• Sonuç bulunamadı

Verilerin değerlendirilmesinde SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) 15 programı kullanıldı. DeğiĢkenler ortalama ± standard sapma olarak verildi. Tüm parametrik verilerin, One-Sample Kolmogorov–Smirnov testi ile normal dağılıma uygun olup olmadığına bakıldı. ÇalıĢma gruplarındaki katergorik veriler Ki-Kare testi kullanılarak karĢılaĢtırıldı. Çoklu gruplar arası karĢılaĢtırmalarda tek yönlü varyans analizi (One-Way ANOVA), alt grupların karĢılaĢtırılmasında Tukey çoklu karĢılaĢtırma testi kullanıldı. Sonuçlar anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiĢtir.

24

4.BULGULAR

ÇalıĢmaya alınmak üzere normal doğum ve sezeryan için S.Ü. Tıp Fakültesi Hastanesi Obstetri Servisi‘ne yatırılan 18-40 yaĢ arası 186 gebe ile görüĢme yapıldı. GörüĢme yapılan gebelerden 50 tanesi oligohidramniyoz, prematürite ve düĢük doğum ağırlığı, plasental anomalisi, yüz geliĢ Ģeklinde komplikasyonlu doğum, klinik olarak hafif düzeyde mental retardasyon, sigara kullanımı, gestasyonel diyabet, insülin kullanımı, hipofiz kisti, bromokriptin kullanımı, hidrosefali nedeniyle ventrikülo-peritoneal Ģant takılı olması nedeniyle ve kord kanı örneklerinin çeĢitli sebeplerle biyokimyasal analizlerinin yapılamaması nedeniyle çalıĢmaya dahil edilmedi.

ÇalıĢmaya dahil edilen 136 gebeden SCID-I‘e göre yaĢam boyu herhangi bir psikiyatrik bozukluk tanısı olanlar (n=45) %33.1 idi. Tanılar tek tek incelendiğinde (n=35) %25,7‘sinde MDB, (n=22) %16,2‘sinde herhangi bir anksiyete bozukluğu, (n=6) %4,4‘ünde PB, (n=5) %3,7‘sinde OKB, (n=1) %0,7‘sinde Sosyal Fobi (SF), (n=14) %10,3‘ünde YAB tanısı mevcuttu.

Tüm grubun (n=136) SCID-I‘e göre gebelik döneminde psikiyatrik bozukluk tanıları incelendiğinde, (n=43) %31,6‘sında herhangi bir psikiyatrik bozukluk tanısı, (n=25) %18,4‘ünde MDB, (n=5) %3,7‘sinde PB, (n=5) %3,7‘sinde OKB, (n=1) %0,7‘sinde SF, (n=10) %7,4‘ünde YAB mevcuttu.

AraĢtırmaya katılanların verileri incelendiğinde yaĢ ortalamasının 27,76±5,31 (18-40), eğitim yılı ortalamasının 7,99±3,00 (0-16), çocuk sayısı ortalamasının 2,16±0,96 (1-5), doğum sayısı ortalamasının 2,19±0,97 (1-5), doğum haftası ortalamasının 38,91±1,04 (37-41), doğum kilosu ortalamasının 3279,50±347,5 (2500-4060), bebek boyu ortalamasının 49,10±1,91 (33-52), baĢ çevresi ortalamasının 34,34±1,54 (32-48) olduğu saptandı. ÇalıĢmaya alınan gebeler gebelik döneminde sadece MDB‘si olanlar (n=25), sadece AB‘si olanlar (n=18) ve herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan sağlıklı kontroller (n=93) olmak üzere 3 gruba ayrıldı. AB olan grup YAB, PB, OKB, SF ve YAB-OKB birlikteliği olan katılımcıları içermekteydi. ÇalıĢmaya alınan gebeler gebelik döneminde herhangi bir psikotrop ilaç kullanmamaktaydı.

