• Sonuç bulunamadı

Yayın Hakları (Copyri:ght) : Derinlik Yayınları 198(1 Dizgi - Baskı : Kardeşler Matbaası Cilt : Cenk Mücellithanesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Yayın Hakları (Copyri:ght) : Derinlik Yayınları 198(1 Dizgi - Baskı : Kardeşler Matbaası Cilt : Cenk Mücellithanesi"

Copied!
122
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

HAYAL VE GERCEK

(3)

DERİNLİK YA YINLARI

«TÜRK YAZARLAR!» : 19

DENEME- İNCELEME -BELGE -YORUM· 4

Beşinci Baskı : Nisan 1980 Kapak : Emir SARlER

Yayın Hakları (Copyri:ght) : Derinlik Yayınları 198(1 Dizgi - Baskı : Kardeşler Matbaası

Cilt : Cenk Mücellithanesi

DERİNLİK Y AYINLARI Ankara Cad. Ankara Han No: 74/505

(4)

mahmut makal

HAYAL

VE

GERÇEK

(5)

Maıhmut Ma,kol'ın Öteki Kitapları :

Bizim Köy

Memleketin Sahipleri Kuru Sevda

. Köye Gidenler Kal'kınma Masalı Ötelerin Havası

Yer Altında Bir Anadolu Zulum Makinası

Karanlığı Zorlayanlar Bizim Köy 1975

Köy Enstitüleri ve ötesi

(6)

Evlenme konusu

Köyün evlenme işi kadar karışık yom yok. Top­

luluğun düzenli yaşıyolbilmesi icin en başta gere·ken şey, evlenme düzenidir.

Yurttaşlık Yasamızın bu konudaki hükümlerin­

den köylümüzün ne haberi vardır, ne de yasoya göre evlenen. Hareketsiz, sessiz köy yaşa mının tek hare­

ket kaynağı da evlenmelerdir, on - oniki yaşındaki cocuıklarını evermek istiyenlerin i'ki kilo şekerlerini al­

dı·ktan sonra, muhtarın izin vermesiyle olup b iten birleşmeler bir yana, ·karısını ·kovan, kocasından ·ka­

çan, aralıksız kadın ya da koca değiştirenlerle, üçer dörder evlenenterin dolup taştığı yerde bunların gü­

rültü ve dedilkodu�arından başka şeylere sıra bile gelmiyor. Olağan bir düzene bağla na mıyon bu duru­

mo zaman bir care bulamıyor.

Boştan boşl ıyalım :

. Kızlar ·icin evlenme çağı onücten başlar. Bu ya­

şa gelen kızların hemen yarısı daha önce birkaç ke­

re evlenmiş olan erkeklere ya do kendi ycşıtla rına kaçıyorlar. Bunda n sonra bunların sık sık koca değiş�

tirdikleri ve perişan oldukları görülüyor. Birkoc ta­

nesi zor tutunuyor.

Şerıbet içilerek nişanlananların durumları da bunlardan oyrımsız. Beş-altı yüz lira ala rak kızını ni­

şanlıyo n lbaba�or, •bolkıyorsunuz, sonradan cayıyorlor ve daha fazla para gösterene yeniden nişanlıyor­

lar. Cek kere ·kız do eskileri bıra·kıp bir üçüncüsüne kaçarak işi tamamlıyor. Bundan dotayı düğünle ev­

lenenler pek az kalıyor.

5

(7)

Bu ay içinde Deli Mehmed''in kızı. Tombul Veli'­

nin ogluyla, Kara H1san'ın kız, Kasık Ramazan'ın oğ­

luyla nişanlandılar. Göstüklü Hüsmen bin lira öner­

diği için, Deli Mehmet, Veli'nin oğlundan cayd�. kızı­

nı Hüsmen'in oğluna nişanlıyacaktı . O akşam kız.

Kısa'nın oğluna Kaçtı. ·Arkasında da bir 5ürü karışık hesap kaldığından. ertesi gün Dere mahalleyi gürül­

tü sardı ve iki. hattô üç tarafın döğüşünde başı gözü yaralananlar oldu.

Kara Hasan, kızını Ramazan'ı n oğluna vermeme­

ye kara rlı. Nişanı bozacağını ağzından köpük saçarak söyledi. El altından yeni öneriler varmış .. .

Yine b u ay Calık'ın kızı ile Koca Derviş'in kızı.

Yahnı Rıza'nın iki oğluna nişanlandı. Ama her i_ki kız da babalarının gözyummaları sonucu nişanl!!arından beşkalariyle hemen kaçtılar.

. Kızların eski nişaniısı olan Rıza'nın çocukları , başkosiyle evli olmolarına karşın yeniden ·kızları al­

maya girişerek su yolunda çevirdiler· Eve sürqkledi­

ler. Ama silôh - bıçak birbirine karıştı . . .

Feyzi'nirı kizı başkasına nışanlı olduğu lıalde, Karaman'ın oğluna kaçtı. Sabaha kadar gö

imedik döğüş yaptılar. Bir iki gün 'Jonra kız Kocasını bıra­

karak gerisin geri eski niş-anlısına kaçıp gitti. Ora­

dan da yine birinci kocasına geldi istanbul sahil va­

purları gibi işledi d4rdu. Hasırcı'ya nişanlanan Şev­

ket'in kızı HuiCısi'ye kaçtı. Bu kez çıkan döğüşte de kafası p-arçalanan az olmadı .

Bunlar hemen dilimin ucuna gelenler. Saymaya kalksam, sonu gelmez.

Kaçanlar kaçıyar döğüşenler nedenli nedensiz döğüşüyorlar. Birbirinin dirliğini bozmakta, karısınırı kızının yerini değiştirmeye sebep olmakta kusur et­

miyorlar. Böylece yarım yamala·k temel·i atılan aile-

(8)

ler. hafif bir yel le sallanan derme çatma yapılara dö­

nüyor. Ha yıkıldı, ha yıkılacak. Doğal olarak bu ev­

lenmelerin hiçbirisinde resmi nikôh yoktur.

Bu kaçışmalar yüzünden her fı rsatta kapı değiş­

tirmeyi huy edinen kadınlar ve her fırsatta kadın de­

ğiştiren, eli değerse evine dörde kadar kadın geti­

rip depo eden erkekler var . . .

Çoluğunu çocuğunu bile bırakarak iki koca de­

ğiştirenlerin toplamı bir hayli tutar.

Rekor. yirmibeşinde altı koca ve otuzbeşinde sekiz koca değiştiren iki kadının üstünde.

Buna karşı, erkeklerden de çok kadın değişti­

renler vardır. iki karılı er'keklerin ·sayı�ı yirmi kadar­

dır. Çevre köylerde üç-dört karılı evl iler de vardır.

Hepsi de nikôhsızdır. Bunlara metres mi demeli yok­

sa başka bir ad mı bulmalı? ..

Çünkü, bu kadınları n hepsinden birçok cocuk doğuyor; :bu kez gidip bir tanesine izinname çıkartı­

yorlar ve b ütün öteki kadınlardan doğan çocukları da o kadının üstüne yazdı rıyorlar .. .

* '� *

Köylerimizde bağnazlığın hükmü çok fazladır.

Bunun için fazla kadın almayı falan hep doğru gör­

meleri olağandır.

Nit�kim, mektepte medresede okumuş yaşlı bir kentli konuk, odada, evlenme üzerine söz açılınca, coştu:

«Abdülhamit devrinin tadı başkaydı, vesselôm . . .

!ki evlen, üç evlen, istersen on evıen. Yaban köyden evleneni de askere almazlardı.»

(9)

Köylüler bu konuda yine serbest olmaloiına kar­

şın, kentte yaşadığı içi·n isted iğini yaparnıyan konu­

ğu, «Gördün mü babayı» diye alkışladılcir.

Nişan

Dünür olunan kızın başlık fiyctını daha fazla ar­

tırano babasi «Verdik!» ded ikten sonra, «şerbet içi­

lir.ıı

«Şerbet içmek» , köyde nişanın adıdır. Odaya ko­

nu �komşu oağırılara'k, oğlan evinin hazır�odığı bir gü­

ğüm pekmez şerbeti içilir. Sonra i mam, iki - üç yıl sonra ev!enecek çiftiere bir yarım rı.ikôh kıyor.

« . . . Hozretlerinin . . . emri şerifleriyle . . . Ali gızı Döndü'yü Mehmet oğlu Şambas'a verd i n mi?» d·iye kız lbolbasına üç kez sorar. Aynı söZ'leri çevirerek bir de oğ1an babasına sorar. Topluluk karşısında onla r do «aldım» ya da «verdim» derler. Dernek dağılır.

Bu andan başlayarak iki gene nişanlanmış olur.

Sosyatenin n işan�ı çiftlerinin birl'ikte baloya, si­

nemaya g·itmeleri, kimseden cekinmeden oturup kalk­

moları ve hdttô böyle bir fırsatta tanışıp evlenmaleri­

nin karşıtı gibi, özeinkie nişanlılık devresiride g·izli- lik egemendir köyde. ·

N.işanlandı·kları voıkte kadar birbirini ancak (ağ­

zı yüzü sorı lı olarak) geriden gören n işanlılar, pek olağandır ki ya'kından görüşüp tonışmayı isterler. Bu­

nu do, sokak ortası nda yapamazlar. En uygun yol;

oğlanın fırsat boldukça fıstık - şeker gibi biraz çerez alarcık kızı bazı ·geceler yoklomasıdır. Bununla bir­

Ji·kte g ündüzleri ahırda buluşmalar da �ar.

(10)

Bu işi her babayiğit başaramıyor. Gerdek günü­

ne kadar nişanlısının yüzünü görmeyen ve sesini işitmiyenler de çok.

