• Sonuç bulunamadı

Göç ve çeşitli tehditlerin aynı başlıklar altında yer almasına rağmen göç ve güvenlik arasındaki bağlantıyı kesin olarak dile getirilmemektedir. Hedef ülkedeki toplumsal algılamalar, 11 Eylül saldırılarına karışanların göçmen olması, yasadışı gerçekleşen göç esnasında ve sonrasında oluşan insan ticareti ya da göçmen kaçakçılığı gibi suç olguları, göçmen topluluklarında yaşanacak yabancılaşma, hedef ülkedeki toplumda yaşanacak ırkçılık göç ve güvenlik arasında bağlantı kurma gerekliliğini ortaya koymaktadır. Özellikle göç, güvenlik ve terörizm kavramlarının

51

International Organization For Migration, World Immigration Report, 2003, http://

www.iom.int/jahia/webdav/site/myjahiasite/shared/mainsite/published_docs/books/wmr2003/ch ap01p1_24.pdf., s.9.

52

BM Göçmenlerin Kara, Deniz ve Havayolu ile Kaçakçılığı ile Mücadele Protokolü, md.3, s. 2.

aralarındaki ilinti 11 Eylül saldırıları sonrasında irdelenmesi gereken bir başka olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Göç ve güvenlik arasında birçok açıdan bağlantı bulunmaktadır. Aniol, uluslararası güvenlik çerçevesinde uluslararası göç olgusunun üç önemli rolü olduğunu öne sürmektedir. Bunlar;53

1. Uluslararası göç; insan hakları ihlali, etnik çatışma ya da iç savaş gibi diğer güvenlik tehditlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkabilir;

2. Uluslararası göç, yoğun ve kontrolsüz bir hal aldığında, tek başına uluslararası bir güvenlik tehdidi olabilir;

3. Uluslararası göç, yabancı korkusu ya da radikal şiddet gibi güvenlik tehditlerine sebep olabilir.

Uluslararası göç ile devletlerin sosyal istikrarının, demografik güvenliğinin, kültürel kimliğinin, sosyal güvenlik sisteminin, refah devleti felsefesinin ve iç güvenliğinin etkilendiğine inanılmaktadır. Örneğin; bir ulus devlet içerisinde göçmenlerin sayısı arttıkça ve göçmenlerin toplum ile uyumu zorlaştıkça o toplum vatandaşları arasında yabancı korkusu ortaya çıkabilmektedir.54 Göçmenler açısından bu durum değerlendirildiğinde toplumdan bir uzaklaşma ve sonucunda topluma entegre edilemeyen göçmenlerin yabancılaşarak toplum değerleriyle sorunlar yaşaması mümkün görünmektedir.

Uluslararası göç ile bazı değerlerin zedelendiği öne sürülmekte ve bu durum da göç olgusunun güvenlikleştirilmesine bir neden olarak ortaya konulmaktadır. Ceyhan ve Tsoukala göç kavramının güvenlikleştirilmesini dört eksen üzerinde incelemektedir. Bu eksenler sırasıyla sosyo-ekonomik, güvenlik, kimlik ve siyasi eksenlerdir.55

53 W. Anioł, Migracje międzynarodowe a bezpieczeństwo europejskie (International migration and European security), Instytut Studiów Politycznych Polskiej Akademi Nauk, Warsaw, 1992, s.17’den Anna Kicinger, International Migration as a Non-Traditional Security Threat and The EU

Response to This Phenomenon, Central European Forum for Migration Research, Warsaw, October

2004, s.2. 54

Kicinger, a.g.e. , s.2. 55

Ayse Ceyhan and Anastassia Tsoukala, “The Securitization of Migration in Western Societies: Ambivalent Discourses and Policies,” Alternatives: Global, Local, Political, No.27 (2002), ss. 24- 30.