25

Tüm katılımcıların sosyodemografik ve klinik özelliklerine bakıldığında yaĢ, eğitim düzeyi, medeni durum, çalıĢma durumu, sosyoekonomik durum, omega-3, folik asit ve B-metazon kullanımı, doğum Ģekli, anestezi türü, bebek cinsiyeti, çocuk sayısı ve doğum sayısı açısından 3 grup arasında anlamlı farklılık yoktu (Bütün karĢılaĢtırmalar için p>0,05). Gebeliğinde MDB olan grupta sağlıklı kontrollerle ve AB olan grupla karĢılaĢtırıldığında gebelikte gebelik bulantı kusması, idrar yolu enfeksiyonu, hipotiroidi gibi sağlık problemi görülme sıklığı anlamlı olarak daha fazlaydı (p=0,020). Ayrıca geçmiĢte psikiyatrik hastalık öyküsü AB olan grupta daha fazlaydı (p=0,000). ÇalıĢmaya alınan gebelerin sosyodemografik ve klinik özellikleri tablo-4.1‘de yer almaktadır.

Tablo-4.1: Major depresyonu olan (MDB), anksiyete bozukluğu olan (AB) ve herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan sağlıklı kontrol (Kontrol) grupları arasında sosyodemografik ve klinik özelliklerin karĢılaĢtırılması

Kontrol (n=93) MDB (n=25) AB (n=18) p

YaĢ, ort ± SD, yıla Eğitim, ort ± SD, yıla Medeni Durum, n (%)b Evli ÇalıĢma Durumu, n (%)b ÇalıĢıyor ÇalıĢmıyor Sosyo-ekonomik durum, n (%)b DüĢük Orta Yüksek Gebelikte Sağlık Problemi, n (%)b Var Yok Psikiyatrik Hastalık Öyküsü, n (%)b Var Yok Omega-3, n(%)b Var Yok Folik Asit, n(%)b Var Yok B-metazon, n(%)b Var Yok 27,25 ±5,51 7,96 ± 2,81 93(68,4) 6(85,7) 87(67,4) 64(68,1) 26(66,7) 3(100) 31(60,4) 62(68,9) 3(23,1) 90(73,2) 5(55,6) 88(69,3) 67(69,8) 26(65) 3(60) 60(68,7) 29,08±4,32 7,84±3,83 25(18,4) 0(0) 25(19,4) 17(18,1) 8(20,5) 0(0) 13(28,3) 12(13,12) 4(30,8) 21(17,1) 3(33,3) 22(17,3) 18(18,8) 7(17,5) 1(20) 24(18,3) 28,55±5,38 8,33±2,76 18(13,2) 1(14,3) 17(13,2) 13(13,8) 5(12,8) 0(0) 2(4,3) 16(17,8) 6(46,2) 12(9,8) 1(11,1) 17(13,4) 11(11,5) 7(17,5) 1(20) 17(13,0) 0,252 0,861 0,430 0,820 0,020* 0,000* 0,488 0,638 0,887

26 Doğum ġekli, n(%)b Normal Sezeryan Anestezi Türü, n(%)b Yok Genel Lokal

Çocuk Sayısı ort ± SDa Doğum Sayısı ort ± SDa

63(75) 30(57,7) 63(75,9) 3(60) 27(56,3) 2,04 ± 0,91 2,08 ± 0,95 13(15,5) 12(23,1) 13(15,5) 0(0) 12(25) 2,40±0,81 2,40±0,81 8(9,5) 10(19,2) 7(8,4) 2(40) 9(18,8) 2,50±1,24 2,50±1,24 0,095 0,051 0,075 0,136

SD= Standart Deviasyon, MDB= Major Depresyon olan grup, AB= Anksiyete

Bozukluğuolan grup, Kontrol= Herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan sağlıklı kontrol grubu

a

=ANOVA, b= χ2 testi, *= p<0,05

Tüm katılımcılar obstetrik özellikleri bakımından karĢılaĢtırıldığında doğum haftası, doğum kilosu, baĢ çevresi, 1. dk ve 5. dk apgar skorları açısından 3 grup arasında anlamlı farklılık yoktu (Bütün karĢılaĢtırmalar için p>0,05). Diğer yandan bebek boyu açısından gruplar arasında anlamlı farklılık vardı. Post-hoc Tukey‘s HSD testi kullanılarak gruplar arasında ikili karĢılaĢtırmalar yapıldığında, bebek boyu AB olan grupta sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha küçüktü (p=0,014). Fakat kontrol grubuyla MDB grubu arasında anlamlı fark yoktu (p=0,541). Ek olarak MDB ve AB grubu arasında bebek boyu açısından benzerlik saptandı (p=0,252). Gruplar arasında obstetrik özelliklerle ilgili bulgulara tablo-4.2‘de yer verildi.

