HAYAL VE GERCEK
DERİNLİK YA YINLARI
«TÜRK YAZARLAR!» : 19
DENEME- İNCELEME -BELGE -YORUM· 4
Beşinci Baskı : Nisan 1980 Kapak : Emir SARlER
Yayın Hakları (Copyri:ght) : Derinlik Yayınları 198(1 Dizgi - Baskı : Kardeşler Matbaası
Cilt : Cenk Mücellithanesi
DERİNLİK Y AYINLARI Ankara Cad. Ankara Han No: 74/505
mahmut makal
HAYAL
VE
GERÇEK
Maıhmut Ma,kol'ın Öteki Kitapları :
Bizim Köy
Memleketin Sahipleri Kuru Sevda
. Köye Gidenler Kal'kınma Masalı Ötelerin Havası
Yer Altında Bir Anadolu Zulum Makinası
Karanlığı Zorlayanlar Bizim Köy 1975
Köy Enstitüleri ve ötesi
Evlenme konusu
Köyün evlenme işi kadar karışık yom yok. Top
luluğun düzenli yaşıyolbilmesi icin en başta gere·ken şey, evlenme düzenidir.
Yurttaşlık Yasamızın bu konudaki hükümlerin
den köylümüzün ne haberi vardır, ne de yasoya göre evlenen. Hareketsiz, sessiz köy yaşa mının tek hare
ket kaynağı da evlenmelerdir, on - oniki yaşındaki cocuıklarını evermek istiyenlerin i'ki kilo şekerlerini al
dı·ktan sonra, muhtarın izin vermesiyle olup b iten birleşmeler bir yana, ·karısını ·kovan, kocasından ·ka
çan, aralıksız kadın ya da koca değiştirenlerle, üçer dörder evlenenterin dolup taştığı yerde bunların gü
rültü ve dedilkodu�arından başka şeylere sıra bile gelmiyor. Olağan bir düzene bağla na mıyon bu duru
mo zaman bir care bulamıyor.
Boştan boşl ıyalım :
. Kızlar ·icin evlenme çağı onücten başlar. Bu ya
şa gelen kızların hemen yarısı daha önce birkaç ke
re evlenmiş olan erkeklere ya do kendi ycşıtla rına kaçıyorlar. Bunda n sonra bunların sık sık koca değiş�
tirdikleri ve perişan oldukları görülüyor. Birkoc ta
nesi zor tutunuyor.
Şerıbet içilerek nişanlananların durumları da bunlardan oyrımsız. Beş-altı yüz lira ala rak kızını ni
şanlıyo n lbaba�or, •bolkıyorsunuz, sonradan cayıyorlor ve daha fazla para gösterene yeniden nişanlıyor
lar. Cek kere ·kız do eskileri bıra·kıp bir üçüncüsüne kaçarak işi tamamlıyor. Bundan dotayı düğünle ev
lenenler pek az kalıyor.
5
Bu ay içinde Deli Mehmed''in kızı. Tombul Veli'
nin ogluyla, Kara H1san'ın kız, Kasık Ramazan'ın oğ
luyla nişanlandılar. Göstüklü Hüsmen bin lira öner
diği için, Deli Mehmet, Veli'nin oğlundan cayd�. kızı
nı Hüsmen'in oğluna nişanlıyacaktı . O akşam kız.
Kısa'nın oğluna Kaçtı. ·Arkasında da bir 5ürü karışık hesap kaldığından. ertesi gün Dere mahalleyi gürül
tü sardı ve iki. hattô üç tarafın döğüşünde başı gözü yaralananlar oldu.
Kara Hasan, kızını Ramazan'ı n oğluna vermeme
ye kara rlı. Nişanı bozacağını ağzından köpük saçarak söyledi. El altından yeni öneriler varmış .. .
Yine b u ay Calık'ın kızı ile Koca Derviş'in kızı.
Yahnı Rıza'nın iki oğluna nişanlandı. Ama her i_ki kız da babalarının gözyummaları sonucu nişanl!!arından beşkalariyle hemen kaçtılar.
. Kızların eski nişaniısı olan Rıza'nın çocukları , başkosiyle evli olmolarına karşın yeniden ·kızları al
maya girişerek su yolunda çevirdiler· Eve sürqkledi
ler. Ama silôh - bıçak birbirine karıştı . . .
Feyzi'nirı kizı başkasına nışanlı olduğu lıalde, Karaman'ın oğluna kaçtı. Sabaha kadar gö
iÜ
imedik döğüş yaptılar. Bir iki gün 'Jonra kız Kocasını bırakarak gerisin geri eski niş-anlısına kaçıp gitti. Ora
dan da yine birinci kocasına geldi istanbul sahil va
purları gibi işledi d4rdu. Hasırcı'ya nişanlanan Şev
ket'in kızı HuiCısi'ye kaçtı. Bu kez çıkan döğüşte de kafası p-arçalanan az olmadı .
Bunlar hemen dilimin ucuna gelenler. Saymaya kalksam, sonu gelmez.
Kaçanlar kaçıyar döğüşenler nedenli nedensiz döğüşüyorlar. Birbirinin dirliğini bozmakta, karısınırı kızının yerini değiştirmeye sebep olmakta kusur et
miyorlar. Böylece yarım yamala·k temel·i atılan aile-
ler. hafif bir yel le sallanan derme çatma yapılara dö
nüyor. Ha yıkıldı, ha yıkılacak. Doğal olarak bu ev
lenmelerin hiçbirisinde resmi nikôh yoktur.
Bu kaçışmalar yüzünden her fı rsatta kapı değiş
tirmeyi huy edinen kadınlar ve her fırsatta kadın de
ğiştiren, eli değerse evine dörde kadar kadın geti
rip depo eden erkekler var . . .
Çoluğunu çocuğunu bile bırakarak iki koca de
ğiştirenlerin toplamı bir hayli tutar.
Rekor. yirmibeşinde altı koca ve otuzbeşinde sekiz koca değiştiren iki kadının üstünde.
Buna karşı, erkeklerden de çok kadın değişti
renler vardır. iki karılı er'keklerin ·sayı�ı yirmi kadar
dır. Çevre köylerde üç-dört karılı evl iler de vardır.
Hepsi de nikôhsızdır. Bunlara metres mi demeli yok
sa başka bir ad mı bulmalı? ..
Çünkü, bu kadınları n hepsinden birçok cocuk doğuyor; :bu kez gidip bir tanesine izinname çıkartı
yorlar ve b ütün öteki kadınlardan doğan çocukları da o kadının üstüne yazdı rıyorlar .. .
* '� *
Köylerimizde bağnazlığın hükmü çok fazladır.
Bunun için fazla kadın almayı falan hep doğru gör
meleri olağandır.
Nit�kim, mektepte medresede okumuş yaşlı bir kentli konuk, odada, evlenme üzerine söz açılınca, coştu:
«Abdülhamit devrinin tadı başkaydı, vesselôm . . .
!ki evlen, üç evlen, istersen on evıen. Yaban köyden evleneni de askere almazlardı.»
Köylüler bu konuda yine serbest olmaloiına kar
şın, kentte yaşadığı içi·n isted iğini yaparnıyan konu
ğu, «Gördün mü babayı» diye alkışladılcir.
Nişan
Dünür olunan kızın başlık fiyctını daha fazla ar
tırano babasi «Verdik!» ded ikten sonra, «şerbet içi
lir.ıı
«Şerbet içmek» , köyde nişanın adıdır. Odaya ko
nu �komşu oağırılara'k, oğlan evinin hazır�odığı bir gü
ğüm pekmez şerbeti içilir. Sonra i mam, iki - üç yıl sonra ev!enecek çiftiere bir yarım rı.ikôh kıyor.
« . . . Hozretlerinin . . . emri şerifleriyle . . . Ali gızı Döndü'yü Mehmet oğlu Şambas'a verd i n mi?» d·iye kız lbolbasına üç kez sorar. Aynı söZ'leri çevirerek bir de oğ1an babasına sorar. Topluluk karşısında onla r do «aldım» ya da «verdim» derler. Dernek dağılır.
Bu andan başlayarak iki gene nişanlanmış olur.
Sosyatenin n işan�ı çiftlerinin birl'ikte baloya, si
nemaya g·itmeleri, kimseden cekinmeden oturup kalk
moları ve hdttô böyle bir fırsatta tanışıp evlenmaleri
nin karşıtı gibi, özeinkie nişanlılık devresiride g·izli- lik egemendir köyde. ·
N.işanlandı·kları voıkte kadar birbirini ancak (ağ
zı yüzü sorı lı olarak) geriden gören n işanlılar, pek olağandır ki ya'kından görüşüp tonışmayı isterler. Bu
nu do, sokak ortası nda yapamazlar. En uygun yol;
oğlanın fırsat boldukça fıstık - şeker gibi biraz çerez alarcık kızı bazı ·geceler yoklomasıdır. Bununla bir
Ji·kte g ündüzleri ahırda buluşmalar da �ar.
Bu işi her babayiğit başaramıyor. Gerdek günü
ne kadar nişanlısının yüzünü görmeyen ve sesini işitmiyenler de çok.
