• Sonuç bulunamadı

YABANCI BASINDA AĞRI İSYAN

Belgede Ağrı İsyanları (sayfa 110-114)

V İSYANIN BAŞLANGICINDA İSYANA VERİLEN DIŞ DESTEK

F) İSYAN SONRASI DURUM

X. YABANCI BASINDA AĞRI İSYAN

İsyan sonunda, gerek Avrupa basını gerekse de Arap basını olayları “Kürtlerin kullanıldığı” şeklinde yorumladılar. İngilizlerin rolü basına yansıyan yorumlarda yer aldı.

Yabancı basın şöyle yorumluyordu Ağrı hadisesini:

“GLARUS ZEİTUNG GAZETESİ (Almanya’da çıkan 11 Ekim 1930 tarihli bu gazeteden özet olarak)

1. Kürtler, İngiliz memurları tarafından teşvik edilmiş, silah, malzeme ve para yardımı yapılmıştır.

2. İngiliz basını Cemiyet-i Akvam’ın müdahalesi için çalışmıştır. 3. İranlılar isyanın başında yardım etmişlerdi.

4. İsyanın gayesi:

a. Türkiye ile Rusya arasına bir tampon devlet sokmak. b. Türkiye’yi iktisaden zayıflatmak.

c. Türkiye’yi mukavemetsiz bırakıp İngiltere ile anlaşmaya sevk etmek. 5. Doğu petrollerinden faydalanmak için Kürtleri elde etmişlerdir.

6. Kürtlere her çeşit silah ve makineli tüfekler verip, kendi menfaatleri için Kürt kanı döktürmüşlerdir.”497

494

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Fon Kodu: 030.18.01.02., Yer No:121.88.01.

495

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Dosya No:52-141, Fon Kodu: 030.18.01.02., Yer No: 121.88.1., Sayı: 3/10260.

496 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Dosya No:52-141, Fon Kodu: 030.18.01.02., Yer No: 122.43.18. 497

Feth-El-Arap Gazetesi, kandırılan insanların bu savaşa sürüklendiklerini yazıyordu ve olayların bu şekilde gelişmesinde isyancıların büyük suçu olduğunu yorumluyordu. :

“ 21 Ekim 1930...Kürtler ezildiler, onları ateşe sürenler için Türkler veya Kürtler ezilsin mühim değildir. Türkler bu başarı ile övünmezler, çünkü ölen kardeşleridir. Kürtler iyi ders aldı. Gördüler ki, yabancı vaatleri bir yere kadar gelir, felaket baş gösterince ortada görünmezler.” 498

Aynı gazetenin başka bir sayısında ise Ermenilerin Ağrı isyanında büyük rolleri olduğu yazıldı.

“Bu harekette Ermenilerin rolü büyüktür. Kürtler unutmasınlar ki, şerefli ve mefahirle dolu Türk tarihinden ayrılarak ecnebi boyunduruğuna girmek feci bir gaflettir…”

“....Kendi menfaatlerini arayan bir takım harisler, ecnebi yardımlar ve Cemiyet-i Akvam sözleri ile masum Kürtleri iğfal ettiler. Ve isyana teşvik ettikten sonra onları bırakıp kaçtılar...”499

Sehend Gazetesi (7 Aralık 1930 tarihli İran gazetesi)

“....Araplar derler ki; akıllı bir adam akrebin deliğine iki defa parmağını sokmaz. Hâlbuki Kürtler delikte kendilerini kaç defa zehirlettiler. Kürtler “koyun kendi kuzusunun ayağını kırmaz” derler. Bizim ayağımızı kıranlar Türkler değildi....”500

498 Vedat ŞADİLLİ, a.g.e., s.133. 499

Hayri BAŞBUĞ, a.g.e, s.67., Vedat ŞADİLLİ, a.g.e., s.133.

500

SONUÇ

Görülüyor ki, günümüz dünyasında bile çeşitli şekillerde ve farklı yollarla devam eden “Türkiye’nin doğusuna hâkim olma” mücadelesinin çok derin bir geçmişi vardır. Doğrusunu söylemek gerekirse bölgede yaşanan ve yaşanmaya devam eden olayların arkasında dış güçler rol oynamaktadır. Ağrı isyanı da geçmişteki bu tür olaylar zincirinin halkalarından sadece bir tanesidir.

