Bu hatta cuma namazında yabancı bir hoca var-dı.
Bu da, her gün on tanesi uğrayıp cebini daldu r
duktan sorıra gidenlerden birisi. Gerçi karışma k had
dimiz değ:!. O afyon çubuğunu tütürür. köylüler de gönlünden kopanı verirler. Ama çizmeden yukarı çık
tılar mı. eğriyi, doğruyu anlamış insan dayanamı
yor.
Bumunu yere dikip düşünen, bilinmez bir kor
kunun etkisiyle saUanan ve yorgun gözlerle kimi uyur.
kimi uy<Jnık dura n halkın karşısına çıkı nca ne buyur
sa beğeni rsiniz?: Atatürk memlekete olmadk kötü
lükleri getirmiş. Güzelim sülüs yazılarını lôtinceyle değiştirmiş. Kadını açmış. Dinimizde entari giyen kadının nikôhı bozulurmuş. Hele şimdiki şu köy mek
teplerini govurlardan aktarmış. Bizi gafil avlariıış. Çok şükür gayri yavaş yavaş es·kiye gidiyormuşuz. Fesi yine giyecekmişiz. Eski yazı dönecekmiş v.s. Sap ye
di saman çıkardı. Bu denenierin gerçek olmadığına inanan yal!lız iki öğretmen. Onların da çıkışmak ce
saretleri olmadığından. lop lop yutuld u söy!enenler Camiden cıkıldıktan sonra da umulandan fazla para toplandı hocaya : (elli lira). gitti.
* * *
Ben, 4 -5 · inci sınıfların öğretmeniyim. Hiç bir ders saati yoktur ki, Atatürk'ten söz açılmasın ve ben bu ölmez kurtarıcının cesaretini. devrimlerini öv
meyim. Ama sen misin öven ve O'nun gitiği yolu gös
teren!
Burası öyle bir ôlemdir ki. icine g irmeyen bil
mez. . . 1 50 cocukttm 10 tanesi bile gönüllü okula gelmez. Yasaya ıbaşvurursun, herkesle ara n bozul
masına karşın, ·gelen yine yarıyı bulmaz. On1ar do derse çalışmaz: Namaz vakitlerinde hic şaşmadon bütün cocukları comide görürsünüz. Geri kalan za
manlarda do her baba, cocuğuno namaz sareleri ve arapea ezon öğretmekle uğroşır.
Öğretmen arkadaşlardon birisinin babası, oğlu
nu okutup «muallim» ettiğine bin kere piŞman. «Şin
ciden sonra millet hep hocaya dönecek, ne ettim de Faruğu öğretmen ettim? Hoca olsaydı şimdi aldığı paranın birkoc mislini aldığı gibi, itibarı da olurdu,»
diyor ve küçük .oğluna her gün evde arapea ezon alıştırmaları yaptırıyor. Eski yazı öğretiyor. Cocuk okula geliyor, dilsizleşiyor sanki,.
«Yavrum derslerine neden calışmodın? Hep be
nim söyiGdiklerimi dintemekle olur rrıu? Bak, kitap·
ların da 'benim a nlattıklarımı anlatıyor. Kitoplarını,.zı da okusanız daha iyi öğrenirsiniz.ıı
«Bob.:ım okutmuyor. öğretmenim . . . >>
«Ya?»
«Namaz öğrediyor. Kur'an okuduyor. Ezon oku · ma öğrediyor. Onlardan sona fayda yok diyor.»
« Kur'on oku.>> diyorum.
Hani harıl!
« Namazlık oku.»
Gürül gürül!!
«Ezor. oku.!»
Vollah billôh okulu cın1atıyor.
Bütün sınıflarda:ki cocuklar Kur'an ve eski ezan okumakta birbirleriyle yanş.a çıkmış g ibi.