Önce kaynana i le arayı uyduraca ksın. Çünkü kı
zın babası ve oğlan kard eşleri ·işin farkına varırsa, değnekle 'kovalarlar. Ana, �kızı çıkarır, ahır ya da sa
manlıkta buluşmaya. Orada sabahlamaya bile izin ve
rir. Ama ·bu tatlılıkla tanışma çok aşırı ·koçıyor ve öyle kötüye kullanılıyor ki, kara nlık samanlık köşe
lerinde buluşmanın ölçüsünü kaçıran gençler de so
nunda yaptıkları işe şaşa,kalıyorlar.
Örnek : Tavukçu ismail'in oğluyla Kişgilli'nin kı
zı, şerbetleri içildiğinin ikinci günü öğleyin, Hasan
oğlan'ın ahırında buluşuyorlar. Buluşmayı, daha ön�
ce nışanlanmış alışkın kızlar ayar.lıyor. Kendileri de dışarda gözcülük ediyorlar. Bir iki saat içerde kal
dı ktan sonra, cepleri şeker dolu olarak a rkadaşları
nın yanına çı·kıyor kız. Oğlan da sıvışıyor. Ama 'kızın yana·klarınd a başka bir renk, gözlerinde başka bir ba,kış: Atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmiş . . . Kızlar hep birlikte oturup şekeri yiyorlar.
uMeryem, bi. doh.a gelse giren mi Ahmed'in ya
nına?» diyorlar.
«Niye girmeyim, şeker veriyor, insanın ağzı tat
lanıyor. Pek tatlıymış şeker . . . » yanıtını veriyor.
Olay hemen duyuldu. Oğlan tarafında bir üzün
tü, kız tarafında da bir öfke, bir böbürleniş . . . Sanır
sınız ki, «artık bu pisl.i.k sizin elinizden çıktı, hayırlısı ile evinize götürün, kızımız arada kalmasın.» diye kız evi öte tarafa yalvarır. Oysa ki, iş büsbütün değişik.
Çünkü piyasa belli. Oğlan tara.fı almomazlık ed'iver
se. canına minnet . . . Tutar bir da·ha satar.
Onun için, kızın babası : « Eğer verirsem üçten dokuza şartolsun! O, zamanını beklemeden bu haltı
karıştırd ı madem .. >.» deyip dayattı. Gönlünü zor yap
tılar.
Nişanlıların buluşması. genellikle geceleri ·ka
ranlık samanlrkta olduğu icin, hile katan açıkgözler de çı kıyor . . . Bir örneğine geçen yıl calıştığım C . . . de rastladım:
Bir kızı. bir oğlana verdiler. Akşam şerbet içil
dikten sonra, yeni nişanlanan delikanlıya kızgın olan başka bir delikanlı. giyimini ve davranışlarını ötek.ine uydurmuş. Zaten kış günleri herkesin başında po_şu sarılı olduğundan, başından da tanınmaz . . . Caresin i nasıl buluyarsa gidip kızcağızı samanlığa çekiyor ve sürekli fısı ltı ·hal inde konuşuyor. Yeni nişanlısı d iye kendisini kıza yutturuyor. Aynı zamanda yapacağını da yapmış . . . Aradan pek kısa bir zaman geçtikten sonra, nişanlanan oğ·lan. hastalanıyor. Ovalaması ye kurşun dökmesi icin kızın anasını cağırmağa geliyor
lar. (N işanlanmdyı boşardı d iye göz değmiş olma l ı .)
« Nah- daha şinci buradaydı, ne zaman hasta lan
dı?» demeye kalmadan işin aslı anlaşılıyor: Gelen, _folancanın oğlu . . .
Düğün töreleri
Yolsuz, yöntemsiz evlenenlerin yanında düğünle evlenenler de bulunuyor. Bulunuyor diyorum. cünkü son yıllarda düğün yoluyla evlenenler iyice azaldı.
Belki de bunun nedeni kızların pahalı oluşudur. Dü
ğün yapma·k icin varını yoğunu batırarak yiyecek ek
rneğe muhtaç kolmayı artık pek göze alan yok. Ger
çi, kız kocıranlar da masrafsız kurtulamazlar ama, düğün kadar değil. Yine de töre h içbir zaman terke-
dilmez. Biraz kuru olacok ama, şimdi kısaca köyde düğün törelerini anlatacağım:
Kız ve oğlan küçük yaşta nişanland ıkları icin, bir ya do iki yıl nişanlı dururlar. Zamanı daha fazla uzatmak istemiyen oğlan tarafı, üç beş komşuyu ça
ğırarak (kızı yerinde durdurmuşlarsa) bir akşam, kız evine izin istemiye giderler. «Söz alma» adı verilen bu gidişte; önce kız evi biraz naz eder. «Kız küçük daha» ya da «derdi miz, ağrımız var, sabredin . . . » gi
bi asıllı asılsız özürler ileri sürerler. Oğlan tarafı da
«ölüm var. zulüm var; gözümüz görürken Allahın eni
rini yerine getire1im» der, başlığın pazarl ığını kaçtan kesmişlerse oğlan babası kalan b orcunu öder. (Baş
lığın yarıs,ı nişan sırasında, yansı da ·düğün yapı lır
ken ödenir.) Borcun ödenmesiyle de naz b1iter ve er
tesi gün arabayle ilceye giderler. Bu gidişte söz alı
nırken, kız tarafının istediği ve listesi yapı lan pazen, basma, koput, şal g ibi g iyim gerecinin her çeşidin
den beşer, onar metre alınır. Bu gerec·in b i r kısmı kızın gereksinimi için ·kullanılır. Bir kısmı da don göm
lek dikilerek ya da dikilmeden kız tarafının akrabala
rına «yollu'k» olarak dağıtılır.
Bu iş için ilceye gitmeye «izinnameye gitmek»
denir. Kız ve anası da gider. ·Ama izi'nname cıkarı l
maz. Köyde buna whalva yemeğe gitmek» diyorlar.
Her nişanlı kız bu günü sabırsızlıkla be·kliyor. O gün, kızla anasını bir han köşesine otu rturlar ve yine oğ
lan tarafı, çarşı ekmeğiyle halva getirir. Handa yer
ler. Pırtı lan da aldıktan sonra aynı gün geri dönerler.' Ne izinname va rdır, ne birşey. Kızın yaşı zaten uy
gun değildir.
Bu gidişler gerıel l!kle Perşembe gününe rastlor.
O akşam köy muhtarını görmek gerekir. Yine oğlan babası bir kesekôğıçlı şekerle bu işi yapar. Ertesi gün,
Cuma namazındon sonro bir ho,roz kurban ·keserek oğlan evi·rıin damıno boyroğı dikerler. Aynı zamanda sıcak yuf·ko ekmeğ,ini pekmez şerbetine botırorak
«yağlama» yapıp ev ev dağıtırlar ki, düğünümüze bu
yuru n demektir.
Düğün tam bir hafta sürer. En önemli günler Çarşamba, Perşembe'dir.
Eğer birden fazla düğün birlikte yapılıyorsa ve düğün sahipleri zenginseler; bozan çalgı getiri rler.
Dcvulcu. zurnacı ve ·udcu üç ·kişi olan çaigıcı ların geldiği düğünler bir parça şesli geçer. Çalgıcıları n d a katıl masiyle köyde bilinen bir tek halayı yine bir mako mda uzun hava söyliyerek çeker delikanlılar.
Çalgıcı gelmiyen düğünlerde, er·kekler. düğün odasına gidip o·rada eğlenirler. Kadınlar da düğün evinde kendi kendilerine tef çalıp kaşık oyunu oynar
lar. Düğünün ilk dört günü böylece geçer.
Çarşamba günü erkenden bütün köy erkekleri köyün kıyısındaki «Biniş» meydanı'na toplanırlar.
Orada «n-ışan vurma yarışı» yaparlar. Seyirciler iki tarata çekil ir. nişano atacak olanla r da tüfek ya da tabancalarını alamk bir metre ıboyunda·ki duvarın arkasına d i�i�irler. içine kül doldurulmuş bir testiyi yüz adım ileriye di·kerler. Beş - on dakikalık oyalan
ma sonunda bir de bakarsınız, testi delinir, kül ha
vaya savrulur. Testiyi vuran nişancı. düğün sahibi
nin (oğlan babası) yanına giderek. «di.işmanının ömrü bu kadar olsun!» der ve bir iki lira bahş'iŞ alır.
Testi vurulduktan sonro halk topluca Hacı Ça
vuş'un evinin yanına gider. Köyün en yüksek yapısı olan bu yapıda « Kel�e yarışı» yapılır: Bazı ayrımlar . bulunursa da geleneğe göre, genelli'ki e düğün ya
panlar, düğün dQiayısiyle ya inek ya öküz keserler.
Bu sığırın etiyle kozonlarda
pHôv
pişer. Kelle yarı-şındon sonra çevre köy�erden gelen konukla rla yer
l i hal·k Çağrılarak uygun bir yere kurulmuş olan sof
ralarda karınf.orını doyururlar. Buna. «et yeme>> deni
yor .
. Bu yemekten önce. yemek icin kesilen sığırın ka
fası dama asılmalıdır.
Kelle fırlatılacak damın yüksekliğ·i sekiz metre-
dir. Büyük bir kalabalığı �uşturan seyirciler, iyi sey
redebilecekleri yerlere otururlar. üc cocuk aynı da
mın başında b:r. iki. üc'er metrelik b<lsma sallamak
tadırlar. Bunların ·en büyüğüyle eldeki sığır başının gönü birinci aşırana, d iğer basmalar d a ikinci ve ücüncülere verilir.
