• Sonuç bulunamadı

Vahdeti Vücudun Çelişkileri 1.Her dil tevhidin dilidir

İBNİ TEYMİYYE'NİN ANLAYIŞ

4. İBNİ TEYMİYYE'NİN HULÛL VE İTTİHAD GÖRÜŞÜNDE OLANLARI TEKFİRİ

4.4. Vahdeti Vücudun Çelişkileri 1.Her dil tevhidin dilidir

“…‘Tevhidin dili yoktur ve aslında bütün diller O’nun dilidir.’ sözüne gelince bu da vahdet-i vücutçuların sözlerindendir ve küfür olmasına ek olarak çok çelişkili bir sözdür de. Çünkü İslam dinince zorunlu olarak bilinmesi gereken hususlardan biri, şirk dilinin, tevhid dili olmadığı ve: ‘Tanrılarınızı bırakmayın, ne Vedd’i ne Suva’ı ne de Yeğûs’u, Yeûk’u ve Nesr’i bırakmayın.’273 ‘Biz bunlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.’274 ‘Biz senin sözünle tanrılarımızı terk edecek değiliz ve biz sana inanacak değiliz. Seni tanrılarımızdan biri fena çarpmış!’275 ‘Onu yakın,

271 İbni Teymiyye, Hapishane Mektupları, s. 71 272 İbni Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, II.288 273 Nuh, 71/23

274 Zümer, 39/3 275 Hûd, 11/53–54

tanrılarınıza yardım edin.’276 diyen müşriklerin bu söylediklerinin tevhid dili

olmadığıdır…”277

2.Allah ve mahlûkat birdir, ikilik yok

“…Allah ile bütün mahlûkatı birbirinin aynı sayıyorlar; yalnız Allah’ın layık olduğu ibadet ve taata bütün varlıklar içinde hak tanıyorlar. Çünkü bunlar bütün mahlûkatın vücudunu Allah’ın bizzat kendisi olarak kabul ediyorlar. Bu ise âlemlerin rabbi Allah’a karşı en büyük küfür ve inkârdır. Bunların küfürleri o mertebeye çıkıyor ki; hem abd ve hem de mabud olmak üzere, Allah’ın kulu olduklarını inkâr duruma düşüyorlar. Zira kendi nefislerinin bizzat Hakk’ın kendisi olduğuna inanıyorlar.

Bu hususu, tağutları olan “Füsusu’l-Hikem” yazarı Muhyiddin Arabî (v.638/1240) ve İbni Seb’in (v. 669/1270) gibi iftiracı mülhitler apaçık söylüyorlar ve kendilerinin bizzat hem abidler ve hem de mabudlar olduklarını iddia ediyorlar. Bu telakki, ne kevni ve ne de dînî bir hakikatin müşahedesi değildir. Belki bu, Halik’ın vücudunu mahlûkun vücudu saydıkları ve her türlü güzel ve çirkin sıfatları Halik’ın ve mahlûkun sıfatı kabul ettikleri için, kevni hakikatın müşahedesinden sapmak ve körleşmektir. Çünkü bunlara göre; bir şeyin vücudu, aynı şekilde ayrı şeylerin de vücududur. Yani Allah’ın vücudu aynı zamanda mahlûkun vücududur diyorlar. Mevcudun vücudu bir olunca, yani; ister Allah’ı mahlûkun kendisi, ister mahlûku Allah’ın aynısı olarak kabul ederek, varlığı bir adet kabul ettiği için Allah’ı inkâr etmiş olur…”278

“…Diyorlar ki: “O hala birdir, ortada asla bir başkası (gayr) yoktur. Taaddüd (birden fazla varlığın olması) hicâb (perde) itibariyledir. İş açığa çıkınca benim, O’nun ben ve her şeyin Allah olduğunu göreceksin.” Bu sözler ister mutlak birliği, ister mutlak vahdet-i vücudu (yani muayyen varlıklardaki

276 Enbiyâ, 21/68

277 İbni Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, II.343 278 İbni Teymiyye, Kulluk, s. 28

birliği değil de varlığın hepsindeki birliği), isterse âyân-ı sâbitenin (ideaların) yokluk halindeki durumu dışında bir vahdet-i vücûdu kasdetmiş olsunlar, fark etmez. Bunlar ve buna benzer şeyler kâfir ve sapık görüşlerdir…”279

3.Bir olan tevhidi bilir

“…Bu ve diğer örnekler o zatın sözünün batıl olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü o zat şöyle diyor: ‘Ancak ‘bir’ olan tevhidi bilir ve tevhidi anlatmak doğru değildir. Çünkü tevhid, ancak başkası vasıtasıyla ifade edilebilir ki, her kim başkasını kabul ederse, onun tevhidi yoktur.’

Bu söz -küfür olmakla birlikte- çelişkilidir. Çünkü: ‘Ancak bir olan, tevhidi bilir.’ Sözü, ortada tevhidi bilen birinin varlığıyla ve bilmeyen başka birinin varlığını kaçınılmaz kılıyor ki bu, tevhidi bilen ile bilmeyeni birbirinden ayırmadır …”280

4-Ne kul vardır ne ma’bud

“…‘Allah: ‘İki tanrı tutmayın. O, ancak tek Tanrıdır’ dedi.’281 ‘Bil ki, Allah’tan başka Tanrı yoktur.’282 ayetleriyle benzer, ayetlerde olduğu gibi. Yukarıdaki önermenin ikinci öncülü olan:’ Oysa insanlar insaf ile bakacak olsalar ne kul görürler, ne de ma’bûd.’ Sözüne gelince: -küfür ve ilhadın ta kendisi olmakla birlikte- çelişkili bir sözdür. Eğer ortalıkta ne kul, ne de ma’bud yoksa ve hepsi bir ise; hepsi Allah olduklarına göre insafla bakmayanlar kimlerdir? O zaman insafla bakmayanlar Allah değiller. Olmayınca da ister istemez başka (gayr) kabul edilmiş olmaktadır. Sonra küfürlerine göre bu sözü yorumlamış ve insafla bakmayanın da Allah olduğunu söylemişlerdir.283

