• Sonuç bulunamadı

Vicdan ve İyilik Anlayışı

BÖLÜM 2: MİRZA HAYDAR’IN DEĞERLERİ VE İNANÇLARI

2.1 Vicdan ve İyilik Anlayışı

BÖLÜM 2: MİRZA HAYDAR’IN DEĞERLERİ VE İNANÇLARI

Mirza Haydar, Moğul soyuna kendisini sıkı sıkıya bağlı hisseden, bunun yanında İslam dinine mensubiyetini önemli bir kimlik özelliği olarak gören bir idareciydi. Hocaların etkisinin yoğun bir şekilde hissedildiği bir dönemin ardından, Sultan Said Han gibi dine bağlı bir hanın emrinde çalışmanın da etkisiyle, Mirza Haydar dindarlığa çok önem veriyordu. Bir yönetici olarak adalet ve vicdan gibi ahlakî değerleri de önde tutan Mirza Haydar’ın değerleri ve inançları hem tarihçiliği, hem de yöneticiliğine yansımıştır. Mirza Haydar’a göre ‘Vicdan’, ‘Din’, ‘Sorumluluk’, ‘İyilik’, ‘Gerçeklik ve Doğruluk’ kavramları ile ‘Asabiyet Duygusu’, ahlak ve tarih yazımına etkisi bu bölümde ayrı başlıklar halinde işlenmiştir.

2.1 Vicdan ve İyilik Anlayışı

Vicdan, genellikle ahlakî özneyi kendi eylemleri hakkında bir yargıda bulunmaya zorlayan duygu olarak tanımlanır. Ahlakî eylemlerimizi temellendirmenin veya meşrulaştırmanın önemli bir aracı olan vicdan, bazen Tanrı’nın sesinin insanda bir yansıması olarak görülmüştür (Cevizci, 2007:169-170). Tarih felsefesiyle uğraşanlar da vicdan konusunda fikirler üretmiş, tarihçinin ürettiklerinin vicdanıyla bağlantılı olduğu fikri genel olarak kabul görmüştür. Elindeki olguları istediği gibi kullanabilecek olan tarihçiyi kontrol edecek bireysel değerlerden birisi de vicdandır. Hakikate en çok yaklaşan tarihçi, vicdanını en çok hesaba çeken tarihçidir (Collingwood, 2000: 102).

Mirza Haydar’ın vicdan duygusu da hem askerliği, hem yöneticiliği, hem de tarihçiliği incelenirken ilgilenmeye değerdir. Mirza Haydar’ın genel-geçer ahlaki değerlere uyan vicdan duygusu, yetiştiği ortama bağlı olarak gelişmiştir. Moğulların çöküş sürecinde Babür Han, Sultan Said Han gibi önemli liderlerin en yakınında yer almış olan Mirza Haydar’ın ahlakî ölçütleri, öncüllerinden etkilenmişti. Mirza Haydar, tek başına bir memleket yönetmeye başlamadan önce Babür veya Said Han’a bağlı olarak çalışıyor, onların kişisel değer yargılarını kabulleniyor ve etkileniyordu. Vicdan duygusu da bu değerlerden birisidir.

30

Mirza Haydar’ın hizmetinde çalıştığı Babür, vicdanî özellikleriyle de anılan bir liderdir. “Lodilerin bıraktığı kötü şartları yaşayan Hindistan’a Babür hakim olduğunda burada Türkler, Afganlar, Hindular birer grup oluşturmuşlardı ve bir kaos ortamı hakimdi. Fakat Babür duruma kısa zamanda hakim olmuştu. Onun bu başarısında tebaasına merhamet ve sevgi hisleri etkili olmuştu (Konukçu, 1992: 418)”. Mirza Haydar da ılımlı, barışçıl ve sorumluluk sahibi bir asker ve yöneticiydi. Onun bu özellikleri tarihçiliğine de yansımıştır. Vicdan sorumluluğunu eserini yazarken dikkatinden kaçırmayan Mirza Haydar, kitabının birçok yerinde gerçekçi ve inandırıcı olma gerekliliğini vurgulamış ve bazı olayları abarttığının sanılacağı endişesiyle yazmamıştır.