Önce kaynana i le arayı uyduraca ksın. Çünkü kı­

zın babası ve oğlan kard eşleri ·işin farkına varırsa, değnekle 'kovalarlar. Ana, �kızı çıkarır, ahır ya da sa­

manlıkta buluşmaya. Orada sabahlamaya bile izin ve­

rir. Ama ·bu tatlılıkla tanışma çok aşırı ·koçıyor ve öyle kötüye kullanılıyor ki, kara nlık samanlık köşe­

lerinde buluşmanın ölçüsünü kaçıran gençler de so­

nunda yaptıkları işe şaşa,kalıyorlar.

Örnek : Tavukçu ismail'in oğluyla Kişgilli'nin kı­

zı, şerbetleri içildiğinin ikinci günü öğleyin, Hasan­

oğlan'ın ahırında buluşuyorlar. Buluşmayı, daha ön�

ce nışanlanmış alışkın kızlar ayar.lıyor. Kendileri de dışarda gözcülük ediyorlar. Bir iki saat içerde kal­

dı ktan sonra, cepleri şeker dolu olarak a rkadaşları­

nın yanına çı·kıyor kız. Oğlan da sıvışıyor. Ama 'kızın yana·klarınd a başka bir renk, gözlerinde başka bir ba,kış: Atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmiş . . . Kızlar hep birlikte oturup şekeri yiyorlar.

uMeryem, bi. doh.a gelse giren mi Ahmed'in ya­

nına?» diyorlar.

«Niye girmeyim, şeker veriyor, insanın ağzı tat­

lanıyor. Pek tatlıymış şeker . . . » yanıtını veriyor.

Olay hemen duyuldu. Oğlan tarafında bir üzün­

tü, kız tarafında da bir öfke, bir böbürleniş . . . Sanır­

sınız ki, «artık bu pisl.i.k sizin elinizden çıktı, hayırlısı ile evinize götürün, kızımız arada kalmasın.» diye kız evi öte tarafa yalvarır. Oysa ki, iş büsbütün değişik.

Çünkü piyasa belli. Oğlan tara.fı almomazlık ed'iver­

se. canına minnet . . . Tutar bir da·ha satar.

Onun için, kızın babası : « Eğer verirsem üçten dokuza şartolsun! O, zamanını beklemeden bu haltı

(11)

karıştırd ı madem .. >.» deyip dayattı. Gönlünü zor yap­

tılar.

Nişanlıların buluşması. genellikle geceleri ·ka­

ranlık samanlrkta olduğu icin, hile katan açıkgözler de çı kıyor . . . Bir örneğine geçen yıl calıştığım C . . . de rastladım:

Bir kızı. bir oğlana verdiler. Akşam şerbet içil­

dikten sonra, yeni nişanlanan delikanlıya kızgın olan başka bir delikanlı. giyimini ve davranışlarını ötek.ine uydurmuş. Zaten kış günleri herkesin başında po_şu sarılı olduğundan, başından da tanınmaz . . . Caresin i nasıl buluyarsa gidip kızcağızı samanlığa çekiyor ve sürekli fısı ltı ·hal inde konuşuyor. Yeni nişanlısı d iye kendisini kıza yutturuyor. Aynı zamanda yapacağını da yapmış . . . Aradan pek kısa bir zaman geçtikten sonra, nişanlanan oğ·lan. hastalanıyor. Ovalaması ye kurşun dökmesi icin kızın anasını cağırmağa geliyor­

lar. (N işanlanmdyı boşardı d iye göz değmiş olma l ı .)

« Nah- daha şinci buradaydı, ne zaman hasta lan­

dı?» demeye kalmadan işin aslı anlaşılıyor: Gelen, _folancanın oğlu . . .

Düğün töreleri

Yolsuz, yöntemsiz evlenenlerin yanında düğünle evlenenler de bulunuyor. Bulunuyor diyorum. cünkü son yıllarda düğün yoluyla evlenenler iyice azaldı.

Belki de bunun nedeni kızların pahalı oluşudur. Dü­

ğün yapma·k icin varını yoğunu batırarak yiyecek ek­

rneğe muhtaç kolmayı artık pek göze alan yok. Ger­

çi, kız kocıranlar da masrafsız kurtulamazlar ama, düğün kadar değil. Yine de töre h içbir zaman terke-

(12)

dilmez. Biraz kuru olacok ama, şimdi kısaca köyde düğün törelerini anlatacağım:

Kız ve oğlan küçük yaşta nişanland ıkları icin, bir ya do iki yıl nişanlı dururlar. Zamanı daha fazla uzatmak istemiyen oğlan tarafı, üç beş komşuyu ça­

ğırarak (kızı yerinde durdurmuşlarsa) bir akşam, kız evine izin istemiye giderler. «Söz alma» adı verilen bu gidişte; önce kız evi biraz naz eder. «Kız küçük daha» ya da «derdi miz, ağrımız var, sabredin . . . » gi­

bi asıllı asılsız özürler ileri sürerler. Oğlan tarafı da

«ölüm var. zulüm var; gözümüz görürken Allahın eni­

rini yerine getire1im» der, başlığın pazarl ığını kaçtan kesmişlerse oğlan babası kalan b orcunu öder. (Baş­

lığın yarıs,ı nişan sırasında, yansı da ·düğün yapı lır­

ken ödenir.) Borcun ödenmesiyle de naz b1iter ve er­

tesi gün arabayle ilceye giderler. Bu gidişte söz alı­

nırken, kız tarafının istediği ve listesi yapı lan pazen, basma, koput, şal g ibi g iyim gerecinin her çeşidin­

den beşer, onar metre alınır. Bu gerec·in b i r kısmı kızın gereksinimi için ·kullanılır. Bir kısmı da don göm­

lek dikilerek ya da dikilmeden kız tarafının akrabala­

rına «yollu'k» olarak dağıtılır.

Bu iş için ilceye gitmeye «izinnameye gitmek»

denir. Kız ve anası da gider. ·Ama izi'nname cıkarı l­

maz. Köyde buna whalva yemeğe gitmek» diyorlar.

Her nişanlı kız bu günü sabırsızlıkla be·kliyor. O gün, kızla anasını bir han köşesine otu rturlar ve yine oğ­

lan tarafı, çarşı ekmeğiyle halva getirir. Handa yer­

ler. Pırtı lan da aldıktan sonra aynı gün geri dönerler.' Ne izinname va rdır, ne birşey. Kızın yaşı zaten uy­

gun değildir.

Bu gidişler gerıel l!kle Perşembe gününe rastlor.

O akşam köy muhtarını görmek gerekir. Yine oğlan babası bir kesekôğıçlı şekerle bu işi yapar. Ertesi gün,

(13)

Cuma namazındon sonro bir ho,roz kurban ·keserek oğlan evi·rıin damıno boyroğı dikerler. Aynı zamanda sıcak yuf·ko ekmeğ,ini pekmez şerbetine botırorak

«yağlama» yapıp ev ev dağıtırlar ki, düğünümüze bu­

yuru n demektir.

Düğün tam bir hafta sürer. En önemli günler Çarşamba, Perşembe'dir.

Eğer birden fazla düğün birlikte yapılıyorsa ve düğün sahipleri zenginseler; bozan çalgı getiri rler.

Dcvulcu. zurnacı ve ·udcu üç ·kişi olan çaigıcı ların geldiği düğünler bir parça şesli geçer. Çalgıcıları n d a katıl masiyle köyde bilinen bir tek halayı yine bir mako mda uzun hava söyliyerek çeker delikanlılar.

Çalgıcı gelmiyen düğünlerde, er·kekler. düğün odasına gidip o·rada eğlenirler. Kadınlar da düğün evinde kendi kendilerine tef çalıp kaşık oyunu oynar­

lar. Düğünün ilk dört günü böylece geçer.

Çarşamba günü erkenden bütün köy erkekleri köyün kıyısındaki «Biniş» meydanı'na toplanırlar.

Orada «n-ışan vurma yarışı» yaparlar. Seyirciler iki tarata çekil ir. nişano atacak olanla r da tüfek ya da tabancalarını alamk bir metre ıboyunda·ki duvarın arkasına d i�i�irler. içine kül doldurulmuş bir testiyi yüz adım ileriye di·kerler. Beş - on dakikalık oyalan­

ma sonunda bir de bakarsınız, testi delinir, kül ha­

vaya savrulur. Testiyi vuran nişancı. düğün sahibi­

nin (oğlan babası) yanına giderek. «di.işmanının ömrü bu kadar olsun!» der ve bir iki lira bahş'iŞ alır.

Testi vurulduktan sonro halk topluca Hacı Ça­

vuş'un evinin yanına gider. Köyün en yüksek yapısı olan bu yapıda « Kel�e yarışı» yapılır: Bazı ayrımlar . bulunursa da geleneğe göre, genelli'ki e düğün ya­

panlar, düğün dQiayısiyle ya inek ya öküz keserler.

Bu sığırın etiyle kozonlarda

pHôv

pişer. Kelle yarı-

(14)

şındon sonra çevre köy�erden gelen konukla rla yer­

l i hal·k Çağrılarak uygun bir yere kurulmuş olan sof­

ralarda karınf.orını doyururlar. Buna. «et yeme>> deni­

yor .

. Bu yemekten önce. yemek icin kesilen sığırın ka­

fası dama asılmalıdır.

Kelle fırlatılacak damın yüksekliğ·i sekiz metre-­

dir. Büyük bir kalabalığı �uşturan seyirciler, iyi sey­

redebilecekleri yerlere otururlar. üc cocuk aynı da­

mın başında b:r. iki. üc'er metrelik b<lsma sallamak­

tadırlar. Bunların ·en büyüğüyle eldeki sığır başının gönü birinci aşırana, d iğer basmalar d a ikinci ve ücüncülere verilir.