1. Sosyo-ekonomik eksen temelinde özellikle yasadışı göçün gelişmiş ülkelerdeki işsizlik düzeylerine olumsuz etkileri ele alınmaktadır. Özellikle yasadışı göçmenlerin ucuz işgücü yaratması bu ülkelerdeki dengeleri etkilemektedir.

2. Güvenlik ekseninde göç kavramının güvenlikleştirilmesine neden olarak toplumlarda gelişmeye başlayan egemenliğin kaybı, suç oranındaki artış veya sınır kontrollerindeki zayıflamalardan kaynaklanan korkular öne sürülmektedir. Bununla beraber genellikle siyasi elitler göç olgusunu suç oranları ile özdeşleştirerek suçlu göçmen (criminal migrant) şeklinde bir tanımlama yapmakta ve böylelikle toplumda oluşan güvensizlik ve korkuya göçmenleri neden göstermektedirler. Ancak örgütlü suçlar ile göçmenlerin doğrudan bağlantısı olup olmadığı konusu halen tartışılmaktadır.

3. Kimlik ekseninde göçmenlerin kimlik tanımlamasında önemli bir yeri olan “öteki” kavramı ile nitelendirilmesi karşımıza çıkmaktadır. Göçmenlere karşı güvenlik ekseninden yaklaşım sadece suç boyutunda değil aynı zamanda ulusal kimlik açısından önem arz eden eğitim, dil ve günlük yaşamı da kapsamaktadır. Göçmenler bu çerçevede “öteki” olarak algılanmaktadır.

4. Son olarak siyasi eksen ele alındığında, özellikle Avrupa’da aşırı sağ politikaların etkisi ile yükselen ırkçılık karşımıza çıkmaktadır.

Düzenli göç akımlarının aksine yasadışı göç hareketleri neorealist düşüncenin kaygılarını egemenlik ve toprak bütünlüğü üzerinde buluşturmaktadır. Devletin göç yasalarından sağlamak istediği birincil fonksiyonu düzenlemeler ve prosedürler vasıtasıyla ülkeye kimin girip kimin girmeyeceğini hakkında kısıtlamalara giderek devletin çıkarlarını kontrol altında tutmaktır.56 Bundan dolayı yasadışı olarak yapılan bir sınır ihlali devletin sınırlarını kontrol altında tutma kabiliyetini azaltacaktır.

56

Melissa G. Curley, “Security and Illegal Migration in Northeasth Asia,” Monterey Institute of

Batılı devletler, göç olgusunu bir güvenlik meselesi olarak ele almakta ve bu yaklaşım ulusal kimlik ve güvenlik karşısındaki tehdit algılaması üzerinde temellendirilmektedir. Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği tehdidi ortadan kalkınca, seyahat özgürlüğü ile Batı Avrupa ülkelerine doğru artan göç, ülkelerin toplumlarında kendileri gibi olmayana karşı bir korku yaratmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, yeniden yapılanma sürecinde olan Avrupa’da iş gücü talebini karşılamak amacıyla olumlu yaklaşılan misafir işçiler ya da göçmenler bugün her türlü suçun potansiyel nedeni olarak algılanmaktadırlar. Göç olgusu artık sadece devlet için değil toplum güvenliği açısından da bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bunun sonucunda üretilen politikalarla artık Avrupa bir “Kale Avrupası” haline dönüştürülmeye başlanmıştır.57 AB vatandaşlarının algılamaları da yasadışı göçün güvenlik konuları arasında yer almasını sağlamaktadır. Bu açıdan bu durumun göç politikaları özelinde kısıtlayıcı ve göçü engelleyici uygulamalara yol açacağı açıktır.