279 İbni Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, II.416 280 İbni Teymiyye, a.e, s. 344

281 Nahl, 16/51 282 Muhammed, 47/19

5-Allah’tan başkasına kulluk etmek mümkün değil

“…Dediklerine göre onlar Allah’tan başkasına ibadet etmiyorlarmış. Zaten Allah’tan başkasına ibadet etmek tasavvur olunamazmış. Putperestler Allah’tan başkasına ibadet etmemişler. Allah Teâlâ’nın “Rabbin kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretti.”284 ayetinde “gaza” fiilinden “hüküm” anlaşılırmış. Yani bu ayet gerçeğin tespiti imiş. Emir ifade etmezmiş. Her ma’budda yalnız Allah’a ibadet edilirmiş. Çünkü Allah, vâkî olmayan bir şeye hükmetmezmiş.

Derler ki, Allah’a davet aldatmacadan ibarettir, dalaveredir, davet edileni kandırmaktır. Çünkü ta baştan böyle bir şey yok değildir ki sonra ona çağırılsın. (Yani zaten herkes Allah’a tapmıyor ki biz Allah’a çağıralım.) Nûh (a.s.)’un kavmi de zaten “İlahlarınızı bırakmayınız, Vedd’i bırakmayınız, Suva’ı da…”285 dediler. Çünkü bunlara tapmayı bıraksalardı, bıraktıkları kadar Hak’tan ayrılmış olurlardı. Çünkü Hakk’ın her ma’budda bir yön (varlığından bir parçası) vardır ki onu bilen bilir, inkâr eden de inkâr eder. Ayrılık ve çokluk maddi surette organların, ruhî sîrette ise manevî güçlerin ayrılığı ve çokluğu gibidir. Onların arif olanları, kime ibadet ettiğini ve hangi surette ibadet ettiğini biliyorlardı.

Cahil, “bu bir taştır, ağaçtır” der. Arif ise, “Allah’ın mazharıdır (tecellîgâhıdır), ta’zîm edilmesi gerekir.”, der ve her şeyi böyle görür. Hristiyanlar kâfirdirler, çünkü bu görüşü tahsis etmişler (sadece İsâ için Allah demişlerdir.) Putperestler de Allah’ın sadece bazı mazharlarına (tecellîgâhlarına) ibadet edip, ilahlığı bazı şeylere hasretmeleri açısından hata etmişlerdir. Arif ise her şeye ibadet eder.

284 İsrâ, 17/23

Allah da her şeye ibadet eder. Çünkü eşya isim ve ahkâm olarak Allah’ın gıdasıdır. Allah ise varlık olarak (varlığıyla) onların gıdasıdır. Allah eşyaya, eşya Allah’a muhtaçtır. O bu anlamda her şeyin dostudur. Ayrıca Allah’ın esma-i hüsnasını varlık ile sübût arasında sadece bir nisbet (bir münasebet) olarak görüyorlar, yok saymıyorlar. Diyorlar ki Allah’ın esma-i hüsnasından Aliyy (yüce) ismi var.

Ama neden Aliyy; ortada O’ndan başkası yok ki? Neye karşı Aliyy; başkası yok ki? O halde müsemmâ (bu ismi alan) muhdes (kendilerine varlık verilen) lerdir. Onlar zatları sebebiyle yücedirler ve O’ndan başka bir şey değildirler. O kendinden başkasını nikâh etmemiş, boğazlamamıştır. Konuşan, dinleyen hep aynı varlıktır.

Musâ, Harun’u dar görüşlü ve kapasitesi yetersiz olması sebebiyle milletin buzağıya ibadet etmesine mani olduğu için azarlamıştı. Musa’nın kapasitesi ilim bakımından Harun’dan daha genişti. Onların (buzağıya taparken) Allah’tan başkasına tapmadıklarını bildiğini, en yücenin hevasına tapan olduğunu, ilah olarak hevasını seçenin aslında Allah’tan başkasına ibadet etmediğini söylerler. Onlara göre Fir’avun en büyük ariflerden biridir. Nitekim sihirbazlar onun , “Ben sizin en yüce Rabbinizim.”286 ve “Sizin için benden başka ilah bilmiyorum.”287 sözlerini tasdik etmişlerdir…”288

6.Puta tapmak değil, sadece puta tapmak hatadır

“…Puta tapanlar her şeye ibadet etmiş olsalardı, hata etmemiş ve küfre gitmemiş olacaklardı. Yine onlara göre, hakikatlara vakıf olan ariflerin puta tapmaları kendilerine bir zarar vermezmiş! İşte bu tip inanışlar ve hele bu inanışları ilan etmeler, sadece küfür değil, aynı zamanda büyük birer de çelişki örnekleridir. Çünkü bir tek soru çelişkilerini ortaya dökmeye yeterlidir.

286 Naziat, 79/24

287 Kasas, 28/38

“Peki! Hata eden kimdir ve neye göre hata işlemiştir?”

Onlar daha da ileri gidip şöyle demektedirler: “Cenab-ı Hak, mahlûkta olan bütün noksan sıfatlarla, sıfatlanandır.”…Onlar bu küfür sözlerini sarf ederken, bir türlü de kendilerini çelişkiden kurtaramamaktadırlar. Çünkü hislerle de, akılla da, herkesçe bilinen bir gerçek vardır; bu gerçek de, O’nun, o olmadığıdır…”289