• Sonuç bulunamadı

Dış borçlar borçlanan ülkenin ekonomik faktörler dengesinde ve arzında bir değişmeye neden olabilmektedir. Bu değişme dış borcun kullanış tarzına ve maliyetine göre farklılık göstermektedir. Dış borç doğrudan doğruya mal ve hizmet ithali için kullanılıyorsa mal ve hizmet fiyatlarına etki edecektir. Dış borç, sermaye olarak yatırımlarda kullanıyorsa daha önceki toprak, emek ve müteşebbis dengesinde; sermayeye göre emek, toprak ve müteşebbis oranında bir düşme söz konusu olacağından bu faktörlerin fiyatlarında (ekonomik paylarında) bir yükselme meyli olacaktır (Şenel, 1994: 40).

Toprağın, diğer üretim faktörlerine nazaran mobilitesinin ve çoğaltma imkânlarının olmaması gibi özellikleri dolayısıyla serbest piyasa şartlarında, payı nedeniyle fiyatı yükselecektir. Dış borç diğer üretim faktörleri üzerinde ise stok miktarları ve stokların artış durumuna bağlı olarak etkisini gösterecektir (Eren, 2000: 63).

1.10.3. Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi

Gelişmekte olan ülkeler tasarruf düzeyleri düşük olduğundan ekonomik kalkınmaları için gerekli olan yatırımları yapamamaktadırlar. Bu yatırımların gerçekleşmesi için dış finansmana ihtiyaç duymaktadırlar. Yine bu ülkelerin çoğunda dış borca eğilmelerinin en önemli nedenlerinden birisi de ödemeler bilançosunun cari işlemler hesabında ortaya çıkan dengesizliklerdir. Cari işlemler açığının yurtiçi tasarruflarla giderilememesi sonucu dış kaynak ihtiyacı vazgeçilmez hale gelmektedir (Şeker, 2006: 85).

Dış borcu yüksek gelişme yolunda ki ülkelerde, iç tasarrufların yetersizliği ve yüksek kamu harcaması sebebiyle dış borç sürekli bir biçimde artmaya devam etmektedir. Dış borcun kaynağı ödemeler dengesinden mali dengeye kaymaktadır. Sorun dövizden çok harcama dengesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ödemeler dengesine mali yaklaşım açısından bakan görüşe göre (Evgin, 2000: 10):

denkleminde; CA= Cari işlemler açığı veya fazlası, G= Kamu harcamalarını, R= Kamudan yapılan transfer harcamalarını (Faiz ödemeleri), T= Kamu gelirleri, IÖ=Özel sektör yatırımlarını, SÖ=Özel sektör tasarruflarını ifade etmektedir.

Kısaca, kamu harcamaları ile gelirleri arasında eşitliği sağlayan veya özel sektör tasarruflarını yatırımlarının üzerinde tutan ülkelerin dış borç sorunları asgari düzeye inmektedir. Bir ülkenin dış borçlarındaki artış şu şekilse gösterilebilir (Evgin, 2000: 10-11) :

Dış Borçlardaki Artış= Cari İşlemler Açığı- Bağış ve Bedelsiz İthalat+ Döviz Rezervlerindeki Artış

Döviz rezervleri aynı kalmış, dışarıdan yıl içinde ithalat ve bağış gibi dış borç gerektirmeyen yardım almamış bir ülkenin o yıl için dış borç birikimi, cari işlemler açığına eşittir (Cari İşlemler Açığı=Dış Borç Birikimi) (Şeker, 2006: 86).

1.10.4. Gelir Dağılımına Etkisi

Dış Borçlanmanın getirdiği yüklerin, toplumu oluşturan bireyler üzerinde nasıl dağıldığı ve ne gibi etkiler doğurduğu gelir dağılımı açısından oldukça önemlidir.

