiy gelmesi, Hz. Muhammet’in İslamiyet’in yayılması için verdiği mücadele, Hz. İbrahim ve Hz. Musa gibi peygamberlerin kıssalarına, mucizelerine de yer verilerek sunulur. Ayrıca bu bölümde puta tapan Kureyşliler tarafından “Allah’ın kızları” olarak nitelendirilen Lât, Uzzâ ve Menât’a da söz verilir, onların gözünden Cahiliye dönemi, Hz. Muhammet ve İslamiyet’in yayılmaya başlamasıyla yaşananlar anlatılır. Güncel

182 “Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah’a

mahsustur.” Fâtiha: 1. Rabbin “yaratıcı” sıfatıyla ilgili ayetlerden bazıları: “İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur).” En’âm: 102; “Şüphesiz Rabbin hakkıyla yaratan pek iyi bilendir.” Hicr: 86; “Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve şânı yücedir.” Kasas: 68.

183 Sema Aslan, “Nedim Gürsel’den Müslümanlık”, Nedim Gürsel ile Allah’ın Kızları Üzerine Söyleşi,

Radikal Kitap Eki, Yıl: 6, Sayı: 364, 7 Mart 2008, s. 30-32.

184 Nedim Gürsel, Allah’ın Kızları, Doğan Kitap, İstanbul 2016. Tüm alıntılar, romanın bu baskısından

hikâye ise çocukluğu babasının ölümünden sonra annesinin Fransa’ya yerleşmesiyle, dindar olan dedesi ve büyükannesinin yanında Manisa’da geçen inançlı bir çocuğun algısıyla hem de yıllar sonra dedesinin günlüğünü okuyan olgun ama inançsız bir yazarın bakış açısıyla verilir.185 Roman başlamadan önce Allah’ın sıfatlarına186 atıf yapılarak yaratıcının “yoktan var etme kudreti” öne çıkarılır:

“Önce Söz yoktu hayır. Önce bu kum denizi, bu taşlar, bulutsuz mavi gökte yakıcı güneş vardı. Önce bulut, önce yağmur, önce dağlar ve yıldızlı gökyüzü vardı. Tüm cansız varlıkların sesi nefesi vardı. Söz sonra geldi, topraktan, kumdan, çakıldan ve sudan, suyun oyduğu vadilerden çok sonra. Yılan ve çıyanlardan, hançer yapraklı ulu ağaçlardan, kurda kuşa yem olan börtü böcekten de sonra, karıncalarla atmacalardan. Onlardan çok sonra, insan yaratılıp halk olanda. Yine de önce Söz vardı, çünkü her şey Söz’le başladı. Allah’ın adıyla. Adlarıyla. Zatı tüm sıfatlardan münezzeh Allah’ın. Öncesiz ve sonrasız zamanda varolan rahman ve rahim Allah’ın. Yaratılmadan yaratan, doğmadan ve doğurmadan tek kalan, gizli bir defineyken bilinmek isteyen, âlemlerin Rabbi, kıyamet gününün sahibi Cenabı Hakk’ın adıyla.” (s. 13)

Gürsel, bu romanında sık sık başvurduğu metin ekleme187 ya da gönderme gibi tekniklerle metinlerarasılığa birçok yönden işlerlik kazandırır. Hem romanın içeriğini kurgularken geliştirdiği paralel olay örgülerinin birinin merkezinde

Kur’an’da geçen ayetlere ve İslam tarihine hem de romanın içeriğinde sık sık başka

ayetlere atıf vardır. Bu romanda metinlerarasılık hem yapıyı hem de içeriği etkileyen bir unsurdur.

185 Yazar, roman yayımlandıktan sonra “dinî değerleri aşağıladığı” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik

ettiği” iddiasıyla yargılanmış ve beraat etmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk.

https://m.bianet.org/bianet/din/115463-allah-in-kizlari-ndan-yargilanan-nedim-gursel-e-beraat, (02.08.2019)

186 “Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.

Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O’na hiçbir şey gizli kalmaz.) O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” Bakara: 255; “Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O’nun bilmesi yeter.” Furkân:58; “O ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. O, her şeyi bilendir.” Hadîd: 3; “Ondan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir).” İhlâs: 3.

