• Sonuç bulunamadı

2.4. Âl-i İmrân Sûresinin Kıraât İlmi Açısından Değerlendirilmesi

2.4.3. Ale’l-Mustevâ’n-Nahvî – Sentaks Açısından Farklılıklar

2.4.3.2. Vakf ve İbtidâ

Sözlükte durma, duraksama, yarıda bırakma, kesme, bitirme, sona erdirme ve okuyuşta kelimenin üzerinde durma anlamlarına gelmektedir.311

Terim olarak Kur’ân okurken lafız ve manayı gözeterek durmak312 ve okumaya tekrar başlamak üzere nefesle birlikte sesin kesilmesini ifade eder. Bu şekilde kıraatı kesmeye vakf denilmektedir. Vasıl halinde vakıf yapılmaz. Bu sebeple kelime ortasında sekte mümkün olurken vakıf ise ancak kelime sonunda yapılabilir.313

“Sözlükte “başlamak, bir şeyi ilk defa yapmak” anlamındaki َأَدَب kökünden türeyen ibtidâ314 ise vakfın karşıtı olup “ilk defa okumaya başlamak, vakftan sonra kıraate devam etmek için tekrar başlamak” demektir.”315

308 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, c. III, s. 55.

309 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, c. III, s. 55; Cârullah ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, III. Baskı, neşr. Dâru’l-Kitâbi’l-

Arabî, Beyrût 1407, c. I, s. 343; Fahruddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb (et-Tefsiru’l-Kebir), Dâr İhyâi’t-Turâsi’l- Arabî, Beyrût 1420, c. VII, s. 164; Mekkî b. Ebû Tâlib, Müşkilu i’râbi’l-Kurân, c. I, s. 151; İbn-i Hâleveyh, Muhtasar fî Şevâzi’l-Kur’ân, s. 26; Zeccâc, Meâni’l-Kur’ân, c. I, s. 384; Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, Ruhu'l Meani fi Tefsiri'l Kur'ani'l Azim, thk. Ali Abdü’l-Bâri Atiyye, Dâru’l-Kitâbi’l-ilmiyye, Beyrut 1415, c. II, s. 98; Abdullatîfu’l-Hatîb, Mu'cemu'l-Kıraât, c. I, s. 456.

310 Nehhâs, İ’râbu’l-Kur’ân, c. I, s. 190. 311 Güneş, Arapça Türkçe Sözlük, s. 1322-1323.

312 Çetin, “Vakf ve İbtidâ”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), c. XLII, s. 461. 313 Öztoprak, Kur’ân Kıraâtı, s. 64.

314 Güneş, Arapça Türkçe Sözlük, s. 56-57. 315 Çetin, “Vakf ve İbtidâ”, c. XLII, s. 461.

“Bir bilim dalı olarak vakf ve ibtidâyı “Kur’an okurken lafız ve mânanın uygun olduğu yerlerde durmayı ve ardından başlamayı sağlamak amacıyla gerekli bilgileri veren ilim” şeklinde tanımlamak mümkündür. Vakf ve ibtidâ, Kur’an’ın i‘câzının gösterilebilmesi ve kastedilen mânanın doğru anlaşılabilmesi için dikkat edilmesi gereken bir husustur.” 316

Şunu ifade edelim ki vakıf alametleri için iki yol takip edilmiştir. Bunlardan birincisi Ebu’l-Alâ (v.569/1173) 317 tarîkıdır. İkincisi ise Secâvendî’nin (v. 560/1165) 318 tarîkı ve ortaya koymuş olduğu rumuzlardır.

Vakıf işaretlerinden olan “ م ”, Secâvendî’ye (v. 560/1165) göre vakf-ı lâzım işaretidir. Bu işaret nerede gelirse orada vakfetmek lazımdır. Durulmadığı takdirde mana bozulur denilmektedir. “ م ” işareti, Kur’an-ı Kerim’de 84 yerde bulunmaktadır.319 Ebu’l-Âlâ’ya göre ise vakıf işaretlerinden olan “م” “el-vakfu’t-tâm” olarak adlandırılmış ve bir kelimede kelam tam olup daha sonrasının lafzen ve manen ona taalluku olmayan yerlerde gelen işaret olarak kullanılmıştır.320 Bu durumda şu an elimizdeki mushaflarımızda ayetin bu noktasında bulunan “م” durağı Ebu’l-Âlâ’ya göre lüzumu açısından, Secâvendî’ye göre de cümlenin bu şekilde tam oluşundan dolayıdır.

Kısaca verdiğimiz bu bilgilerden sonra Nehhâs’ın “Vakf ve İbtidâ” konusundaki örneğine göz atalım.