Hansen’in dediği gibi, “Borç bir kez ortaya çıktıktan sonra, borçlanmanın amacı ne olursa olsun, istihdam ve gelir dağılımı üzerinde etkileri kendini gösterecektir” (Hansen, 1941: 152-153). Borç tahvilleri, sahiplerine faiz gibi bazı özel menfaatler sağlamaktadır. Borçlu devletler, borcun anaparasını ve faizi vergi gelirleri ile ödemektedirler. Bu durum borcun yükünü vergi ödeyenlere yıktığı sorununu karşımıza çıkarmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bu çeşit faiz gelirleri vergilendirildiği halde, gelişmekte olan ülkelerde tahvil piyasasının gelişmesini sağlamak amacıyla, tahvil gelirleri her türlü vergi ve resimden muaf tutulmaktadır.

Borçlanmanın gelir dağılımı üzerindeki etkisi; ekonominin enflasyonist ve deflasyonist ortamda bulunmasına, ülkede uygulanan vergi yasalarındaki vergi oranları ile muafiyet ve istisnalarına, devlet borçlanma belgelerini alan kesimlere, devlet borçlanma belgelerinin faiz oranlarına, devlet borçlanma belgelerine faiz dışında sağlanan ayrıcalıklara göre değişebilmektedir (Erol, 2006: 79).

Yatırım amacıyla alınan dış borçların miktarı çok büyük olmadıkça, gelir dağılımını çok fazla olumsuz yönde etkileyememektedir. Devlet depresyondan kurtulmak için giderleri artırır, gelirleri azaltırsa ve aradaki farkı alınan kredilerle kapatırsa gelir dağılımını büyük ölçüde etkilemektedir ( Haller, 1985: 261-262).

Devlet borçlanması; nesiller itibariyle de geliri tekrar dağıtıcı etki yaratabilmektedir. Borçlanma sonucu yaratılan fonlarla gerçekleştirilen fayda, gelecek nesilleri de ilgilendirmekle beraber, daha çok bugünkü nesillere yöneliktir (Zerenler, 2004: 9). Genellikle vadesi uzun olan borçlanmalarda, borç anapara geri ödemeleri ve faiz ödemelerinin yükünü gelecek nesiller çekmektedir. Borçlanmanın sağladığı gelirle yapılan hizmetten genellikle o dönemki nesiller faydalanmaktadır. Bu da gelir dağılımını olumsuz yönde etkilemektedir.

Devlet borçlanma yoluyla sağladığı kaynakları harcamıyorsa ve bu kaynakları bireylerden ve kaydî para (banka parası) yaratmayan kurumlardan (Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı, Kefalet Sandığı, vb.) borçlanarak elde ediyorsa, para arzı azalacak buda likiditenin daralmasına neden olduğundan deflasyonist etki ortaya çıkacaktır. (Şenel; 1994: 50).

Borç ödemelerinin gelir dağılımı üzerinde yarattığı etkiler, sadece özel kişileri etkilememektedir. Özel kesim kurum ve kuruluşlarını da borç belgesi alma miktarına göre etkilemektedir. Özel kesim kurum (örneğin; bankalar) ve kuruluşların sahipleri genellikle gelir seviyesi yüksek kişiler olmaları nedeniyle, gelir dağılımını kendi lehlerine bozduğu söylenebilir. Merkez Bankası’na olan borcun ödenmesinin ise gelir dağılımı üzerinde doğrudan bir etkisi bulunmamaktadır. Toplanan vergilerle Merkez Bankası’ndan kullanılmış olan kredilerin ve faizlerin ödenmesi, kamu kesiminin yeni harcamada bulunmaması halinde, talebi azaltıcı yönde etki yaratmaktadır (Eker ve Meriç, 1999: 241).

Devlet borçlanma belgesi sahibi kesimlere nominal faiz oranı dışında, vergi yasaları ile sağlanan bir takım menfaatler (muafiyet, istisna, indirim vb.) ise gelir dağılımındaki, adaletsizliği iyice artırmaktadır.