187 Bir metinde, başka türdeki metinleri hazır kalıplar hâlinde yapıştırma ve kullanma işlemidir. Metinde

organik bir biçim içinde yer almayan, mektup, gazete kupürü, şarkı, şiir gibi başka türlü metinlerin yapıştırma biçiminde eklemlenmesi olan kolaj (collage) tekniği ve farklı bir metnin alıntı şeklinde metne yerleştirilmesi de bu bağlamda ele alınabilir. Bir metinden diğerine yapılan alıntıların ortak adı olan bu yöntem, Divan şiirinde yer alan ‘iktibas’ sanatına benzer. Ayrıntılı bilgi için bk. Nurullah Çetin, Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara 2011, s. 212.

Cumhuriyet Dönemi Türk romanının güçlü kalemlerinden olan Alev Alatlı romanlarında kutsal metinlere gönderme yapan, kutsal metinleri olay örgüsüne dâhil eden yazarlardandır. Alatlı’nın “Schrödinger’in Kedisi” isimli dizisi iki romandan oluşmaktadır. İlk roman olan Schrödinger’in Kedisi Kâbus’ta188 (1999), 1980-1990’lı yıllarda Türk toplumunda görülen ahlaki çöküntü, dilin kirlenmesi, aile ilişkilerinin zayıflaması, dinde yaşanan yozlaşmanın ülkede bir kaos ortamı yaratması ve söz konusu kâbusun Anadolu harekâtçılığı/Türkiye’nin küçük parçalara ayrılması ile sonuçlanması bilim kurgu tarzında işlenir. Türk toplumunun afaziye maruz bırakılması, kullanılan kelime sayısının azalması insanların birbirini anlamamasına, iletişimsizliğe yol açar, insanlar düşünme niteliğini kaybeder. Olaylar Kuran ve Kadızade aile üyelerinin etrafında şekillenir ve Devrim Kuran’ın intiharıyla son bulacak ölümü roman kahramanı İmre Kadızade’nin bakış açısıyla verilir.

İmre Kadızade’nin eğitiminde babasının ölümü nedeniyle dayısının etkisi olmuştur. Dayısının isteğiyle önce matematik eğitimi alan İmre, matematiğin dünyayı açıklamaya yetmediğini düşündüğü için psikoloji okumaya karar verir. İstanbul’da iyi bir psikoterapist olan İmre Kadızade, amcasının kızı Devrim’in eroin kullanma, fuhuş yapma gibi sebeplerle kendisine getirilmesi üzerine tedavisini üstlenmek durumunda kalır. Fakat Devrim’i anlayamadığı için yaklaşan intiharını da göremez. Yüce Pir’in iradesi doğrultusunda gerçekleştirilen Koalisyon tarafından Devrim’in intiharına yardım etmekle suçlanır ve Ulusal Af Örgütü tarafından ölü yıkayıcı olarak görevlendirilir. Duruşmalar sonucunda davası yetersizlik kararı ile Dünya Anti- Nihilist Sivil Toplum Örgütleri Birliği mahkemelerine devredilir. Doğu Trakya Cumhuriyeti’nin merkezi Adrianople (eski Edirne)’de yeniden arınma kursu için bulunan Taliplerin arasına Islahhaneye gönderilen İmre Kadızade, burada yargılanır. Dava bitiminde yurtsever bir örgüt olan Onarımcılar’a katılır. Bulunduğu kursta her seminer sonrası Yüce Pir’in 99 “güzel ismi” 99’dan az olmamak kaydıyla tekrarlanmaktadır:

188 Alev Alatlı, Scrödinger’in Kedisi – 1. Kitap: Kâbus, Everest Yayınları, İstanbul 2016. Tüm alıntılar,

“Derinden gelen ney sesi yine duyuldu. Taliplerin bedenlerinin ritmiyle çakışan tuhaf elektronik melodi, Esmayı Hüsna’ya eşlik etti.

‘Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı...’ diye mırıldanmaya başladı kalabalık, ‘‘Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı, Akılcı...’