Kelle ortaya geldikten sonra · kendine güvenen herkes sırayla atar: Sırtını duvara döriere·k kellenin ağzından tutar ve başından yukarıya fırlatırlar. Bu işle iki saat kadar uğraşırlar.
Sofralar hazırdır. Et yenir yenmez güreş alanı
na gidilir. Burada bu köylü ve çevreden gelen pehl i
vanlar. birbiriyle karşılaşır. Ortaya işin alışkını iki ha
kem cıkar. Önce küçük cocuklardan başltırlar. Yavaş yc;ıvaş yetenekli deli·kanlılar ve en sonunda baş gü
reşc�ler güreşir. Bu güreşlerde pehlivanların baş ol
malan da var ama. asıl köylerin birbirine boş olma
ları düşünülür. Bir pehl ivanın baş olmasiyle güreş bit
ükten sonra, baş icin ortaya kuzu, oğlak. teke, koc' gibi ne konmuşsa verilir. Sıradan güreşcilere de bi
raz bozuk para dağıtılır.
�rtesi gün gelin alma günüd ür. Bu bölgenin çok köylerinde gelini sabah erkenden alıyorlar ve ilôhi
ler söyleyerek götürüyorlar. Bizim köyde gelin öğle
den sonra alınır ve türkü söyleyerek götürülür .. . Öğleyin camiden cıktı·ktan sonra, köy hacası doğruca mezarlığın kıyısına gider. Orada gelin ala-
yını gözler. Gelin alıcı�ar önce damlardan bayrakla rı indirip ellerine alırlar. Bayrak çekenler yanyana en ön sırayı tutarlar. ikinci sırada bir küme delikanlı el
lerinde bıçaklarlo bayrak bekçisidirler. Çünkü sokak
ları dolduran 'kalabalı·ktan herhangi birisi. bayra kta
rın elinden bayrağı kapabili rse. çok fazla para ile kurtarmak gerekir. Üçüncü sıra. tür
�
ücü deli-kanlı-.!ardır. Ellerinde birkaç tef bulunur ve yürüyüşe uy
durara·k acele acele maniler okurlar. Çalgı takımı varsa. bunlara katı�ır. Yoksa. köyün· ramazan davu
l unu birısi çalar. Bunların a rkasından ak çarşafiara bürünmüş onbes-yirmi k·adın gelmektedir. Bunlar
«yenge»dirler. Gelini alıp oğlan evine kadar a rkadan yürürler. En arkada da artrk bütün köy halkı, çoluk çocuk yürüme·kte'dir.
Varıp kız kapısına dayanırlar. Orada ağıtlar yük
selmiştir. ileri g�en hoca ve ağalar eve girip; ona . baba v e akrabaları yatıştırarak kalabal ıkton tarafa büyü•k bir kilim gererler. Kilimin arkasında gelin ara
baya ıbiner. Baıbasının yaptığı yatak, içinde duru
muna göre hazırladığı çeyizi bulunan sandı·k da a ra
baya yüklenir. iki kadı n da yanına binerler. Arabanın başını mutlak kızın oğlan kardeşi ce·ker. Kardeşi yok
sa. a mcaoğlu falan çeker.
Gelin arabası türkücü�erle yengelerin ara
s
ında yürür. Toplulu k soka;klardan geçerken. cocuklar urgen ·gererek önlerini keser. Güveyin babası hep ön
dedir. Bahşiş verip yolu açar. Doğru mezarlığa! Za
ten hoca beklemektedir. Kıbleye karşı durup bir dua ederler. Oradan gel·in yeni evine hareket eder.
Güvey birse tek başına. daha fazla ise hep bir
liıkte bir od-ada kapalıdıriar. On�ar orada i•ken. gelin eve gelir. Kaynotası ve kaynanası koyundan, inek
ten birşey bağışlıyarak a rabadan indirirler gelini. Bu
arada birisi dam başına çıkarak hazırladığı, içinde biraz da bozuk para bulunan kavrulmuş buğdayı ge
linin ve bütün oradaki topluluğun üzerine serper.
«H�ş geldin evi mize» anlamına.
Gerdek gecesi
Gelin eve geldikten sonra hemen hemen düğün bitmiş sayılır. Yeni gelen gelini bir köşeye oturturlar.
Zavallı, burada gece yansına kadar, yani güvey ge
Hnoeyedek yüzü gözü kopalı be·kler.
. Gelini eve bırakan a raba kapa l; oldU'kiarı oda
dan güveyleri alıp köy soka·klarında gezdirerek geri yerıerine getirir.
Akşamdan sonra gee vakit, hoca önde dua ede
rek. büyuk bir kalabalık. güveyi eve. gelinin yanına götürür. Geçen hafta düğünü yapılan Mem:ş'in ger
dek gecesini anlatırsam güveyin gerdeğe nasıl gir
diğ'ini ve nelerle karşıla·ştığını daha iyi anlatmış olu
rum:
Gökyüzü açık, ayazlı bir gece. Memiş'gilin evi köyün üst başında, Memiş, Rıza Cavuş'un odasında.
Çocuğu oradan alıp eve getiriyorlar, ve sı rtını yum
ruklayorak. içeri, geiinin yanına koyuyorlar. Güvey, gelinin yanına girdi·kten sonra, töre gereğince kapı
nın deliğinden bir kadın gözetlemeğ·e başlıyor. Bu gözetlemenin iki nedeni vardır� Doğacak cocuğun sağır olmaması için yeni ciftin konuşmasını duymak;
bir de eğer güvey bağlı falan olursa, vakit geçirme
den ana - babasına haber etmek. . . Güya :m am ni
kôhı kıyarken, d üşmanı n birisi ipl·ik düğümlerse. gü
vey bağlanır ve iktidarsız hale gelirmiş. Düğümleyen
ada m ipliği ateşe atıverirse, çocuğu cok büyük ho
calaro götürmeden çözdürrnek mümkün değilmiş.
Nedeni başka başka olan bu iktidarsızilkiara köyde sık sı·k rostlanıyor. Ama h ic başka bir şüphe akla gel
·meden «bağlı>> deyip çııkıyorlar, hoca hoca dolaştırıp delikaniıyı utandıra rak ola nca neşesini de öldürmüş
oluyorlar. .
Gözetleyici kadın bir saat bekliyor. Memiş'te iş yok. iki saat bekliyor yine öyle. Oysaki, öteki güvey
Ieri n tüfekleri çoktan atıldı (Güveyin aıkrabalarından biri, elinde tüfekle dışard a bekler. Oğlan işini bitirir bitirmez. verilen haber üzerine tetiğe dOyanır) . Bu.
· gelinin kız çıktığının ve güveyin bağlı olmadığının acıklanmasıdır. Onun icin, güveyin işi çok acele tut
ması gerekir. Daha birbirleriyle koklaşmadan tanık
ları olan kanlı çarşafı dışarıdakilere teslim etmek zo
rundadırlar. Ancak ondan sonra her iki tarafın ana - babaları rahat edebilirler.
Geçen iki saate yakın zamanda Memiş'in yatak
ta öylece yattığı haberi üzerine evi tıklım tıklım dol
duran O'krabaları. özellikle anasıyla babası ağlama
ğa başlıyor. Kızcağız da «rezil oluruz!» kabilinden oğlanı sıkıştırırmış bir yandan. Ama hiç biris; düşün
müyor ki, cocuk ayazda uzak odadan geldi, üşümüş
tür. Girdiği evde ne soba, ne tandır, ne de herhangi bir ısınma aracı var! Tandırlı evin ·kıyısına eklenmiş kapısı içerde olan kümes gibi bir taş kovuk ki, icin
de yalnız dondurucu ayaz var.
Tüfeğ in atılma sı gecikince biz de mera k ettik.
Tam o sırada, ne göreHm? Memiş'i yataktan cıkar
mışlar. Molla Mustafa'ya okutup üfletmeye götürü yorlar. Hem de götürdüler: . . Cocuğun, ·kollarından tutarak kendisini hocaya götüren anasiyle bÇJbasına kızdığı yüzünden belli. Dişlerinin vuruşu bile «ben
ne bağlıyım. ne bir şey; ben yalnız üşüdüm, bıraıkın · beni kendi halime . . . » diyor. Üstelik, sert havada, ho
canın evine gidip gelene kadar daha da üşüttüler.
Molla belki de durumu sezmiştir ama, sezs� de sez
mese de görevini yapmış: Kara kapiıyı hayli karış
tırdıktan sonrak, «Allahın inayetiy�e sabaha karşı çö
zülür inşallah .. . » demiş de bereket versin ana - ba
banın üzüntüsü hafiflemiş.
Hiçbir kuralın izin vermediği için ve dehşetli . utancından dolayı kimseye derdini onlatamıyon Me
miş, artık öyle kızıyer ki, kimseyi gözü görmüyor:
Hocanın yanındon geldikten sonra, yine yatakta bi
raz ısınıyor. Isı·nır ısınmaz da üstüne düşen işi yapı
yor. işini bitirdiği halde, öfke·si eksilmemiş ki, ne yapıyor bakın : Kanlı carşafı eline topaç yaparak ka·
pıyı açıyor. Karşısında uyuklıyamk oturan babasını
l ı ed et alıp topacı ka.fasıntl çarpıyor . . .
Ertesi gü'n okulun önünden geçerken üsteleye
rek çağırdım ve öğretman odasında sobanın yanın
da oturauk. Belki de akşamdanberi ilk kez ısın-ıyordu.