Borçlanmanın gelir dağılımı üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler, enflasyonist dönemlerde özellikle devletten alacaklı olmayanlar (devlet borçlanma belgesi sahibi

olmayanlar) aleyhine daha fazla artacaktır. Çünkü ellerinde devlet borçlanma belgesi olan kişilerin, devlete borç olarak kullandırdıkları anaparaları enflasyonla erirken; bu erime, alınan faizle bir dereceye kadar önlenebilir. Buna karşılık, devlet borçlanma belgesi olmayan kişilerin gelirleri, bir yandan enflasyon karşısında erirken; bir yandan da bu kişiler ödedikleri vergilerle devlet borçlarının finansmanına katkıda bulunmaktadırlar. Paranın değerinin azalması ile gelir dağılımı devletten alacaklı olmayan kişiler aleyhine bozulmaktadır (Erol, 2006: 80). Borç için ödenecek faizin bu borçtan elde edilecek hâsıla artışını aştığı her durum sermayeden yemek, ülke milli hâsılasını dengesiz bir şekilde dağıtmak veya transfer etmek demektir. Çünkü devlete borç verme imkânına sahip olan kesim % 15-25 aralıgında bir reel gelir elde ederken, GSMH büyümesi % 5’ler düzeyinde kalmaktadır. Bu da çalışan ve üreten kesimden faiz rantı elde edenlere reel anlamda yaklaşık % 10’luk bir gelir transferi yapılması demektir. Bunun sonucunda gelir dağılımında önemli adaletsizlikler ortaya çıkmaktadır (Akdiş, 2003: 14).

Türkiye’de 1990’lı yıllarda yüksek faizler nedeniyle haksız kazanç elde eden bir sınıf ortaya çıkmıştır. Bu sınıf yüksek enflasyon nedeniyle elde ettiği yüksek faiz gelirleriyle gelir dağılımının adaletsiz şekilde bozulmasına neden olmaktadır. Dış borç ödemeleri geldiği zaman da borcu ödeyen ülkede bir refah azalışı ortaya çıkmaktadır. Dış borçlarla yapılan yatırımların getirisinin yeterli olması durumunda belirtilen olumsuzluklar oluşmayacak veya azalacaktır.

Türkiye’de vergi sistemi ağır ve adaletsizdir. Vergi kaçakçılığı çok yaygındır. Bu durumların düzeltilmesi, ülkemizde sisteme yönelik köklü değişikliklerin yapılmasını ve yeniden yapılanmayı zorunlu kılmaktadır. Borç yönetiminin amacı ekonomik dengenin gerçekleşmesinde etki sağlamaktır. Ekonomik dengenin sağlanması ise, yalnız borç yönetimiyle mümkün olmadığına göre bunun para ve maliye politikasıyla uyumlu ve etkili bir şekilde çalışması ile mümkün olabilecektir. Bu uygulama ise, sistem değişiklikleri ve yeniden yapılanmasını zorunlu kılmaktadır (İnce, 2001: 360).

Türkiye’de son beş altı yıldır sosyal bünyede ki bozulmanın altındaki en önemli neden gelir dağılımındaki dengesizlikten kaynaklanmaktadır. Gelir dağılımındaki dengesizliğin ve bozulmanın en önemli nedeni yüksek seviyede ki

borçlanma ve vergi gelirlerinin belirli kesime akmasına yol açan borç-faiz-borç kısır döngüsünde aramak gerekmektedir (Güvemli, 2006: 25).

