• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2:ADALET VE KALKINMA PARTİSİ HÜKÜMETLERİNİN AVRUPA

2.2. Yasal ve Anayasal Reformlardan Öne Çıkanlar

2.2.3. Yargısal Reformlar

Yargı sistemindeki reform alanı, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin en zayıf yönüdür. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri, yargının “hukuk devleti” ilkesi dâhilinde işlemesini sağlayacak nitelikte reformlar gerçekleştirmekten ziyade, uluslararası gerekliliklerin yerine getirilmesine dönük şekli düzenlemelerde bulunmuştur (Aydın ve Keyman, 2004:40).

Bu kapsamda olmak üzere, aile hukuku ile ilgili davalara bakmak üzere, nüfusu 100.000’ini geçen ilçelerde de “aile mahkemeleri” kurularak yargı sistemi güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bu mahkemeler, çocuklar için eğitsel ve sosyal koruma tedbirleri ile yetişkinler için mali koruma tedbirleri almaktadır. Adli ve idari yargılama usulleri değiştirilerek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve eki protokollere aykırı bulunan yargılamaların yenilenmesi yolu açılmıştır. 18 yaşın altındaki çocukların adli sicil kayıtlarının sadece cumhuriyet savcılarınca sıkı koşullar altında alınabilmesinin temini ile adli sicil sistemi, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 1. maddesi ile paralel hale getirilmiş ve çocuk mahkemelerinde yargılanacakların yaş sınırı 15’ten 18’e çıkarılmıştır. Adli Tıp Kurumu ile ilgili mevzuat, yargı sürecini hızlandıracak biçimde değiştirilmiştir. Gözaltında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını iddia edenlerin tıbbi muayenesini sağlayan bu kurumun yönetim kapasitesi, teknik ekipmanları ve bütçesi pekiştirilmiştir. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması ve sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmalarına son verilmesi önemli bir reform olarak görülmektedir. Artık, “orduyu isyana ve başkaldırmaya teşvik”, “halkı ordudan soğutma ve milli direnci kırma” suçlarına askeri mahkemeler bakamayacaktır.

Bu yasal reformlara ilave olarak, hâkim ve savcıların eğitimleri için “Adalet Akademisi” kurulmuş, yeni adliyeler ve adliye personeli için lojmanlar inşa edilmiş, hâkim ve savcı maaşları arttırılarak çalışma koşulları iyileştirilmeye çalışılmıştır. 2005’te yeni Ceza Muhakemesi Kanunu ve yeni Ceza Kanunu yürürlüğe girmiş,

67

sivilleşmeyi biraz daha ileri taşımıştır. Yeni Türk Ceza Kanununun felsefesi, “devleti değil bireyi ön plana çıkartarak ve bireyi bir anlamda devlete ve kişilere karşı koruma anlayışına dayanarak” önemli bir değişikliğe işaret etmektedir (Anayurt, 2007:275). Hâkim ve savcıların “bağımsız” olmadığı hükümetin kontrolünde olduğu şeklinde, literatürde ve medyada çokça tartışma mevcuttur (Aydın ve Keyman, 2004:42-43). Avrupa Birliği sürecinde yapılan reformlarla birlikte Türkiye’nin reformistler ve reform karşıtları (devlet-merkezci vesayetçi blok) şeklinde bölünmesi ile bu tartışmalara yargının “tarafsız” olmadığı tartışmaları da eklenmiştir ki, yargısal sorunların özünü oluşturmaktadır. 28 Şubat sürecinde hâkim ve savcıların ordu emri altında hareket ettiğini gösteren çokça açık örnek mevcut iken 1

ve 27 Nisan sürecinde de yine hâkim ve savcıların iddia edilen “Balyoz” ve “Demir Yumruk” darbe planları kapsamında hareket etmiş olabileceğini gösteren çokça kanıt ileri sürülebilecekken yargının bağımsız ve tarafsız olduğunu vurgulamak anlamsız olur. Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını parlamento ya da hükümet değil, devletin “üstün” bürokratik kurumları (ordu) ve yüksek yargının kendisi tehdit etmektedir. 2

Yüksek yargıçların “militan demokrasi” anlayışları da (Savaş, 2001) bu durumu kolaylaştırmaktadır.3