Kırık dökük iki cümle konuştuktan sonra söz akşam
ki olaya geldi. Zaten duymayan da kaldı mı bilmem.
«Böyle şeyler clunı falan dıye utandırmamaya calışıyordum ki, gözleri parladı :
«Daha doğrusu bu ·köye ateş verip aşağıdan yu
karı yakmalı. Böyle iş mi olur be herif? Ağşamdanberi cektiğimi ben bilirim. Bi öldüm, bi dirildim.»
Alı'- Veriş:
Komşu B. köyünde, birisinin karısı öldü. Bir haf
ta sonra baktık, ilçeden bir ıkadın 'bulmuş. Pazartığı
yediyüz .liraya kesip teslim <llmış «avradııı. Kendi köylülerini bulamadığından, bizim köylünün a rabası- . nı kiralamış ilçeden.
C . . . ye gel'ince, bir odaya konuk oluyorla r. Ka
dını da bir eve bıra kıyor�ar. Kadın evde, kocası do odada otururken. arabacılor, C ... de bir be kara ka
dını satıyorlar : «Hayd·i, falanca eve 'konuk olacak
sın.» d iyerek kaldırıp ·kadını sattıkları adamın evine götürüyorlar. Beş yüz l irayı ceplerine koydukları gi
bi, arabayı koşuyorlar. Meseleyi de kadının kulağına tısıldayıp kaçıyorlar. Zaıvallı kocası olup bitenden ha
bersiz, odada bek�eyip duruyor . . .
Ertesi gün a rabacılor odada övünürken, dünkü bımkıp kaçtıkları adam .geldi :
« Bütün tarlalarımı sattım da zor elde ettiydim o parayı: Köye ne yüzle gid eyim?» diyerek ağlamaya başladı. Eklediğine göre, kadın, arabacıların sattığı adamı gönlüne daha uygun bulmuş ve ilk a lıcısına :
«Sen kimsin?» demiş.
Apsarı'da birisi dara düşüyor. Satoca'k malı da yok. Karısını Köstük'lü Derviş'e iki yüz liraya sattı.
Ama, ne de olsa yine insan olduğu için S<ltış bile hayvanın kine benzemiyor: Kadını alanf.a satan şöyle a nlaşıyorlar: (Köyler birbirine yakın olduğundan) iki köyün ortasındaki söğütlerin yanında Derviş bakliye
cek, öteki de bir bahane il-e karısını oraya getirecek
ve teslim ederek parasını alacak. Dedikleri gibi de yapıyorlar. Es·ki kocası, kadına meseleyi anlatara k helôllaşıyor ve i k i yüzü a l ı p dönüyor. Kadır.cağız da
«yazgısına boyun eğip» Devriş'fe yürüyor ...
Bunları örnek olara k aldım. Çoktur böyle olaylar.
Görülüyor ki, kadın en önde gelen bir ticaret ma
tahı .
Bir kızı doğan baba: «Oh! Bin lira göründü!» di-
ye seviniyor. Bunu söylerken o cocuğun bakımı. eği
timi, çeşit ceşit güçlüğü a klına gelmez. Nasıl olsa acı k cıpla·k büyür . .
Öğretmen orkadaşlardan birisinin babası rica etti: Öğretmen icin onüc yaşındaki bir kıza dünür gittik. Kız ufacık, ama onbeş yerden dönür geliyor
lar. Birisine verecekler. Zaten sevinç içindeler ama, müşteriler;in hang·isi fiyatı yükseltir diye iki gün naz ettiler.
GiWk hatır ic·in. Biz tandırın başında oturu rken üc yerden daha geldiler. Artık «işimfz var» dedirte- · rek onları içeri aldırtmad ık. Usulen Allahın emrini, peygamberin kavlini saydı·ktan sonra, arkadaşın aıh
lôkır.dan, aklından «aHın bileziğinden» söz ettik. So
nun�a iş paroya döküldü. Biz .altı yüzden yukarı cık
madık. «Yukarı çıkarsanız size olsun; değilse oraya cevap vereceğiz.» dediler. Gücümüzün yetmiyeceğini söyleyip geldik. Gercekten ertesi günü Kasım'ın oğ
lunun ondört yaşındak·i cocuğuna kızı nişanladılar.
Bin yüz liraya ·kadar fiyatı yükselten biri de: «Neden yüz lira daha çıkmadım?» diye pişmanlık duyuyor.
Kadın satmanın sırrına erenlerden, yasalara sırt dayıyarak geeimini cıkaranlar da var.
Kötü Mevlit, Emine'yle evlenel i altı yıl oldu. Dü- . ğünleri olurken, bir ya•stıkta kocamak icin ne umut
ları vardı kimbil·ir. Ama son u nun ne olacağını kim kes
tirebilir? Baktık, birinci yıl bitmeden Mehmet Ali'ye kaçtı Emine. Mahkemeye düştüler. Dôvadan vazgeç
mesi icin Mehmet Ali Mevlid'e beş yüz Hra verdi. Ya
sa karşısında· Mevlit izinnameli karısından boşan
mak istemedi . Sonuc belli olmadan da Emine yeniden koca değiştirdi. Yani, üçüncü bir ·kocaya vardı. Bu kere Mevlit. Ramazan�ı dôva etti. dört yüz .l ira da ondan aldı. Yine boşanmadı. Bu mahkeme sona er-
meden, Emine dördüncü bir kocaya kaçtı. Mevlit ye
niden evlenm:eyip zina eden karısının peşini bırak
madan ticaretini sürdürüyor. Şimdi de karısının dör
d üncü köcası Şa·kir'e dayatıyor:
«Benim izinnameli avradımla zina etmeyi sana gösteririm. Hem gayri canıma tak dedi. Bin lira alma-
. dan davadon vazgecmeriı.» · ·
Cay - Kahve:
Köyde kahveevi yoktur. Olmadığı da iyi. . . Kahve ve cay, köyWye göre lüksten baş,ka bir şey değildir. Büyük bir gereksinim de sayılmıyacağın
dan, kullanılsa da olur, kullanılmasa da . . . Ancak hasta olanlar icin bazan gerekiyor ki, böyleleri köy
de öğretmen ya da kooperatif saymanı varsa, ona başvuruyorlar. Bir de artık evden cıkarnıyacak hale gelen bazı yaşlılarda kahve bulunuyor. icine nohut falan da karıştırorak sindirim için kullanıyorlar. Onu 'da bazan sade olara k pişiriyorlar, bazan da karbonat
gibi kuru kuruya yutuyorla r.
Bu i ki nesne, özellikle kadınlorca bilinmez. Er
kekler gerek kente gidince, gerekse köyde bir ağa
nın düğününde rasiantı olursa içerler. Kadıniorso adını bilir. Pek seyrek olarak tadını b ilen de bulu
nur belki . . .
Gelelim anılara:·
Kooperatif saymanının . evine. komşuları i ki ka
dın gel'iyor. Saymanın hanımı do bu kadınlara çay ik
ram ediyor. Kadınlar gidinceye kadar hiçbir şeye dik
kat etmiyor. Onlar gidince, bakıyor ki, şekerler eri
memiş, bardakların dibinde d uruyor. Hayretini sak
lamodı:
«Bilsem gösterirdi m . . . Doğrusu çay içmeyi bil
ıniyeceklerini hic okiıma getirmezdim. Acı suyunu ic
mişler, şekeri kalmış,» dedi.
Gercekten şekerini karıştırsa ya da göstersey
di, şüphesiz ikramını tam yapardı. Çünkü ben nine
mi, anaını hep göstererek, anlatarak alıştırdım. Bir keresinde ninem su gibi içilecek zannederek ağzını yakmıştı.
Hanımefendiye bunlardan sözetmektense. şu cevabı verdim :
«On lar. dünyanın türlü sıkıntısına eyvallah deyip, sineye çekiyorlar. Sizin çaydoki iki şekeri gözleri mi görür?»
Şaıka bir yana, çay faslı böyle.
Kahve faslında da söz yine bizim N iyazi hocaya ve oğlu Keleş hocaya gel iyor. N iyazi hoca ünlü ol
duğu icin, adını bilmiyen mi vardır! Demirci'de Hacca gidfp gelen birisi, bilme m ne kokusu sürülü bir pa
muk parcasını emanet ederek N iyazi hocaya sunma
mı benden istedi. Köye gelince emeneti vermek icin evine gittim. Hoca zaten yıllardır yerinden kalkamı
yor. (Bazan cuma günleri vaız verdirrnek icin sırtla
yarak camiye getirirler.)
Evine hiç gitmemiştim. Gösterdikleri kapıyı acın
ca karşımda öküzleri ve bir yanda da öküzlerin pis·
lik yığınını gördüm. Hocanın öksürdüğünü duyunca da sola baktım. Ahır sekisinde bir culun üzeı::ine otur·
muş, önünde ateş yanıyor. iki yanında tezek yığın
ları . . . Köşede hocanın y..atağı. Ahırın kokusu kor
kunç!.. Bu kokuların üstüne çok hoş gelmiş olmolı, pamuğu derin derin kokladı hoca. Bu sırada Keleş Hoca geldi. Oğlu, yani 'köyün şimdiki imamı. Keleş'
ten başka daha üç tane oğlu ve hayli torunları var Niyazi Hocanın. Onların �kalabalığı eve yetip de art-
tığında, Hoca bu sessiz ahır sekisini seçmekle çok iyi etmiş . . .