Her 3 grup kord kanı BDNF, Neopterin, NT-3, FGF-2, TNF-α düzeyleri açısından kıyaslandığında 3 grubun kord kanı BDNF, NT-3 ve TNF-α seviyeleri benzerlik göstermekteydi (p>0,05). Kord kanı neopterin seviyesi gruplar arasında anlamlı farklılık göstermekteydi (p=0,012). Kord kanı neopterin seviyesi için gruplar arasında ikili karĢılaĢtırmalar yapmak üzere post-hoc Tukey‘s HSD testi uygulandığında neopterin seviyesi AB olan grupta sağlıklı kontrol grubuna göre (p=0,018) ve MDB olan gruba göre (p=0,015) anlamlı düzeyde yüksekti. Bununla beraber sağlıklı kontrol grubu ile MDB grubu arasında kord kanı neopterin düzeyi açısından anlamlı farklılık yoktu (p>0,05). Ayrıca kord kanı FGF-2 seviyesi açısından da gruplar arasında anlamlı farklılık vardı (p=0,000). Gruplar arasında çoklu karĢılaĢtırmalar yapmak amacıyla post-hoc Tukey‘s HSD testi yapıldı. Buna

27

göre AB grubunda MDB (p=0,000) ve sağlıklı kontrol grubuna (p=0,000) göre kord kanı FGF-2 seviyesi anlamlı olarak daha yüksekti. Fakat kontrol grubu ile MDB grubu arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p=0,936). Tablo-4.2‘de tüm grupların obstetrik özellikleri arasında kord kanı düzeylerinin karĢılaĢtırılması gösterilmiĢtir.

Tablo-4.2: Major depresyonu olan (MDB), anksiyete bozukluğu olan (AB) ve herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan sağlıklı kontrol (Kontrol) grupları arasında obstetrik özelliklerin karĢılaĢtırılması

Kontrol (n=93) MDB (n=25) AB (n=18) F p Bebek Cinsiyeti, n(%)a Kız Erkek

Doğum Haftası ort ± SD Doğum Kilosu ort ± SD Bebek Boyu ort ± SD BaĢ Çevresi ort ± SD 1. dk. Apgar,ort ± SD 5. dk. Apgar,ort ± SD BDNF seviyesi, ng/ml NT-3 seviyesi, pg/ml FGF-2 seviyesi, pg/ml TNF- α seviyesi, pg/ml Neopterin seviyesi, ng/ml 43(60,6) 50(76,9) 38,97 ±0,98 3305,37±341,92 49,36 ± 1,32 34,31 ± 0,96 7,01 ± 0,34 9,04 ± 0,25 229,04 ± 73,41 9,45 ± 5,87 185,17±100,95 8,77 ± 5,86 15,27 ± 5,07 15(21,1) 10(15,4) 38,60±1,15 3166,28±324,63 48,92±1,25 34,00±1,11 7,00±0,40 9,04±0,35 193,56±65,04 9,54±4,26 175,10±108,30 9,48±5,61 14,41±6,70 13(18,3) 5(7,7) 39,00±1,13 3303,05±393,35 48,00±3,94 35,00±3,39 6,94±0,23 9,00±0,00 214,94±70,81 8,09±1,01 340,07±243,65 8,66±4,44 18,99±6,56 1,379 1,641 4,183 2,302 0,277 0,214 2,483 0,544 11,553 0,172 4,617 0,089 0,256 0,198 0,017* 0,104 0,759 0,808 0,087 0,582 0,000* 0,842 0,012*

SD= Standart Deviasyon, MDB= Major Depresyon olan grup, AB= Anksiyete

Bozukluğu olan grup, Kontrol= Herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan sağlıklı kontrol grubu