2. Âyet: …. انِ ب َر ِد نِع نِم ٌّلُك ِهِب ا نَمآ َنوُلوُقَي ِم لِع لا يِف َنوُخِسا رلا َو ُه للا لاِإ ُهَليِو أَت ُمَل عَي ام َو

Kur’an muhkem ve müteşâbih âyetlerden oluşmaktadır. Sahâbi ve tâbiînden itibaren İslâm âlimlerinin çoğu müteşâbihâtın te’vilini Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini kabul ederken bir kısmı da ilimde derinleşenlerin bu mânayı bilebileceği kanaatini taşımıştır. Kaynaklarda, söz konusu iki görüşün taraftarları müteşâbihâta dair âyette yer alan “ هليوأت ملعي امو ملعلا يف نوخسا رلاو هللا لاإ” kısmının cümle kuruluşunu farklı şekillerde anlamışlardır. 321

Bir görüşe göre müteşâbihâtı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini söyleyenler “ve’r-râsihûne” diye başlayan kısmı ibtidâ görerek yeni bir sözün başlangıcı kabul ederler. Bu durumda ayet: “Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona

316 Çetin, “Vakf ve İbtidâ”, c. XLII, s. 461.

317 Tam adı, Hasan b. Ahmed b. Muhammed b. Sehl Ebu’l-Âlâ el-Hemzânî el-Attardır. Bk. ibnu’l-Cezerî,

Ğâyetü’n-Nihâye fî Tabakâti’l-Kurrâ, c. I, s. 204-206.

318 Tam adı, Muhammed b. Tayfûr Ebû Abdullah es-Secâvendî el-Ğaznevîdir. Nahivci ve müfessirdir. Bk.

Ğâyetü’n-Nihâye fî Tabakati'l-Kurrâ, c. II, s. 157; Tayyar Altıkulaç, “Secâvendî, Muhammed b. Tayfur”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), c. XXXVI, s. 268-269.

319 Demirhan, Ünlü, Kur’an’ı Kerim’in Tecvidi, Ankara Üni. İlahiyat Fak. Yayınları. 1971, s. 92. 320 Ünlü, Kur’an’ı Kerim’in Tecvidi, s. 90.

inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”

mealindedir.

Diğer bir görüşe göre okuyanlar هللا kelimesine atıf sûretiyle bağlandığını ileri sürerler. Bu görüşe göre ilimde derinleşmiş olanlar da müteşâbihâtın yorumuna vâkıf olabilir.322 Bu durumda âyet: “Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler.

Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” Mealindedir.323

Nehhâs, bu ayet hakkında ikinci görüşü benimsediğini şu izahla ortaya koymaktadır: َنوُخِسا رلا َو Allah azze ve celleye atıftır. Hakkında söylenecek en güzel söz budur; çünkü Allah onları “İlimde rusûh sahibi” olmalarıyla methetmiştir. Eğer cahil iseler Allah onları nasıl oluyor da methediyor? 324

Nehhâs, bu konuda özetle şöyle diyor: “Bu durum bize İbn Abbâs’ın mushafındaki 325 ملعلا يف نوخسارلا لوقيو هللا لاإ هليوأت ملعي امو (altı çizili) ziyadesini hatırlatıyor. Ancak bu kıraat sahih olmakla birlikte bizim okuduğumuz mushafa muhaliftir. Bundan dolayı da delil teşkil etmez.”

Nehhâs’ın görüşüne göre birinci cümle ملعلا يف kelimesiyle bitmekte, ikinci cümle ise َنوُلوُقَي kelimesiyle başlamaktadır. İncelemekte olduğumuz eserimizde işaret edilen Ferrâ’nın (v.207/822) Meâni’l-Kur’ân’ına326 baktığımızda ise birinci cümlenin ُهّٰللا لاِا ile bittiği, ikinci cümlenin ise َنوُخِسا رلا َو ile başladığı ifade edilmektedir. Bu da genel olarak mushaflarda okuduğumuz şeklidir ki vakıf-ı lazım işareti olan “ م ” ile tespit edilmiştir.327

ۚاَنِ ب َر ِد نِع نِم ٌّلُك َ۪ۙهِب ا نَم ا َنوُلوُقَي ِم لِع لا يِف َنوُخِسا رلا َو ُهّٰللا لاِا َُٓهَلي ۪و أَت ُمَل عَي اَم َو okuduğumuz mushaflarda vakıf işaretlerinden “ م ” vakf-ı lâzım işareti bulunduğundan dolayı yaygın olan görüş de bu şekildedir, diyebiliriz.