1926 yılında hayvan çalma bahanesi ile başlayan Ağrı isyanına karşı yapılan Türk askeri harekâtı 14 Eylül 1930 tarihinde tamamlandı. Olaylar 4 yıldan uzun sürdü. Gerçekte denilebilir ki, isyanın başlangıcı olarak zamanlaması, isyancılar adına çok da doğru değildi. Şeyh Sait ayaklanmasını Türk ordusunun başarıyla bastırması, eşkıyaların moral olarak olumsuz yönde etkilenmesine sebep olmuştu. Zira Ağrı isyanı, Şeyh Sait ayaklanmasından çok kısa bir süre sonra başladı. Ancak ilk olaylar karşısındaki askeri başarısızlık isyanın başlamadan bitirilmesini engelledi.

Yaklaşık 4 yıl süren bu olayların ilk yılındaki askeri harekâtların başarısız olması, İhsan Nuri başta olmak üzere daha önceki isyanlara katılmış olan eşkıyaların da ilgisini çekti.

Ağrı isyanı özellikle Ermeniler başta olmak üzere, dış desteğin açıkça ortaya çıktığı bir isyandı. Ermeniler kadar, isyanda İran da rol aldı. Hangisinin desteğinin daha etkili olduğu tartışılabilir. Ancak kesin olan birinin isyanın başlangıcında etkili olduğu, diğerinin de devamına katkıda bulunduğudur. Bunlardan başka Fransızların ve İngilizlerin isyan sürecine dolaylı olarak etkili oldukları söylenebilir. Ancak özellikle İngilizlerin adının bu isyanda geçmesi, Rusların da bizim lehimize tavır takınmalarına sebep olmuştur. Hatta sırf bu desteği sağlamak maksadıyla “İngilizlerin adını olaylara Türkiye’nin bilerek karıştırdığını” iddia edenler de vardır. İsyancıların arasında yer almış olan Hasan Hişyar Serdi bu görüştedir.

Ermeniler, isyanın adının duyulmaya başladığı 1927 yılında kurdukları Hoybun Örgütü ile isyancılar üzerinde etkili olmaya çalıştılar. Ancak Ermeni kökenli Hoybun’un desteği oldukça sınırlı kaldı. Hoybun’un liderleri Suriye’nin dışına çıkmadılar. Bu durum ise onların isyana gereken etkiyi yapmasına yetmedi. İran ise bu isyanı kendi çıkarları için kullanmak istedi. Ancak isyanın sonunda kendi topraklarına zorla giren isyancıların çıkardığı olaylar yüzünden sıkıntı çekecekti.

İsyancılara yönelik dört kez büyük çaplı sayılabilecek askeri harekât yapıldı. Bunların ilk üçünün başarısız olmasının en önemli nedeni sınır güvenliğinin sağlanamamasıydı. Ancak 1930 yılında İran ile gerekli anlaşma sağlandıktan sonra isyan sonlandırılabildi.

Geçen dört yıl boyunca isyancılar bölgede isimlerini unutturmamak amacıyla pek çok faaliyette bulundular. Yol kestiler, karakol bastılar, propaganda amacıyla her yolu denediler. Devletin bölgeye yaptığı bütün hizmetleri “sömürge amacıyla yapılıyor” gibi saçma iddialarla engellemeye çalıştılar. Tren yolu gibi hizmetlerin bölgeye gelmesine engel olmak amacıyla tüm fırsatları değerlendirdiler.

İsyanı daha da yaygınlaştırmak için Hoybun’un direktiflerine uygun olarak farklı bölgelerde değişik bahanelerle farklı isyanlar çıkartılmasını sağladılar. İsyancılar, kendi üzerlerindeki baskıyı azaltmak maksadıyla değişik bölgelerde olaylar çıkarttılarsa da bölge halkının tamamından umdukları desteği sağlayamamaları sebebiyle başarılı olamadılar.

Devlet ise isyanın önüne geçmek için sadece bölgesel tedbirler almakla kalmadı. İran ve Sovyetler Birliği gibi ülkelerin de isyanı desteklemelerine engel oldu. Ayrıca Hakkâri’ye kadar olan bölgede isyana destek olabilecek başka ayaklanmaların çıkmaması için tedbirler aldı. En küçük bir olaya bile süratle müdahale etti. Alınan tüm tedbirlerin sonunda isyan bastırıldı.