F= Anova, a= χ2 testi, *=p<0,05

Gruplar arasında EDSDÖ, HADÖ-anksiyete alt ölçeği ve HADÖ- depresyon alt ölçeği puanları açısından anlamlı farklılık vardı. Gruplar arasında ölçek puanları açısından ikili karĢılaĢtırılmanın yapılması amacıyla post-hoc Tukey‘s HSD testi yapıldı. EDSDÖ açısından puanlar MDB olan grupta sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı daha yüksekti (p=0,000), buna karĢın MDB grubuyla AB grubu arasında anlamlı fark yoktu (p=0,217). Öte yandan sağlıklı kontrol grubu ile AB grubu arasında da anlamlı fark yoktu (p=0,150). HADÖ – ank MDB olan grupta sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,000). Fakat MDB grubu ile AB grubu arasında (p=0,417) ve AB ile sağlıklı

28

kontrol grubu arasında (p=0,126) anlamlı fark saptanmadı. Benzer Ģekilde HADÖ-dep MDB grubunda kontrol grubuna göre anlamlı daha yüksekti (p=0,000); fakat MDB ile AB grubu arasında (p=0,091) ve kontrol ile AB grubu arasında (p=0,371) anlamlı farklılık saptanmadı. Tüm grupların EDSDÖ ve HADÖ puanlarının karĢılaĢtırılmasına tablo-4.3‘te yer verildi.

Tablo-4.3: Major depresyonu olan (MDB), anksiyete bozukluğu olan (AB) ve herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan sağlıklı kontrol (Kontrol) grupları arasında depresyon ve anksiyete ölçek puanlarının karĢılaĢtırılması

Kontrol (n=93) MDB (n=25) AB (n=18) F p EDSDÖ, ort ± SD HADÖ-ank, ort ± SD HADÖ-dep, ort ± SD 5,09 ±3,90 4,45 ±2,84 4,08 ±2,69 9,16±4,70 7,20±3,90 7,04±3,31 7,05±3,88 6,00±2,89 5,11±3,67 10,457 8,686 9,999 0,000* 0,000* 0,000*

SD= Standart Deviasyon, MDB= Major Depresyon olan grup, AB= Anksiyete

Bozukluğu olan grup, Kontrol= Herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan sağlıklı kontrol grubu

EDSDÖ: Edinburgh doğum sonrası depresyon ölçeği,

HAD-ank :Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği-anksiyete alt ölçeği, HAD-dep: Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği-depresyon alt ölçeği F= Anova, *=p<0,05

29

5.TARTIġMA

Bu çalıĢmada gebelik dönemindeki psikiyatrik bozuklukların fetüsün nöral geliĢiminde önemli olan nörotrofik ve nöroinflamatuar faktörler üzerine ve intrauterin büyüme üzerine etkilerini ortaya koymayı hedefledik. ÇalıĢmamızın ana bulgusu olarak, neopterin ve FGF-2 seviyesinin gebeliğinde AB‘si olan annelerin infantlarının kord kanında sağlıklı kontrol grubu ve MDB olan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek ve AB olan annelerden doğan bebeklerin boylarının kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde daha kısa saptadık. Bizim bildiğimiz kadarıyla bu çalıĢma, klinik popülasyonda maternal psikiyatrik bozukluğun nörotrofik ve nöroinflamatuar faktör düzeylerine etkisi açısından MDB, AB ve sağlıklı kontrol grubunun karĢılaĢtırıldığı ilk çalıĢmadır.

