• Sonuç bulunamadı

1.2.1. Ortaya Çıkışı

Kur’ân-i Kerimi anlama konusunda önemli bir yer tutan “vücûh ve nezâir” alanı ile ilgili çalışmaların ne zaman ve ne amaçla yapıldığı sorusuna verilecek cevap bize büyük ölçüde konun anlaşılması açısından fayda sağlayacaktır. Yapılan araştırmalara göre konuyla ilgili çalışmalar sahâbe dönemine kadar ulaşmaktadır. Bu dönemin siyasi- itikadi olarak çalkantlılı bir dönem olması ve gelen rivâyetlerden de anlaşıldığı kadarıyla bazı kesimlerin Kur’ân-ı Kerim’in bağlamsal anlamını göz ardı ederek, âyetleri kendi amaçları doğrultusunda yorumlamaları bu konuda, erken devirlerde çalışılma gereği uyandırmıştır.54Bunun yanında unutulmamamsı gereken husus Kur’ân her zaman müslümanların yegâne kitabı olmuştur ve müslümanlar Kur’ân’nın her alanıyla ilgilenmeyi kendilerine görev olarak görmüşlerdir. Vücûh ve nezâir ilmi İslam’ın erken dönemlerinde ortaya çıkan ilimlerdendir. Erken dönem müfessirlerinden Hicri 150 ylında vefât eden, Mukâtil b. Süleyman’ın eserinin günümüze ulaşması, bu gerçeği ortaya çıkarmaktadır.

Bazı rivâyetlerin Kur’ân’ın çok boyutlu bir anlam örgüsüne sahip olduğunu belirtmesi bu ilmin temelinin Hz. Peygamber dönemine kadar gittiğini göstermektedir. “Bir kimse Kur’ân’ın pek çok vecih içerdiğini (ve dolayısıyla bu vecihleri) bilmedikçe tam analamıyla fâkih olamaz”55 şeklindeki rivâyet ve İbn Asâkir’in rivâyet ettiği şu hadis “Kur’ân’daki bütün vecihleri bilmedikçe Kur’ân’ı gerçek manâda anlayamazsınız”56 bu ve benzer rivâyetlerin varlığı vücûh ve nezâir ilminin İslam’ın erken döneminden itibaren, müslümanların gündeminde olduğunu ortaya

54Celâleddin es-Suyûtî, el-İtkân fi ulûmi’l-Kur’ân, thk. Ahmed b. Ali, Dârü’l-Hadis, Kahire (1430/2009), II/441.

55Mukâtil b. Süleyman, el-Vücûh ve’n-Nezâir fi’l-Kur’âni’l-azim, thk. Hâtim Salih ed-Dâmin, Matbûatu

Merkezi Cumuati’l-Mâcid, Bağdat (1427/2006), s. 20.

çıkartmaktadır. Kur’ân’a muhatab olan toplumun dilinin Arapça olması ve tenzil dönemine yakın olması, Kur’ân’ın anlaşılması noktasında yaşanan sorunları minimize etmiştir. Bunun yanında dil bilgisinin yeterli olmadığı yerlerde yani itikâd, ahlak, ibadet ve uygulamaya yönelik durumlarda Hz. Peygamber’in açıklamalarına ihtiyaç duyulmuştur. Bu tür sorunların ortadan kaldırılması için Hz. Peygamber tarafından yapılan açıklamalar vücûh ve nezâir ilminin ilk örneklerini oluşturmaktadır.57

Hz. Peygamber’in bu alan ile ilgili kendisi tarafından verilen örnekleri şu şekilde sıralamak mümkündür: En’âm sûresinin “İman edip imanlarına zulüm karışmayanlar” mealindeki 82. âyeti nazil olduğunda ashab Hz. Peygamber’e inkisar içinde gelerek “hangimiz nefsine zulmetmez ki! Dediler.” Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Bu kelime sizin düşündüğünüz anlamda değildir. Lokmân sûresinde geçen “Muhakka ki şirk büyük bir zulümdür”58 âyetini duymadınız mı?”59 diyerek En’am 82. âyetteki zulüm kelimesini Lokmân 13. âyetteki şirk kelimesi ile tefsir etmiştir.60 Bu tür durumlarda Hz. Peygamber bazen kendisi bir âyet okuyarak açıklamalar yapıyor, bazen de sahabeye soru sorarak bu soru bağlamında ya da sahabenin sormuş olduğu bir soru üzerine âyetleri açıklıyordu. Örneğin Bakara sûresi 57. âyette menn (kudret helvası) kelimesi ile ilgili olarak Hz. Peygamber “mantar menn kapsamındadır” diyerek menn lafzıyla sadece kudret helvası kast edilmeyip, insanların çaba sarf etmeksizin elde ettikleri bütün rızıklazrın kelimenin kapsamında olduğuna işaret etmesi bir tür dilsel izahtır.61 Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi bu ilmin temeli Hz. Peygamber devrinde atılmış ve İbn Abbâs ile Hz. Ali arasında geçen şu konuşmadan da sahabeninin bu konudan haberdar oluduğu ortaya çıkmaktadır. Konuşma şu şekildedir: “İbn Abbâs, Hz. Ali’ye “ey mü’minlerin emiri ben Allah’ın kitabını haricilerden daha iyi bilirim. Çünkü biz Kur’ân’ın inişine bizzat tanık olduk” demiştir. Bu söz üzerine Hz. Ali’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Haklısın ancak Kur’ân’da çeşitli anlam yönleri (vecihler) vardır. Bu yüzden sen (bir anlamı öne

57Mustafa Karagöz, a.g.e, s. 13; Mehmet Okuyan, a.g.e, s. 39. 58Lokmân /13.