İnsan hak ve özgürlüklerinin garanti altına alınması ve eşitliğin sağlanması, Dursun’un da belirttiği gibi, “devletin resmi ideolojiye sahip olmaması” ile mümkün olur (Dursun, 2008b:172). Ne var ki, Anayasa’da düzenlenen yüksek yargının kuruluş hükümleri, özellikle Anayasa Mahkemesinin oluşumunu düzenleyen hükümler, Türkiye’nin otoriter yapısını sürekli kılmak amacıyla, dünyadaki anayasa mahkemesi oluşum modellerinden “genel bir sapma” (Kaboğlu, 2007:40) biçiminde düzenlenmiştir. Bu nedenle Türkiye

1 Yargının orduya bağlılığı için bakınız: Sabah (1997), “Yargıya Açık Tehdit”, 10 Haziran, http://arsiv.sabah.com.tr/1997/06/10/p01.html, 23.01.2010

2

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’ın “tarihi eser kaçakçılığı ve ihaleye fesat kaçırma iddiasıyla” yargılandığı davada; Cumhuriyet Halk Partisi (muhalefet partisi), üniversite rektörleri ve bazı hukukçular Van’a giderek hem yerinde hem de medya üzerinden bu davanın “Cumhuriyete” saldırı olduğu şeklinde baskı yaparak, davanın savcısını değiştirtmişler ve yeni savcı Kanmaz’ın, 25 bin sayfalık dosyayı “1 günde inceleyerek” beraat talep etmesini sağlamışlardır (Yeni Şafak, 2007a).

3 Ankara Barosu tarafından, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, 11Mart 2008 günü, “Kadın Olmak” konulu sempozyumun, “Hukukta Kadın” başlıklı oturumunda, “27 Mayıs‟ı ihtilal olarak görmek

hata olur, 1960 İhtilâli aslında bir devrimdir. İdame edilen Menderes hükümeti çocuk ve bebek davalarından değil, Atatürk‟ün kurduğu cumhuriyete ihanetten yargılanmalıydı. Cezalandırılmaları gerekirdi‟‟ diyen ve idamları onaylayan Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan’a (Zaman, 2008), bazı

68

açısından “yargı reformu”, hukuk devletini, insan hak ve özgürlüklerini, azınlık haklarının korunmasını garanti altına almak ve demokratik yönetimin kalıcılığını temin etmek açısından kritik önemdedir.

2010 Yılında, II. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti, Türk yargı sisteminin militan demokrasiye bağlı, otoriter illiberal yapısını değiştirerek, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayacak, “ürkek ve yetersiz ama yine de önemli” (Çongar, 2010), bir “anayasa değişikliği paketi” hazırlamıştır. Bu paket, devlet-merkezci vesayetçi blok tarafından, “yargının hükümet tarafından kuşatıldığı” şeklinde eleştirilere konu olmuş (Zaman, 2010c; Radikal, 2010); hükümet, reform karşıtı bloğun, öteden beri devam eden “sivil vesayet” (Ülsever, 2010), “sivil dikta” kurma suçlamaları (Görmüş, 2010) ile karşılaşmıştır.

Sivil hak ve özgürlükleri biraz daha genişleten ve yargının kısmen de olsa demokratikleştirilmesini sağlayan bu anayasa değişikliği paketi, reform yanlısı koalisyon tarafından yetersiz ve Avrupa Birliği standartlarını yakalamaktan çok uzak olmakla eleştirilmiş, ancak yine de çok geniş bir destek görmüştür. Bu paket, Türkiye’nin demokrasisinin konsolidasyonu için çok küçük, ancak Türkiye demokratikleşme çabaları dikkate alındığında önemli bir değişiklik sağlamaktadır. Yüksek yargının ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, “Balyoz”, “Ergenekon”, “Kafes”, “Dursun Çiçek” gibi davaları sonuçsuz bırakmak için yaptığı müdahaleler dikkate alındığında ve 1978 yılında, “Kontgerilla” soruşturması yapan savcı Doğan Öz’ün katili hakkında, Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi’nin verdiği karar 1 hatırlandığında yargının demokratlaştırılmasının önemi ortaya çıkmaktadır.

1

Taraf Gazetesi (2008f) bu kararı Ecevit Kılıç’ın Özel Harp Dairesi: Türkiye‟nin Gizli Tarihi kitabından aktarmaktadır:

“Mahkeme 25 Haziran 1985‟te hukuk tarihine geçecek ibretlik bir karar verir: „Sanık İbrahim Çiftçi‟nin maktul Doğan Öz‟ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüş, ancak Askerî Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkememizi bağlayıcı nitelikte bulunduğundan sanık İbrahim Çiftçi hakkındaki 7/8‟lik oy çoğunluğuna dayanan bozma ilamına uyularak, sırf bu hukuki zorunluluk nedeniyle sanık İbrahim Çiftçi‟nin beraatına karar verilmiştir‟”.

69