• Sonuç bulunamadı

tasarrufu, M ithalatı, X ihracatı sembolize etmektedir. Kaynak açısından iki açığın aynı olması gerekmektedir. Çünkü dış borç ek sermaye mallarını ekonomiye sunmakla hem tasarruflar, hem de ithalatı artırmaktadırlar. Bu şartlar altında tasarruflar ithal fazlası olarak gözükmektedir. Yani dış borç ithalat fazlasına eşit olacaktır. Uygulamada bu iki açık birbirine eşit değilse, onun ilgili ülke kalkınması açısından önemli bir sorun teşkil ettiği sonucuna varılabilir (Tanrıkulu, 1983: 16-17).

Gelişmekte olan ülkelerin dış borçlanma sürecinde ekonomik gelişmelerini açıklamada ikili açık en çok başvurulan modeldir. İkili açık modelinde daha önce de söylendiği tasarruf açığı ile dış ticaret açığı arasındaki ilişki kullanılarak gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranları açıklanmaya çalışılmaktadır. Az gelişmiş çok borçlu ülkeler grubunda mali açık büyümeyi etkileyen diğer önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Üç açık modeli olarak literatürde kullanılan bu model; tasarruf açığı, dış ticaret açığı ve mali açığı aynı anda analiz etmektedir (Ülgen, 2007: 281).

Büyüme teorileri içinde etkili bir yeri olan Harrod-Domar modeli, büyümenin temel unsuru olarak yatırımları kabul etmektedir. Modelin amacı, gelişmiş ekonomilerde tam istihdamı sağlamak için gelir, tasarruf, yatırım ve üretim arasında bir denge sağlamaktır. Model az gelişmiş ülkelerin ekonomik büyüme sorununa çözüm getirmek amacında değildir. Bu model, dış kaynakların ekonomik büyüme için önemli bir faktör olduğunu savunan iktisatçılar içinde, önem arz etmektedir. Harrod- Domar modeline göre, tasarruf hacmini yani yatırım miktarını artırmak, büyüme hızını artırmak demektir. Tasarruf katsayısının düşük olması, büyümeyi engelleyen bir faktördür. Ekonomi bu durumdayken, dış borç almak, mevcut tasarruflara katılarak büyüme hızının yükselmesi sağlayacaktır. Harrod- Domar modelinin temel tezi olan hedeflenen büyüme oranına ulaşılabilmesi için tasarrufların yeterli oranda artırılması, gelişmekte olan ülkeler için dış tasarrufların önemini göstermektedir (Adıyaman, 2006: 39-40).

Ekonomik büyüme için gerekli kaynaklar ülke içinden karşılanamıyorsa, dış kaynaklara başvurması gerekmektedir. Fakat alınan bu dış kaynakların kullanıldıkları alanlar çok önemlidir. Dış borç geri ödemeleri ve faiz ödemelerinde kullanıyorsa kalkınma ve büyümenin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Alınan bu fonlar verimli ve gerekli ekonomik alanlarda kullanılmış olmalı ki hem kalkınma hem de büyüme sağlanabilmelidir. Bu durumda ülkenin borç stoku artmaktadır. Ülkenin büyüme hızı borç stokunun artış hızından daha fazla artıyorsa bu şartlarda, ülkenin borç yükü azalacağından, dış kaynak sağlamak tehlike arz etmemektedir.

1.10.6. Borç Yükünün Gelecek Kuşaklara Etkisi

Borç yükü, bir ülkenin belirli bir dönemdeki toplam borç stokunun o dönemdeki GSMH’ya oranıdır. Devletin şu andaki aldığı borcu gelecek bir dönemde ödeyecek olması, sonraki kuşaklara da borç yükünün bırakılacağı anlamına gelmektedir.

Devletin borç alarak aldığı para hem kamu geliridir, hem de harcanırken kamu gideridir. Borç geri ödenirken, devletin kaynakları, o dönemde ki vergi yükümlülerince ödenecektir. Dış borçlar ödenirken, ülkenin milli gelirinin bir kısmı, başka ülke insanının refahını artıracak şekilde aktarılacaktır. Böylece borçlu ülkede refah kaybına neden olacaktır.

Herber, borç yükünü “gerçek borç yükü” ve “borcun mali yükü” olarak ikiye ayırmaktadır. Gerçek borç yükü, tüketim ve yatırım mallarının üretiminde kullanılacak verimli kaynakların, borç finansmanında kullanılan bölümüdür. Borcun mali yükü ise, bireylerden alınan borç ya da vergilerin, borcun anapara veya faiz ödemesi sırasında ortaya çıkan kısmıdır (Herber, 1971: 544).

Ekonometrik bir yöntem olarak dış borç yükü; yıllık borç servisinin, yıllık döviz gelirlerine oranıdır. Bu oranın yüksek çıkması dış ödeme güçlüğünün olduğunu göstermektedir. Bu oran aynı zamanda, yıllık döviz kazançlarından, borç anapara taksitlerinin ve faizlerinin ödenmesinden sonra ithalatta kullanılabilecek serbest payı da göstermektedir. Bu serbest pay üzerindeki baskı düzeyi, borç yükünün belirleyicisidir (Yaşa, 1971: 232).