59

Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Yusuf b. Ali, el-Kevâkibü’d-Derâri fî Şerhi Sahihi’l-Buhârî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut (1981), I/146.

60İsmail Aydın, a.g.e, s. 169-170. 61Mustafa Karagöz, a.g.e, s. 13

sürerken) onlarda diğerini öne sürerler. Ancak sen Haricilerle sünnet eksenli tartış. Çünkü onlar sünnetten kendilerine çıkış yolu bulamayacaklardır.62

Sahabenin de haberdar olduğu bu alan erken dönem müffesirler tarafından fark edilmiştir. Konun önemini kavrayan ilk dönem müffesirler, konu ile ilgili eserler kaleme alıp bu alanın sistemleşip günümüze kadar ulaşmasını sağlamışlardır.

1.2.2. Kavramlaşma Süreci

Hz. Peygamber ve onun eshâbı Arapça inen Kur’ân-ı Kerim'i anlamakta zorlanmıyorlardı. Sahâbe anlamadığı bir âyeti veya kelimeyi Hz. Peygamber'e (a.s) danışarak öğreniyordu. Bunun yanında, sahâbe araştırmadan çok, ibadete önem veriyordu. Ayrıca inen âyetleri hayatlarına geçirmekle ilgilendikleri için Resûlullah ve sahâbe döneminde Kur’ân ilimlerine ve Kur’ân'ı açıklama çabalarına pek ihtiyaç duyulmuyordu.

Peygamber Efendimiz'in vefatından sonra İslam âlemi günden güne büyüyor, İslamiyet hızla coğrafyaların sınırlarını zorluyor ve geniş alanlara yayılıyordu. Bununla birlikte Kur’ân'ın muhatapları değişmeye başlıyordu. Sahâbenin ebedi âleme göçmesi ile birlikte Kur’ân'ı anlama problemleri ortaya çıkmaya başladı. Bu anlama problemlerinin ortadan kaldırılması için ilkin Hz. Peygamber'in Kur’ân-ı Kerim'i açıklarken kullandığı sözlerden yararlanmaya başlandı. Bu aşamada bu ilim hadis ilminin bir parçasıydı. Bundan sonra sahâbede ve tabiinden gelen rivâyetlerden yararlanılarak Kur’ân'ı daha iyi anlamak için müstakil tefsir eserleri yazılmaya başlandı. Bu aşamada vücûh ve nezâir ilmi ya tefsirlerin giriş bölümlerinde, ya da tefsirlerde dağınık bir şekilde bulunuyordu. Bir müddet sonra Kur’ân'ı anlama çabaları doğrultusunda el-Vücûh ve’n-Nezâir ve el-Eşbâh ve’n-Nezâir adı altında müstakil eserler kaleme alınmıştır.63

Vücûh ve nezâirin, kavramlaşma süreci ile terim anlamına bakacak olursak

önümüze şöyle bir tablo çıkacaktır. Bu konuda elimize ulaşan ilk kaynaklardan günümüze bu iki kavramın terim anlamında değişiklikler meydana geldiği görülmektedir. Kaleme alınan bazı eserlerde bu kavramlar için tanımlama yapılmamış

62Suyûtî, el-İtkân fi ulûmi’l-Kur’ân, II/442.

63İbnü’l-Cevzi, Fünûnü’l-Efnân fi Uyuni Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Hüseyin Dayâeddin Itır, Dârü’l-Beşâiri’l-

olması, tanımlama yapılanlarda ise tanımların değişiklikler arz etemiş olması vücûh ve

nezâirin terim anlamında tam bir netlik bulunmamasına neden olmuştur. Bu duruma

işaret eden Mustafa Karagöz Bu alanda yazılan eserlerde vücûh ve nezâirin günümüzdeki kullanımdan farklı olarak; “vücûh; aynı kelimenin Kur’ân’ın farklı yerlerinde farklı anlamalara gelemesi, nezâir ise farklı anlamalarda kullanılan bu kelimelerin farklı anlamlarından herhangi birinin Kur’ân’da tekerür etmesi demektir”64 şeklinde tanımlamıştır. Bu hususu göz önüne alarak vücûh ve nezâir alanında yazılan eserlerin içeriklerine ve bu eserlerde yapılan tanımlara bakarak âlimlerin görüşlerinden hareketle bu kavramların kavramlaşma süerecini ortaya koymaya çalışacağız.