• Sonuç bulunamadı

Tragedya’nın Gelişimi Sofokles (M.Ö.497-406)

1.1.3 Üç Büyük Tragedya Yazarı; Aiskhylos, Sofokles, Euripides

1.1.3.2 Tragedya’nın Gelişimi Sofokles (M.Ö.497-406)

Hemen hemen bütün oyunlarında, izleyicinin bilgisine rağmen adım adım kendi yıkımını hazırlayan, ya da farkında olmadan kendi yıkımına doğru ilerleyen trajik kahramanın öyküsü (mit) anlatılır. Sofokles, tragedyalarında özellikle kahramanlarının, trajik hataları nedeniyle yıkıma doğru ilerlemelerinin ve mutlu bir hayatın tam karşıtı olan bir hayatın içine sürüklenmelerinin altını çizer. Onun tragedya kahramanları izleyende gerçekten de Aristoteles’in “acıma ve korku” diye tanımladığı duyguları uyandırır. “Korku ve acıma, ya sahne dekorasyonu aracılığıyla uyandırılır ya da onlar olayların örgüsünden, kendiliğinden doğarlar. Bu ikincisi daha üstün olup iyi ozanların işidir.”71

Bu duygular kahramanın “yazgılı olduğu” koşullarının ve içinde bulunduğu durumun kötücül oyunuyla birleştiğinde Sofokles’in yaratmakta “uzman” olduğu trajik72 durum da ortaya çıkmış olur. Bir durumun trajik olabilmesi için bir değerin yok olması, bu değerin yok olmasına da başka bir değerin yol açması gerekir. Yine de yetmez: “ Troia’nın alınması için Philoktetes’in elinde bulunan Herakles’in zehirli oklarını ele geçirmek gerektiğini öğrenince Odysseus, Akhilleus’un oğlu Neoptolemos’u Philoktetes’in bir başına bırakıldığı adaya götürür; Neoptolemos’u, Philoktetes’i aldatıp zehirli oklarını almakla görevlendirir. Genç Neoptolemos, Philoktetes’i aldatmaya uğraşırken, bir an, yaptığının alçakça bir şey olduğunu hisseder; ona doğruyu söyler, yardım edeceğine söz verir.” 73 Bu anlatılan konu trajik bir olay değildir. Bir değer çatışmasında olumlu bir değerin olumsuz bir değere, doğruluğun yalana üstün gelmesidir. Trajik çatışmada çatışan değerlerin özelliği, yok edilenle yok eden değerlerin her ikisinin de yüksek ve aynı zamanda olumlu iki değer olmasıdır. 74

Trajik, her zaman değerler ya da değer karşılaşmalarıyla ilgilidir. Mekanik bir dünyada trajik ortaya çıkamaz. Yapıp ettikleri, davranışları, karşıt değerler gerçekleştiren kişilerin yaşadığı bir dünyada trajediye rastlanabilir ancak. Trajik diye

71 Aristoteles, a.g.e. 39.s 72 Bkz. B. Güçbilmez, a.g.e, 43.s 73

Sofokles, Philoktetes, çev; Nurullah Ataç, Maarif Vekalet yayınları, Ankara, 1958

74

adlandırılabilen her şey değer ve değer ilişkileri alanında olup biter.75

Sofokles’in oyunlarında, mitos kahramanları, içinde bulundukları durum ve gerçekleştirdikleri eylemle ön plana çıkmış ve bu yolla da trajik niteliklerini kazanmışlardır. Sofokles’in yarattığı karakterler aşırı tutkulu ve bu aşırı tutkularıyla toplusal dengeyi bozmakta ve kahramanların kendi cezalarını kendisinin vermesiyle de bozulan dengeyi kendi yıkımıyla tekrar kurmaktadır. Mitoslardaki döngüsellik Sofokles’de de karakterin yıkımıyla da olsa tanrısal adaletin insan tarafından kendi kendine uygulanmasıyla tamamlanmış olur.