Tam doksan dokuz kere ‘Akılcı’ diye tekrar ettiler. Ardından ‘Özgürlükçü’ diye sürdürdüler...

Akılcı, Özgürlükçü, Barışçı, Eşitlikçi, İnsancı, Katılımcı, Demokratik, Maneviyatçı, İlerici, Bilimsel, Yaratıcı, Laik, Çalışkan, Kindar, Bencil, Esirgeyici, Saygılı, Artistik, Gelişmiş, Kâmil, Uygar, Adil, Merhametli, Yardımsever, Affedici, Kurtarıcı, Asude, Varlıklı, Batılı, Avrupalı...” (s. 44-45).

Bu distopik tabloda İmre Kadızade’nin uğradığı felaketler anlatılırken birçok dinî göndermeden ve kutsal unsurdan faydalanılır. Romanda Yüce Pir ismiyle tecessüm eden ve 99 adına her seminer sonrası ayinler/zikirler düzenlenen kişi Allah’a naziredir. Din âlimlerinin 99 ad üzerinde fikir birliğine vardıkları esmayıhüsna burada distopik bir bağlama taşınmış ve dinî ritüeller parodik bir kalıp içinde sunulmuştur. Tekrarlanan ve zikre konu olan isimler aslında esmayıhüsnayı tersine çeviren ve sekülerliği, uzlaşmaz değerleri bir din noktasına taşıyan yapıdadır. Böylece pozitivist, rasyonalist değer ve kavramların dinî saiklerle zikredildiği ve uyumsuz bir bağlam ortaya çıktığı görülür. Kutsal ve dünyevi arasında oluşan gerilim, bu sahnede parodik bir tona bürünür. İmre Kadızade tüm bu gerilimi kişiliğinde hissederek sorgular:

“Allah’ın doksan dokuz ismi neden uzlaşmaz çelişkiler sergiler? Biz insanlar, hepimiz, bizlerden daha ‘yüce’ ya da daha ‘derin’ ve son tahlilde ifade edilemeyen bir gerçeğin bir parçası, bir yüzü, olduğumuzu içimize sindirmek zorundaydık. Bir yüzümüz cebbar, bir yüzümüz rahman. Bir yüzümüz ikili sistem, bir yüzümüz çok değişkenli. Yeni fizik de bu durumu kanıtlıyordu.” (s. 589)

Elif Şafak’ın “Görmeye ve Görülmeye Dair Bir Roman” alt başlığını taşıyan, toplumdan kendini soyutlayan roman kahramanlarının takıntıları üzerine inşa edilen

Mahrem189 (2000) isimli romanı, fantastik hikâyelerin de anlatıldığı birçok hikâyenin iç içe geçtiği ütopik bir romandır. Roman, Şişman Kadın’ın minibüste gördüğü bir rüyanın anlatımıyla başlar. Küçükken yaşadığı bir cinsel taciz/travma sonrası kendisini yemeye veren ve yedikçe kilo alan Şişman Kadın’la küçükken kendisine Cüce-Büce

189 Elif Şafak, Mahrem, Metis Yayıncılık, İstanbul 2007. Tüm alıntılar, romanın bu baskısından

dedikleri için, bu ismi andıran, alfabenin iki harfinin okunuşu olan Be-Ce’yi isim yapan cücenin yaşadıkları aşkı merkeze alan roman, kadının aslında cücenin yazdığı sözlüğe önce ilham sonra da malzeme olduğunu keşfetmesiyle son bulur.190

Romanı oluşturan hikâyeler bütününün en öne çıkanının, bir anlamda çerçeve hikâyenin kahramanı olan Be-Ce’nin yazdığı Nazar Sözlüğü’nün birçok maddesi ile kutsal metinlere atıf yapılır. Bu atıflarda esmayıhüsnanın da dinî literatüre uygun şekilde aktarıldığı görülür.191 Alt-metne bağlı kalan bu gönderme, sözlüğün alfabenin son harfinden, z’den başlayan maddesinde görülür. “Zahir” Allah’ın sıfatlarından biridir; “Tanrı’nın doksan dokuz isminden biri olan zahir, ‘gözden saklanmayan’

Benzer Belgeler