Görgü ve bilgileriyle kendini yargılama yetisi olarak da kabul edilebilen vicdan, Mirza Haydar’ın Tarih-i Reşidî’yi yazarken göz ardı etmediği bir değerdir. Kendisine duyulan güvenin sarsılmamasına büyük çaba gösteren Mirza Haydar, asker ve yöneticiliğinde vicdanen rahatsız olacak hiçbir eyleme kalkışmadığını söylediği gibi, tarihçiliğinde de geçmişe ait sorumluluk duygusuyla gerçekleri yazdığını belirtir. Mirza Haydar ve doğduğu kültür çevresinin genel ahlak kuralları, evrensel değerlere yakındır. Bir yönetici ve soylu bir ailenin üyesi olarak aldığı eğitim gereğince Mirza Haydar için geçerli olan erdemli yaşamın gerekleri, genel geçer kurallara uyarlıdır. Mirza Haydar, Tarih-i Reşidî’de ahlak ölçütleriyle ilgili zaman zaman fikirlerini yazmıştır. İyi ve doğru gibi kavramları, olayları ve kişileri anlatırken belirtmiştir. “İyi, beğenilen ya da yarar taşıyan özel niteliklerin yüksek derecede ya da en azından tatmin edici bir düzeyde, varlığına işaret eden genel övgü sıfatıdır” (Frankena, 2007: 149). İyi, bir şeyin ya da bir kimsenin kendisine doğru hareket ettiği hedef, gaye ve amaç çerçevesinde tanımlanır. Bir şeyi iyi diye adlandırmak, belli koşullarda altında onun arandığını ve amaçlandığını söylemektir (MacIntyre, 2001: 68). Bir başka anlatıma göre iyi, ahlakın önemli bir parçası olarak koşul olmasa bile, istenen bir şey olarak görülür. “İyilik ilkesi dört şeyi söyler: 1. Kişi kötüye ya da zarara yol açmamalı. 2. Kişi kötüyü ya da zararlıyı engellemeli. 3. Kişi kötüyü yok etmeli. 4. Kişi iyiyi yapmalı ya da geliştirmeli (Frankena, 2007: 94)”.

31

Mirza Haydar’a göre iyi olan etkinlikler ve yaşamlar nasıldı, benimsediği iyilik ilkesi var mıydı ve neleri içeriyordu? Mirza Haydar, birey olarak dininin öngördüğü biçim olarak, bir asker ve yönetici olarak bir iyilik ilkesi benimsemişti. Onun iyilik ilkesinin temel taşlarını dindar olmak, ahlakî olarak iyi huylar edinip erdemlere ulaşmak, karşılıklı etkileşim, sevgi, dostluk ve işbirliği, iyinin ve kötünün adil dağıtılması ve sorumluluk duygusu oluşturuyordu. Mirza Haydar için dinin gereklerini yerine getirmek öncelikli bir iyilik prensibiydi. O, birlikte çalıştığı hanlar, mirzalar ve komutanlarıyla diyaloğunun ılımlı ve olumlu olmasından hep iyilikle bahsetmiş, onlarla dostluk ve sevgi hatıralarını tarihine yazmıştır. Onun tasvip etmediği ve iyilik ilkesine uymayan yönetici tasvirinde adaletsizlik önce geliyordu.

Mirza Haydar’ın bazı anlatımlarından, benimsediği iyilik ilkesi ile ilgili örneklemeler yapılabilir: Eski arkadaşlarından Şah Muhammed Sultan ve Baba Sultan’dan ayrılmasına üzülen Mirza Haydar, bu üzüntüyü, Abdürreşid Han’la arkadaşlığıyla telafi etmiştir. Moğulistan’da Moğul adetine göre aralarında yakın arkadaşlığın bulunmasına ve birbirlerine atlarını vermelerine rağmen, yine de bu dostluğun bir antla tayin edilmesi gerektiğinde hemfikir oldular. Mirza Haydar, “Anlaşmamızın şartları benim adıma han yaşadığı sürece onun hizmetimde kalmam, han ölürse Raşid Sultan’dan başkasına hizmet etmemem ve onun hana hizmet ettiği gibi, hanın yerine benim ona hizmet etmemdi (Duğlat, 2006: 566)” der.