Aiskhylos insan eylemini ve onun trajik sonuçlarını incelese de, en temelde tanrısal iradenin insan üzerindeki sonuçları üzerinde yoğunlaşıyordu ve oyunlarındaki insanlar tanrıların gölgesinde hareket eden ve onların gölgesinde kalan insanlardı. Sofokles ise oyunlarını yalın bir olay örgüsü, canlı ve dinamik bir yapıda kurmuş, hareketi, zaman ve mekanda birlik kurallarına göre düzenlemişti. Sofokles’in oyunlarında karakterler daha belirgin, kuvvetli istekleri olan ve eylem içinde varlığı gösterilen gerçek unsurlardır. İnsanın eylemini gerçek anlamda tragedyanın merkezine taşımış ve giderek insan ‘gerçekçi’ bir tasvire kavuşmuştur. İnsan yine tanrıların gücü etkisindedir fakat ‘eylemi’ daha açıktır silik değildir. “Öyle ki onun kişileri kendi sonlarını kendileri hazırlar, Aiskhylos’taki gibi, bir üst

gücün buyruğunda değildir. Sofokles’in karakterlerinde izlenen davranışlar, o karakterin kendi karmaşık kişiliğinden ileri gelir ve çevrenin etkisiyle de biçimlenir. Bu yönden, oyun kişilerini birer karakter yapısı içinde veren ilk yazar Sofokles’tir.76 Sofokles, Aiskhylos’un ağırbaşlı, gelenekçi, ahlâkçı ve destansı tragedyasını ortadan kaldırarak, yepyeni bir tragedya yapısı meydana getirir. Sofokles’in yaşadığı dönemde Atina doruğuna ulaşmış, bir çok başka Kente üstünlük kazanmış bir yerdi. Artık “dinsel düşünceler, göksel varlıklardan eskisi kadar etkilenmiyordu. İnsan kendi kendisini aydınlık göğün yardımını dilenmeden tanısın” görüşü yaygınlık kazanmıştı ve kahramanlara inanmaktan çok,

75

y.a.g.e, 11.s

76

kahramanları anlamaktan yana bir istek belirmişti.77

Sofokles’in tragedyalarında gösterilen/anlatılan sadece mitos değildir. Bu mitoslar içinde kendi dönemine bakış ve algılayış vardır.

Antigone’nin Kreon’a mitos’ta söyledikleri çok ilginç

değildir, onlar bin defa işitilmiş eski hikayelerdir, ilkelerin ideallere yükseltilmesinin çekici heyecanından ileri geliyordu bu; o ilkeler ki, tiyatronun oynandığı zamanda her yurttaşın her gün yaşadığı gerçekliğin içinde hırsla çarpışıp duruyorlardı ( ve çatışmaları oyunla da son bulmuyordu). Üstelik bu çatışmanın, o ilkeleri günlük yaşamda görülemeyecek tarzda sanatsal soyutlamayla bir arılığa ve berraklığa kavuşturmuş bir biçim içinde geçtiğini görmek, işte buydu heyecanla çeken ve bugün de hayran bırakan78.

Sofokles tiyatro tekniği olarak bir çok yeniliği sahneye getirmiş ve dramatik olanı daha da ortaya çıkarmıştır. Üçüncü oyuncuyu sahneye sokmuş, koro sayısını arttırmış, sahne dekorasyonunu geliştirmiş ve o zamana kadar yazılan tragedyayı doruğuna taşımıştır. Bütün bunlar olayları daha canlı, daha yoğun ve dinamik bir hale getirmiştir.

Sofokles Aiskhylos’un yazma biçimi olan trilogia (üçleme) tarzı yazmayı bırakmış ve kendi başına; başı, ortası ve sonu olan birbirinden bağımsız oyunlar yazmıştır. Birbirinden bağımsız tragedyalarında, daha çok insanın duygu ve düşüncelerini, ruhsal ve psikolojik durumlarını yansıtmış, mitosların dinsel kimliğini tam olarak yadsımasa da tragedyalardaki insani boyut öne çıkmıştır.