Köylülerin yağmur duasına çıktığı günlerde, be
şinci sınıf öğrencilerine, okulumuzun alt yanındon
geçen ımıağı göstererek, anca·k teknik araçlar kul
lanara k bu sudan yararlanırsak tarlalarımızı sulaya
bileceğimizi. yağmur duasının yararsız olduğunu an
lattım. Okuma ·kitabındaki «gömü» adlı yazıyı da oku
yup acıklıyarak. «hacılarl a . hocalarla, el açarok, diz çökerek. dağ ıbaşı na yağmur
y
akarısına çıkmakle iş bitmez. Orada tuzlu alınteri ile acı gözyaşından başka bir şey 'bulunmaz. Asıl büyük su ·gömüsü topra
ğın altındad ı r. Toprağımızın susuztuğunu ancak o gömüyü cıkaracak olan teknik g iöerebilir.» dedim. Bu düşünceyi cahil köy halkın ın karşısına çıkıp ta dobra dobra söylemek patavatsızlı·k olur. Ama okulda ço
cuklara nöyle öğretmemi görevim emrediyor. Gel gör ki, çocuk'ar. babalarına söyleyince, kıyametler kop
muş. Hakkımda ettikleri küfü�leri it yutmaz.
* * *
Atatürk'ün ölüm günü yaptığımız törende birçok şiirler okudu öğrenciler.
iş
zamanı olmakla birlikte birkaç köylü törende bulundu.Türk'ü ölümden O'dur kurtaran, O'dur yeniden Türklüğü kuran.
ikiliği okunduktan sonra. biraz hoca geçinen Topal Mehmet «Hayır» maka mı nda boşını salladı.
«Gerçekten o. olmasa, bizi yuttu gittiydi gôvurlar değil mi?» dedim.
«Dediğin doğru; gurtordı. emmevelôkin, aklı eren ôl-im hocalar yalan mı söyliyecek. O'nun yaptığı açık saçıl<lığın ·yeri yoğmuş kitabımızda.»
O gün öğleden sonra, resim dersinde. cocukları
seçmekte serbest bıra·karok Atatürk'ün devrimlerin
den herhang i birisinin resmini yapmalarını söyledim.
O günler ki fes gelecek, sarık gelecek diye köylünün yola baktığı g ünler. Çocuklar okul, demiryolu, şapka v.s. resimleri yapmışlar . . .
Cocuğun defterinde şapka resmi g örünce, hoca akşam odada başladı yüzüme karşı otmaya :
«Ahir zaman Y�·klaştı,» dedi. « Peygamber efen
dimiz böyle resimleri, put!arı yasak ettirdiydi. Ne za
man yeniden yapılır işte dünyanın sonu; korkun de
diydi. O gün geldi. Hey gidi müslümanlık hey! Şop
kanın resmini yapmaya kaldık. Güler misin, ağlar mı
sın? işte kitabın dediğ·i geliyor. Ya·kın gelecekte yet
miş bin hoca kellesi kesilecek. Bu. dini, imanı, oru
cu, aptesti bir yana koyup ta şapka iresmiynen uğ
raşanların kellesi kesi-lecek.»
Ve ertesi gün, bakıyorsun, bu kadarcık olay öğ
renci devamını aksatmaya yetiyor .. .
M i r a s
Her ne kadar ölenin · arkasından eşi - dostu ya
nar, yakınırsa da, birçoklarında bir saatten fazla sür
müyor ölüm a·cısı. insanoğlu arsız yaratılmış. Bakar
sın ağlıyor, arkasından ba·karsın gülüyor. Hele bizim köylüyü dünyadan soğutup sağlığında öldürmek için softaların gösterdiği gayretle, bu antayışa h iç uyma
yan köylüdeki madd� hırsının nasıl bağdaştığına şa
şıyor insan. Öylelerini görürsünüz ki, ellerine gece-. cek beş kuruşluk çapıt uğrunda, bütün duyguları
· çiğnedikleri gibi, yersel geleneği de gözleri görmez olur. Çoğu, zamanı gelince, aynı şeyleri yapmış
ol-duğundan. birbir�erinden de çekinmiyorlar. Böyle olunca da bir iki saat önce yalan dünyadan goçup giden bir taninin yakınlarının. saçlarını yolarak bir
birlerine sarılıp ağlamaları, diz dövmeleri. ceaet top
rağa teslim edildikten sonra kavgaya çevriliyor. O günde:ı sonra da birbirlerine düşman kesiliyorlar. Ar
t}k yıllar geçecek de rastlariarsa bir dinsel bayram
.da barışacaklar! . . .