AB’nin yasadışı göçü tehdit olarak algılamasının önemli bir parametresi de organize suç örgütleridir. Bir ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyal koşulları insanları başka yerlerde daha iyi imkânlar aramaya sevk ettiği zaman organize suç şebekeleri de bu “Pazar”ın ihtiyacına yanıt vermek üzere kendilerini ayarlamaktadır. Göçmen hareketi müstakbel üye devletlerden kaynaklanmasa da bu ülkeler üzerinden gelmektedir ve kaçakçı yardımıyla gelen göçmen sayısını tam olarak hesaplamak güç olsa da, organize suç şebekeleri yasadışı göçün önemli bir unsurunu oluşturmaktadır. Göçmenlerin kaçakçılara verdikleri hizmet karşılığı ödedikleri yüksek rakamlar bu suçtan yüksek oranda gelir temin edilmesini sağlamaktadır. Ayrıca, göçmenler çoğu zaman başka ülkeye kaçakçı aracılığıyla götürülmenin bedelini ödemek için kaçakçılar tarafından suç işlemeye, dilenmeye veya fuhuşa itilmektedir. Dolayısıyla, organize suç şebekeleri aracılığıyla gerçekleştirilen göçmen kaçakçılığı hem transit geçtikleri ülkenin hem de gittikleri hedef ülkenin insanlarının üzerinde kriminal etkiler yaratmaktadır.58

57

Özlen Çelebi, “Uluslararası Göçler,” Uluslararası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, 1.b., der. Haydar Çakmak, Ankara: Platin Yayınları, 2007, s. 363.

58

Wim Kok, Avrupa Birliği’nin Genişlemesi: Başarılar ve Zorluklar, Wim Kok’un Avrupa

Komisyonu’na sunmuş olduğu rapor, http://

ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/enlargement_process/past_enlargements/communication _strategy/report_kok_tr.pdf., s. 54.

J. Huysmans AB gündemindeki göç ve iltica konularını iç güvenlik, kültürel kimlik ve refah temelinde tanımlamaktadır.59 Göç sorununun geniş bir perspektifte yorumlanması çözüm gereklerinin de çeşitlenmesini gerekli kılmaktadır. Bu durumun güvenlik ile ilişkilendirilmesi ise sorunun daha karmaşık bir yapıya büründürmüştür.

Yasadışı göç insan kaçakçılığının yanı sıra, vizelerin kötüye kullanımını (vize süresinden daha uzun kalınması, izin olmadığı halde çalışılması) ve sahte evlilik ve öğrenci statüsünü de içerebilir. Pek çok göçmenin yasal statüsü bulunmamakla birlikte, herhangi bir kriminal bağıda yoktur. Bununla birlikte, yasadışı statüleri göçmenlerin bankacılık sistemine veya hukuk sistemine erişimini azalttığından küçük suç işleme eğilimini arttırmaktadır.60

Yasadışı göç olgusunun nedeni çoğunlukla ekonomik iken, siyasi faktörler hem neden hem de sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Taşıdığı siyasal boyutun da etkisiyle, düzensiz/yasadışı göç öncelikle bir güvenlik sorunu olarak görülmektedir. Ancak, bu noktada konuyu dar anlamda ele almak, yasadışı göçün nedenlerini ve bu bağlamda güvenliğin diğer boyutlarını göz ardı etme eğilimini de beraberinde getirmektedir. Devletlerin sınırlarından kimlerin geçeceğini denetleme hakkı egemenliklerinin önemli bir parçasıdır. Bu da yasalarla düzenlenmemiş olan göçün durdurulmasının egemenliğin tam kullanımı için zorunlu olduğu gerçeğini beraberinde getirir. Yasadışı göç, aynı zamanda devletin güvenliğine karşı da bir tehdit olarak algılanmakta, potansiyel teröristler için ülkeye giriş kanalı oluşturduğu söylenmektedir.61

Göç ve güvenlik kavramları arasındaki ilişki 11 Eylül olayları sonrasında yeniden önem kazanmıştır. 11 Eylül olaylarına karışan teröristlerin yabancı olması hudutların güvenliği ve göç kontrol sistemlerinin etkinliği konusunda kafalarda soru işaretleri oluşturmuştur. Bunun doğal bir sonucu olarak, pek çok ülkenin uluslararası terörizmle mücadelede hudut güvenliğini artırmak ve göç kontrol sistemlerini