ÇalıĢmamızın önemli bir bulgusu, AB olan grupta kord kanı FGF-2 seviyesinin MDB grubuna ve kontrol grubuna göre anlamlı oranda yüksek olmasıydı(p=0,000). FGF-2‘nin nöral yaralanmaya cevaben nöral onarımda olduğu gibi nöronal koruma ve geliĢimde de önemli rolü olduğu gösterilmiĢtir (182, 183). FGF-2, rat beyninde nörogeliĢim esnasında eksprese olur ve protein ve mRNA‘sı postnatal direfansiyasyon, aksonogenez ve sinaptogenez aĢamasında önemli oranda artar(184). Preklinik çalıĢmalar FGF-2‘nin eriĢkin yaĢamda anksiyete benzeri davranıĢların düzenlenmesinde ve hipokampüs geliĢiminde anahtar bir role sahip olduğunu ve anksiyete bozukluklarının tedavisinde potansiyel hedef olabileceğini göstermektedir (185). Yine Turner ve ark, rat beynine tek doz FGF-2 enjekte etmiĢler ve bu ratların anksiyete benzeri davranıĢlarında uzun dönemli azalma tespit etmiĢlerdir (185). Stres ve FGF-2 iliĢkisi üzerine yapılan çalıĢmalar daha çok preklinik düzeydedir. Fumagalli ve ark, prenatal strese maruziyetin ratların prefrontal korteksinde bazal FGF-2 ekspresyonunu azalttığını ve bu ratların yetiĢkin dönemde stres duyarlılığının değiĢtiğini ortaya koymaktadır (123). Turner ve ark, sosyal yenilgiyi takiben hayvanların beyninde hipokampüsün çeĢitli bölgelerinde FGF-2‘nin downregüle olduğunu tespit etmiĢlerdir (110). Bizim çalıĢmamızda annelerinde anksiyete bozukluğu olan bebeklerin kord kanında FGF-2 seviyesinin yüksek çıkması strese maruziyet süresiyle iliĢkili olabilir. ÇalıĢmamızda anksiyete bozukluğu grubunun çoğunu YAB olan gebeler oluĢturmaktaydı. ÇalıĢmamız özellikle klinik

30

popülasyonda maternal anksiyete ve FGF-2 seviyesi arasındaki iliĢkiyi inceleyen ilk çalıĢma olma özelliğindedir. YAB grubu sürekli ve pek çok farklı alanlarda kronik anksiyetesi olan kiĢileri temsil etmektedir. Dolayısıyla bu kiĢilerde kronik stres maruziyetine yanıt olarak bebeğin kord kanı FGF-2 seviyesi artmıĢ olabilir. Aynı zamanda preklinik çalıĢmalarda genellikle beyin dokusunda FGF-2 seviyesi genetik analizlerle tespit edilmiĢ olup, bizim çalıĢmamızda ise farklı olarak ELISA yöntemiyle serum FGF-2 seviyesi ölçülmüĢtür. Dolayısıyla sonuçların farklı olması kullanılan yöntemlerin farklılığından da kaynaklanıyor olabilir.

Depresyon ve FGF-2 arasındaki iliĢkiyi gösteren çalıĢmalar farklı sonuçlar ortaya koymuĢtur. Postmortem çalıĢmalar ve hayvan deneyleri antidepresan tedavinin beyinde FGF-2 üretimini indükleyebileceğini göstermektedir (109, 186). Diğer bir çalıĢma MDB komorbiditesi olan borderline kiĢilik bozukluklu bireylerde farmakoterapinin FGF-2 seviyesini artırdığını ortaya koymuĢtur (187). Molteni ve ark, kortikosteroidlerin, deksametazonun ve akut stresin hipokampüste FGF-2 seviyesini artırdığını ortaya koymuĢlardır (124). Bizim çalıĢmamızda MDB‘si olan anneler herhangi bir antidepresan kullanmıyordu ve bu annelerin bebeklerinin kord kanında FGF-2 seviyesi kontrol grubuna kıyasla düĢüktü; fakat istatistiksel olarak anlamlılık yoktu. Bu durum depresyona maruziyetin süresiyle iliĢkili olabilir.