Kelle ortaya geldikten sonra · kendine güvenen herkes sırayla atar: Sırtını duvara döriere·k kellenin ağzından tutar ve başından yukarıya fırlatırlar. Bu işle iki saat kadar uğraşırlar.

Sofralar hazırdır. Et yenir yenmez güreş alanı­

na gidilir. Burada bu köylü ve çevreden gelen pehl i­

vanlar. birbiriyle karşılaşır. Ortaya işin alışkını iki ha­

kem cıkar. Önce küçük cocuklardan başltırlar. Yavaş yc;ıvaş yetenekli deli·kanlılar ve en sonunda baş gü­

reşc�ler güreşir. Bu güreşlerde pehlivanların baş ol­

malan da var ama. asıl köylerin birbirine boş olma­

ları düşünülür. Bir pehl ivanın baş olmasiyle güreş bit­

ükten sonra, baş icin ortaya kuzu, oğlak. teke, koc' gibi ne konmuşsa verilir. Sıradan güreşcilere de bi­

raz bozuk para dağıtılır.

�rtesi gün gelin alma günüd ür. Bu bölgenin çok köylerinde gelini sabah erkenden alıyorlar ve ilôhi­

ler söyleyerek götürüyorlar. Bizim köyde gelin öğle­

den sonra alınır ve türkü söyleyerek götürülür .. . Öğleyin camiden cıktı·ktan sonra, köy hacası doğruca mezarlığın kıyısına gider. Orada gelin ala-

(15)

yını gözler. Gelin alıcı�ar önce damlardan bayrakla rı indirip ellerine alırlar. Bayrak çekenler yanyana en ön sırayı tutarlar. ikinci sırada bir küme delikanlı el­

lerinde bıçaklarlo bayrak bekçisidirler. Çünkü sokak­

ları dolduran 'kalabalı·ktan herhangi birisi. bayra kta­

rın elinden bayrağı kapabili rse. çok fazla para ile kurtarmak gerekir. Üçüncü sıra. tür

ücü deli-kanlı-.

!ardır. Ellerinde birkaç tef bulunur ve yürüyüşe uy­

durara·k acele acele maniler okurlar. Çalgı takımı varsa. bunlara katı�ır. Yoksa. köyün· ramazan davu­

l unu birısi çalar. Bunların a rkasından ak çarşafiara bürünmüş onbes-yirmi k·adın gelmektedir. Bunlar

«yenge»dirler. Gelini alıp oğlan evine kadar a rkadan yürürler. En arkada da artrk bütün köy halkı, çoluk çocuk yürüme·kte'dir.

Varıp kız kapısına dayanırlar. Orada ağıtlar yük­

selmiştir. ileri g�en hoca ve ağalar eve girip; ona . baba v e akrabaları yatıştırarak kalabal ıkton tarafa büyü•k bir kilim gererler. Kilimin arkasında gelin ara­

baya ıbiner. Baıbasının yaptığı yatak, içinde duru­

muna göre hazırladığı çeyizi bulunan sandı·k da a ra­

baya yüklenir. iki kadı n da yanına binerler. Arabanın başını mutlak kızın oğlan kardeşi ce·ker. Kardeşi yok­

sa. a mcaoğlu falan çeker.

Gelin arabası türkücü�erle yengelerin ara

s

ında yürür. Toplulu k soka;klardan geçerken. cocuklar ur­

gen ·gererek önlerini keser. Güveyin babası hep ön­

dedir. Bahşiş verip yolu açar. Doğru mezarlığa! Za­

ten hoca beklemektedir. Kıbleye karşı durup bir dua ederler. Oradan gel·in yeni evine hareket eder.

Güvey birse tek başına. daha fazla ise hep bir­

liıkte bir od-ada kapalıdıriar. On�ar orada i•ken. gelin eve gelir. Kaynotası ve kaynanası koyundan, inek­

ten birşey bağışlıyarak a rabadan indirirler gelini. Bu

(16)

arada birisi dam başına çıkarak hazırladığı, içinde biraz da bozuk para bulunan kavrulmuş buğdayı ge­

linin ve bütün oradaki topluluğun üzerine serper.

«H�ş geldin evi mize» anlamına.

Gerdek gecesi

Gelin eve geldikten sonra hemen hemen düğün bitmiş sayılır. Yeni gelen gelini bir köşeye oturturlar.

Zavallı, burada gece yansına kadar, yani güvey ge­

Hnoeyedek yüzü gözü kopalı be·kler.

. Gelini eve bırakan a raba kapa l; oldU'kiarı oda­

dan güveyleri alıp köy soka·klarında gezdirerek geri yerıerine getirir.

Akşamdan sonra gee vakit, hoca önde dua ede­

rek. büyuk bir kalabalık. güveyi eve. gelinin yanına götürür. Geçen hafta düğünü yapılan Mem:ş'in ger­

dek gecesini anlatırsam güveyin gerdeğe nasıl gir­

diğ'ini ve nelerle karşıla·ştığını daha iyi anlatmış olu­

rum:

Gökyüzü açık, ayazlı bir gece. Memiş'gilin evi köyün üst başında, Memiş, Rıza Cavuş'un odasında.

Çocuğu oradan alıp eve getiriyorlar, ve sı rtını yum­

ruklayorak. içeri, geiinin yanına koyuyorlar. Güvey, gelinin yanına girdi·kten sonra, töre gereğince kapı­

nın deliğinden bir kadın gözetlemeğ·e başlıyor. Bu gözetlemenin iki nedeni vardır� Doğacak cocuğun sağır olmaması için yeni ciftin konuşmasını duymak;

bir de eğer güvey bağlı falan olursa, vakit geçirme­

den ana - babasına haber etmek. . . Güya :m am ni­

kôhı kıyarken, d üşmanı n birisi ipl·ik düğümlerse. gü­

vey bağlanır ve iktidarsız hale gelirmiş. Düğümleyen

(17)

ada m ipliği ateşe atıverirse, çocuğu cok büyük ho­

calaro götürmeden çözdürrnek mümkün değilmiş.

Nedeni başka başka olan bu iktidarsızilkiara köyde sık sı·k rostlanıyor. Ama h ic başka bir şüphe akla gel­

·meden «bağlı>> deyip çııkıyorlar, hoca hoca dolaştırıp delikaniıyı utandıra rak ola nca neşesini de öldürmüş

oluyorlar. .

Gözetleyici kadın bir saat bekliyor. Memiş'te iş yok. iki saat bekliyor yine öyle. Oysaki, öteki güvey­

Ieri n tüfekleri çoktan atıldı (Güveyin aıkrabalarından biri, elinde tüfekle dışard a bekler. Oğlan işini bitirir bitirmez. verilen haber üzerine tetiğe dOyanır) . Bu.

· gelinin kız çıktığının ve güveyin bağlı olmadığının acıklanmasıdır. Onun icin, güveyin işi çok acele tut­

ması gerekir. Daha birbirleriyle koklaşmadan tanık­

ları olan kanlı çarşafı dışarıdakilere teslim etmek zo­

rundadırlar. Ancak ondan sonra her iki tarafın ana - babaları rahat edebilirler.

Geçen iki saate yakın zamanda Memiş'in yatak­

ta öylece yattığı haberi üzerine evi tıklım tıklım dol­

duran O'krabaları. özellikle anasıyla babası ağlama­

ğa başlıyor. Kızcağız da «rezil oluruz!» kabilinden oğlanı sıkıştırırmış bir yandan. Ama hiç biris; düşün­

müyor ki, cocuk ayazda uzak odadan geldi, üşümüş­

tür. Girdiği evde ne soba, ne tandır, ne de herhangi bir ısınma aracı var! Tandırlı evin ·kıyısına eklenmiş kapısı içerde olan kümes gibi bir taş kovuk ki, icin­

de yalnız dondurucu ayaz var.

Tüfeğ in atılma sı gecikince biz de mera k ettik.

Tam o sırada, ne göreHm? Memiş'i yataktan cıkar­

mışlar. Molla Mustafa'ya okutup üfletmeye götürü ­ yorlar. Hem de götürdüler: . . Cocuğun, ·kollarından tutarak kendisini hocaya götüren anasiyle bÇJbasına kızdığı yüzünden belli. Dişlerinin vuruşu bile «ben

(18)

ne bağlıyım. ne bir şey; ben yalnız üşüdüm, bıraıkın · beni kendi halime . . . » diyor. Üstelik, sert havada, ho­

canın evine gidip gelene kadar daha da üşüttüler.

Molla belki de durumu sezmiştir ama, sezs� de sez­

mese de görevini yapmış: Kara kapiıyı hayli karış­

tırdıktan sonrak, «Allahın inayetiy�e sabaha karşı çö­

zülür inşallah .. . » demiş de bereket versin ana - ba­

banın üzüntüsü hafiflemiş.

Hiçbir kuralın izin vermediği için ve dehşetli . utancından dolayı kimseye derdini onlatamıyon Me­

miş, artık öyle kızıyer ki, kimseyi gözü görmüyor:

Hocanın yanındon geldikten sonra, yine yatakta bi­

raz ısınıyor. Isı·nır ısınmaz da üstüne düşen işi yapı­

yor. işini bitirdiği halde, öfke·si eksilmemiş ki, ne yapıyor bakın : Kanlı carşafı eline topaç yaparak ka·

pıyı açıyor. Karşısında uyuklıyamk oturan babasını

l ı ed et alıp topacı ka.fasıntl çarpıyor . . .

Ertesi gü'n okulun önünden geçerken üsteleye­

rek çağırdım ve öğretman odasında sobanın yanın­

da oturauk. Belki de akşamdanberi ilk kez ısın-ıyordu.

Kırık dökük iki cümle konuştuktan sonra söz akşam­

ki olaya geldi. Zaten duymayan da kaldı mı bilmem.