Keleş gelince. Hoca :
«Ülen Cemal, öğretmene bi gayfe bişirsene!»
ded i .
Keleş hemen işe girişerek yan duvardaki örüm
cekli ve isli bir raftan, yine ocağa sürülüp abdest suyu ısınan isli bir ibrik indirdi. Ocağın başında du
ran küçük bir isl i canağa su koyarak ateşe sürdü.
Sçmradan öğre ndiğime göre. N iyazi Hocanın genç
liğinde eski mağaralarda bulduğu gayet sağlam olan bu çanal<ta, şimdi Hoca, sade kahveyi hem kayna
tıyor, hem içiyor. Yani, cezve ve fincan işini bir ara
da . görüyor bu testi!
Keleş. « istemez» diye yalvormama karşın. kay
nayan suya sade kahve 'karıştırarak önüme ·koydu.
Sade kahyeye yüzüm olmadığı için, ıçmişterı sayma
larını ve benim yerime hocanın içmesini rica ettim.
Hoca içti. Sonradan bana üye Hüseyin ağanın söy
led iğine göre. o pişen ·ka·hve değil, salt burçakmış.
«Bu zehir gibi burçağı içmesam yaşıyamam» der
miş hoca.
Aradan aylar geçti; güzdü, kış geldi. Bir · de bak
tık Niyazi hocanın küçük oğlana düğün yapıyorlar . . O hafta pazar günü, Gani Cavuş'la izzet Ağa beni yoklamaya geldiler. Sonra da birlikte düğün odası
na gittik. Düğün sahibinin hali - vakti yerinde olursa, odaya gelip te «uğurlu olsun» diyenlere - bulaşık su
yu g·ibi de olsa -. birer fi ncan kahve içirmesi gele
nektir. Niyazi hoca g ibi, köyün yaşlı ôlim bir hoca
sı. aynı zamanda zengıin sayılan· kişinin düğününde değil de, başka kimin düğününde ıkahve içecek bu millet?
Biz oturur oturmaz h emen ka·hveler g eldi . Ama
içer içmez Gani Çavuş'un başı döndü ve yere uzan
dı. Benim de çatlarcasına bcışım ağrımaya başladı.
Çabucak Gani Cavuş eve adam göndererek tur
şu getirtti. Turşuyu yedi k ve soğuk suyla kafaları
mızı yıkadık da zor ayıldık Gani Çavuş çok kızmıştı :
«Bu Keleş'in işinde var bir pıslik». dedi. «Köyün hocası d iye bunlara güvendik ama. bunların altından da çopanoğlu çıktı.»
Köyde böyle düğün kahvelerine nohut, arpa ka
rıştırmadan yapamıyor�ar. Düğünde içki falan bulun
modığına göre, böyle bir fincan �arma kahvenin bu gereksinimi de karşılayacağını söyliyerek işe şaka biçimi vermek istiyorlar.
Keleş hocayı çağırıp karma mı. değil mi diye a nd içirdik .. .
öteki :
«Valla. ikiyüz gram gayfe ald ım geldim. Vakat · gelene gidene yetmez deyi, iki avuç arpaynan. tek hi nvuc burça'k kavurmuş da gatmış babam. Pek za
rarı yok a. Sanırım sizinkini ıcık ağır itmişler.» dedi.
Sinem:J :
Köyün az çok okur - yazar bir insanı olarak, en çok sinema göreni belki benimdir. Ama ne ·yazıık ki ben de bugüne kadar yalnız altı film seyrettim. Onlar da en sıradan, heyecan ve da.J.ga filmleri.
Bizim ilçede bir sinema var. Hiç olmazsa yılda ya da aHı ayda bir kez yolumuz sinemaya uğruyor.
O da olmasa, bu kadarı nı da göremey,irp iyice kör kalırdık. Az çok ·kıymetli filmler b uraya kadar soku
lacak değ,il·ler a!
· Bizim köyde, si nemayı akla getiremiyen ler çok olduğu gibi, ona inonmıyanlar ve korkanlar da görü
lür. Tazı Arif askerdeyi<en bir sinemaya gitmiş: «Uian bi küme insan atlara bindikleri gibi bize doğru nasıl sürdüler ya! Öyle bi gorkalodık ki, çiğneyecekler de
yi . . . Ne deyim de ağnadayım bunu size! Tüylerim diken diken oldu. Bereket versin, hemen geri dönüp gitti le nı. diye anlatıyor.
Bizim üç aylıkların alınma zomonı ilceye inmiş
tim. o gün de «Beyaz Esireıı filmi varmış sinemada.
Tam üç aydır köyden bir yana çıkmamıştım. Bir�ikte gel·diğimiz yol arkadaşım olan bir genci yanıma ala
rak gittim. Doğaldır ki o hiç sinema falan görmemiş.
Benim de bu beşinciydi. Küçüklüğümüzde .ise. tabiat bilg!si kitabında böyle bir konudan başka bir şey gör-
müş değildim. .
Biz köylüler. ayda yılda bir k9nte ineriz ve ona - buna kulak ve·rmeqen aynı gün geri döneriz. Bugün ise. yalnız film görmek için okşomlayacaktık.
Sinemaya gitmemek icin : «0 bizlere iUiyı k de
ğel>ı , diye mırın kırıli ettiyse de, salono getirdim ar
kadaşımı.
Film başlamıştı . . .
Bizim arkadaş. cariyeler başı had ı moğayı görün
ce: «Şoo, garc herif. Mezerli Han'ın supurgecısı elleem ya, giyimini değiştirmiş . . . >> falan gibilerden heyecandan soluğu tıkanarak. boyuna kulağıma fısıl
dıyor. Hele gürültülü patırtılı bir sahnede: «Aman.
b_uraya g�ecekler,» diye başı•nı ardıma saklayıverd i.
Yanımızdaıki bir soka·k züppesi de gülmez mi bu du
rumumuza!
Çıktığımız zaman, meydan Savaşındon ya da ecinniler el'inden kurtulmuş g·ibi bir durumu vardı.. So
luğu serinleyip de a·klı başına geldiği zaman�
«Git be herif'!>ı dedi. «Töbe olsun, bi daha böyle yere girersim! Adamı gorkuduyorlar hec durmadan, başka bi •kôrı yok döyüslerin ... »
Tiyıatro
Bir tiyatro seyretmek olanağı çıkmadı diye üzü
lür dururum. Bu özlemime ne zaman kovuşacağım do belli değil. Tiyatrolarla birli.kte okullar da oçıılyor. iş
başı yapıyoruz. Tatilde Ankara'ya filôn yolum düşse bile, o zaman da tiyatro kapıları duvar . . .
Ama, dun gece Cinavlar'ın odasında tiyatroya benzer bir şeyler seyretti k: iki ortaoyunu birden oy
nandı. Akı llarına eserse, kış avôreliğinde bu çeşit oyunlarla gönül eğlendirir köylüler.
Birincisi, «Edi'nin Kızı » . Köyde Edi adında hoşo
rı bir dul kadın var. Kocası öldükten sonra, kızı Me
diha'yı Kel Ahmet'le evlendirdi. Ahmet iç güveysi·gir
di Edi'nin evine. Her iki taraf da çok yoksul. Ne bir avuç toprakları, ne altları na serecek yatakları var.
Ahmet gidip Haymana ovasında koyun çoban
lığı yapıyor; kazandığını getirip bunlara bırakıyor. Her gelişinde üç dört günden fazla kalmadan g idiyor. Bu geldiğinde de ·kaynanası i le korısı ona etmediklerini koymuyorlar: «Ayakkabı getirmecHn, yazma getirme
din» diye kon kusturuyorlar adamcağıza . . . Hattô eve almak bi'le istemiyorlar. Bunun böyle olduğunu hep bil iyoruz. Ama, önceki gece ilginç bir sahne sevret
miş köy bekçileri :
Edi'nin evinin yanından geçerlerken bir gürültü patırtı gelmiş 'kul"aklorına. Gidip ne oluyor diye evin tepe penceresinden seyre başlamışlar. Zaten bir göz
isli ev. Edi, Edi"nin küçük kızı Gümüş, ikisi de bir köşeye kuru toprağın üzerine uzanmışlar. Öbür kö
şeye, eski bir yorganı üstüne cekerek Mediha seril
miş. Ücüncü köşeye, Mediha'nın Ahmet'ten olma bir yaşındaki çocuğu atılmış� Dördüncü köşede Ahmet duvara dönmüş, sağ kolu·nu yastık yapara k yatmış.
Birçok gecim gürültülerinden sonra Edi'nin ·gön
lü olmuş, kızına:
«Gak gız. yorganı götür de hasırın üstünde iki
niz yatın . . . » demiş.
Kızı köpürmüş :
«Öyle hoşlanıyorsan, gak gendin gucakla da üşütme kel körsızı. cazı! » diye ağzını bozmuş ana sına . . .
Ahmet dayanamamış .:
« Dininin imanının altından gırıp üstünden çıktı
ğ ırnın sı racalısı, ben gayri belömı buldum. Senin yor
ganını da, gendini de istemem. Sen Alla-htan gork da şu sabi cocuğ� yanına al, üşüt"me!» demiş.