Sofokles’in oyunlarında Sofist’lerce yaygınlık kazanan “bireyci eğilimler” oyun kişilerinin karakterine de yansır. İnsana verilen önemin bu kadar artması Sofokles’i o kadar etkilemişti ki, onun insan karakteri, düşüncesi ve ilişkilerinde de bu bireyci yöneliş vardır. Sofokles, bu nedenlerden dolayı Aiskhylos gibi mitolojik ve dinsel sorunlarla çok fazla uğraşmamıştır. Ancak, ahlâki bir dünya düzenine inanmakla birlikte, tanrıların kanunlarına karşı da oldukça

77

Bkz. Oben Güney, Tiyatroda İnsan İnsanda Tiyatro, Pirmat Basımevi, 1. cilt, İstanbul, 1983, 207.s

78

saygılıdır. Sofistlerin düşüncelerini yaygınlaştırmaya başladığı bu dönemde, mitosların etkisi henüz yıkılmamıştır. Bu nedenle de tanrıların yasalarına itaatin yanında, ahlâk kurallarıyla düzenlenmiş dünya düzeni iç içe geçmiştir. Ama yine de görünüşte tanrısal yasalara uygun davranılmaktadır.79

Sofokles de tragedyanın kaynağında ve trajik oluşun başlangıcında, kader kavramını görmek mümkündür. Trajedi ve de trajik olan, hâlâ insanın kaderidir; insan kaderinden fazlasını beklemez. Ne yaparsa yapsın kaderin elinden kaçamaz. Antigone tragedyasında Antigone karakteri, eyleminde çok kararlı ve bunun doğruluğuna o kadar inanmış biridir ki, ne olursa olsun kimse onu, yapmak istediğinden vazgeçiremez. Bütün oyun boyunca fırtınalar koparır, ortalığı birbirine katar fakat sonunda feci şekilde ölmekten kurtulamaz. Yine gelenekler hüküm sürmektedir, insan yine yenilgiye uğrar fakat bu kez eylem o kadar öne çıkmıştır ki karakterin eylemi kendi kaderinin gerçekleşmesine de yardım eder. Eylemin ön plana geçmesi dram sanatında da önemli bir aşamadır.

Sofokles’in karakterleri öyküleriyle trajik fakat eylemleriyle dramatiktirler. Karakterin başına gelen felaket (yazgı ya da kader) aynı zamanda mitos’un kendisidir. Bu mitoslar halk tarafından zaten bilinmekte ve sözlü kültürün çeşitli biçimleri içinde kulaktan kulağa dolaşmaktadır. İşte tragedya yazarları bu öyküleri sahiplenerek oyunlarına taşımışlardır. Geleneklerde olan ve bilinen bu öyküler hemen hemen hiç bozulmadan başka bir yapıya bürünerek tragedyanın konusu olmuştur.

Sofokles karakterlerinin öyküleriyle trajik, fakat eylemleriyle dramatik olması onun tragedya formuna kazandırdığı bir yeniliktir. Çünkü Sofokles’in karakterleri alınyazılarına karşı pasif değildir. Eylemleri ve hareketleriyle kaderlerine karşı çıkarlar fakat kendi kaderlerinin gerçekleşmesini de yine kendi eylemleriyle sağlarlar. Oysa Aiskhylos’un karakterleri kendi alınyazılarının gerçekleşmesini bekler gibidirler. Gerçek hayattaki insanların birer temsili olarak görünmezler temsili olmak yerine bir sözcüğe sığınmış gibidirler. Ve