«Böyle şeyler clunı falan dıye utandırmamaya calışıyordum ki, gözleri parladı :

«Daha doğrusu bu ·köye ateş verip aşağıdan yu­

karı yakmalı. Böyle iş mi olur be herif? Ağşamdanberi cektiğimi ben bilirim. Bi öldüm, bi dirildim.»

Alı'- Veriş:

Komşu B. köyünde, birisinin karısı öldü. Bir haf­

ta sonra baktık, ilçeden bir ıkadın 'bulmuş. Pazartığı

(19)

yediyüz .liraya kesip teslim <llmış «avradııı. Kendi köylülerini bulamadığından, bizim köylünün a rabası- . nı kiralamış ilçeden.

C . . . ye gel'ince, bir odaya konuk oluyorla r. Ka­

dını da bir eve bıra kıyor�ar. Kadın evde, kocası do odada otururken. arabacılor, C ... de bir be kara ka­

dını satıyorlar : «Hayd·i, falanca eve 'konuk olacak­

sın.» d iyerek kaldırıp ·kadını sattıkları adamın evine götürüyorlar. Beş yüz l irayı ceplerine koydukları gi­

bi, arabayı koşuyorlar. Meseleyi de kadının kulağına tısıldayıp kaçıyorlar. Zaıvallı kocası olup bitenden ha­

bersiz, odada bek�eyip duruyor . . .

Ertesi gün a rabacılor odada övünürken, dünkü bımkıp kaçtıkları adam .geldi :

« Bütün tarlalarımı sattım da zor elde ettiydim o parayı: Köye ne yüzle gid eyim?» diyerek ağlamaya başladı. Eklediğine göre, kadın, arabacıların sattığı adamı gönlüne daha uygun bulmuş ve ilk a lıcısına :

«Sen kimsin?» demiş.

Apsarı'da birisi dara düşüyor. Satoca'k malı da yok. Karısını Köstük'lü Derviş'e iki yüz liraya sattı.

Ama, ne de olsa yine insan olduğu için S<ltış bile hayvanın kine benzemiyor: Kadını alanf.a satan şöyle a nlaşıyorlar: (Köyler birbirine yakın olduğundan) iki köyün ortasındaki söğütlerin yanında Derviş bakliye­

cek, öteki de bir bahane il-e karısını oraya getirecek

ve teslim ederek parasını alacak. Dedikleri gibi de yapıyorlar. Es·ki kocası, kadına meseleyi anlatara k helôllaşıyor ve i k i yüzü a l ı p dönüyor. Kadır.cağız da

«yazgısına boyun eğip» Devriş'fe yürüyor ...

Bunları örnek olara k aldım. Çoktur böyle olaylar.

Görülüyor ki, kadın en önde gelen bir ticaret ma­

tahı .

Bir kızı doğan baba: «Oh! Bin lira göründü!» di-

(20)

ye seviniyor. Bunu söylerken o cocuğun bakımı. eği­

timi, çeşit ceşit güçlüğü a klına gelmez. Nasıl olsa acı k cıpla·k büyür . .

Öğretmen orkadaşlardan birisinin babası rica etti: Öğretmen icin onüc yaşındaki bir kıza dünür gittik. Kız ufacık, ama onbeş yerden dönür geliyor­

lar. Birisine verecekler. Zaten sevinç içindeler ama, müşteriler;in hang·isi fiyatı yükseltir diye iki gün naz ettiler.

GiWk hatır ic·in. Biz tandırın başında oturu rken üc yerden daha geldiler. Artık «işimfz var» dedirte- · rek onları içeri aldırtmad ık. Usulen Allahın emrini, peygamberin kavlini saydı·ktan sonra, arkadaşın aıh­

lôkır.dan, aklından «aHın bileziğinden» söz ettik. So­

nun�a iş paroya döküldü. Biz .altı yüzden yukarı cık­

madık. «Yukarı çıkarsanız size olsun; değilse oraya cevap vereceğiz.» dediler. Gücümüzün yetmiyeceğini söyleyip geldik. Gercekten ertesi günü Kasım'ın oğ­

lunun ondört yaşındak·i cocuğuna kızı nişanladılar.

Bin yüz liraya ·kadar fiyatı yükselten biri de: «Neden yüz lira daha çıkmadım?» diye pişmanlık duyuyor.

Kadın satmanın sırrına erenlerden, yasalara sırt dayıyarak geeimini cıkaranlar da var.

Kötü Mevlit, Emine'yle evlenel i altı yıl oldu. Dü- . ğünleri olurken, bir ya•stıkta kocamak icin ne umut­

ları vardı kimbil·ir. Ama son u nun ne olacağını kim kes­

tirebilir? Baktık, birinci yıl bitmeden Mehmet Ali'ye kaçtı Emine. Mahkemeye düştüler. Dôvadan vazgeç­

mesi icin Mehmet Ali Mevlid'e beş yüz Hra verdi. Ya­

sa karşısında· Mevlit izinnameli karısından boşan­

mak istemedi . Sonuc belli olmadan da Emine yeniden koca değiştirdi. Yani, üçüncü bir ·kocaya vardı. Bu kere Mevlit. Ramazan�ı dôva etti. dört yüz .l ira da ondan aldı. Yine boşanmadı. Bu mahkeme sona er-

(21)

meden, Emine dördüncü bir kocaya kaçtı. Mevlit ye­

niden evlenm:eyip zina eden karısının peşini bırak­

madan ticaretini sürdürüyor. Şimdi de karısının dör­

d üncü köcası Şa·kir'e dayatıyor:

«Benim izinnameli avradımla zina etmeyi sana gösteririm. Hem gayri canıma tak dedi. Bin lira alma-

. dan davadon vazgecmeriı.» · ·

Cay - Kahve:

Köyde kahveevi yoktur. Olmadığı da iyi. . . Kahve ve cay, köyWye göre lüksten baş,ka bir şey değildir. Büyük bir gereksinim de sayılmıyacağın­

dan, kullanılsa da olur, kullanılmasa da . . . Ancak hasta olanlar icin bazan gerekiyor ki, böyleleri köy­

de öğretmen ya da kooperatif saymanı varsa, ona başvuruyorlar. Bir de artık evden cıkarnıyacak hale gelen bazı yaşlılarda kahve bulunuyor. icine nohut falan da karıştırorak sindirim için kullanıyorlar. Onu 'da bazan sade olara k pişiriyorlar, bazan da karbonat

gibi kuru kuruya yutuyorla r.

Bu i ki nesne, özellikle kadınlorca bilinmez. Er­

kekler gerek kente gidince, gerekse köyde bir ağa­

nın düğününde rasiantı olursa içerler. Kadıniorso adını bilir. Pek seyrek olarak tadını b ilen de bulu­

nur belki . . .

Gelelim anılara:·

Kooperatif saymanının . evine. komşuları i ki ka­

dın gel'iyor. Saymanın hanımı do bu kadınlara çay ik­

ram ediyor. Kadınlar gidinceye kadar hiçbir şeye dik­

kat etmiyor. Onlar gidince, bakıyor ki, şekerler eri­

memiş, bardakların dibinde d uruyor. Hayretini sak­

lamodı:

(22)

«Bilsem gösterirdi m . . . Doğrusu çay içmeyi bil­

ıniyeceklerini hic okiıma getirmezdim. Acı suyunu ic­

mişler, şekeri kalmış,» dedi.

Gercekten şekerini karıştırsa ya da göstersey­

di, şüphesiz ikramını tam yapardı. Çünkü ben nine­

mi, anaını hep göstererek, anlatarak alıştırdım. Bir keresinde ninem su gibi içilecek zannederek ağzını yakmıştı.

Hanımefendiye bunlardan sözetmektense. şu cevabı verdim :

«On lar. dünyanın türlü sıkıntısına eyvallah deyip, sineye çekiyorlar. Sizin çaydoki iki şekeri gözleri mi görür?»

Şaıka bir yana, çay faslı böyle.

Kahve faslında da söz yine bizim N iyazi hocaya ve oğlu Keleş hocaya gel iyor. N iyazi hoca ünlü ol­

duğu icin, adını bilmiyen mi vardır! Demirci'de Hacca gidfp gelen birisi, bilme m ne kokusu sürülü bir pa­

muk parcasını emanet ederek N iyazi hocaya sunma­

mı benden istedi. Köye gelince emeneti vermek icin evine gittim. Hoca zaten yıllardır yerinden kalkamı­

yor. (Bazan cuma günleri vaız verdirrnek icin sırtla­

yarak camiye getirirler.)

Evine hiç gitmemiştim. Gösterdikleri kapıyı acın­

ca karşımda öküzleri ve bir yanda da öküzlerin pis·

lik yığınını gördüm. Hocanın öksürdüğünü duyunca da sola baktım. Ahır sekisinde bir culun üzeı::ine otur·

muş, önünde ateş yanıyor. iki yanında tezek yığın­

ları . . . Köşede hocanın y..atağı. Ahırın kokusu kor­

kunç!.. Bu kokuların üstüne çok hoş gelmiş olmolı, pamuğu derin derin kokladı hoca. Bu sırada Keleş Hoca geldi. Oğlu, yani 'köyün şimdiki imamı. Keleş'­

ten başka daha üç tane oğlu ve hayli torunları var Niyazi Hocanın. Onların �kalabalığı eve yetip de art-

(23)

tığında, Hoca bu sessiz ahır sekisini seçmekle çok iyi etmiş . . .

Keleş gelince. Hoca :

«Ülen Cemal, öğretmene bi gayfe bişirsene!»

ded i .

Keleş hemen işe girişerek yan duvardaki örüm­

cekli ve isli bir raftan, yine ocağa sürülüp abdest suyu ısınan isli bir ibrik indirdi. Ocağın başında du­

ran küçük bir isl i canağa su koyarak ateşe sürdü.