Mirza Haydar’ın doğruyu söyleme kuralı da benimsediği iyilik ilkesinden kaynaklanır.

İyi niyet ilkesi, bizden başkalarının yaşamlarının iyiliğine önem vermemizi ister. Bu da kişilerin ihtiyaçlarını karşılamayı ve kabiliyetlerini kullanmayı gerektirir (Frankena, 2007: 99).“İyiyle kötü arasında özgürce seçim yapamayan kişi eyleminden ahlaken sorumlu tutulamaz. Özgürlük, insanın kendi tercihlerine, iradesinin buyruklarına göre eylemde bulunabilmesi durumunu tanımlar ve kişinin var olan alternatif eylem tarzları arasında bir seçim yapabilme gücünü ifade eder (Cevizci, 2007: 166)”

Mirza Haydar, ılımlı ve diyalogcu bir birey olarak dikkati çeker. Henüz genç bir yöneticiyken, Said Han’ın kardeşi Mansur ile bir araya gelmesine aracılık etmiştir. Tarih-i Reşidi’de aktardığına göre hanlar ve emirlerle iyi diyalog içinde olduğu anlaşılan Mirza Haydar’ın, kişiler hakkındaki olumsuz fikirleri, Abdürreşid Sultan

32

örneğinde olduğu gibi, onların ancak ailesine zarar vermesiyle belirtmiştir. “Raşid Sultan yapılanlardan memnundu ve aramızda çok samimi bir dostluk başladı. Seyahatim boyunca bir an bile ayrı değildik. Aramızda en ufak bir anlaşmazlık yoktu. Yaptığı her şey benim nazarımda hoştu ve benim yaptığım her şey onun onayını görüyordu (Duğlat, 2006: 565).”

Savaşmak ve bölgede güçlü duruma geçme mücadelesi vermek, Mirza Haydar Duğlat’ın yaşam şekliydi. Tibet seferinden bahsederken kardeşinin de öldürüldüğünü yazan Mirza Haydar’ın bu satırları, nesnel bir bakışla yadırganabilir. Kardeşinin parça parça doğranmasını kendi duygularını hiç katmadan tıpkı izlediği savaşın herhangi bir ayrıntısı gibi yazan Mirza Haydar Duğlat, paragrafının sonuna “Ben, muhakkak Allah’a döneceğiz ayetini okudum (Duğlat, 2006: 625)” cümlesini eklemiştir.

Mirza Haydar, Muhammed Şibani’ye olan düşmanlığını daha ondan bahsetmeye başladığı ilk satırdan itibaren hiç saklamamıştır. Mirza Haydar, Semerkand ve Buhara’yı fethedip, Babür’ü yenen Şibani Han’ı, gurur ve asilik övüncüyle suçlar (Duğlat, 2006: 327). Şah Muhammed Sultan ve Baba Sultan’la yakınlığını anlatırken birlikte vakit geçirdiklerini ve samimiyet derecelerini dile getirirken, zamanlarının çoğunu birbirlerinin meclisinde geçirdiklerini, Şah Muhammed Sultan, Baba Sultan ve kendisinin, dokuz yıl boyunca sürekli olarak hanın hizmetinde kaldıklarını yazar: “Said’deki Sin’in üstündeki üç nokta gibi hiç ayrılmadık ve herhangi bir bahaneyle bir an bile onun hizmetinden geri durmadık. Dünyevi mallarımızı paylaştık ve birbirimizin sevinç ve kederlerimizin ortakları idik (Duğlat, 2006: 553)”.