Sorun. ölünün bırakıp gittiği dünyalığın bölüşül
mesi sorunu . . . Eğer tarlası. bağı bahçesi. falan var
sa. bir gün sonra da bölüşebilirler. Ama evindeki eş
yalar! Ölü kal·ktıktan sonra evde bulunan ıvır-zıvır pay edilmeden herkes evine gitse ölü evinin içinde bulu
nanlar. işe yarıyacak eşyaları çalıp saklamazlar mı?
Ona ne şüphe! ·
Köyün geleneğine göre. ölüyü fazla bekletmez
ler. Ölür ölmez hacayı getirirler. (Yalnız gece ölürse.
sabahı bekler.) Hoca keten i biçer ve hemen ölüyü yı
kar. Bu arado ölüm haberini köyde duymayan kal
maz. Birkaç kişi kazmaları çekip mezarı kazar. Er
kekler opdest alıp cenaze narnazına hazırlanırlar. Ne kodar kadın, kız varsa köyde, hepsi ölü evine birikır
ler. Artık ağıt. çığlık bir'birine karışır. Ölünün yakın
ları onun ö�elliklerini sayıp dökerek «ağıt» uydurur-·
lar. Derken, ölüyü ka�dırırlar ve cenaze namazı kı
l ındıktan sonra mezarlığa koyulur. Cenazede bulu
nan köyün ileri gelenleri, mahalle odasına gelir. Ölü evinin hazırladığı ve «balta yemeği» denen yemek yenir. Sonra «başınız sağ olsun» d iyerek giderler.
Evde biriken kadınlar da aynı şeki�de bir yemek ye
dikten sonra. dağılırlar. Ama ah bu kadınlar! !:. Tam evin o karışıklığı sırasında evdeki setaletin derece
sini ölçmeye üşüşürler. Ondan sonra yıllarca dedi
kodu konusu olur. Yağsız pilav pişirdiler. Hastanın
altından çıkan el ,kadar yatakta it yatmazdı . . . yollu, gözleri ne görmüşse ·lôf ederler. Doğaldır ki kendi gözlerindeki merteği de gün gelir ötekiler görür. Böy
lece ölünün kaldırılması ve ağlama faslı er. çok üç saatlik bir zamana sığar. işte ondan sonra sorunun önemli tarafı ge!ir .. : Ana-baba ölmeyince. çocukların mal pay etmeye ha·kkı yoktur doğallıkla. Sözünü et
mek istediğimiz miras bölme işi de babanın ölümüy
le ortaya çıkan bir sorundur. Babanın evl i oğlu, kızı varsa hücum edip hemen kendi aralarında poy eder
ler. Anlaşamazlarsa (ki, h iç aniaşan görmedim) köy kurulu üyelerini getirerek çözümlerler .. .
Son b i r i k i ölüm olayı ndan söz açacağım:
Köyün en zengini Çolak Vehbi, gençliğindenberi omuzbaşındaki sızıya katianmakle birlikte, yarım adam sayılırdı. Seferberlikte aldığı bir yara, kolunu oolak etmiş ve ölümüne kadar da zaman zaman sız
la maktan geri kalmamıştı. Bundan dolayı, devlet ·ken
disine aylık bağlamış. O da eskiden malı-mülkü ol
masına karşın, bu parayı iyi ·Işlere yatırmış tam an
lamıyla « köy zengini» olmuş. Gün geldi, ecele boyun eğip gitti..