Ağrı hadisesinden alınan dersler de vardı: Cumhuriyetimiz, olası benzer isyanlar için yeni müttefikler aramak mecburiyeti duymuştu. İran ve Irak ile anlaşıldı. Ayrıca Rusya’nın da desteği sağlandı.

Ağrı Ayaklanması'nın 1930'lara kadar değil de, 1932'lere kadar devam ettiğini ileri süren araştırmacı ve tarihçiler vardır. Bunların gerekçeleri arasında, İran’a geçen asilerin, Makü yöresinde devam eden ayaklanmaları da hesaba kattıkları görülmektedir. Ancak isyanın arkasındaki isimin, yani Hoybun’un artık etkisini daha da yitirmesi, isyancıların bir daha eski teşkilatlanmalarını Ağrı bölgesinde yapamamaları ve İran’daki olayların ülkemizden bağımsız olması gibi nedenlerle isyanı 1932 yılına kadar uzatmak mümkün görülmemektedir. Keza, İran’daki olayları da ne ülkemiz organize etmiş, ne de desteklemiş değildir. İran kendi yaptıklarının cezasını çekiyordu.

İsyan aldatmacasına inananlar eski düzenlerine dönebilmek için uzun süre sıkıntı çektiler. Oysa ülkedeki siyasetçilerin de belirttiği gibi ülkemiz, o yıllarda da son derece demokratik ve adaletli bir şekilde yönetiliyordu.

Günümüze gelindiğinde yöre insanlarının bir kısmının hala aynı yalanlarla benzer rüyaların peşinde koştukları görülmektedir. Aradan geçen yaklaşık 80 yıla rağmen Doğu’da yaşayan insanlarımızı kandıracak başka İhsan Nuri’ler ve Ermeni kökenli örgütlerin var olduğunu görüyoruz.

Halen daha devletimiz bölgeye gerekli yatırımları yapmakta sıkıntı çekmektedir. Bölücüler bu hizmetlerin yetersizliğini bahane ederek olay çıkarmaktadırlar. Ancak, öte yandan devletin de bölgeye yapmaya çalıştığı yatırımları 80 yıl önceki bahanelerle engellemekteler. Bölgede görevli devlet memurlarını öldürmekten dahi sakınmıyorlar.

Bütün bunlar gösteriyor ki, “Türkiye’nin yumuşak karnı” olarak nitelendirebileceğimiz Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri Osmanlı’dan günümüze kadar gelmiş ve halen sorunlar yaşanan bölgelerdir. Devletimiz tarafından gerekli tedbirler alınmadığı sürece sorunlar yaşamaya da devam edeceğiz.

Aradan geçen bunca zamana rağmen insanlarımızın aynı kandırmacalara inanarak, kullanılmaları yörede eğitimin ve vatandaşlık bilincinin üzerinde daha fazla durulması gerektiğini göstermektedir. Gelecekte de aynı sorunun tekrar etmemesi için devletimiz üzerine düşen tüm yükümlülükleri yerine getirmelidir. Ancak bölgede yaşayan vatandaşlarımızın da kandırmacalara inanmadan, geçmişte yaşanan olaylardan ders alarak aklı başında davranmaları gereklidir. Zira kandırmacalara inanarak daha önceki isyanlara katılmış olanların son pişmanlıkları fayda etmemiştir. Ülkelerine geri dönememişler, sığındıkları ülkelerde ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüşlerdir. Bölgeye getirilen her türlü hizmetin de kendi gelişmeleri için yapıldığını ve devletin kendi vatandaşına sunduğu bir hizmet olduğunu anlamaları gerekmektedir.

Ülkemiz doğusuyla, batısıyla aynı anda kalkınmayı başarması halinde çok daha zenginleşecektir. İçinde bulunduğu konumun jeostratejik önemi dolayısı ile tüm devletlerin kıskandığı bir ülke olacaktır. Bunu gerçekleştirmemiz için herkes üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir.

Eğer tüm vatandaşlar olarak bilinçli olur, birlik ve beraberlik içinde yaşamaya özen gösterirsek, ülkemizin jeostratejik konumu dolayısı ile de çok daha fazla kalkınıp zenginleşeceğimiziunutmamalıyız. İnsanlarımızı da bu bilinçle yetiştirmeliyiz.

Belgede Ağrı İsyanları (sayfa 110-114)