79

Bkz. Burcu Biber, Mitos’tan Logos’a Geçiş Sürecinde Tragedyanın Yeri ve Önemi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, 75.s

sahnede ki yerleri de sadece varolan öyküyü gerçekleştirmek üzerine kurulmuştur. Fakat Sofokles’in karakterleri eylem gerçekleştirmek üzere oradadır ve bütün oyunlarında karakterleri eylemektedir. Sofokles’in bilinen bir mitosu alıp değiştirdiği nokta işte burasıdır. Tanrıların çizdiği alınyazısı Sofokles’de ‘öykü’ye (mit) tekabül ederken, karakterin (yazgıyı destekleyen yahut engelleyen) eylemi de ‘olay örgüsü’ne tekabül eder. Sözlü kültürün eski biçimlerinde destanlarda bulunmayan bu yapı sadece dinamik bir dram yapısı içinde ortaya çıkmış ve olay örgüsü ile de bugüne kadar gelmiştir. Sofokles bu yapıyı kuvvetlendirmiş ve karakterlerini bu yapı içinde hareket ettirmiştir. Bu nedenle Aiskhylos’un karakterleri sadece isim düzeyinde varlık kazanırken, Sofokles’in karakterleri (Antigone, Oidipus, Elektra) bugün bile yaşamaya devam etmektedir. Çünkü Sofokles, olay örgüsü içinde düzenlediği tragedyalarında karakterlerini canlı ve gerçeklik kazanabilmiş etkileri ile birlikte yaşarlar ve bu nedenle bu karakterler bugün bile yaşamaya devam etmektedir.80 (Örneğin, Antigone ile dünya edebiyatında ilk direniş oyununu yaratmış ve sonraki dönemler, bu oyunu Sofokles ile olan bağlantısından koparılıp tek başına sanatsal bir doruk olarak yüceltilmiştir. Öyle ki oyun, her dönemin kendine özgü alımlanış koşullarına uyarak, çok çeşitli şekillerde yorumlanmıştır.)* 81 Sofokles karakterlerini var olan mevcut öykü’nün (mit) dışında hareket ettirerek seyirciyi de etkilemiş ve bunca zaman seyircinin bildiği bu öykünün bundan sonrasının nasıl yapıldığını merak etmesini sağlamıştır.

Sofokles’in Antigone oyunu, tragedya sanatı ve düşüncesi açısından ikiye ayrılmış dünya anlayışının en önemli örneğini oluşturur.

Antigone

Doğru bildiğimden şaşmadığım için dinsize çıkardılar adımı.

Tanrıların buyruğuysa bu başıma gelenler anlarım suçluluğumu can verince

80

Y.Önal. a.g.e, 71.s

*

1. Alman klasiğinin yorumu; hümanite’nin manifestosu olarak Antigone, 2. Hegel’in yorumu; Devlet ile ailenin uzlaşmazlığının manifestosu olarak Antigone, 3. Jean Anouilh’nin yorumu; Antigone’nin eylemi nihilist dünya güvensizliğinin ifadesi oluyor ( 1944 de Paris’teki ilk oymamış direnişe çağrı olarak anlaşılmıştı), 4. Bertolt Brecht’in Yorumu; diktatoryayla soğukkanlı bir hesaplaşma olarak Antigone.

81

Ama suçlu beni yargılayanlarsa

dilerim benim başıma gelen felaketlerden daha büyüğü gelmesin onların başına!”82

Antigone’nin karşı çıktığı yasalar, düzeni sağlayan insani yasalar gibi görünse de, aslında tanrısal olan yasalara karşı geliştir. Çünkü, düzeni sağlayan yasalara karşı gelindiğinde, tanrısal yasaya ve dolayısıyla kadere de karşı gelinmektedir.