Arkasında bir yaşlı kadın, iki ·kız ve üç erkek ço
cuk bıraktı: Cocuklarının beşi de evli. Kuşluk vakti.
babaları gitti; öğleye o mahallede dövüş olduğunu duyduk. Hepsi de analorını sıkıştırıyorlar:
« BO'bamızın şimdiye kadar biriktirdiği paraları çı kar!..»
g:z.»
«Yavru m, tarlaya verdi, bağ aldı. .. » falan tilôn . . . Dinleyen · kim? Birbirlerine giriyorlar.
«Sa'bahki karışı klıkta sen sandığı açıp caldın,
« Bekir sen caldın bu porayı.»
Sonunda birer i kişer kap-kacak, çul-cuvol
bölü-şüp gidiyorlar ama. hic birisi ötekine dost değil. Bir- . kaç gün sonra hepsi birden babalarının ölümünden dolayı verilen toplu ikramiyeyi almak için ilceye gi
decekler. Herbiri bir yoldan gidiyor. Orada banka parayı analarına teslim ediyor. Ama bırakırlar mı?
Elinden çekiştirdikleri gibi bir gürültü çıkarıp ağız dolusu kütürle yola düşüyorlar gerisingeri.
Bir de köyün en yoksulu Calık Ali öldü. Bunun da kolu sakat. Yalnız bu koyun güderken kayadan düşmüş ae ondan olmuş. O da iki tane cocuk büyü
tüp yetmiş yaşına geldikten sonra yolcu oldu. Köy
de. elinde avucunda bulunanların verdiği birer sıkım yiyecekle geçinen Çalı:k Ali ölenlerin eski giysilerini kullanarak yaşardı. Cün:kü ölen zenginlerin giyecek
lerini yoksullara verirler . . . Son kez hacıların Meh
med'in eski paltesunu vermişlerdi.
·Güzdenıberi hasta yatıyordu. Başucunda yanan teneke çıraya il<i damla g azyağını komşular getirdi.
Ağzına bir kaşık çorba götüren oldu mu bilmem. Bu durumda, Nisan'a kadar yaşıyabildi.
Bunun da iki oğlu var; otuz, kırk yaşlarında. Ba
balarından küçükken ayrılı p iyi kötü evlenmişler, on
lar da yok yoksul geçin•iyorlar .
. Babaları ölünce saıbredemediler. O a·kşam. cıkar
dıkları gürültü sonunda, Calı·k Ali'nin sırtına :binip ya
zıdan yabandan tezek topladığı eşeğini biri çekip gitti ; sözünü ettiğimiz eski patoyu da öbürü alara k muratlarına erdiler.
Daha dün bizıim komşu Copur Fatma öldü. Ölü
münden beş, altı saat önce canr çay istemiş; bana haber saldı. Kaynatıp g ötürdü-m. «Allah aksakallı go
ca etsin!» diye benim için Tanrıya yakardrktan son
ra. bir yıldır uyuz olduğunu s�yledi.
Diyeceğim şu :
Onun daha ölüsü evden kalkmadan, fesindeki tepeliği (yuvarlık bir teneke. 20-30 kuruş eder bel ki.) tarunu Ayşe çalıp evlerine gitmiş. Bunun farkına VC!
ran Çopur Fatma'nın büyük ·kızı. gözünün yaşına, bur
nunun sümüğüne bakmadan ve ölüm acısını birden unutarak koşup arkasından yetişmiş. Dövüşürlerken zor ayırdı lar. Anlaşılan ölü evinde birbirlerinin ne yaptığını o kalabalıkta kovuşturmuşlar ...
Avôrelik
Köyde avôreliğin kışı, yazı belli değil. Cinavia-'
rın odası kışın nası l vağıl-vuğul doluysa, yazın da
· bundan pek farklı olmuyor. Odanın adını bile değiş
tirdiler: Yazın avôrelerin birikip te sırtüstü uzanıp yattrkları ve canları sıkılınca da işi kurnma döktük
lerinden, eski «Koca oda» ya, şimdi «Millet hasta ne
si» deniyor.