Sçmradan öğre ndiğime göre. N iyazi Hocanın genç­

liğinde eski mağaralarda bulduğu gayet sağlam olan bu çanal<ta, şimdi Hoca, sade kahveyi hem kayna­

tıyor, hem içiyor. Yani, cezve ve fincan işini bir ara­

da . görüyor bu testi!

Keleş. « istemez» diye yalvormama karşın. kay­

nayan suya sade kahve 'karıştırarak önüme ·koydu.

Sade kahyeye yüzüm olmadığı için, ıçmişterı sayma­

larını ve benim yerime hocanın içmesini rica ettim.

Hoca içti. Sonradan bana üye Hüseyin ağanın söy­

led iğine göre. o pişen ·ka·hve değil, salt burçakmış.

«Bu zehir gibi burçağı içmesam yaşıyamam» der­

miş hoca.

Aradan aylar geçti; güzdü, kış geldi. Bir · de bak­

tık Niyazi hocanın küçük oğlana düğün yapıyorlar . . O hafta pazar günü, Gani Cavuş'la izzet Ağa beni yoklamaya geldiler. Sonra da birlikte düğün odası­

na gittik. Düğün sahibinin hali - vakti yerinde olursa, odaya gelip te «uğurlu olsun» diyenlere - bulaşık su­

yu g·ibi de olsa -. birer fi ncan kahve içirmesi gele­

nektir. Niyazi hoca g ibi, köyün yaşlı ôlim bir hoca­

sı. aynı zamanda zengıin sayılan· kişinin düğününde değil de, başka kimin düğününde ıkahve içecek bu millet?

Biz oturur oturmaz h emen ka·hveler g eldi . Ama

(24)

içer içmez Gani Çavuş'un başı döndü ve yere uzan­

dı. Benim de çatlarcasına bcışım ağrımaya başladı.

Çabucak Gani Cavuş eve adam göndererek tur­

şu getirtti. Turşuyu yedi k ve soğuk suyla kafaları­

mızı yıkadık da zor ayıldık Gani Çavuş çok kızmıştı :

«Bu Keleş'in işinde var bir pıslik». dedi. «Köyün hocası d iye bunlara güvendik ama. bunların altından da çopanoğlu çıktı.»

Köyde böyle düğün kahvelerine nohut, arpa ka­

rıştırmadan yapamıyor�ar. Düğünde içki falan bulun­

modığına göre, böyle bir fincan �arma kahvenin bu gereksinimi de karşılayacağını söyliyerek işe şaka biçimi vermek istiyorlar.

Keleş hocayı çağırıp karma mı. değil mi diye a nd içirdik .. .

öteki :

«Valla. ikiyüz gram gayfe ald ım geldim. Vakat · gelene gidene yetmez deyi, iki avuç arpaynan. tek hi nvuc burça'k kavurmuş da gatmış babam. Pek za­

rarı yok a. Sanırım sizinkini ıcık ağır itmişler.» dedi.

Sinem:J :

Köyün az çok okur - yazar bir insanı olarak, en çok sinema göreni belki benimdir. Ama ne ·yazıık ki ben de bugüne kadar yalnız altı film seyrettim. Onlar da en sıradan, heyecan ve da.J.ga filmleri.

Bizim ilçede bir sinema var. Hiç olmazsa yılda ya da aHı ayda bir kez yolumuz sinemaya uğruyor.

O da olmasa, bu kadarı nı da göremey,irp iyice kör kalırdık. Az çok ·kıymetli filmler b uraya kadar soku­

lacak değ,il·ler a!

(25)

· Bizim köyde, si nemayı akla getiremiyen ler çok olduğu gibi, ona inonmıyanlar ve korkanlar da görü­

lür. Tazı Arif askerdeyi<en bir sinemaya gitmiş: «Uian bi küme insan atlara bindikleri gibi bize doğru nasıl sürdüler ya! Öyle bi gorkalodık ki, çiğneyecekler de­

yi . . . Ne deyim de ağnadayım bunu size! Tüylerim diken diken oldu. Bereket versin, hemen geri dönüp gitti le nı. diye anlatıyor.

Bizim üç aylıkların alınma zomonı ilceye inmiş­

tim. o gün de «Beyaz Esireıı filmi varmış sinemada.

Tam üç aydır köyden bir yana çıkmamıştım. Bir�ikte gel·diğimiz yol arkadaşım olan bir genci yanıma ala­

rak gittim. Doğaldır ki o hiç sinema falan görmemiş.

Benim de bu beşinciydi. Küçüklüğümüzde .ise. tabiat bilg!si kitabında böyle bir konudan başka bir şey gör-

müş değildim. .

Biz köylüler. ayda yılda bir k9nte ineriz ve ona - buna kulak ve·rmeqen aynı gün geri döneriz. Bugün ise. yalnız film görmek için okşomlayacaktık.

Sinemaya gitmemek icin : «0 bizlere iUiyı k de­

ğel>ı , diye mırın kırıli ettiyse de, salono getirdim ar­

kadaşımı.

Film başlamıştı . . .

Bizim arkadaş. cariyeler başı had ı moğayı görün­

ce: «Şoo, garc herif. Mezerli Han'ın supurgecısı elleem ya, giyimini değiştirmiş . . . >> falan gibilerden heyecandan soluğu tıkanarak. boyuna kulağıma fısıl­

dıyor. Hele gürültülü patırtılı bir sahnede: «Aman.

b_uraya g�ecekler,» diye başı•nı ardıma saklayıverd i.

Yanımızdaıki bir soka·k züppesi de gülmez mi bu du­

rumumuza!

Çıktığımız zaman, meydan Savaşındon ya da ecinniler el'inden kurtulmuş g·ibi bir durumu vardı.. So­

luğu serinleyip de a·klı başına geldiği zaman�

(26)

«Git be herif'!>ı dedi. «Töbe olsun, bi daha böyle yere girersim! Adamı gorkuduyorlar hec durmadan, başka bi •kôrı yok döyüslerin ... »

Tiyıatro

Bir tiyatro seyretmek olanağı çıkmadı diye üzü­

lür dururum. Bu özlemime ne zaman kovuşacağım do belli değil. Tiyatrolarla birli.kte okullar da oçıılyor. iş­

başı yapıyoruz. Tatilde Ankara'ya filôn yolum düşse bile, o zaman da tiyatro kapıları duvar . . .

Ama, dun gece Cinavlar'ın odasında tiyatroya benzer bir şeyler seyretti k: iki ortaoyunu birden oy­

nandı. Akı llarına eserse, kış avôreliğinde bu çeşit oyunlarla gönül eğlendirir köylüler.

Birincisi, «Edi'nin Kızı » . Köyde Edi adında hoşo­

rı bir dul kadın var. Kocası öldükten sonra, kızı Me­

diha'yı Kel Ahmet'le evlendirdi. Ahmet iç güveysi·gir­

di Edi'nin evine. Her iki taraf da çok yoksul. Ne bir avuç toprakları, ne altları na serecek yatakları var.

Ahmet gidip Haymana ovasında koyun çoban­

lığı yapıyor; kazandığını getirip bunlara bırakıyor. Her gelişinde üç dört günden fazla kalmadan g idiyor. Bu geldiğinde de ·kaynanası i le korısı ona etmediklerini koymuyorlar: «Ayakkabı getirmecHn, yazma getirme­

din» diye kon kusturuyorlar adamcağıza . . . Hattô eve almak bi'le istemiyorlar. Bunun böyle olduğunu hep bil iyoruz. Ama, önceki gece ilginç bir sahne sevret­

miş köy bekçileri :

Edi'nin evinin yanından geçerlerken bir gürültü patırtı gelmiş 'kul"aklorına. Gidip ne oluyor diye evin tepe penceresinden seyre başlamışlar. Zaten bir göz

(27)

isli ev. Edi, Edi"nin küçük kızı Gümüş, ikisi de bir köşeye kuru toprağın üzerine uzanmışlar. Öbür kö­

şeye, eski bir yorganı üstüne cekerek Mediha seril­

miş. Ücüncü köşeye, Mediha'nın Ahmet'ten olma bir yaşındaki çocuğu atılmış� Dördüncü köşede Ahmet duvara dönmüş, sağ kolu·nu yastık yapara k yatmış.

Birçok gecim gürültülerinden sonra Edi'nin ·gön­

lü olmuş, kızına:

«Gak gız. yorganı götür de hasırın üstünde iki­

niz yatın . . . » demiş.

Kızı köpürmüş :

«Öyle hoşlanıyorsan, gak gendin gucakla da üşütme kel körsızı. cazı! » diye ağzını bozmuş ana ­ sına . . .

Ahmet dayanamamış .:

« Dininin imanının altından gırıp üstünden çıktı­

ğ ırnın sı racalısı, ben gayri belömı buldum. Senin yor­

ganını da, gendini de istemem. Sen Alla-htan gork da şu sabi cocuğ� yanına al, üşüt"me!» demiş.

Dışarısı kış. Bu görünümü epey sevrettikten son­

ra. dayanarnayıp aşağı inmiş be·kçiler. Eve girip iki Edi'ye, dört kızına değnek sallıyorlar. Mediha'yı ur�

ganla Ahmet'e bağlamak istiyorlarsa da, yorganın altında Ahmet'le yatmıya razı olması üzerine vazge- · çip ayrıılyorlar .. .

