• Sonuç bulunamadı

Vahdeti Vücud Görüşünü Tekfir

İBNİ TEYMİYYE'NİN ANLAYIŞ

4. İBNİ TEYMİYYE'NİN HULÛL VE İTTİHAD GÖRÜŞÜNDE OLANLARI TEKFİRİ

4.3. Vahdeti Vücud Görüşünü Tekfir

İbni Teymiyye, vahdet-i vücudçuların kanaatleriyle Fir’avun’un izlediği yolun gerçekte aynı olduğunu, her şeye ibadet edilmesini caiz gördüklerini, neye olursa olsun, ibadet edenin aslında Allah’a ibadet etmiş olduğunu, bu kâinatın O’nun parçalarından biri yahut sıfatları olduğunu,260 imanın üç temelini yıktıklarını261 bunun için kâfir olduklarını şu sözlerle ortaya koyar:

“…A’yanın vücudu, bizzat Cenab-ı Hakk’ın vücudu ve aynıdır.” görüşleri ile İttihadiyye, Allah’ın varlığını kabul eden tüm Müslümanlar, yahûdîler, Hıristiyanlar, mecûsîler ve müşriklerden ayrılıp tek kalmışlardır. Allah izin verirse açıklayacağımız gibi bu düşünce, Yaratıcının vücûdunu inkâr eden Firavun ile Karamita’nın görüşünün aynısıdır…”262

“… Allah dışındaki her şeyin varlığından fani olmak ve yaratılmışın varlığının Yaratıcı’nın varlığının aynısı ve bu iki varoluşun bizatihi bir ve aynı

258 İbni Teymiyye, el- Furkan Beyne Evliya’r-Rahmân ve Evliya’i-Şeytan, s. 100; Allah’ın Dostları ile

Şeytanın dostları Arasındaki Fark, s. 109

259 İbni Teymiyye, Kalp Amelleri (Tuhfetu’l Irakiyye), s. 107 260 İbni Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, VII .491

261 İbni Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, II.252 262 İbni Teymiyye, a.e, s. 181

(vâhid bi’l-ayn) olduğunu söylemektir. Bu, insanların en sapkını olan küfür ve ittihad ehlinin (vahdet-i vücûd taraftarları) görüşüdür…”263

“…Fena hali dedikleri üçüncü şekil fenaya gelince: bu, Allah’tan başka mevcut müşahede etmemek; Hâlikın vücudunu mahlûkun vücudu saymaktır. Bu Allah ile kul arasında hiçbir fark görmemiş olmaktır.

Bu, Hulûliyye ve vahdet-i vücud telakkisine düşenler sapık ve mülhitlerin (zındık dinsizlerin) en fenasıdır. Sahabe ve hidayet kılavuzu din imamları ve sünnetin hidayeti üzerine müstakîm olan âlimler bu çeşit fenadan berîdirler,264 bu üçüncü nevi fena (vücuda fani bulmak, vahdet-i vücud) firavunun yolunda gidenlerin gerçeği, onların marifeti ve onların tevhididir. (Yahudi) Karamita ve onun benzerleri olan Hallac, Muhyiddin İbni Arabî, İbni Farız, İbni Seb’in ve Afîfî Tilimsanî ‘nin konuştuğu vahdet-i vücudu kendisine din edinen ve onu kabul eden insanlar gibi…”265

“…Bu Fusûs kitabını son dönem vahdet-i vücudçularının ileri gelenlerinden birisine okudukları zaman bir zât ona: “Bu kitap Kur’an’a muhalif?” demişti. Bunun üzerine o: “Kur’an’ın tamamı şirk; tevhîd ancak bizim bu sözümüzdedir.” diye cevap verdi. Böylece o, Kur’an’ın Rab ile abd’in (kulun) arasını ayırdığını, abd olarak ortaya çıktığını söylemek istiyordu. Bu cevap üzerine o itiraz eden zât yine sordu: “Peki öyleyse bana göre zevcemle kızım arasında ne fark var ?” Cevap şöyle oldu: “ Hiç fark yok! Lakin şu kendileriyle Hak arasında perde bulunan (nasipsiz) kimseler ‘haramdır’ diyorlar; biz de: ‘size haramdır’ diyoruz.”266

263 İbni Teymiyye, Tevhid, s. 138 264 İbni Teymiyye, Kulluk, s. 106 265 İbni Teymiyye, a.e, s. 107