Dışarısı kış. Bu görünümü epey sevrettikten son
ra. dayanarnayıp aşağı inmiş be·kçiler. Eve girip iki Edi'ye, dört kızına değnek sallıyorlar. Mediha'yı ur�
ganla Ahmet'e bağlamak istiyorlarsa da, yorganın altında Ahmet'le yatmıya razı olması üzerine vazge- · çip ayrıılyorlar .. .
Konu bu. Ahmet'i odaya çağırdı1ar. Kendi ağzın
dan da dinlenmesine •karşın. daha iyi can-landı rmak için olayı oyunlaştırmaya karar verildi.
içerdekiler odanın duvar diplerine çekildi. Orta
lık Edinin evi oldu : Hasır. yorgan buldular. Ahmet kendi rolünde. Başına 'bir çarşaf geeiren Honnuk Dede, Edi rolüne girdi. Bir delikanlı da kılı·k değişti
rip Mediha oldu. Oyun bitene kadar küçük bir co-
cuk getirip köşeye koyamk, işin gerçeğe uymasını da sağladı lar. Konuşmalar, hareketler tam uygun bir şekilde temsil edildi. Sonunda, bekçilerin işe kllrışıp Ahmet'le Mediha'yı birbirine bağlamak .istemeleri · üzerine çığlıklar arasında ortaoyunu bitti . . .
Başlanmış ve iştahımız acılıtıışken b u oyunla kalmak doğru olmıyaca·ktı.
Honnuk Dede, başı ndan geçen bir olayı hemen sahneye koyd u :
Kendisi Kızılkaya'da bezircievinde çalışırken, bir kız kaçırılmış. Celôl. Dudu'yu kaçırmış, bir ahıra sak
lanmışlar. Köy ihtiyar kurulu da kaçakların bulun
duğu ahırdan haberl.i olunca gel ip kapıyı çevirmişler.
Bu oyunun adına da «Gıyap Kararı>) diyebiliriz.
Odanın bir köşesini perdeliyerak ahır yaptılar.
Kızla oğlan perde ardında, yani ahırın içinde! Birkaç kişi de i mam, muhtar ve üye olup ellerinde asa ve değneklerle ohırın kapısı olan perdeye yaklaştılar.
Seyirciler merakta. Kızılkaya'lı birinci üye izzet ağa rolünde Honnuk Dede var. izzet ağayı hep tanırız, köyü yakınd ı r. H on nuk bede de onun gibi komik ol
duğundan, onun hareketlerini, konuşmalarını iyi tak
lit eder. Şimdi, izzet ağanı n ahır kaP.ısında söyledik
terini o da perde önünde söylerneğe başladı:
<:Ce:ô!! Lôn Celôl! . . . Oğlum oc gapıyı! Yonsam hakgında kıyap gerarı verir şu yaaımdağ i döyüsler ...
Aç bakayım gönül ı rzasıynan mı gaçırdın, yonsam cebri mi? Ula n neye açmıyon, ·yorısam daha gızın . . . ?ı>
«Dudu! Gız Duduuu! Yonsam ağzında. yağlık m ı (menciil ) dıhalı gız? Yonsam Celôl boğazını d a sıhı
yo mu, gız .. . ?»
Hôsıl ı tiyatromuz da eksi.k değil. . .
Köysel yargı :
Hani « Kadı kalktı, kaymakam oturdu» derler ya, bizim köyler için, «Kadı kalktı, hoca oturdu» diye de
ğiştirmeli bu sözü.
Bir serunu olduğunda. köylü hemen hacaya ko
şar. Bu başvurmalar küçük bir mantıkla çözüm�ene
bilecek sorunlardon tutun da. mahkemelerin bile ko
l ay ç�zemiyeceği çapraşık dôvolara kadar varır.
Hocanın yüksek h uzuruno gelip diz çökenlerin arzettikleri dôva ne olursa olsun, iki dakika içinde hüküm verilir. Ne suçlu, ne de suçsuz «gıb demeden hocanın elini öpüp çıkarlar. Haklı çıkan gururlanır
ken. öteki «şeriatin kestiği pormak acımaz» diye avunur.
Hoca dedik ama, ayırdetmedik. Mahkeme gö·
revini yapan büyük hocalar, üç - dört köye bir tane d üşmektedir. Bizim köyün de içinde olduğu su üstü bölgesinin yargıcı, Apsorılı Mehmet Hoca'dır. Eke
cik Kalemi'ninki de Necati Hoca.
Köylerde buna : « Danışmaya gitmek» denir. Köy hocasına mı yoksa büyük hacaya mı danışmak ge
rektiğini zaten iş gösterir . . . Örnek, Cıkı·k karısının ikisini de evden kovaladı. « Bu pek büyük bir iş olma
dığına göre, köy hocosı halleden> diye kadı ncağız
lor koştular hocaya. O da hemen Cıkık Bekir'i çağı
rıp, <<imomı, muhtarı dôvet ederek, ayrı ayrı iki kere yemek yedireceksin. Ondan sonra « ikiniz de dünya öhret bacımsınız» biçiminde söylediğin sözü cemaat yanında geri alıp tövpe istigfor edeceksin. Yeniden nikôh kıyacağız ve kadı nları getirece·ksin eve» diyor.
·Öyle de yaptılar. Bazı yönlerden pratik sayılabilir bu yöntem. Zavallı kadınlar, mahkemeye gitselerdi, kim
bilir kaç ay sürüneceklerdi. Hem mahkemede hak sa
vında bulunmak icin gereken resmi ni·kôh hak geti re . . . Hocanın verdiği hükümle, bile bile aldananl.ar da:
«Mahkemede üç yıl sürünüp de kazanmaktansa, böyle zarar edip kurtulmak da:ha iyidir .. . » diyorlar.
Büyük hocalara da, benim koyun senin kağnının altında kalıp öldü. Koyunun bedelini ödemem gerekli mi, değil mi? Ya da ben senden tarla kiraladım. Ama ürün hiç olmadı. Sana olan horcumu vermeli miyim;
yoksa vermemeli miyim? v.s. v.s. gibi işlerde gidiliyor.
Böyle anl.arda önceden kesin döğüş olur. «Hak
lıydım, haksızdın» diye gürültü edenlere. komşular.
«yahu ne ağız yoruyorsunuz; hak var, şeriat var, haydi değneklerinizi elinize alın da Apsarı'da danışın» der
ler. Berikiler, yolda döğüşmem·ek icin ayrı ayrı yollar
dan gidip mahkeme kararın ı alıp gel irler ..
** *
Ekeci k bölgesinin yargıcı da Necati Hoca demiş
tim. Köy odasında bake rsın bir anlaşmazlık olur. «Gak, Necati Hocaya» dey·ip hemen ahıra giderler.
Yakın köylerden gelenler de önce odaya uğrayıp yanianna bir kılavuz alarak giderler Hocanın yanına.'
Bir düğün dolayısiyle konukla�· geldiler. «Hazır gelmişleyin işlerimizi d e danışalım» diye bunlardan on tanesi hocanın yanına g iderlerken, Kör Şambas'ı ala
rak ben de gitim. Vicdan ve abdest suyu üzerine Kör Şambes'la (ki, Yağan köyünün ima-mıdır) bir tartış
mamız var. Anlaşamadık. O d iyor -ki:
«Gôvurda vicdan yoktur. Allah yalnız müslümon
ları vicdanlı yarattı. Abdest alınorak pislenen sudan bir avuç içersen AHahın en büyü·k sevabına nail olur
sun.» ( «kafi nı derken müslüman olrrıoyanlardan söz etmektedirler).
Ben de bunların karşıtını sovunuyorum.
Ahır sekisinde hocanın elini sırayla öptükten son
ro karşısına d iz ·cöktük. Adamların danıştıkları; tarla, arsa gibi hepsi de önemli ve mahkemelik sorunlardı.
Hocanın verdiği hükümler ise çok tutarsız ve haksız
dı bence. Ama burada ban� söz düşmez. işi bitenler sevindi·klerini söyliyerek getirdikleri sigara paketlerini verip gittiler.
Bunların içinde hele bir tanesine yüreğim yandı::
Danışonlordan biri·sinin çocuğunu beriki adam çırak tutmuş bir yıllığına. Ama cocuk ik·i ay çalıştııktan sc;ın
ra dayatıp ·işe gitmemiş. Şimd i çocuğun babası , yavru
sunun iki aylık emeğinin karşılığını istiyor. Öteki de,
«Gelip gününü yetirsin, hakkını tüm alsın, gelmezse bir şeycik vermem» diyor.
Hoca :
«Şeriatı islômiyede yarım kalan işin karşılığı ol
maz. Sana söylüyoru m (Çocuğun babasına doğru):
Kalksan öğl en namazının yarısını gılson, gerisini gıl
masan sevap alır mısın sanıyon? Aksine, günah alırsın.
Herif senin cocuğuna güvensin, işini teslim et
sin, sen de çocuğu gönderme, herifıin işi yüzüstü kal
sın, başka adam ya bulur ya bulamaz. Onun şikôyetci olması lôzımken, sen oluyorsun. Mademki sen de fu
karasın, uzun ·etmeden galkın, kimsenin kimseden ola
cağı olmasın,» diye bağladı.
Bizimkine gelince, ikis.inde de Kör Şambes haklı çıktı .