Konu bu. Ahmet'i odaya çağırdı1ar. Kendi ağzın­

dan da dinlenmesine •karşın. daha iyi can-landı rmak için olayı oyunlaştırmaya karar verildi.

içerdekiler odanın duvar diplerine çekildi. Orta­

lık Edinin evi oldu : Hasır. yorgan buldular. Ahmet kendi rolünde. Başına 'bir çarşaf geeiren Honnuk Dede, Edi rolüne girdi. Bir delikanlı da kılı·k değişti­

rip Mediha oldu. Oyun bitene kadar küçük bir co-

(28)

cuk getirip köşeye koyamk, işin gerçeğe uymasını da sağladı lar. Konuşmalar, hareketler tam uygun bir şekilde temsil edildi. Sonunda, bekçilerin işe kllrışıp Ahmet'le Mediha'yı birbirine bağlamak .istemeleri · üzerine çığlıklar arasında ortaoyunu bitti . . .

Başlanmış ve iştahımız acılıtıışken b u oyunla kalmak doğru olmıyaca·ktı.

Honnuk Dede, başı ndan geçen bir olayı hemen sahneye koyd u :

Kendisi Kızılkaya'da bezircievinde çalışırken, bir kız kaçırılmış. Celôl. Dudu'yu kaçırmış, bir ahıra sak­

lanmışlar. Köy ihtiyar kurulu da kaçakların bulun­

duğu ahırdan haberl.i olunca gel ip kapıyı çevirmişler.

Bu oyunun adına da «Gıyap Kararı>) diyebiliriz.

Odanın bir köşesini perdeliyerak ahır yaptılar.

Kızla oğlan perde ardında, yani ahırın içinde! Birkaç kişi de i mam, muhtar ve üye olup ellerinde asa ve değneklerle ohırın kapısı olan perdeye yaklaştılar.

Seyirciler merakta. Kızılkaya'lı birinci üye izzet ağa rolünde Honnuk Dede var. izzet ağayı hep tanırız, köyü yakınd ı r. H on nuk bede de onun gibi komik ol­

duğundan, onun hareketlerini, konuşmalarını iyi tak­

lit eder. Şimdi, izzet ağanı n ahır kaP.ısında söyledik­

terini o da perde önünde söylerneğe başladı:

<:Ce:ô!! Lôn Celôl! . . . Oğlum oc gapıyı! Yonsam hakgında kıyap gerarı verir şu yaaımdağ i döyüsler ...

bakayım gönül ı rzasıynan mı gaçırdın, yonsam cebri mi? Ula n neye açmıyon, ·yorısam daha gızın . . . ?ı>

«Dudu! Gız Duduuu! Yonsam ağzında. yağlık m ı (menciil ) dıhalı gız? Yonsam Celôl boğazını d a sıhı­

yo mu, gız .. . ?»

Hôsıl ı tiyatromuz da eksi.k değil. . .

(29)

Köysel yargı :

Hani « Kadı kalktı, kaymakam oturdu» derler ya, bizim köyler için, «Kadı kalktı, hoca oturdu» diye de­

ğiştirmeli bu sözü.

Bir serunu olduğunda. köylü hemen hacaya ko­

şar. Bu başvurmalar küçük bir mantıkla çözüm�ene­

bilecek sorunlardon tutun da. mahkemelerin bile ko­

l ay ç�zemiyeceği çapraşık dôvolara kadar varır.

Hocanın yüksek h uzuruno gelip diz çökenlerin arzettikleri dôva ne olursa olsun, iki dakika içinde hüküm verilir. Ne suçlu, ne de suçsuz «gıb demeden hocanın elini öpüp çıkarlar. Haklı çıkan gururlanır­

ken. öteki «şeriatin kestiği pormak acımaz» diye avunur.

Hoca dedik ama, ayırdetmedik. Mahkeme gö·

revini yapan büyük hocalar, üç - dört köye bir tane d üşmektedir. Bizim köyün de içinde olduğu su üstü bölgesinin yargıcı, Apsorılı Mehmet Hoca'dır. Eke­

cik Kalemi'ninki de Necati Hoca.

Köylerde buna : « Danışmaya gitmek» denir. Köy hocasına mı yoksa büyük hacaya mı danışmak ge­

rektiğini zaten iş gösterir . . . Örnek, Cıkı·k karısının ikisini de evden kovaladı. « Bu pek büyük bir iş olma­

dığına göre, köy hocosı halleden> diye kadı ncağız­

lor koştular hocaya. O da hemen Cıkık Bekir'i çağı­

rıp, <<imomı, muhtarı dôvet ederek, ayrı ayrı iki kere yemek yedireceksin. Ondan sonra « ikiniz de dünya öhret bacımsınız» biçiminde söylediğin sözü cemaat yanında geri alıp tövpe istigfor edeceksin. Yeniden nikôh kıyacağız ve kadı nları getirece·ksin eve» diyor.

·Öyle de yaptılar. Bazı yönlerden pratik sayılabilir bu yöntem. Zavallı kadınlar, mahkemeye gitselerdi, kim

(30)

bilir kaç ay sürüneceklerdi. Hem mahkemede hak sa­

vında bulunmak icin gereken resmi ni·kôh hak geti re . . . Hocanın verdiği hükümle, bile bile aldananl.ar da:

«Mahkemede üç yıl sürünüp de kazanmaktansa, böyle zarar edip kurtulmak da:ha iyidir .. . » diyorlar.

Büyük hocalara da, benim koyun senin kağnının altında kalıp öldü. Koyunun bedelini ödemem gerekli mi, değil mi? Ya da ben senden tarla kiraladım. Ama ürün hiç olmadı. Sana olan horcumu vermeli miyim;

yoksa vermemeli miyim? v.s. v.s. gibi işlerde gidiliyor.

Böyle anl.arda önceden kesin döğüş olur. «Hak­

lıydım, haksızdın» diye gürültü edenlere. komşular.

«yahu ne ağız yoruyorsunuz; hak var, şeriat var, haydi değneklerinizi elinize alın da Apsarı'da danışın» der­

ler. Berikiler, yolda döğüşmem·ek icin ayrı ayrı yollar­

dan gidip mahkeme kararın ı alıp gel irler ..

** *

Ekeci k bölgesinin yargıcı da Necati Hoca demiş­

tim. Köy odasında bake rsın bir anlaşmazlık olur. «Gak, Necati Hocaya» dey·ip hemen ahıra giderler.

Yakın köylerden gelenler de önce odaya uğrayıp yanianna bir kılavuz alarak giderler Hocanın yanına.'

Bir düğün dolayısiyle konukla�· geldiler. «Hazır gelmişleyin işlerimizi d e danışalım» diye bunlardan on tanesi hocanın yanına g iderlerken, Kör Şambas'ı ala­

rak ben de gitim. Vicdan ve abdest suyu üzerine Kör Şambes'la (ki, Yağan köyünün ima-mıdır) bir tartış­

mamız var. Anlaşamadık. O d iyor -ki:

«Gôvurda vicdan yoktur. Allah yalnız müslümon­

ları vicdanlı yarattı. Abdest alınorak pislenen sudan bir avuç içersen AHahın en büyü·k sevabına nail olur­

sun.» ( «kafi derken müslüman olrrıoyanlardan söz etmektedirler).

(31)

Ben de bunların karşıtını sovunuyorum.

Ahır sekisinde hocanın elini sırayla öptükten son­

ro karşısına d iz ·cöktük. Adamların danıştıkları; tarla, arsa gibi hepsi de önemli ve mahkemelik sorunlardı.

Hocanın verdiği hükümler ise çok tutarsız ve haksız­

dı bence. Ama burada ban� söz düşmez. işi bitenler sevindi·klerini söyliyerek getirdikleri sigara paketlerini verip gittiler.

Bunların içinde hele bir tanesine yüreğim yandı::

Danışonlordan biri·sinin çocuğunu beriki adam çırak tutmuş bir yıllığına. Ama cocuk ik·i ay çalıştııktan sc;ın­

ra dayatıp ·işe gitmemiş. Şimd i çocuğun babası , yavru­

sunun iki aylık emeğinin karşılığını istiyor. Öteki de,

«Gelip gününü yetirsin, hakkını tüm alsın, gelmezse bir şeycik vermem» diyor.

Hoca :

«Şeriatı islômiyede yarım kalan işin karşılığı ol­

maz. Sana söylüyoru m (Çocuğun babasına doğru):

Kalksan öğl en namazının yarısını gılson, gerisini gıl­

masan sevap alır mısın sanıyon? Aksine, günah alırsın.

Herif senin cocuğuna güvensin, işini teslim et­

sin, sen de çocuğu gönderme, herifıin işi yüzüstü kal­

sın, başka adam ya bulur ya bulamaz. Onun şikôyetci olması lôzımken, sen oluyorsun. Mademki sen de fu­

karasın, uzun ·etmeden galkın, kimsenin kimseden ola­

cağı olmasın,» diye bağladı.

Bizimkine gelince, ikis.inde de Kör Şambes haklı çıktı .

Hoca, birincisine :

«Hak Teôlô vicdanı, müslümanlardan gayrısına nasip etmemiştir,» dedi. Vicdanın gözle görülür bir şey olmadığını, ·örneğin işini sapasağlam yapan bir

(32)

hırıstıyanın. yaptığı aya·kkabıların altını mukavva ile dolduran bir müslümarıdan daha vicdanlı olduğunu söyledik ama, hüküm verilmişti.

ikincisine de:

«Hazreti Mu·hanımed'in ümmetinden olan bir ödemin vücuduna temas eden sudan, yani. aptest aldığı sudan ayağa kalkıp gıbieye dönerek bi avuç içmek en büyük sevaptır. »

Dedi. Oradakilerin bütünü de Kör Hoca"nın tezi­

ni savunduğu için, bi� yenildi·k.

Yıldız!·ama :

insanın ne zÇJman hastalanacağı, başından kaç nikôh geçeceği ve zengin mi. yoksa yoksul mu ola­

cağı gibi şeyler arasında, öleceği günü de önceden bilmesi iyi sayılrnesa gerektir. Çok bilgiçler biie,

«yalnız öleceğ·im günü bilmem» deme·kle ölümün ne zaman geleceğinin bilinemiyeceğini kabul ederler.