Bu sözler tam bir küfür olmakla birlikte, ayrıca da tezatların tezadını taşımaktadır içinde. Zira hakikatlerin perdelendiği kimdir? Perde olan kimdir? Kime perdelenmektedir ve kim perdelemektedir, neyle perdelemektedir?”267

“…Bu adamların söyledikleri hakkında ‘küfürdür’ denilse, bu lâfız onların söylediklerinin durumunu ifade etmiş olmaz. Çünkü küfür bir cins adı olup bu cinsin içinde çok muhtelif çeşitler vardır. Diyebiliriz ki her kâfirin küfrü bunların küfründen bir parçadır. Bu sebeple bunların reisine: “Sen bir Nusayrîsin” denilmişti de “Nusayr benden bir parçadır.” diye cevap vermişti.

Abdullah b. El-Mübarek: “Yahûdîlerin ve hristiyanların sözlerini naklediyoruz. Ama Cehmiyye’nin sözlerini nakledemiyoruz.” diyordu. Bu adamlar Cehmiyye’den daha beterdirler. Çünkü Cehmiyye’nin en son vardığı nokta, Allah’ın her yerde bulunduğunu söylemek olmuştu. Bunlar ise Allah’ın bizzat her mekânın vücûdu olduğunu söylüyorlar ve bunlara göre iki mevcut yoktur ki bunlardan birisi hâll (hulûl eden varlık), diğeri ise mahal (hulûlun vuku bulduğu yer) olsun.

İşte bu sebeple bu adamlar: “Allah’a göre Âdem (a.s.), göze göre gözbebeği mesâbesindedir.” demişlerdir. Peygamberlerin getirdikleriyle Müslümanlar, yahûdîler ve Hristiyanlar zarurî olarak bilmektedirler ki herhangi bir insandan söz ederek onun Allah’tan bir parça olduğunu söyleyen kimse bütün dinlere göre kâfirdir. Hristiyanlar bile -her ne kadar görüşleri en büyük küfürlerden ise de- böyle bir şey söylememiştir; hiç kimse de çıkıp ne “mahlûkat aynı ile Hâlikın parçasıdır.”, ne “Hâlık bizzat mahlûktur.”, ne de “münezzeh olan Hak, bizzat müteşebbeh olan halktır.”demiştir.

267 İbni Teymiyye, el- Furkan Beyne Evliya’r-Rahmân ve Evliya’i-Şeytan, s. 95; Allah’ın Dostları ile

Aynı şekilde İbn Arabî (v. 638/1240)’nin “Şâyet müşrikler putlara tapmayı terk etselerdi, bunu terk ettikleri oranda Hak’tan cahil olurlardı.” sözü de bütün dinlerde kesin olarak bilinen küfürlerdendir…”268

“…Vahdet-i vücud görüşünü benimseyip de İslam’a intisap eden kesimin söyledikleri sözlerin batîn manası aslında Fir’avun’un söyledikleriyle aynıdır. Ben bu vahdet-i vücudçuların kanaatleriyle Fir’avun’un izlediği yolun gerçekte aynı şeyler olduğunu açıklayıp dururdum. Nihayet güvenilir bir kimse bana onların görüşünü naklederek bana şunları söyledi: Bizler fir’avun ile aynı kanaatteyiz. İşte bundan dolayı onlar kitaplarında alabildiğine ta’zim ederler. Onlar âlemi yaratan hiçbir yaratığı kabul etmezler. Yaratıkların işlerini yöneten bir rabbin varlığından söz etmezler. Yaratıcının bizzat tabiat olduğunu söylerler.

Bundan dolayı her şeye ibadet edilmesini caiz görmüşlerdir. Neye olursa olsun, ibadet eden Allah’a ibadet etmiş olur. Onlar Allah’tan başkasına ibadet edileceğini düşünmezler. İbadet edilen ne kadar şey varsa Allah’tır. Onlara göre bu kâinat O’nun parçalarından biri yahut sıfatlarıdır. Tıpkı insanın parçaları ve sıfatları gibi. Bunlar kâinata ibadet ettiklerinde kâinat kendilerini Allah’a yaklaştırsın diye ibadet etmezler. Fakat onlara göre bu kâinat Allah’ın kendisi veya onun tecelli ettiği yerlerden bir yer veya kısımlardan bir kısım, niteliklerinden bir nitelik, taayyünlerinden bir taayyündür.