Artık kış bastı. Erkek kısmının evde kalması ayıp sayılır. Şafak sökerken kal·kıp hayvanlarının onune iki tutarn samaiı atan, koltuğuna birkoc yufka ekmek aldığı g ibi, ayağındaki na lı n · denen tahtaları buzların üstünde şakır şukur sürükliyerek, arkasından kava
lanıyormuş gibi soluğu alıyor « milet hastanesi>ı nde.
Bir evin erkek olarak kimi varsa. gider. Küçük çocuk
lar da orada, babalarının, dedelerinin kucağına sığı
nıyorlar. Odaya sürekli gelen aile başkanla rının ya
rımşar ölçek çavdar vererek d üzdükleri saba hiçbir vakit doğru dürüst yanmıyor. içerisi sürekli dumanlı
dır. !Juman dolup ta kimsenin söylediğini kimsenin kulağı duymaz olunca da, ıyıce tatlanıyar içerısı.
Arasıra uğrarım ama, çok oturamam. Kalkınca
da-rıl ırlar: « Bit mi çok, yonsam b aşka bi sebep mi var:
hiç oturmadan gidiyon?» derler. Gerçi ben, çekind i
ğimden değil, işim için kalkarım. Ama açık söylemek gerekirse; bit te. pire de, bunları n yanında toztop
rak ta akla gelenden daha fazla .. . Şu ünlü D.D.T. de önleyemiyor.
Oda, güneş doğmada n ağzına kadar doluyor.
Tam bu zamanıda girdim m i , soba borularının her ya
nı, i'pe çamaşır serer gibi yutka ekmeklerle döşen
miştir. Soba boru�arınd a sallanan bu ekmekler. sa
bah kahvaltılarıdır. Orada, gevredikten sonra kucak
larında ufaltarak çatır çatır yuvarlarlar kara boğaza . . . Kahvaltı faslı bitti mi.. keyifler yerine geliyor. Artık sıra kumardadır. Yaşlılar bir yana, gençler bir yana ayrılır. Ellerinde, «aşık» dedikleri bir· çift koyun kemi
ği, tıağdaş kurup halka cevirirler. Bu fasıl, bir iki
sinin 'kalkıp, onların yerine başkalarının oturmasıyla, akşamlara, sabahlara kadar sürer.
Oynadıkları da ne?: Birer paket sigara alıp ön
lerine açıyorlar. On saat, yirmi saat diz çökecekler de, ya iki sigara ·kazanaoo klar, ya da dört sigara üt
·türece'kler .. . Belki de işin bu yanı değil de, boş vak
tin öldürülmesidir öneml i olan. Birbirlerinin önüne ata ata sigaralar da öyle kirlaniyorlar ki. .. Örselene örselene bozulup dağılma·ktan kurtulanlar da · elden ele dolaşa dolaşa en az sobanın boruları kadar isle
niyorlar . . .
Kumarcılar dalgın oynarlarken, beri yandoki ot
lakçı yaşlılar, başlıyorlar kumarcıların koltuğuna dürt
meye: « Beni heç görmez oldun canım, şu isli cuva
rayı at beri de tozudayım, heç gulağın d uymuyo mu, sana dova edip duruyom sabahberi: Ütesin dey·i!»
Gayet olağan ,oturup ben de seyre dalıyorum.
Bu durum, hani «daahh» demiş dünya deyimini an
dırıyor; « çüş» demek kolay değiL. .
«Millet hastanesi» nden çıkıp Sadık Çavuş'un, Battal ağanın dGkkônlarına git. aynı görünüm: Üç dört kume olara·k köşelere çekilip, kimi aşık, kimi zor, kimi. de. domino oynuyorlar. Bazıları, helvasına, s igarasına falan iş:kombil oynamaktadı rlar. Buralar öyle de karanlık ki, yere attı kları zarı n, aşığın ne bi
çim düştüğünü görebilmek için, yukarı ka�dırıp avuç içi ·kadar pencereden gelen ışığa tutuyorlar. Akla ka
rayı seçene kadar gözleri patlıyor.
nda ve dükkônlardan artanlar da, yer altındaki ahırların en karanlık köşelerine bir çıra ile g iderek, hayvanların sıcak ·soluğ·undan yararlanıp . pisHk�eri pekiştirerek üzerinde oynuyorlar si:garo kumarı nı . . . Baharın güneşli havaları başlar başlamız. ku
morcı kümeler dam •başlarına, duvar köşelerine
çıka-· rak işlerini yine sürdürüyorlar ...