59

J. Huysmans, The politics of insecurity: Fear, Migration and Asylum in the EU, Oxon: Routledge, 2006, s.84.

60

Kok, a.g.e., ss. 54-55. 61

Khalid Koser, Irregular Migration, State Security and Human Security, Policy Analysis and Research Programme of the Global Commission on International Migration, 2005, ss 10-12.

kuvvetlendirmek amacıyla bir dizi tedbir aldığı gözlemlenmiştir. Göç kontrol politikalarının terörizmi tümüyle ortadan kaldırmayacağı ancak, terörizmle mücadelede kilit bir role sahip olduğu hususunda genel bir kanı mevcuttur.62

Sınır aşan boyutlarından dolayı, uluslararası terörizm, uluslararası göç ile ilişkili bir sorun olarak görülmüştür. Hudut kontrol ve güvenliği, yasadışı göç, iltica ve sığınma, yabancı ve göçmenlerin entegrasyonu, etnisiteler/kültürler arası ilişkiler ve vatandaşlık gibi konular hem terörizmle mücadelenin hem de uluslararası göçün ilgi alanlarını oluşturmaktadır.63

Terörizm yasadışı göç ve insan ticareti gibi konuları içeren sınır geçiş problemleri ile beraber formüle edilmektedir.64 Sınır geçiş tehdidi olarak karakterize edilmiş terörizmden kastedilen yasadışı göçmenler arasında teröristlerin bulunabileceğidir. Bunun sonucunda eğer yasadışı göç durdurulabilirse terörizminde durdurulabileceği algısı ortaya çıkmıştır.65

Göç kontrol politikalarının her şeyden önce bilgi toplama, kimlik tespiti, bilgi paylaşımı ve kurumlar/devletlerarası işbirliği konularında yoğunlaştığı söylenebilir. Ayrıca, giriş öncesi göç kontrolü, hudut kontrolü ve güvenliği ve ülke içi göç kontrol tedbirleri, terörizmle mücadelede alınan başlıca önlemler arasında yer almaktadır. Ancak, göç kabul eden ülkelerde bulunan yabancıların (göçmenlerin) izolasyon, yabancılaşma ve dışlanmaya maruz kalmalarının da bu kişilerin terörist faaliyetlere karışma olasılıklarını artıracağı göz önünde bulundurulmalıdır.66

Gelişmiş hedef ülkeler açısından göçün güvenlik çerçevesinde algılanması göç akımlarının özellikle yasadışı göç ve/veya istenmeyen göç hareketlerinin yan etkileri organize suç (göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti) ve terörizmi ortadan kaldırmak

62 Bülent Çiçekli, “Soğuk Savaş Sonrası Avrupa Güvenlik Düzenine Kurumsal Bir Bakış,” Avrasya

Dosyası, Cilt 9, No.2 (Yaz, 2003), s. 170.

63

Çiçekli, a.g.m., s.171. 64

J.Huysmans, “Migrants as Security Problem: Dangers of ‘Securitizing’ societal issues,” Migration

and European Integration: The Dynamics of Inclusion and Exclusion, ed. R. Miles and D.

Thränhardt, London: Pinter Publishers, 1995, s.56. 65

Ludvig Norman, Asylum and Immigration in an Area of Freedom, Security and Justice EU policy and the logic of securitization, MAG, 2006, s.48.

amacıyla önlemler almaya yöneltmektedir.67 Alınacak bu önlemler geleneksel güvenlik tehditlerinin aksine toplumu ve ülkenin varlığını direk olarak etkilemeyen bu yeni tehdit için farklılaşabilmektedir. Devletlerin güvenlik politikalarındaki geleneksel tehditler için kullanılan araçların yerine yeni araçların geliştirilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır.