BDNF beyinde en yaygın eksprese olan ve psikiyatrik bozukluklarla iliĢkisi en çok incelenen büyüme faktörlerinden biridir (188, 189). Preklinik çalıĢmalarda stresin, hipokampüste 5-HT2 reseptör aktivasyonu üzerinden ve/veya kortikosteroidler aracılığıyla BDNF gen ekspresyonunda azalmaya yol açtığı gösterilmiĢtir (190). Uğuz ve ark, YAB olan anne bebeklerinde serum BDNF seviyesinin kontrol grubuna göre daha düĢük olduğunu bildirmiĢlerdir (191). Birçok çalıĢma depresyonu olan bireylerde serum BDNF seviyesinin azaldığını bildirmektedir (192, 193). Yine depresyonu olan bireylerin post-mortem analizleri hipokampus ve prefrontal kortekste BDNF seviyesinin azaldığını göstermektedir (115, 194). Antidepresan tedavi alan hastalarda ise BDNF seviyesinde artıĢ bildiren çalıĢmalar olduğu kadar herhangi bir değiĢiklik bildirmeyen çalıĢmalar da mevcuttur (195). Deneysel olarak kronik strese maruz bırakılan ratlarda ise BDNF mRNA değiĢiklikleriyle ilgili veriler tutarlı değildir (196, 197). Bütün bu veriler BDNF seviyesinin büyük oranda dinamik olabileceğini göstermektedir. Yapılan

31

bir derleme çalıĢma, BDNF ile glukokortikoid seviyesinde dalgalanmalar arasındaki iliĢkiye dikkat çekmiĢ ve BDNF seviyesinin sadece stresin akut ya da kronik olmasına bağlı olmadığını aynı zamanda strese maruziyetin uygulandığı döneme de bağlı olduğunu ve farklı beyin bölgeleri arasında farklılıklar gösterdiğini ortaya koymaktadır (198). Bizim çalıĢmamızda BDNF seviyesinin MDB, AB ve sağlıklı kontrol grubu arasında anlamlı farklılık göstermemesi farklı maruziyet dönemlerinden kaynaklanıyor olabilir. Ayrıca biz gebelik döneminde geçirilmiĢ depresyonun Ģiddetini değerlendirmedik ve bu durum depresyonun Ģiddetiyle de iliĢkili olabilir.

NT-3 BDNF‘ye benzer Ģekilde nöronların büyüme ve geliĢmesinden, hayatta kalmasından sorumludur; fakat BDNF ile kıyaslandığında NT-3‘le ilgili veriler oldukça sınırlıdır. Deneysel çalıĢmalarda stresin, hayvan beyninde NT-3 gen ekspresyonunu azalttığını gösteren bulgular olduğu gibi arttırdığını gösteren bulgular da mevcuttur (199). Bildiğimiz kadarıyla literatürde bulgumuzu karĢılaĢtırabileceğimiz anksiyete bozukluklarının NT-3 üzerine etkisini gösteren bir çalıĢma yoktur. Wysokiński, araĢtırmasında Ģizofreni ve sağlıklı kontrol grubu arasında NT-3 seviyesinin farklılık göstermediğini; fakat komorbid depresyonu olan Ģizofreni hastalarında NT-3 seviyesinin daha yüksek olduğunu göstermiĢtir (121). Unipolar ve bipolar depresyonu olan hastalarla yapılan çalıĢmalarda NT-3 seviyeleri farklılıklar göstermektedir. Bazı çalıĢmalar depresyonu olan bireylerde NT-3 seviyesinin arttığını gösterirken, bazı çalıĢmalara göre NT-3 ekspresyonu azalmıĢtır (101, 200). Önceki bir çalıĢmada, Munkholm ve ark tüm duygudurum dönemlerinde bipolar bozukluğu olan bireylerle sağlıklı kontrol grubu arasında NT-3 seviyesinin farklılık göstermediğini bildirmiĢlerdir (201). Bizim çalıĢmamızda da bu bulguyla uyumlu bir Ģekilde AB olan grupta NT-3 seviyesinin MDB‘si olan ve herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan sağlıklı kontrol grubuyla benzer olduğunu tespit ettik.