Kumara katılmayan azınlığın da ·kendilerine gö
re uğraş�arı var. Örneğin: Tutarlar, eğlenmek için bir oyun çıkarı rlar; tavşan, ördek avındon dem vurur
lar ya da hiç yoktan . bir kavga ç ı·karır, boğırışıp dö
ğüşürler. Daha olmazsa, her hong•i bir sorun üstünde tartışırlar, iddioya girişirler. Avôrelikte en çok göze botan, öğretmenierin maaşları olduğundan, okula iki
de bir, birisi çıkar gelir: «Muallimlerin _hang isi maaşı daha çok .alır?ıı Bir bakersın birisi daha: «Aiamanın toprağı mı çok, Franısızın mı? .. ıı Fa�anla filôn, helva
sına bahs e girişmiş de onun ·için soruyorlarmış .. . V urdun h e r yanında kahvelerin acıklı görünümü
ne eş olarak, buralard a görüp bildiğim köylerde, işler anlattığım biçim ...
Hıcıp'o g ittim, koskoca ahı rı dü-kkôn yapmışlar.
içeriye girdik, kumarcılordan adım ataca k yer yok.
Küme küme serilmişler. habire atıyorlar . . .
Çardak'ta Koca Celôl, kışın odada oturup duru r
ken, üç paket tütün olmak için bahse tutuştu : iki avuç tuzu yedi, sonra dq yirmi tane sigarayı ağzına dizerek, nep:sini bir ham�ede çekmek suretiyle ağzın
dan hiç c�kmeden bitird i de, bahsi kazandı.
Yazın bazıları yazıya yabana gidince, avôre kad
rosu biraz azaldı mı, kumar do verimsizleşiyor. Co
ğu, «ne yapsam?» diye şaşırıyor Hep millet hastane
sine uzanıp yatmaktan da canları sı·kılıyor. Ev de ek
mek ister. Asıl teı'ôş burada ya zaten. Ama iş de yok.
Ne yapsınlar? ..
Köye ilaç
Köye gelen bir dikiş öğretmeninin catalla yemek yediğ·ini gören kız öğrenciler, hemen ertesi gün catal.
bıcak edinip pecete hazır�ıyarak öğretmenlerini ye
meğe çoğırıyorlar. Yine bu kızlar, öğretmenlerinden örnek alarak, ona uymak icin entari dikip giyiyorlar.
Böylece !fcöy, içten fethedilip, yeniliğe doğru g itrneğe başlıyor ...
B i r üstadı n yerinde görerek anlattığı bu olaylar.
hayali olduğu ,kadar gercektir �e. Hayalidir, çünkü böyle yenilik�er bir iki günde giremez. Hele o kir ve yamanın üstüste kayıld ığı şiitelerin yerini, enterinin alması içın cok yıllar ister. Gerçekle de ilgisi var.
çünkü köylü, duyduğuna değil, daha cok gördüğüne inanır. Hele zengince olan bölge.ierde bu gibi yeni
lik�er, çabuk uygulanabilir. . .
Sorunun çözümü b u kadar kolay olmamakla
bir-likte, köylüye «faydalı» d-iye salık verdiğimiz nesne
lerin yararını elle tutulur ve gözle görünür bir biçim
de gösterirsek düşüncelerimizi yadırgamadan kabuı ettiklerini görürüz. Yalnız iyiliğini kabul etmekle kal
mazl.ar, yararını gördükleri eşya ya da maddeyi, elle
ri yeterse evlerine alırlar. Almasalar bile, ·ir.anmaları da bir kazanç değil midir?