67

Georgios Karyotis, “European Migration Policy in the Aftermath of September 11 The Security- Migration Nexus,” Innovation: The European Journal of Social Science Research, Vol. 20, No. 1 (2007), s.1.

İkinci Bölüm

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN GÜVENLİK YAKLAŞIMI

I. Avrupa Birliği’nde Güvenlik Konularında Yapılan Çalışmalar

Avrupa’nın güvenliği 1945’e kadar dostluk, düşmanlık ve güç dengesi öğelerine dayalı, sıkı bir iç ilişkiler yumağı şeklinde tanımlanmakta iken 1945–1989 arasındaki dönemde kendi iç dinamiklerince belirlenen bir varlık olmaktan fiilen çıkmış ve Soğuk Savaş’ın iki başat gücü arasında yaşana gelen küresel rekabetin bir unsuru haline dönüşmüştür.68 Başka bir deyişle iki kutuplu dünya düzeninde Avrupa kıtası, ABD ve SSCB’nin ileri savunma sahaları haline dönüşmüş ve Doğu-Batı çekişmesi, iki blok haline dönüşmüş eski kıtada Avrupa güvenlik meselelerinin zeminini oluşturmuştur.69

İkinci Dünya Savaşı Alman tehdidini yok etmekle kalmayarak Orta Avrupa’da derin bir güç boşluğu da yaratmıştır. Avrupa’nın güvenliği ise Fransa ve Batı Almanya arasındaki anlaşmazlıkların ortadan kaldırılması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Avrupa kıtasının SSCB tehdidine karşı güvenliği Batı Almanya’nın Avrupa savunmasına katılmasıyla eş görülmüştür.

1948’deki Prag Darbesi ve Berlin Ablukası Batı Avrupa Devletlerinin güvenlik arayışlarını hızlandırıcı bir etki doğurmuştur. 4 Mart 1947 tarihinde imzalanan Dunkirk Antlaşması Avrupa güvenlik oluşumları açısından ise öncü bir etki yaratmıştır. Bu gelişmelerin ardından Mart 1948’de Fransa, Britanya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda arasında “Ortak Savunma, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel İşbirliği” alanlarında Brüksel Antlaşması imzalanmıştır.70

Bu anlaşmalar Avrupa’nın ortak savunulması açısından önemli adımlar olmasına rağmen Dunkirk Anlaşması Batı Almanya’ya karşı yapılmıştır. Brüksel Anlaşması’nın tarafları arasında ise Batı Almanya bulunmamaktadır.

68

Buzan ve diğerleri, a.g.e., s. 13. 69

Buzan ve diğerleri, a.g.e., s. 57. 70

Mesut Hakkı Caşın ve Beril Dedeoğlu, “Yeni Avrupa Güvenlik Kimliğinde Stratejik Arayışlar: NATO-BAB-AB-AGİT İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Geleceği,” Avrasya Dosyası, Cilt 5, No.4 (1999), s.161.

Fransa’nın Batı Almanya’yı potansiyel tehdit olarak görmesi Avrupa’nın güvenliğinin sağlanmasını daha karmaşık bir hale getirmiştir. 9 Mayıs 1950’de Fransa Dışişleri Bakanı, Robert Schuman, Dışişleri Bakanlığında yaptığı basın toplantısıyla, Avrupa ülkelerinin kömür ve çelik kaynaklarını bir havuzda toplayarak aralarında savaşmayı sadece düşünülemez değil, fiziksel olarak da imkânsız kılmayı önerdi. Fransa ve Batı Almanya’nın Saarland üzerindeki anlaşmazlıklarını gidermeyi amaçlayan bu plan, Fransa Planlama Örgütünün başkanı Jean Monnet tarafından önerilmiş olup, söz konusu iki ülkenin kömür ve çelik sanayilerinin aynı çatı altında birleştirilmesi esasına dayanmıştır. Schuman Planı 1951’de altı ülke (Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, İtalya ve Batı Almanya) arasında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunun kurulmasına yol açtı ve AET’nin kurucu belgesi olan Roma Anlaşmasının çerçevesini çizdi.71 Ekonomik hedeflere yönelerek sınırlı ekonomik bütünleşmeyi öngören AKÇT, kömür ve çelik sektörlerinde gayet başarılı olmuştur. Böylece, kazandığı ekonomik başarı sayesinde, dayandığı siyasal amaca da hizmet ederek Fransa ve Batı Almanya’nın birbirlerine yakınlaşmalarını sağlamıştır. Bir ekonomik ve politik çerçeve içerisinde Fransa ve Batı Almanya’nın yakınlaşması Avrupa kıtasının ortak savunulması açısından önemli bir adım olmuştur.