1.10.5. Ekonomik Kalkınma ve Büyüme Üzerindeki Etkisi

Az gelişmiş ülkelerde yeterli kalkınma düzeyine ulaşabilmek için milli gelirin önemli bir kısmını yatırımlara ayırmak gerekmektedir. Yatırımların en temel kaynağı ise tasarruflardır. Yüksek bir yatırım oranı, tasarrufların artırılması ile mümkün olabilmektedir. Fakat gelişmekte olan ülkeler nu noktada, Nurkse’nin deyimiyle bir “kısır döngü” içinde bulunurlar. Milli gelir’in yetersiz olması nedeniyle, bu ülkelerde tasarruf oranı çok yetersizdir. Tasarruf oranının düşük olmasından dolayı yatırımlar artırılamamakta ve ekonomik verimlilik yetersiz düzeyde kalmaktadır. Buna bağlı olaraktan milli gelir düzeyi düşmektedir. Bu “fakirlik zincirini” kırmanın bir yolu dış kaynaklara başvurmaktır. Klasik analizlere göre, dış krediler kalkınmakta olan ülkelerde kaynak eksikliklerini giderir, kalkınma sürecinde kalkış aşamasına, oradan da kendi kendini destekleyen büyümeye ulaşmasını sağlamaktadır (Seyidoğlu, 2009: 638).

Devlet borçlanması, iktisadi kalkınma açısından önemli bir fonksiyonu yerine getirmektedir. Bu fonksiyon ancak kalkınmaya yönelik bir borçlanmanın verimli yatırımlara yöneltilmiş bir borç çarpan etkisi içinde gerçekleşir. Bu etki, yatırım oranlarında bir artışa neden olduğundan, yeni yatırımlarda, çarpan katsayısı kadar bir artış meydana gelmektedir. Borçlanma sonucun da elde edilen bu fonlar, yatırımlara kanalize edilirse, kişisel gelir düzeyini yükselterek, ek yatırımların yapılmasına neden olacaktır (Eker ve Meriç, 1999: 239). Gelişmekte olan ülkelerdeki en önemli sorun dış borçlanma ile sağlanan fonların gelir yaratıcı alanlara kaydırılmasıdır. Baraj, köprü, liman, otoyol, enerji santralleri gibi alt yapı yatırımlarına ağırlık verilerek, hedef alınan kalkınma hızının gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Borçlanmanın ekonomik kalkınmada etkili olabilmesi için, kalkınma amacına yönelik borç uygulamalarına yönelik olmalıdır. Fakat kalkınmayı sağlama çabaları sırasında, dış borçların yarattığı “borç yükü” karşılaşılan en önemli sorunlardan birisi olup, alındığı ülke ekonomisine katkıda bulunan dış borçlar, süresi sonunda ödenecekleri zaman güçlük oluştururlar. Dolayısıyla; dış borç ya da tasarruf

kullanımı, gelecek dönemlerin iç tasarrufların şimdiden kullanımı anlamına gelmektedir. Gelecek nesillerin borç yükünü bugünden ağırlaştıracağından, kullanılan dış borçların son derece verimli bir şekilde kullanılması gerekmektedir (Adıyaman, 2006: 38-39).

Gelişmekte olan ülkeler, istedikleri ekonomik büyümeyi gerçekleştirebilmek için dış ekonomilerden borçlanmak zorundadır. Çünkü bu ülke ekonomilerinin sağlıklı bir büyüme yoluna girmesinin başlıca üç engeli vardır. Bunlar: bilgi ve teknoloji yetersizliği, ihracatın ithalata oranla az olarak gerçekleşmesidir. Az gelişmiş ülkeler hızlı bir ekonomik büyüme sürecine girdikleri zaman iki tür açıkla karşılaşırlar. Bunların birincisi “tasarruf açığı” ikincisi “dış ticaret açığı”dır (Tanrıkulu, 1983: 15-16).

Tasarruf açığı denildiğinde, iç tasarruflarla iç yatırımlar arasındaki fark, dış ticaret açığı yani döviz açığı deyiminden ise ithalât ve ihracat arasındaki fark anlatılmak istenmektedir. Bu iki açık aşağıda gösterildiği üzere teorik olarak eşit olması gerekmektedir (Chenery ve Bruno, 1962: 79).

(1.2)

Benzer Belgeler