Son yıllarda psikiyatrik bozukluklarda immün sistem aktivasyonunu gösteren bulgular giderek artmaktadır. Stres maruziyetine immün cevabı düzenleyen temel immünoregülatör yolağın HPA aksı olduğu düĢünülmektedir (202). Aynı zamanda kronik strese maruziyetin glukokortikoid reseptör adaptasyonunu ve duyarlılığını etkilediği ortaya konmuĢtur (203). Strese maruziyetin süresi de immün yanıtın belirlenmesi açısından önemli görünmektedir

32

(204). Stres ve inflamatuar sistem arasındaki iliĢkinin en çok araĢtırıldığı ve bu anlamda bilgi birikiminin en fazla olduğu özgül alan majör depresif bozukluktur. Buna rağmen anksiyete bozuklukları ve inflamatuar sistem arasındaki iliĢki yeterince incelenmemiĢtir. Psikiyatrik bozuklukların kronik stres etkeni olduğu düĢünüldüğünde, bu çalıĢmada gebelerde anksiyete bozuklukları ve depresyon gibi psikiyatrik durumların, immün sistem aktivasyonunun önemli göstergelerinden olan neopterin ve TNF-alfa aracılığıyla fetal dolaĢımdaki inflamatuar faktörleri etkileyebileceği hipotezi test edilmeye çalıĢıldı. Neopterin, hücresel immün aktivasyon sonucunda öncelikli olarak T hücrelerinden salınan bir pteridin türevidir ve neopterin ölçümleri hücresel immün cevabın izlenmesini sağlamaktadır (205). Psikiyatrik hastalarda neopterin ile ilgili yapılan çalıĢmalar farklı sonuçlar ortaya koymuĢtur. Korte ve ark, akut Ģizofrenisi olan 29 hastanın neopterin seviyesini incelemiĢler ve kontrol grubuyla kıyaslandığında Ģizofrenisi olan hastalarda neopterin seviyelerini belirgin olarak yüksek bulmuĢlardır (171). Ülkemizde Kuloğlu ve ark, anksiyete ve duygudurum bozukluklarının biyolojik belirtilerini içermesi açısından heterojen bir grup olan OKB‘li hastalar ve kontrol grubunu kıyasladıkları bir çalıĢmada iki grup arasında neopterin düzeyi açısından anlamlı farklılık olmadığını ortaya koymuĢlardır (175). Bununla beraber Atmaca ve ark‘nın yaptıkları bir çalıĢmada, PTSB olan ve olmayan grup karĢılaĢtırılmıĢ ve PTSB olan grupta neopterin seviyesinin anlamlı düzeyde düĢük olduğu bildirilmiĢtir (174). Biz çalıĢmamızda, AB olan annelerin bebeklerinin kord kanında MDB olan ve herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan gruba göre neopterin seviyesini anlamlı düzeyde yüksek bulduk. Bulgumuz literatürde psikolojik strese yanıt olarak inflamatuar yanıtın arttığı (204) bilgisiyle uyumludur. ÇalıĢmamızda AB grubunun daha büyük bir kısmı YAB (n=10)‘den oluĢmak üzere OKB dıĢındaki anksiyete bozukluklarını da içermekteydi ve çalıĢmaya alınan bireyler arasında PTSB tanısı olan katılımcı yoktu. Akiskal, YAB‘u olan bireylerin aslında sürekli endiĢeye yatkın bir mizaçları olduğu ve bu bozukluğun anksiyöz mizaç tipi olarak tanımlanabileceğini ileri sürmüĢtür (206). Klinik olarak da bu kiĢilerin geçmiĢten kaynaklanan ve geleceğe odaklanmıĢ sürekli bir anksiyete halinde olduklarını gözlemlemekteyiz. Dolayısıyla bulguların farklı olması, bizim çalıĢmamızda anksiyeteye maruziyetin daha uzun süreli olmasından kaynaklanıyor olabilir. Bildiğimiz kadarıyla mevcut çalıĢma, annesinde anksiyete bozukluğu olan bebeklerin kord kanında neopterin düzeyini

33

gösteren ilk çalıĢmadır. Ġmmünolojik mekanizmaların nöronal hücre migrasyonu, aksonal geliĢim ve sinaps formasyonunda önemli rolleri olduğu gösterilmiĢtir ve bu açıdan çalıĢmamız, maternal psikiyatrik bozukluğun fetüsün nöral geliĢimine neopterin seviyesindeki değiĢiklikler üzerinden olumsuz etkisi olabileceğinin bir göstergesi olabilir (207).