Avrupa genelinde ortak bir güvenlik platformu kurulması yönündeki girişimler İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Avrupa’nın temel tartışmalarını oluşturmaktadır. 1952 yılında Avrupa Savunma Topluluğu (AST) altı Avrupa ülkesi (Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) tarafından kurulmuştur. Kurucu devletlerin ulusal ordularının üzerinde bir Avrupa savunma gücü yaratmak ve Batı Almanya'nın yeniden silahlanmasını sağlamak üzere imzalanan bu anlaşma, Fransız Ulusal Meclisi tarafından reddedildiği için yürürlüğe girmemiştir.72 Bu gelişmenin ardından, Batı Almanya ve İtalya 1948 tarihli Brüksel Anlaşmasına taraf olmuşlardır. AST ise Avrupa’nın güvenlik alanındaki başarısız bir girişimi olarak kalmıştır.

Avrupa’nın güvenliği açısından bir diğer önemli çalışma BAB’dır. İngiltere’nin çabalarıyla 1954 yılında Batı Almanya ve İtalya Batı Birliğine dâhil edilmiş ve

71

William I. Hitchcock, “France, the Western Alliance, and the Origins of the Schuman Plan, 1948- 1950,” Diplomatic History, Vol.21, No.4 (Güz 1997), s. 603.

72

B. Esra Çayhan, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası Ve Türkiye,” Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, No.3 (2002), s.43.

revize edilen Brüksel Antlaşmasına imza koyan yedi ülke arasında BAB kurulmuştur. Ancak NATO’nun kurulması ile bu örgüt hem önemini hem de işlerliğini kaybetmiştir. NATO, Avrupa güvenliği ve savunması açısından birincil öneme sahip konuma gelmiştir.73 NATO Soğuk Savaş sürecinde Avrupa’nın güvenliğini sağlayacak olmasına rağmen BAB’ın kurulması Batı Almanya’nın Avrupa savunması katılım sürecini hızlandırması açısından önemdir. Ayrıca BAB’a katılan Batı Almanya’nın NATO’ya üye olma yolu da açılmıştır.

NATO kuruluşunun ardından BAB’ın askeri işlevini üstlenmiştir. Böylece işlevsiz kalan BAB anlamını yitirmiştir. 1980’li yıllarda Avrupa Topluluğu (AT) üyesi devletlerin yürüttüğü bütünleşme faaliyetleri sonucu ortak dış ve güvenlik politikasının yeniden ele alınması yüzünden BAB uzun uykusundan uyanmıştır. Ekim 1984’de BAB Dışişleri ve Savunma Bakanları Roma toplantısında BAB’ın canlandırılması kararı almıştır. Roma Bildirgesi Avrupa Toplulukları ve NATO’ya üye devletlerarasında güvenlik alanında işbirliği yapılarak ortak bir AGSK oluşturulması ve NATO’nun Avrupa kanadının güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Ancak yapılan birkaç toplantıdan sonra BAB’ın NATO’yla ilişkisi hususunda tıkanma yaşanmıştır. Fransa’nın aksine çoğu ülke BAB’ın NATO ile yarışacak değil onu destekleyecek ve güçlendirecek bir nitelik taşıması gerektiğini savunmuştur. Bu görüş ayrılıkları nedeniyle BAB, Soğuk Savaş sona erene kadar somut kurumsal gelişme gösterememiştir.74 Her ne kadar gelişme gösteremese de yeniden gündeme gelmesi BAB’ın artık Avrupa güvenlik işbirliği arayışlarında önemli bir platform olmaya başlayacağına işaret etmiştir.