Antigone oyununda, mitoslara dayalı bir dünya ve tanrısal yasalar; ölümlülerin yaşadığı bir dünya ve o dünyanın akılcı yasalarına karşı geliş net bir şekilde görülmektedir. Sofokles, ölümlülerin dünyasında artık mitolojik düşünce yasalarının geçerliliğinin olmadığını göstermiştir. Çünkü Atina devletindeki yasalar, yurttaşların haklarının ve görevlerinin nasıl olması gerektiğinin altını çizmiş ve tanrısal adalet yasa koyucular (yönetenler) tarafından düzenlenmiştir. Antigone ise bütün bu yasaların savunucusu konumundadır.

Yunanlılara göre, öldükten sonra toprağa gömülmek, her yurttaş için bir onur vesilesiydi. Ancak Atinalılar, vatan haini saydıkları bir kimseyi kendi topraklarına gömmüyorlar, yalnız ölen kişinin akrabalarının yabancı bir toprakta bir cenaze töreni yapmalarına izin verebiliyorlardı. İşte Sofokles’in Antigone oyununda Polyneikes bu haktan bile mahrum bırakılmıştı ve onun için sadece mücadele eden Antigone’ydi. Antigone kendi kararında direnirken aynı zamanda tüm Thebai yurttaşlarının da sözcülüğünü yaptığına inanıyordu. 83

Bu yurttaşlar da bana

Yürekten katılıyor, ama korkudan Açamıyorlar ağızlarını. Ne mutlu krala, Dilediğini söyleyebilmek bir onun ayrıcalığı.84

Antigone oyununda, Yunan siyasal ve toplumsal düzeninin, savaşlarla birlikte çöküşüyle ortaya çıkan karışıklığın ve düşüşün etkileri bulunmaktadır; bozulan demokrasi düzeninin yasalarının ve tanrısal yasaların yerine

82

Sofokles, Antigone, Çeviren: Güngör Dilmen, İstanbul, Mitos-Boyut Yay., 1997, 74.s

83

Bkz. Banu Kılan Paksoy, Tragedya ve Siyaset, Mitos-Boyut yay, 2011 İstanbul, 130.s

84

akılcı yasaların önerilmesi ifade edilmekte ve bu Antigone’nin mücadelesiyle vurgulanmaktadır.

Sofokles tragedyasının temeli, bu iki dünya ve yasa arasındaki dengenin kurulması üzerinedir. Sofokles yazılı olmayan yasalara (tanrısal-mitsel- geleneksel) yazılı yasaların üzerinde bir değer vermez ancak o, daha çok bir denge ve uyum arayışında olan bir yazardır. Sofokles tanrısal yasa ile yazılı yasayı vurgulamakla “yasa” ile “buyruk” arasındaki ayrımı da ortaya koymuş ve Antigone oyunu ile demokrasinin çelişkilerini ve tutkularına yenik düşen bir liderin keyfi bir yönetim gerçekleştirdiğinde tiranlık rejimine doğru gidişatını göstermiştir.

Sofokles, bir çok oyununda güçler dengesi, devletin kurumsal olarak işleyişi, siyasal otoriteye karşı çıkma hakkını savunmakla birlikte; bilgi, ahlâk, sağduyu ve erdem’i, kişiyi ve devleti yücelten değerler olarak karşımıza çıkarmış ve mitoslardaki konuları alışılmış olanın dışındaki durumlarla sergilemiştir. Mitoslar davranış ve eyleme kaynaklık eden dönemin siyasal düşünsel ve yönetimsel bakış açısına göre düzenlenen oyun yazmanın ham maddesini oluşturmuştur. Dönemin entelektüel savunuculuğunu da yapan Sofokles, kendi dönemindeki demokrasi anlayışını büyük ölçüde benimsemiş ve ahlâk, erdem, dostluk ve sevgi gibi kavramlarla tragedyanın en güzel örneklerini yazarak bir dönemi ve halkı gözler önüne sermiştir. Sofokles’ten sonra gelen bir başka tragedya yazarı Euripides ise ondaki bütün kavramları tersine çevirerek tamamen ‘gerçekçi’ bir tutumla tragedyayı farklı bir yöne kaydırmıştır.

Benzer Belgeler