Bunlar da sorun mu? Şimdiki devirde kara kap­

lıların cözemed iği ne kaldı7

Herkesi n nasıl yaşıy.acağını ve yaşamının süre ­ sini açık ve kesin olamk gösteren b i r ayna varken

(kara •kaplı) o aynaya ba.kıp ta sonunun ne olocağı­

nı bilmeden yaşayanlara şaşma·k gerekir.

Muska bile kitabın dediklerine bağlı olarak ya­

zılıyor. Biz sa.nırız ki, hoca alır eline kalemi bir şey­

ler yazar, ondan sonra verir.

Değil böyle : Hastası olan hacaya haber verin­

ce, hoca hastelanan kimsenin yıldızına bakıyor. bul­

guyu da hemen koyuyor: «Sağ böğründen yel gir-

(33)

miş,» ya da «Şeytana uymu·ş. beynini zed elemiş, ba­

şı ondan ağrıyor,» diyerek hastanın iyileşmesi hangi dualarla olaca•ksa, onları üc örnek olarak yazıyor.

« Bi risini kapının eşiğine göm, birisini ez suyunu ic.

ücüncüyü de külôhının içine dikip başında gezdir.»

insanoğlu bu, merak etmediği iş mi vard ır? Madem­

ki yıldızını sürünce her insanın başına gelecekleri söylüyor hoca, neden sürd ürmeyelim yıldızımızı. Hem bizler köylü bulunmuşuz. Şimd iH k doğduğumuz aya göre yıldızımızın ne olduğunu takvim yapraklarından ve gazete eklerinden, baldır bacak derg ilerinden öğ­

renemiyoruz. Biz okur- yazar olursak, gazete faian da köye geli rse, ve . o zamana kadar balık kavağa cıkmazsa, gazetelerin yazd ıklarını da okur, yıldızımı­

l l görürüz . . . Bugüne bugün Yahya Hoca, Osman Ho­

ca, Ali Hocaları n bakması yeter.

Efendim, hasta iyileşrnek icin yıldızını sürd ü rüp muska alıyor. Yaşlı olan ölümüne kac yı� kaldığını öğrenmek . icin yıldızına baıktırıyor. Babalar, oğlunun yazgısı kimin kızı olduğu!lu öğrenmek icin yıldızına baktırıyorl.ar. Oloki, yıldızını gördükten sonra kitabın,

gösterdiği kıza dünür gidiyorlardı r .. .

Yıldızına baktıronlarla konuşa konuşa ' ben de merak ettim. Bu, cingene karısının «havai gönü llü, zırzır akı-ll ı bir kız alacaksın» diye fal.a bakmasına benzemez. Piyango gibi, haydi bir uzun yaşam varsa yıldızımızdc. bilsek kötü mü olur? Ama hic ümit et­

mem. Kaldı ·kaldı da, o taraftan mı yardımcı olaca·k kör talih? N itekim baktı ranların h içbirisinde umut ışığı görülmüyor. HeJe Kamberlerin Top Alıi'ye bir yıl daha yaşayacağını söylemiş yıldızı . Haydi elindeyse düşünmesin ba-kalım.

Bir delikanlı da, yıldızı na baktınrken başından üc n ikôh gececeğini öğrenmiş. Daha yeni evlendi ve

(34)

güzel, temiz bir eşi var. Peki şimdi siz olsanız dü­

şünmez misiniz?

Sıra bana geldi :

Yahya Hacayı odasında yalnız buldum bir gün.

Derdimi .açtı m: Sonumun ne olacağım bilmek isti­

yorum.

Hemen ·indirdi kitabı. Anamın, babamı n adları nı sorup bir tarafa yazdı. Bu adların harf'lerini karıştır­

d ı , çı·kardı, topladı , falan. Sonra, tam yarım saat el·indeki kitabı karıştıro rak benim yıldızı bulup oku­

du:

Başımdan iki ni•kô'h geçecekmiş ... Burada ken­

di mden çok birinci korımı düşünrneğe başladı m.

Ölümüm icin üç devre varmış: üç, onse·kiz ve yirmi iki yaşları . . . Bu ü c devreyi otlatabilirsem yo­

şım oltmışa kadar varaca kmış.

Birinci ve i kfnci devreleri hoyırlısı ·ile otlattık Ama henüz ü çüneüye gelmed im. Asıl bu ücüncüden korkmdlı. Henüz iki yri var; kaygrya yer yok. Eğer o zaman yı ldızımrz gÖ'kyüzünden kaycr, kitab'rn dedi­

ğini yerine getirirse, şimdiden Alloharsmarladr·k dost­

lar. Hakıkrnız va rsa, helô� edin! ...

Va ız

Köylünün, katasını besleyen ocak camidir. Cu­

ma günleri hocanın verdiği varz'ın ve hotibin oku­

duğu h u�benin etkisi, köylünün yaşamına bic·im ve­

rir denebilir. Bazı Cuma günlerinde ya do bayra m­

larda daha büyük hocalar da vaız vermek icin gel.ir­

ler k·i, •bu da işe bir yenili·k katar . . .

ı• Ey cemaatr müslimin! Cena'br Hak Kur'anı Ke-

(35)

rim'de buyuruyor k·i! . . . » diye başlıyara k hatibin oku­

duğu hutbeler, çok kere iyi telkinler4e doludur, bu­

nunla birli'kte hitabenin sonu hep orada bulunanları aşağılayamk ve hepsinin cehennemde yanacağını haber vermekle ıbiter.

Hoca efendi ne hüküm verirse, toplum öyledir.

Ders değil ki 'karşı cıkasınız. Dinde karşı çıkma ol­

madığından, moval dinler gibi dinliyoruz. Dışarıya cı ktıktan sonra kimsenin Her tutar yeri ·kalmıyor.

Herkes cehennemde catır catır yanacağı zamondan başka bir şey düşünemiyor. Dünyaya geldiğine de pişman oluyor.

insan ol·ara:k yaşamak, birçok erdemiere sahip olmak ·ister ama. hocaları n sözlerine inanocaksak bir i nson olarak yaşamok olanaksız. Ya anandan doğar doğmaz talihin yardım edecek, cennete hurile­

rin yanına gideceksin dünyaya gözlerini açmadan;

y·a da yaşayıp elinde olmadan bir sürü ·günaha gire­

cek, cayır cayır yanmayı göze alacaksın.

Bu yıl, bizim köyün camisini, hem hoca. hem de hatip olara·k Molla Sıddı·k idare ediyor. Özellikle cu­

ma günleri kuşluk vakti başl ıyor cennet cehennem işlerini anlatmaya . . .

Hutbede d e döktürüyor. namaz, abdest üzeri­

ne. Din, Müslümanhık namazla abdestten mi i·baret diye insanın şaşası geliyor.

Bir gün yine birçok özürlerle namaz kılmayan­

ları kastederek dedi ki:

« Namaz borctur. Canı üstünde olan müslüman­

lar. hasta olsun, ne olursa olsun, bir va,kt:ini geçirdi mi, Cenabı Haık öylelere cenneti ôlônın kapılarını kapar. Bir 'kadın, doğu m yaparken. henüz cocuğun kafası crkmış fakat gerisi cı·kmamış durumdayken namaz vakti gelmişse abdest alıp o vaziyette nama-

(36)

eda etmesi tarzdır. Eğer bunu yapmazsa, sade kendinin değil, doğan cocuğun da rızkı kesilir!..»

Bu sözleri ıkitaıba bakarak söylüyor. Ama kitapta böyle yazılı mı. yoksa kendi düşüncesi mi, bilmiyo­

rum.

O gün ıbu vaızı diniiyen bir komşu, ölüm döşe­

ğinde cansız yatan karısına değnekle çat-pat yanaş­

masın mı?

«Ne oluyor komşu, delirdin mi?» dedim.

« De��irmeden geç bugün akıllondım, dedi. Bu­

gün öylen camisinde geçti :başıma sıcak ... Sen de var­

dın! Ne dedi hoca? Böyle sıracalı sıracalı yatacağı­

na, namazlarını geçirmese ya! Allah neye gadir de­

ğil? Günahlarından siHnse de temiz ölse ya?»

Şimdi, karıları doğum sancılariyle kıvranırken

«Hadi namaza!ı> diye sapaya sarılacok�an düşünüyo­

rum . . .

Batı Anadolu'da bir bucak merkez,indeydim. Ma­

nisa'lı olduğunu söyliyen kabadayı bir hoca geldi.

«Derin bir hoca gelmiş!» heyecanıyle sabahleyin top­

landı köylü camiye. Öğle oldu, cuma narnazına git­

tik. Cami zınka zınk dolu. Müezzin: «Cemaatı müs­

lümin, sıklaş! . . . Cemaatı müslimin, sıki aş! . .. » diye diye birbirimize yapıştırdı ...

Karşısındoki müsWmanların çokluğu, hocanın sesini yükseltmesine neden oldu. Neler söylemedi, neler! Sözü getirdi «namaz gılmayan, oruç tutma­

yanlara . . . »

Bu sı,kışık durumda bazıları uyumaya başla­

mıştı.

Hocamız :

« Utanın!» diye başladı. « Uyuklama-ktan başka bir şey bilmezsiniz!.. Kıçınızın yarım çakıldağı ile Al­

lahın evine gelirsiniz, uyuklor burayı da kir�etıirsiniz.