Soğuk Savaş döneminde atlantikötesi ilişkinin bilinçli adımlarla geliştirilen bir ilişki olduğunu söylemektense, tarafların güvenlik endişelerinin diğer alanlardaki anlaşmazlıkları bastırmasına neden olan de fakto bir anlayışın ürünü olduğunu söylemek mümkündür.75 Soğuk Savaş döneminde iki askeri ittifak, NATO ve Varşova Paktı, Avrupa güvenlik sisteminin hayati unsuru olarak görülmektedir.

73

Buzan ve diğerleri, a.g.e., s. 145. 74

Barış Özdal ve Mehmet Genç, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının Türkiye-AB

İlişkilerine Etkileri, İstanbul: Aktüel Yayınları, 2005, s. 126.

75

François Heisbourg, “The European-US alliance: Valedictory Reflections on Continental Drift in the post-Cold War era,” International Affairs, Vol. 68, No.4 (1992), s. 670.

Soğuk Savaşın ortadan kalkmasıyla, NATO gibi askeri ittifakın göreli öneminin AB gibi kurumlara kıyasla azabileceği ileri sürülmüş, ancak önemi daha da artmıştır.76

İki kutuplu dünya düzeninin yıkılmasının ardından anlam ve amacını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan NATO, yeni koşullara ayak uydurarak varlığını sürdürmeye yönelik çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bu kapsamda öncelikle Avrupa kıtasındaki görevlerini genişletmiş, üye ülkelerin tüm NATO etkinliklerine katılması kuralı yumuşatılmış ve Avrupa güvenliği ile ilgili bazı durumlarda kendisi yerine AB’nin söz sahibi olmasına imkân tanımıştır.77

Yeni koşullara göre kademe kademe başarılı bir dönüşüm geçiren NATO öncelikle varlık nedenini kolektif savunmadan çatışma önleme ve alan dışı kriz yönetimi olarak değiştirmiş ve eski Varşova Paktı ülkeleriyle yakın ilişkiler geliştirmiştir. Ayrıca, askeri yapısında yıllar süren yeniden yapılanma sonucunda Soğuk Savaş sonrasına özgü tüm tehditlere cevap verecek şekilde yeniden düzenlemeye gitmiştir.78 Burada değinilmesi gereken en önemli husus ise NATO’nun kendini yeni dünya düzeninde karşılaşacağı tehditlere göre yeniden yapılanmaya giderken AB’nin kuruluş ilkeleriyle örtüşen yeni tehditlerle mücadelede AB kurumlarını yönlendirmesi ve canlandırmasıdır.

Avrupa Topluluğu üye devletleri politik birlik konusunda çalışmalar yapmak üzere 1990 Aralığında hükümetler arası bir konferans toplanmasına karar vermiştir. AB’nin kurucu antlaşması olan Maastricht Antlaşması ile sonuçlanacak olan politik birlik görüşmelerinden önce Avrupa Topluluğu üyesi ülkelerin Avrupa güvenlik yapısı ile ilgili fikirleri netleşmeye başlamıştır. Fransa, BAB’ın savunma ve güvenlik amaçlı olarak içine girdiği bir Avrupa Topluluğunu 90’lı yıllarda Avrupa güvenlik ortamının baş aktörü olarak görmek istiyordu. İngiltere, NATO’nun Avrupa güvenlik ve savunması için esas forum olmasını, BAB’ın ise onun Avrupa ayağını oluşturmasını istiyordu. Almanya ise, NATO ve ABD’nin Avrupa’da varlığını