Borç yükünün gelecek nesillere aktarılmasına ilişkin görüşler üç grupta toplanmaktadır. Bunlar: Klasik Görüş, Keynesyen Görüş, Yeni Klasik Görüş.

Klasik görüşü savunanlara göre, devlet borçları, genellikle uzun vadeler sonunda ödenir. Borcu alan nesil ortadan kalkmış veya ekonomik anlamda aktif olmaktan çıkmıştır. Bu neslin yerine yeni kuşaklar geçmiştir. Borcun alınmasından sonraki ilk dönemlerde verilen faizler hariç, borç ödemesi bu kuşaklar tarafından yapılmaktadır. Burada iki önemli hususa dikkat etmek gerekmektedir. Bunlardan ilki; alınan borçlarla yapılacak işlerin faydası gelecek nesilleri etkilemeyip şimdiki nesillerin faydalarını etkiliyorsa, bunlar borçlanmayla karşılanmamalıdır. İkincisi;

borçlanmayla yapılacak işler gelecek nesillere hizmet edecek şekilde ise, bunların finansmanı borçlanmayla yapılmalıdır (Yaşa,1971: 246).

Borçlanma vergiye göre, tasarrufu daha çok ve tüketimi daha az kısmaktadır. Tasarrufların kısılması ise, yatırım düzeyini etkileyerek, ulusal gelir düzeyinde azalışa neden olmaktadır. Bunun sonucu olarak gelecek nesillere milli gelir daha az aktarılacaktır (Due, 1968: 246).

Keynesyen görüşte, devlet borçlarının yükü “açık bütçe politikası” çerçevesinde ele alınmıştır. Bu düşüncede borç yükü reel kaynak maliyeti yönünden değerlendirilmiştir. Buna göre, borçlanma yoluyla ekonomide belli kesimlerden, kamu kesimine kaynak transferi söz konusudur. Asıl sorun dış borçlar için geçerlidir. Milli gelirde artış sağlandığı sürece, bu sorunun ve borç artışının önemi bulunmamaktadır. Keynesyen görüşe göre; borçlanmanın yükünün gelecek kuşaklara aktarılması söz konusu değildir. Borcun yükü borçlanmanın yapıldığı dönemdeki nesiller üzerinde kalmaktadır. Keynesyen görüş klasik görüşün tersine borçlanmanın tasarruftan değil, tüketimden yapıldığını ve dolayısıyla tüketim düzeyini etkileyeceğini savunmaktadırlar (Erol, 2004: 82).

Musgrave ise, Keynesyen iktisadi savunan iktisatçıların görüşlerine karşı çıkmaktadır. Borçlanmaya dayanılarak elde edilen kamusal malların, borç yükünü gelecek nesillere aktarılacağını savunmaktadır (Musgrave, 1959: 563-564).

Yeni Klasik görüşün en önemli temsilcisi Buchanan’a göre, Devlet borçlanma belgelerini kişiler kendi istekleri ile almaktadırlar. Borç veren şahıslar kendi istekleri ile verdiklerinden dolayı borcun yükünü hissetmezler. Çünkü devlete borç vermelerinin karşılığında faiz geliri ve bir takım imtiyazlar elde ederler. Ancak borçlanma belgelerinin faizleri gelecek nesillerin ödeyecekleri vergilerle finanse edilecektir. Bu durumda borç yükü gelecek nesillere aktarılacaktır. Borcun anapara ve faiz ödemeleri, borçlanmanın yapıldığı dönemdeki kuşakların ödemiş oldukları vergilerle finanse edilirse, borç yükü gelecek nesillere yansıtılmamış olacaktır. Buchanan’a göre borçlanmanın gelecekte ödenecek vergilerle karşılanması nedeniyle, borç yükü gelecek kuşaklara yansıtılır (Erol, 2004: 82).

1.10.7. Çoğaltan Etkisi

Az gelişmiş bir ülkede devlet borcu olarak sermaye akımının etkisi belirli şartlarda çoğaltan etkisi yaratabilmektedir.

Çoğaltan, belirli otonom (bağımsız) değişkenlerdeki artış ve azalışların milli gelir seviyesinde değişikliği ifade eden bir katsayıdır. İlk olarak 1931 yılında Richard Ferdinand Kahn tarafından istihdam açısından açıklanan çoğaltan kavramı daha sonra John Maynard Keynes tarafından gelir teşekkülünün analizinde kullanılan bir araç haline getirilmiştir (Edizdoğan, 1998: 97).

Çoğaltan analizlerin uygulanmasında genellikle, kaynakların tam istihdam seviyesinde olmadığı farz edilmektedir. Böylece nominal gelirdeki bir değişme reel gelirde aynı miktarda bir değişme ortaya çıkaracaktır. Birçok yazar dış ticaret çarpanının, ülke ekonomisi üzerindeki etkilerini inceleyip, ortaya çıkacak durumu formülleştirmeye çalışmışlardır. Bu konuda ilk akla gelen iktisatçılar, Keynes, Clark, Harrod, Domar, Haberler, Polak’dır. Polak ve Haberler’in görüşlerine göre en uygun dış ticaret çarpanını Colin Clark elde etmiştir (Açba,1991: 51).

Colin Clark’ın formülü şu şekildedir:

(1.5)

Benzer Belgeler