(37)

Utanmadan, kızarmadan çocuklarınızı lôtince rnek­

tebine gönderirsiniz. Yarın onların do, kendinizin de sacın üstünde yanacağınızı düşünmezsiniz. Utanın be! Koca köyde bir Kur"an mektebi, bir namazlık mektebi yok. Utonın! Kazanıp kazanıp keseye atma-k­

la müslümanlık yaptığınızı mı sanıyorsunuz? v.s. v.s.»

inanın tam üc saat böylece d inletti. Şöyle hare­

ketiyle olsun hocanın bu •kötüleyici ve d üşürücü söz­

lerine öfkelenen, karşı çıkan var mı diye cevreme bakıyorum, ne gezer. H ep 'kafa sallayıp benimsiyor­

lar . . .

Sonra hutbeye cı·ktı. Bir -saat kadar da orada söyledi. Namaz kılıp cı•ktık. Ama kofarn uyuşmuş, vücudum cehennemden çıkmış gibi ·idi . . .

Camiden çıkarken. kapısının önüne bir kilim ser­

mişler. Keseyi çeken, kilimin üzerine hocanın hakkı­

nı attı. H iç atmayan da kalmadı.

ikinci olara·k bir de dükkô nlardan topladılar Harndi hocayle Hacı Ali, yabancı hocanın adına . . .

Akşam. bulunduğum evin sahib!ne· «Ama ileri g itmedi mi ya hoca?» dedim.

« Benim yanımda söyledin, başka k·imsecikler duymasın, adın gôvuro cıkar, sonra yüzüne bakan olmaz,» dedi

Sakalı şerif

Ramazan ve •kurban bayramları are·felerinde,

« Ekeci'k ·kalemi»•ndeki 'köylerde bir telôş başlar; eşe­

ğe, arabaya binen ler, sürer Cek·icler köyüne . . . Orada Ahmet efendinin himmetiyle g·etirillp co-

(38)

miye konulmuş bir tek sakalı şerif varmış. Bayrom­

don boyrama Peygamberimizin ·kutsal sa·kalından bir teli görmek ve arefe günü kutsal iıkind i nama­

zını Şeyh Efendinin arkasında kılmaık şerefinden, çok şükür AUah kimseyi yoksun etmiyor. ilçemizden toz kaldıramk Çekiçiere koşan açık kamyonlarda da

üstüste yığılmış müridler, mürninler vardır.

Oradc, heyecandan kalpleri püryan olan ve zi­

kirden ağızları köpürüp, dilleri dolaşan bu ümmeti müslüman, ibadetin zevkiyle tütsülenen başlarını dinlendirmeden yola çıkıyorlar ve çok kere emelle­

rine kavuşuyorlar: Yani, yolda kamyon devriliyor, hercümerç içinde canları çıkarak; Allahiarına erişi­

yorlar . . .

Bu dönüşlerden birisinde, kamyonu devirerek on kadar müridin canına okuyan Selôm Hoca da:

«Nasıl olup ta ötekilerin canını, tam günahlarının af­

fedildiği mübarek bir günde aldı da Hak Teôlô, be­

nim canımı a l madı?. . . Sucu m neydi?» diye üzülüp duruyor ve: «Şıh boıba sezmiş devrileceğ·imizi, ama bize çıtlatmadı, yalnız: - Gitmen bugün kalalım - de­

di. yolda da ben, ehli imanı taşıma sevabını kazan­

mak icin şoförün elinden d ireksiyonu aldıydım (kam­

yon kendisinin) nasıl oldu bil mem, çat aşağı ucu­

ruma ·gitti·k . . . Olocak efendim! Kaderi ilôhi! .. . ıı diyor.

Son zamanlarda güzel bir sürpriz daha oldu:

Ağaeli ıköyünün camisine de sakalı şerif getirdiler.

Çekiçler birkoc g ünlük yol olduğu icin, suüstü köylüleri gidemiyorlardı. Şimdi nereden bulmuşlarsa bulmuşlar, çok pahalıya aldıkları bu sakal telini yedi kat sa·rgı içinde geNrmekle, bir eksiği daha tamam­

lamanın z·evkine erdi ler .. .

Ağaçlı ıköylüler. saıkal tel·ini buldukları yerden günJ.erce yürüyüp ilceye geldiler. ilçeden kamyon tu-

(39)

tarak köye doğru hareket ettikleri sırada durum köy­

lerde duyuldu.

Köy�erin halkı, kmşılayıcı olara:k yollara düştü . . . Kamyon ·kalabalık araısında ağır ağır geldi. Üze­

rine hıncahınç dolmuş olan köylülerin gözleri gururla parlıyordu. Bizim köylüler üç tane koyun kurban kes­

tiler. Sakalı Şerif'in. bizim köyün camisine bir daki­

ka girip çı•kmasını rica etmişsek de kabul etmedi­

ler .. . Ama köylerin arası bir saatlik yer; üzüfmeye yer yok. Bizim köylülerin üzülmesini yersiz buldum.

Yeter ki, bol bol ziyaret etmemiz için, Allah bizi çok bayramiara eriştirsin ve böyle n•ice nice bizi doyuran sürprizler nasip etsin . . .

Hacı babalar :

Son yıllarda Hacca gitmenin koloy�aşması da azımsanmıyacok bir nimet. Tarlasını. takımını sa­

tan, Hacca gidip Med ine dağlannda günahlarında·n bir yılanın kabuğundan sıyrılışı g ibi s ıyrılmayı düşü·

nüyor. Korakap

!

ıdan sökerek söylediklerine ba·kılırsa.

Allah, Hacca gidecek olanların alnına, yaratırken işa­

ret edermiş: «Hacca gidip hacı olacaıksın. ey ku­

lum!» Günü gelince de çağırırmış. Artık elin •kanda olsa da bırokıp g ideceksin. Demek ki, Allahın sevgili kulları yaratılırken belli oluyor. Bazı parasızlar da,

«Ainımıza ne Hacca g itmek yazmış; ne de mal ver­

miş.» d·iye acaba anasının karnında iken mi bir günah işled·Pklerlni düşünüyorlar. Çağrılmış olmalılar ki, ge­

çen dört yıl içinde bizim buralardan epiyce gittiler.

Gidenlerin arasında karısıyla gidenler de var.

Bunlardan en mut�u olanlar da galiba. Hacı Lipbik'le

(40)

( kadının lôkobı), kocası Kel Abdıi. (Kullandığım isim­

lerin başında sanırım «kel>> çok geçiyor. Köyde kel'in çok olduğundandı r; benim suçum yok .. ) Kel Abdi, o­

lanca tarlasını satamk üç bin lira kadar bir para bi­

riktirdikten sonra, karısı Lipıbik'le yola düştüler. Kim­

sesiz ·kalan biricik oğulları Ahmedl de başka birisi­

ne çırak verdiler. Akıllarınca, kendileri orada ölerek cenneti ölöda baş köşeyi boylıyacaklar, anosız ba­

basız ve tarlasız kalan Ahmet de el ·kapısında bir fok­

ma ekmek icin sürünecek.

Ama Allah canlarını almamış, kendileri de intihar etse işe yarar mı? Perişan bir halde crkaıgeldiler. Kel Abdi dizanteriye tutulmuş. Başta Şeyhler, kudüm ca­

larak, yanık yanık ilôhi söylerlerken öpüşme, kucak­

kışma faslı başladı. Değil o onda, artlık kaç günde biteceğini kimse ıbi1mez kuca.klaşmonın. Öyle ya, her kuoaklıayana Hacı kokusu sinecek. Ne kadar pun­

duno ·getirip fazla kuoakla rson, o kadar kör. Hacı Lipbik sapasağlamdı ve arabanın üstünde, kalabalı­

ğa; <<Hoş bulduk! .. Hoş bulduk!..» diye boyuna bağı­

rıyordu. Kocası h er şeyden halbarsiz yatıyordu ara­

bada.

Kel Albdi, Arabistan'da tutulduğu hastalıktan kur­

tulamıyarak, iıki gün yottı.ktan sonra, rahmeti ra-hma­

na kavuştu. Böyl·ece de sonsuzluğun sırrına erdi. ..

Kocası, <<Hacı olduktan sonra dünyaya bakmo­

dan öldüğü icin», karısı da «dünyada kalmakta bir­

tikte, ·kocası olmadığından. kör şeytona uyrno kay­

gısından •kurtulduğu icin ... » Allah'ın sevg il isi olmuş­

lar! ..

Şimdi, iki cocuk 'babası olan Ahmet, el kopısın­

da sürünüp, ana'"babasınıa ilenlrken, güveylerden bi­

r·inin evi ne sı!}ınmış olan Hacı L'ipbi•k,

gece gündüz

Referanslar

Benzer Belgeler

Annem anlatır, daha ben doğmadan beş yıl evvel, İstanbul’da büyük bir zelzele olmuş ve annemin anlattığına göre bu mermerler denizin dalgalan gibi kalkıp

D) Bu tarihte öğle vakti Güneş ışınları N şehrine M şehrine göre daha dik açı ile gelmektedir... İklim ve hava olayları doğal ortamı, insanın yaşam ve

Benzerin olmayan sevdam demeli Varlığın benim için o kadar kıymetli ki Kıyaslamak için yine seni sende Arıyorum.. Şu halime

bana ne yaptın sevdam nereye sakladın beni kaybettim kalbimi bulamadım

aşk herşeye değer, seni seviyorum.... aşkınla büyülenip,

Bu büyük sorumluluğu gerçekleştirme yolunda elinizdeki bu kaynak belki çok küçük bir etken olacak ancak küçük adımların büyük yeniliklerin habercisi olduğu

Ancak, yasal fuhuş, genelevleri, umumhaneleri, kerhaneleri ile, Beyoğlu ve Galata'da örgütleniyor; yasal olmayan «gizli» sayılan fuhuş, randevu evleri ve kiralık

3. Yukarıdaki üçgen çeşitkenar üçgendir. Yukarıdaki üçgenler, birbirine eş ve eş- kenar üçgendir. Buna göre şeklin ke- nar uzunlukları toplamı kaç