Bolu ve ark, MDB hastalarında tekrarlayan atakların ilk ataktan farklı olarak neopterin düzeyinin artması ile sonuçlandığını göstermiĢlerdir (208). O‘Toole ve ark ise sağlıklı kontrollerle karĢılaĢtırınca depresyonu olan hastalarda neopterin seviyesinde hafif baskılanma bildirmiĢler ve neopterinin depresif epizodun süresi ve ciddiyeti için faydalı bir belirteç olmadığını öne sürmüĢlerdir (209). Biz de çalıĢmamızda, MDB olan grupta kontrol grubuna göre bebeğin kord kanında neopterin düzeyini anlamlı olmasa da düĢük saptadık. Ancak neopterin maternal depresyon iliĢkisini değerlendiren daha ileri çalıĢmalara ihtiyaç vardır.

Ġnflamatuar faktörlerden TNF-alfa ve psikiyatrik bozukluklar arasındaki iliĢki yaygın bir Ģekilde incelenmiĢtir. Bununla beraber çalıĢmaların çoğu duygudurum bozukluklarını içermektedir. Depresif bireylerle sağlıklı kontrolleri karĢılaĢtıran bir metaanaliz çalıĢmasında depresyonu olan bireylerde TNF-alfa seviyesi daha yüksek bulunmuĢtur(143). Bununla beraber bazı çalıĢmalarda inflamatuar markırların depresif semptomların ciddiyetiyle alakalı olabileceği öne sürülmüĢtür (210, 211). Bizim çalıĢmamızda da MDB olan grup diğer gruplarla karĢılaĢtırıldığında gruplar arasında TNF-alfa düzeyi açısından belirgin farklılık saptanamamıĢ olması, MDB olan grupta depresyon Ģiddetiyle iliĢkili olabilir. Öte yandan anksiyete bozukluklarında TNF-alfa seviyesini inceleyen çalıĢmalardan elde edilen bulgular farklılık göstermektedir (212, 213). Bizim bulgumuza benzer Ģekilde, Gray ve Bloch‘un yaptığı bir metaanaliz çalıĢmasında, OKB‘si olan ve olmayan gruplar arasında TNF-alfa düzeyleri açısından anlamlı farklılık olmadığı bildirilmiĢtir (214). Öte yandan Arranz ve ark, anksiyöz kadınlarda TNF-alfa seviyesinin arttığını ortaya koymuĢlardır (215). Bizim çalıĢmamızdan farklı olarak, Uğuz ve ark, OKB‘si olan anne bebeklerinin kord kanında TNF-alfa seviyesinin arttığını göstermiĢlerdirr(169). ÇalıĢmaların sonuçları arasında farklılıklar olması anksiyete bozukluğu olan gebe kadınlarda TNF-alfa etkilenmesinin henüz net olarak aydınlatılamamıĢ olduğunu ve bu alanda daha net sonuçlar elde edilebilmesi için ileri çalıĢmalara ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

34

Maternal psikiyatrik bozuklukla preterm doğum, düĢük doğum ağırlığı, düĢük gestasyonel yaĢ arasında iliĢki bildiren çalıĢmalar vardır (58, 216, 217). Uguz ve ark, maternal depresif bozukluğu ve özellikle de panik bozukluğu olan anne bebeklerinde düĢük doğum ağrılığı bildirmiĢlerdir(218). Schetter ve Tanner, özellikle maternal anksiyete bozukluğunun, gebelik döneminde yaĢanan stres ve depresyona göre fetal büyüme ve fetal nörogeliĢim üzerinde daha güçlü etkileri olduğunu ortaya koymuĢtur (52). Biz çalıĢmamızda incelediğimiz parametreleri etkileyebileceği için düĢük doğum ağırlığı ve pretem doğumu olan gebeleri dıĢladık. ÇalıĢmamızda AB olan gebelerin bebeklerinde bebek boyu kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düĢüktü; fakat doğum kilosu ve baĢ çevresi açısından 3 grup arasında anlamlı farklılık yoktu. Sjöström ve ark, bizim

Benzer Belgeler