Hoca, birincisine :
«Hak Teôlô vicdanı, müslümanlardan gayrısına nasip etmemiştir,» dedi. Vicdanın gözle görülür bir şey olmadığını, ·örneğin işini sapasağlam yapan bir
hırıstıyanın. yaptığı aya·kkabıların altını mukavva ile dolduran bir müslümarıdan daha vicdanlı olduğunu söyledik ama, hüküm verilmişti.
ikincisine de:
«Hazreti Mu·hanımed'in ümmetinden olan bir ödemin vücuduna temas eden sudan, yani. aptest aldığı sudan ayağa kalkıp gıbieye dönerek bi avuç içmek en büyük sevaptır. »
Dedi. Oradakilerin bütünü de Kör Hoca"nın tezi
ni savunduğu için, bi� yenildi·k.
Yıldız!·ama :
insanın ne zÇJman hastalanacağı, başından kaç nikôh geçeceği ve zengin mi. yoksa yoksul mu ola
cağı gibi şeyler arasında, öleceği günü de önceden bilmesi iyi sayılrnesa gerektir. Çok bilgiçler biie,
«yalnız öleceğ·im günü bilmem» deme·kle ölümün ne zaman geleceğinin bilinemiyeceğini kabul ederler.
Bunlar da sorun mu? Şimdiki devirde kara kap
lıların cözemed iği ne kaldı7
Herkesi n nasıl yaşıy.acağını ve yaşamının süre sini açık ve kesin olamk gösteren b i r ayna varken
(kara •kaplı) o aynaya ba.kıp ta sonunun ne olocağı
nı bilmeden yaşayanlara şaşma·k gerekir.
Muska bile kitabın dediklerine bağlı olarak ya
zılıyor. Biz sa.nırız ki, hoca alır eline kalemi bir şey
ler yazar, ondan sonra verir.
Değil böyle : Hastası olan hacaya haber verin
ce, hoca hastelanan kimsenin yıldızına bakıyor. bul
guyu da hemen koyuyor: «Sağ böğründen yel gir-
miş,» ya da «Şeytana uymu·ş. beynini zed elemiş, ba
şı ondan ağrıyor,» diyerek hastanın iyileşmesi hangi dualarla olaca•ksa, onları üc örnek olarak yazıyor.
« Bi risini kapının eşiğine göm, birisini ez suyunu ic.
ücüncüyü de külôhının içine dikip başında gezdir.»
insanoğlu bu, merak etmediği iş mi vard ır? Madem
ki yıldızını sürünce her insanın başına gelecekleri söylüyor hoca, neden sürd ürmeyelim yıldızımızı. Hem bizler köylü bulunmuşuz. Şimd iH k doğduğumuz aya göre yıldızımızın ne olduğunu takvim yapraklarından ve gazete eklerinden, baldır bacak derg ilerinden öğ
renemiyoruz. Biz okur- yazar olursak, gazete faian da köye geli rse, ve . o zamana kadar balık kavağa cıkmazsa, gazetelerin yazd ıklarını da okur, yıldızımı
l l görürüz . . . Bugüne bugün Yahya Hoca, Osman Ho
ca, Ali Hocaları n bakması yeter.
Efendim, hasta iyileşrnek icin yıldızını sürd ü rüp muska alıyor. Yaşlı olan ölümüne kac yı� kaldığını öğrenmek . icin yıldızına baıktırıyor. Babalar, oğlunun yazgısı kimin kızı olduğu!lu öğrenmek icin yıldızına baktırıyorl.ar. Oloki, yıldızını gördükten sonra kitabın,
gösterdiği kıza dünür gidiyorlardı r .. .
Yıldızına baktıronlarla konuşa konuşa ' ben de merak ettim. Bu, cingene karısının «havai gönü llü, zırzır akı-ll ı bir kız alacaksın» diye fal.a bakmasına benzemez. Piyango gibi, haydi bir uzun yaşam varsa yıldızımızdc. bilsek kötü mü olur? Ama hic ümit et
mem. Kaldı ·kaldı da, o taraftan mı yardımcı olaca·k kör talih? N itekim baktı ranların h içbirisinde umut ışığı görülmüyor. HeJe Kamberlerin Top Alıi'ye bir yıl daha yaşayacağını söylemiş yıldızı . Haydi elindeyse düşünmesin ba-kalım.
Bir delikanlı da, yıldızı na baktınrken başından üc n ikôh gececeğini öğrenmiş. Daha yeni evlendi ve
güzel, temiz bir eşi var. Peki şimdi siz olsanız dü
şünmez misiniz?
Sıra bana geldi :
Yahya Hacayı odasında yalnız buldum bir gün.
Derdimi .açtı m: Sonumun ne olacağım bilmek isti
yorum.
Hemen ·indirdi kitabı. Anamın, babamı n adları nı sorup bir tarafa yazdı. Bu adların harf'lerini karıştır
d ı , çı·kardı, topladı , falan. Sonra, tam yarım saat el·indeki kitabı karıştıro rak benim yıldızı bulup oku
du:
Başımdan iki ni•kô'h geçecekmiş ... Burada ken
di mden çok birinci korımı düşünrneğe başladı m.
Ölümüm icin üç devre varmış: üç, onse·kiz ve yirmi iki yaşları . . . Bu ü c devreyi otlatabilirsem yo
şım oltmışa kadar varaca kmış.
Birinci ve i kfnci devreleri hoyırlısı ·ile otlattık Ama henüz ü çüneüye gelmed im. Asıl bu ücüncüden korkmdlı. Henüz iki yri var; kaygrya yer yok. Eğer o zaman yı ldızımrz gÖ'kyüzünden kaycr, kitab'rn dedi
ğini yerine getirirse, şimdiden Alloharsmarladr·k dost
lar. Hakıkrnız va rsa, helô� edin! ...
Va ız
Köylünün, katasını besleyen ocak camidir. Cu
ma günleri hocanın verdiği varz'ın ve hotibin oku
duğu h u�benin etkisi, köylünün yaşamına bic·im ve
rir denebilir. Bazı Cuma günlerinde ya do bayra m
larda daha büyük hocalar da vaız vermek icin gel.ir
ler k·i, •bu da işe bir yenili·k katar . . .
ı• Ey cemaatr müslimin! Cena'br Hak Kur'anı Ke-
rim'de buyuruyor k·i! . . . » diye başlıyara k hatibin oku
duğu hutbeler, çok kere iyi telkinler4e doludur, bu
nunla birli'kte hitabenin sonu hep orada bulunanları aşağılayamk ve hepsinin cehennemde yanacağını haber vermekle ıbiter.
Hoca efendi ne hüküm verirse, toplum öyledir.
Ders değil ki 'karşı cıkasınız. Dinde karşı çıkma ol
madığından, moval dinler gibi dinliyoruz. Dışarıya cı ktıktan sonra kimsenin Her tutar yeri ·kalmıyor.
Herkes cehennemde catır catır yanacağı zamondan başka bir şey düşünemiyor. Dünyaya geldiğine de pişman oluyor.
insan ol·ara:k yaşamak, birçok erdemiere sahip olmak ·ister ama. hocaları n sözlerine inanocaksak bir i nson olarak yaşamok olanaksız. Ya anandan doğar doğmaz talihin yardım edecek, cennete hurile
rin yanına gideceksin dünyaya gözlerini açmadan;
y·a da yaşayıp elinde olmadan bir sürü ·günaha gire
cek, cayır cayır yanmayı göze alacaksın.
Bu yıl, bizim köyün camisini, hem hoca. hem de hatip olara·k Molla Sıddı·k idare ediyor. Özellikle cu
ma günleri kuşluk vakti başl ıyor cennet cehennem işlerini anlatmaya . . .
Hutbede d e döktürüyor. namaz, abdest üzeri
ne. Din, Müslümanhık namazla abdestten mi i·baret diye insanın şaşası geliyor.
Bir gün yine birçok özürlerle namaz kılmayan
ları kastederek dedi ki:
« Namaz borctur. Canı üstünde olan müslüman
lar. hasta olsun, ne olursa olsun, bir va,kt:ini geçirdi mi, Cenabı Haık öylelere cenneti ôlônın kapılarını kapar. Bir 'kadın, doğu m yaparken. henüz cocuğun kafası crkmış fakat gerisi cı·kmamış durumdayken namaz vakti gelmişse abdest alıp o vaziyette nama-
zı eda etmesi tarzdır. Eğer bunu yapmazsa, sade kendinin değil, doğan cocuğun da rızkı kesilir!..»
Bu sözleri ıkitaıba bakarak söylüyor. Ama kitapta böyle yazılı mı. yoksa kendi düşüncesi mi, bilmiyo
rum.
O gün ıbu vaızı diniiyen bir komşu, ölüm döşe
ğinde cansız yatan karısına değnekle çat-pat yanaş
masın mı?
«Ne oluyor komşu, delirdin mi?» dedim.
« De��irmeden geç bugün akıllondım, dedi. Bu
gün öylen camisinde geçti :başıma sıcak ... Sen de var
dın! Ne dedi hoca? Böyle sıracalı sıracalı yatacağı
na, namazlarını geçirmese ya! Allah neye gadir de
ğil? Günahlarından siHnse de temiz ölse ya?»
Şimdi, karıları doğum sancılariyle kıvranırken
«Hadi namaza!ı> diye sapaya sarılacok�an düşünüyo
rum . . .
Batı Anadolu'da bir bucak merkez,indeydim. Ma
nisa'lı olduğunu söyliyen kabadayı bir hoca geldi.