Bunlar Fir’avun ve Fir’avun’dan başka diğer müşriklerin taptıklarına da taparlar. Fakat Fir’avun bunlar Allah’tır demediği gibi, bizleri Allah’a yaklaştırır da demez. Müşrikler ise şöyle derler: Bunlar bizim şefaatçilerimizdir ve bizleri Allah’a yakınlaştırırlar. Vahdet-i vücutçular ise önceden geçtiği gibi, bunlar Allah’ın kendisidir derler. Ötekileri Allah’tan başkasına ibadet ettiklerini itiraf ettiklerinden yahut onu büsbütün inkâr

ettiklerinden dolayı daha kâfirdirler. Fakat bunlar her şeye ibadet edileceğini kabul ettiklerinden ve Allah’a ibadet etmeyi kastetseler bile, ibadet edenin de, kendisine ibadet edilenin de Allah olduğunu iddia ettiklerinden dolayı daha geniş boyutlarda sapıklık içerisindedirler.

Buna göre ötekiler nitelendirdikleri şekilde müşriktiler. Hz. Musa’nın dönemindeki Firavun ise, yaratıcıyı inkâr eder ve başka putlara ibadet ederdi. Bununla birlikte Allah onu müşriklik ile nitelendirmemiştir…”269

“…Felsefecilerin ve sûfîlerin sözlerinde birçok çelişkiler bulunur. İbn Arabî (v. 638/1240) gibi, felsefecilerin bozuk görüşleri ile sûfîlerin çıkmaz hayallerini bir araya getirip kendisinde toplayan şahıslar ise yeryüzü sakinlerinin en sapıklarıdır. Bu sebeple mutasavvıfların efendisi ve hidayet önderi Cüneyd el-Bağdâdî (v.298/911) -Allah kendisinden razı olsun- bazı sufilere ârız olan halleri bilmiş ve kendisine tevhidin ne olduğu sorulduğu zaman: “Tevhid, hudûsu (sonradan var olmayı) kıdemden (ezelden varoluştan) ayrı tutmaktır” demişti.

Böylece Cüneyd el-Bağdâdî (v.298/911) hulûl ve ittihad düşüncelerinden sakındırmak üzere, hadis (sonradan olan) varlıkları kadîm (ezelî) Zat’tan ayırdığını açıklamıştır. İbn Arabî (v.638/1240) ve benzerleri gibi mülhidler çıkıp Cüneyd’in bu sözlerini reddetmişlerdir. Çünkü bu sözler, onların bozuk mezheplerini iptal ediyordu. Cüneyd ve benzeri zevât, hidayet önderi kişilerdir; bu konularda onlara muhalefet edenler ise sapıklık ehlidirler…”270

İbni Teymiyye, vahdeti vücutçuları deccal olarak niteler ve onları Moğol istilasının bir sebebi olarak görür:

“…Birçok kez İslam Şeriatı’nın böyle yok olmaya yüz tutmasının en büyük sebeplerinden birisinin; Moğol istilası benzeri bir hadisenin ve

269 İbni Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, VII. 491 270 İbni Teymiyye, İbn Teymiye Külliyatı, V.369

ilahlığını iddia edecek olan kör deccalin öncü güçleri olduğunu düşünmüşümdür. Onların sözleri, yeryüzündeki “şirk”in tamamını içeriyor. Onlar, Allah’ı Tevhid’le birlemiyorlar. Onlar, ancak Allah ile kâinatta yaratılmış olanlar arasındaki ortak (müşterek) şeyi birliyorlar. Dolayısıyla bunlar Rab’lerinden yüz çeviren bir kavim olmuşlardır…”271

“…“Fusûs” sahibinin ve avânesinin işi imanın üç temelini de yıkmak olmuştur. Bu üç temel: Allah’a iman, peygamberlerine iman ve ahirete imandır.

Evet, bunlar Allah’a iman temelini yıkmaktadırlar. Çünkü Allah’ın varlığının yalnızca âlemin varlığından ibaret olduğunu savunuyorlar. Dolayısıyla onlara göre âlemin yine âlemden başka bir yaratıcısı yoktur…” 272

4.4.Vahdeti Vücudun Çelişkileri