Muskanın, üfürüğün, hayvan pisliklerinin iyi e
demediği yaraları ponsıman ederek, merhem sürüp temiz bezlerle sararak « mı..iskadan, üfürükten medet u mmayan» bir anlayış yaratır, muskacıların pabucunu dama atabili riz ...
Okulu biraz ilöç aldık. Fazla değil, topunun tu
tarı sekiz lirayı geçmiyen ilöçlar: Bir şişe oksijen bir şişe tentürdiyot, bir kutu merhem, bir kutu kinin, · bir paket pamuk, biraz gazl ı bezle sargı bezi. Bunların ya nına. bir paket de D.D.T. tozu elde edip koyduk.
Oldu sana bir ecza dolabı . . .
Bütün b u Hôçları, öğrencilere kullandığımız gi
bi, köy halkı da yararlanıyor.
Askerlikte kullandıkları için, oksijen ve tentür
diyot gibi ilôçları tanıyabilen ve birine «köpürden,»
ötekine «kandurut» diyen elli-altmış kişinin yanında, köyün 2000 nüfusu, ilk kazalarda işe yarayan böyle i lôçlardan bile habersizdi r. Onların da kendilerine gö
re birçok ilöçları var, onları kullanırlar. Örneğin: Bir yeri kanayan insan, kanı durdurtma-k için hemen ya
ranın üstüne toprak eker .. . Bir yerinde yara çıkan, herhangi bir hayvan pisliğini löpa edip sorar. ince hastalığa tutulan köpek eti yer. Kendisini üşütüp, satlleana tutulduğunu sananlar, ahırda yanara k bu
ğulanan at ve eşek pisliğinin yığınlarına. gömülüp yatarlar .. .
Okulda bulunan ilôçların nerelere ve nasıl
kuJ-lanıldığını öğreniverdiler. Günde en aşağı on istek - kendileri gelerek bizim ba:ktıklanmızdan gayri-.
«Öğretmenim, şu g ücçük şişeye ıcıcık köpürden suyu goyacağmışsın; ağarnın (borba) bonnana sa'ban demiri düşmüş de koparmış!..»
« Efendi, şu sa·ksıya az kandurut koy da biraz da pambık ver, baban anan hayrı uç•Jn: Bizim çocuk
lar ahırda kavga çJ'karmışlar, büyük. domuz küççük
te kafa göz bırakmamış, gan şarıfşarıl akıyor. . . »
«Kefçinin köpeği, bizim ibratnın bacağından tu
tup ganattı, cocuk g<?rktu, öyle hıçkırıyor. Sizde bir gendurduran var dediler, gözünü seveyim!..»
«Uian Mamıdefendi, bizim uşakları n (çocuk) çullarını (yatak) bit qlmış, sende aktoz (D.D.T.) var
mış, bi cimcik ver de gaza gatıp yağlayım (süreyim).»
<<Bizim oğlan bir tükenmez ·kaşıntı getirdi, evde çoluk çocuk b u derdin elinden kırılıyor. Nekdebin dalobında birez ilöc var d iyolla, versen de bi sına
sak? Acep fayda getirmez mi ki?»
Bu pek az malzeme, başına üşüşenlerin pek çok olmasından, bitti. Şimdi elinde şişey�e ya da kolunu asarak, topallayarak, bir yerinden kan okıta rak ge
len hastaları. onun da, bizim de gönüllerimiz üzüle
rek boş gönderiyoruz. Melıhem olamadığım bu küçük dertler karşısında yüreğ·i m burkUiuyor � . . Üzüntüden gayri. bir de işin öteki yönü var: Boş şişeleri çıka
rıp gösterdiğim halde, «falancaya verdi de bize ge
lince sakladı, yalan!» diyerek arkamızdan atanlar da eksik değil. Öğrencilerimi ·kıramıycrcağımı düşündük
lerinden olacak, yok d·iye
boş
gönderdiklerimizden çoğu, cocuklarının cebine bir şişe yerleştiriyorlar;lerinden olacak, yok d·iye