«Derin bir hoca gelmiş!» heyecanıyle sabahleyin top
landı köylü camiye. Öğle oldu, cuma narnazına git
tik. Cami zınka zınk dolu. Müezzin: «Cemaatı müs
lümin, sıklaş! . . . Cemaatı müslimin, sıki aş! . .. » diye diye birbirimize yapıştırdı ...
Karşısındoki müsWmanların çokluğu, hocanın sesini yükseltmesine neden oldu. Neler söylemedi, neler! Sözü getirdi «namaz gılmayan, oruç tutma
yanlara . . . »
Bu sı,kışık durumda bazıları uyumaya başla
mıştı.
Hocamız :
« Utanın!» diye başladı. « Uyuklama-ktan başka bir şey bilmezsiniz!.. Kıçınızın yarım çakıldağı ile Al
lahın evine gelirsiniz, uyuklor burayı da kir�etıirsiniz.
Utanmadan, kızarmadan çocuklarınızı lôtince rnek
tebine gönderirsiniz. Yarın onların do, kendinizin de sacın üstünde yanacağınızı düşünmezsiniz. Utanın be! Koca köyde bir Kur"an mektebi, bir namazlık mektebi yok. Utonın! Kazanıp kazanıp keseye atma-k
la müslümanlık yaptığınızı mı sanıyorsunuz? v.s. v.s.»
inanın tam üc saat böylece d inletti. Şöyle hare
ketiyle olsun hocanın bu •kötüleyici ve d üşürücü söz
lerine öfkelenen, karşı çıkan var mı diye cevreme bakıyorum, ne gezer. H ep 'kafa sallayıp benimsiyor
lar . . .
Sonra hutbeye cı·ktı. Bir -saat kadar da orada söyledi. Namaz kılıp cı•ktık. Ama kofarn uyuşmuş, vücudum cehennemden çıkmış gibi ·idi . . .
Camiden çıkarken. kapısının önüne bir kilim ser
mişler. Keseyi çeken, kilimin üzerine hocanın hakkı
nı attı. H iç atmayan da kalmadı.
ikinci olara·k bir de dükkô nlardan topladılar Harndi hocayle Hacı Ali, yabancı hocanın adına . . .
Akşam. bulunduğum evin sahib!ne· «Ama ileri g itmedi mi ya hoca?» dedim.
« Benim yanımda söyledin, başka k·imsecikler duymasın, adın gôvuro cıkar, sonra yüzüne bakan olmaz,» dedi
Sakalı şerif
Ramazan ve •kurban bayramları are·felerinde,
« Ekeci'k ·kalemi»•ndeki 'köylerde bir telôş başlar; eşe
ğe, arabaya binen ler, sürer Cek·icler köyüne . . . Orada Ahmet efendinin himmetiyle g·etirillp co-
miye konulmuş bir tek sakalı şerif varmış. Bayrom
don boyrama Peygamberimizin ·kutsal sa·kalından bir teli görmek ve arefe günü kutsal iıkind i nama
zını Şeyh Efendinin arkasında kılmaık şerefinden, çok şükür AUah kimseyi yoksun etmiyor. ilçemizden toz kaldıramk Çekiçiere koşan açık kamyonlarda da
üstüste yığılmış müridler, mürninler vardır.
Oradc, heyecandan kalpleri püryan olan ve zi
kirden ağızları köpürüp, dilleri dolaşan bu ümmeti müslüman, ibadetin zevkiyle tütsülenen başlarını dinlendirmeden yola çıkıyorlar ve çok kere emelle
rine kavuşuyorlar: Yani, yolda kamyon devriliyor, hercümerç içinde canları çıkarak; Allahiarına erişi
yorlar . . .
Bu dönüşlerden birisinde, kamyonu devirerek on kadar müridin canına okuyan Selôm Hoca da:
«Nasıl olup ta ötekilerin canını, tam günahlarının af
fedildiği mübarek bir günde aldı da Hak Teôlô, be
nim canımı a l madı?. . . Sucu m neydi?» diye üzülüp duruyor ve: «Şıh boıba sezmiş devrileceğ·imizi, ama bize çıtlatmadı, yalnız: - Gitmen bugün kalalım - de
di. yolda da ben, ehli imanı taşıma sevabını kazan
mak icin şoförün elinden d ireksiyonu aldıydım (kam
yon kendisinin) nasıl oldu bil mem, çat aşağı ucu
ruma ·gitti·k . . . Olocak efendim! Kaderi ilôhi! .. . ıı diyor.
Son zamanlarda güzel bir sürpriz daha oldu:
Ağaeli ıköyünün camisine de sakalı şerif getirdiler.
Çekiçler birkoc g ünlük yol olduğu icin, suüstü köylüleri gidemiyorlardı. Şimdi nereden bulmuşlarsa bulmuşlar, çok pahalıya aldıkları bu sakal telini yedi kat sa·rgı içinde geNrmekle, bir eksiği daha tamam
lamanın z·evkine erdi ler .. .
Ağaçlı ıköylüler. saıkal tel·ini buldukları yerden günJ.erce yürüyüp ilceye geldiler. ilçeden kamyon tu-
tarak köye doğru hareket ettikleri sırada durum köy
lerde duyuldu.
Köy�erin halkı, kmşılayıcı olara:k yollara düştü . . . Kamyon ·kalabalık araısında ağır ağır geldi. Üze
rine hıncahınç dolmuş olan köylülerin gözleri gururla parlıyordu. Bizim köylüler üç tane koyun kurban kes
tiler. Sakalı Şerif'in. bizim köyün camisine bir daki
ka girip çı•kmasını rica etmişsek de kabul etmedi
ler .. . Ama köylerin arası bir saatlik yer; üzüfmeye yer yok. Bizim köylülerin üzülmesini yersiz buldum.
Yeter ki, bol bol ziyaret etmemiz için, Allah bizi çok bayramiara eriştirsin ve böyle n•ice nice bizi doyuran sürprizler nasip etsin . . .
Hacı babalar :
Son yıllarda Hacca gitmenin koloy�aşması da azımsanmıyacok bir nimet. Tarlasını. takımını sa
tan, Hacca gidip Med ine dağlannda günahlarında·n bir yılanın kabuğundan sıyrılışı g ibi s ıyrılmayı düşü·
nüyor. Korakap
!
ıdan sökerek söylediklerine ba·kılırsa.Allah, Hacca gidecek olanların alnına, yaratırken işa
ret edermiş: «Hacca gidip hacı olacaıksın. ey ku
lum!» Günü gelince de çağırırmış. Artık elin •kanda olsa da bırokıp g ideceksin. Demek ki, Allahın sevgili kulları yaratılırken belli oluyor. Bazı parasızlar da,
«Ainımıza ne Hacca g itmek yazmış; ne de mal ver
miş.» d·iye acaba anasının karnında iken mi bir günah işled·Pklerlni düşünüyorlar. Çağrılmış olmalılar ki, ge
çen dört yıl içinde bizim buralardan epiyce gittiler.
Gidenlerin arasında karısıyla gidenler de var.
Bunlardan en mut�u olanlar da galiba. Hacı Lipbik'le
( kadının lôkobı), kocası Kel Abdıi. (Kullandığım isim
lerin başında sanırım «kel>> çok geçiyor. Köyde kel'in çok olduğundandı r; benim suçum yok .. ) Kel Abdi, o
lanca tarlasını satamk üç bin lira kadar bir para bi
riktirdikten sonra, karısı Lipıbik'le yola düştüler. Kim
sesiz ·kalan biricik oğulları Ahmedl de başka birisi
ne çırak verdiler. Akıllarınca, kendileri orada ölerek cenneti ölöda baş köşeyi boylıyacaklar, anosız ba
basız ve tarlasız kalan Ahmet de el ·kapısında bir fok
ma ekmek icin sürünecek.
Ama Allah canlarını almamış, kendileri de intihar etse işe yarar mı? Perişan bir halde crkaıgeldiler. Kel Abdi dizanteriye tutulmuş. Başta Şeyhler, kudüm ca
larak, yanık yanık ilôhi söylerlerken öpüşme, kucak
kışma faslı başladı. Değil o onda, artlık kaç günde biteceğini kimse ıbi1mez kuca.klaşmonın. Öyle ya, her kuoaklıayana Hacı kokusu sinecek. Ne kadar pun
duno ·getirip fazla kuoakla rson, o kadar kör. Hacı Lipbik sapasağlamdı ve arabanın üstünde, kalabalı
ğa; <<Hoş bulduk! .. Hoş bulduk!..» diye boyuna bağı
rıyordu. Kocası h er şeyden halbarsiz yatıyordu ara
bada.
Kel Albdi, Arabistan'da tutulduğu hastalıktan kur
tulamıyarak, iıki gün yottı.ktan sonra, rahmeti ra-hma
na kavuştu. Böyl·ece de sonsuzluğun sırrına erdi. ..
Kocası, <<Hacı olduktan sonra dünyaya bakmo
dan öldüğü icin», karısı da «dünyada kalmakta bir
tikte, ·kocası olmadığından. kör şeytona uyrno kay
gısından •kurtulduğu icin ... » Allah'ın sevg il isi olmuş
lar! ..
Şimdi, iki cocuk 'babası olan Ahmet, el kopısın
da sürünüp, ana'"babasınıa ilenlrken, güveylerden bi
r·inin evi ne sı!}ınmış olan Hacı L'ipbi•k,