• Sonuç bulunamadı

1.1.6. Sürdürülebilir Kalkınmanın Boyutları

1.1.6.2. Toplumsal Sürdürülebilirlik

Toplum, belli bir süredir varlığını devam ettiren yaşam alanı bilinen bir fiziksel çevre olan, yaşamının devam ettirebilmek için gerekli olan gereksinimleri karşılamak amacıyla faaliyetlerde bulunan, birbirleriyle ve yaşadıkları çevre ile sürekli etkileşimde olan, ortak bir kültürün hem oluşturma sürecinde hem paylaşımında rol alan fazla sayıda insanın oluşturduğu ilişkiler bütünüdür. Genel bir tanım yapılacak olursa belli bir yerde yaşayan, kendine ait geçerli yazılı hukuk sistemi olan, birçok alt sosyal grubu kapsayan, kendine özgü ekonomik sistemi olan bireyler topluluğudur. Özetle toplum, uzun zamandan beri var olan, belli bir bölgede varlığını sürdüren, ortak bir yaşam şeklini paylaşan insan topluluğudur (Aslan, 2001).

Sürdürülebilir kalkınmanın üç ana boyutundan biri olan toplumsal sürdürülebilirlik, her hangi bir sosyal sınıf veya cinsiyet ayrımı yapılmadan toplumdaki her bireye, refah, güvenlik, sağlık ve eğitim konularının temin edilme kapasitesidir. Bir bölge için toplumsal sürdürülebilirliğin anlamı, kurum ve kuruluşların yakın ilişkileri aracılığıyla farklı paydaşların birbiri ile etkili iletişimini, aynı hedefleri gerçekleştirmeyi amaçlamalarını tüm düzeyler de destekleme kapasitesidir. Sürdürülebilir toplumlar ancak resmi ve gayri resmi süreçlerin, sistemlerin, yapıların ve ilişkilerin, bugünün ve gelecek jenerasyonun sağlıklı ve yaşanılabilir topluluklar yaratmasını desteklediği zaman oluşur (UNESCO, 2006; Hürol, 2014).

Toplumsal sürdürülebilirliğin gereği dünya üzerinde yaşayan tüm bireylerin sağlık, eğitim, adalet, barınma gibi hakların, özgürlüklerin ve sosyal hizmetlerin dil, din veya cinsiyet farkı gözetmeksizin tüm bireylere eşit oranda sağlanmasıdır. Sürdürülebilir toplumlar tüm bireylerin refah içinde yaşadığı, üretken, sağlıklı ve kararlı toplumlardır. Ancak gelir dağılımı eşitsizliği, huzursuzluk, sağlık problemleri yaşanan toplumlar bazı geçici çözümler ile kısa vadeli rahatlama veya iyileşme yaşamış gibi görünseler de bu iyileşme devamlı olmadığı sürece sürdürülebilir kalkınma için gerekli olan sürdürülebilir toplumlar sağlanamaz (Türer, 2010).

Sürdürülebilir toplumlarda her birey eşit gelir dağılımına ve yaşam standartlarına sahip olmalıdır. Bu bağlamda sürdürülebilir kalkınmanın toplumsal

boyutta gerçekleşmesine engel olan en büyük problem yoksulluktur. Bu nedenle yoksulluk ortadan kaldırmamış bir kalkınma hareketi yani gelir düzeyi düşük insanların temel ihtiyacını karşılayabilmesini başaramamış bir kalkınma sürdürülebilir değildir. Tabi ki yoksulluk tek problem değildir. Eğitimsizlik, işsizlik, sağlık sistemindeki problemler, güvenilir olmayan yerleşim alanları gibi birçok problem sürdürülebilir toplumların oluşturulmasında engel teşkil etmektedir. Toplumsal sürdürülebilirlik için bu problemlerin kalıcı çözümler ile ortadan kaldırılması gerekmektedir (Aydoğan, 2010; Kara, 2017).

Toplumun sürdürülebilir olması için gelecek nesillerin yaşam standartlarının en kötü ihtimalle şu an yaşamakta olan insanların yaşam standartlar kadar olmasıdır. Sürdürülebilir bir toplum için tüm bireylere sağlanması gereken fırsatlardan bazıları aşağıda sıralanmıştır.

Tüm bireyler için;

 Cinsiyet eşitliği ve sosyal adaletin sağlanması,

 Dil, din, ırk farkı gözetmeksizin her bireye eşit davranılması,  Sağlık ve eğitim hakkı sağlanması,

 Güvenli ve huzurlu yaşam hakkı,  Sağlıklı yerleşim merkezlerinin kurulması,

 Bireylerin refah düzeyini arttırmak için toplumsal düzeyde sorumluluk alınması,

 Sosyal hizmetlerden yararlanma hakkı,  Kültürler çeşitliliğin sağlanması.

Toplumsal sürdürülebilirlik, toplumda ki her bireyin refah düzeyini arttırmak ve böylece bireysel potansiyellerden tam verimle faydalanmaktır. Çünkü toplumların başarısı, toplumu oluşturan her bireyin kişisel başarısı ile doğru orantılıdır. Toplumsal kalkınma, insana yatırım demektir. Bu nedenle bireylerin gelişmesine sebep olacak tüm engellerin kaldırılmasını gerektir. Çünkü ancak yaşam kalitesini garanti altına almış insanlar daha üretken bir şekilde topluma hizmet edebilir. Her birey güvenli bir ortamda büyümek, kendi yeteneklerini geliştirmek için fırsatlara sahip olmak, iyi bir eğitim görmek, sağlık hizmetlerinden diğer tüm bireylerle eşit

şekilde faydalanabilmek gibi haklara sahiptir. Ancak bu koşullar sağlandığında bireyler ihtiyaçlarını sağlayabilecek, yeterli geliri olan bir meslek sahibi ise kendilerine, ailelerine ve dolayısıyla topluma faydalı olabilir ve böylece toplumsal sürdürülebilirlik sağlanabilir (Altuntaş, 2012; Özmete, 2011; Hoşkara, 2007; Atıl, Gülgün ve Yörük, 2005).

Sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşmesinde toplumların üretkenliği oldukça önemlidir. Toplumların üretkenliği ise, toplumu oluşturan bireylerin üretkenliğine bağlıdır. Bu nedenle bireylerin sosyal açıdan işlevselliğinin arttırılması gerekir. Bu nedenle toplumun bireylere yaşanılacak güvenli bir yer sağlama dışında da sorumlulukları vardır. Ebeveynleri çalışan çocukların iyi bir şekilde bakıldığı ve ilk eğitimlerine başladığı çocuk yuvaları ve kreşler, yaşlı olan veya kimsesiz olan bireylerin yaşamını devam ettirmek için kurulan yaşlı bakım evleri ve huzur evleri, hasta veya yürüyemeyen bireyler için evde bakım hizmetinin verilmesi toplumların bireylere karşı sorumluluklarıdır. Bunların yanında ebeveynleri vefat etmiş veya ekonomik açıdan çocuklarının ihtiyacını karşılayacak yeterlilikte olmayan ailelerin çocuklarının devlet koruması altında yetiştirilmesi için kurulan çocuk esirgeme kurumları, bir devlet kurumu olan sosyal dayanışma ve yardımlaşma vakfının maddi durumu yeterli olmayan bireylere maddi destek sağlaması da devletlerin bireylere sağladığı sosyal hizmetler olarak sürdürülebilir toplumlar için büyük önem taşımaktadır (Economic and Social Inclusion Corporation).

Sürdürülebilir toplumların oluşturulmasın da sosyal hizmetlerin önemi oldukça büyüktür. Öğretim gören öğrencilere sağlanan yurt, burs, kredi imkanları, il ve ilçe merkezlerinde kurulan gençlik merkezleri, yerel yönetimler tarafından verilen meslek edindirme kursları, aile danışmanlığı, anne-çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri ve özürlü bakım ve rehabilitasyon merkezleri gibi birçok hizmet yönetimlerin bireylere olan sorumluluklarını yerine getirerek, refah seviyesi yüksek ve üretken yani sürdürülebilir toplumlar için oldukça önemlidir (Özdemir ve Aras, 2015;Negiz, 2011).

Sosyal adalet, mevcut değerlerin toplumdaki tüm bireylere dil, din, ırk ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın eşit şekilde dağıtılmasıdır. Sosyal adalet, tüm

bireylerin eğitim, sağlık, adalet, barınma ve sosyal hizmetler gibi haklardan eşit şekilde faydalanmasını, kimsenin ırkına, inancına ve diline göre yargılanmamasını ifade eder. Bir başka değişle, toplumdaki tüm bireylerin eşit hak ve özgürlüklere sahip olmasıdır. (Sunal, 2011). Sosyal adalet toplumu oluşturan bireyler arasında ki fırsat ve imkan eşitsizliği, gelir dağılımı eşitsizliği, statüye göre muamele gibi negatif unsurları ortadan kaldırarak toplumların sürdürülebilirliğinin sağlanmasına katkıda bulunur (Çetin, 2015).

Sürdürülebilir toplum için önemli olan diğer bir konu cinsiyet ayrımcılığıdır. Toplumun kadınlara ve erkeklere yüklediği roller sebebiyle ortaya çıkan toplumsal cinsiyet ayrımcılığı kalıp yargılar nedeniyle birçok toplumda kadının statüsünün erkeğinden düşük olarak algılanmasına sebep olmaktadır. Birçok ülkede kadınlara kısıtlı iş imkanı sunulması, kız çocuklarının okula gönderilmemesi, çalışma hayatına atılmalarının engellenmesi ve maruz kaldıkları şiddet toplumsal cinsiyet ayrımcılığının sebep olduğu durumlardan birkaçıdır. Sürdürülebilir toplumlarda cinsiyet ayrımcılığına yer yoktur. Dünyanın neredeyse yarısı kadınlardan oluşmaktadır. Eroğlu (2004)’e göre toplumlarda kadınlara verilen değerler o toplumun gelişmişlik düzeyinin yansımasıdır. Bu nedenle kadınların istihdamı oldukça önemlidir. Kadınlar okudukça ve çalıştıkça, bireysel yeterliliklerine inanacak, kendi ayakları üzerinde durabilecek böylece hem bireysel olarak hem de toplumdaki statülerinin güçlenmesi ile daha üretken bir toplum oluşturulmasında katkıda bulunacaklardır (Tutar ve Yetişen, 2009;Eroğlu, 2004).

Sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşmesi için küresel boyutta hareket edilmesi gerekir. Dünyanın bir ucunda meydana gelen çevresel veya ekonomik krizler er yada geç bizi de etkileyecektir. 1972 yılında Roma Kulübü tarafından yayınlanan ‘Büyümenin Sınırları’ isimli raporda dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana gelen açlık, yoksulluk, kaynakların tüketimi, ekonomik kriz, iç savaş, nüfus artışı gibi problemlerin sadece o bölgeleri değil tüm dünyayı tehdit ettiği açık bir şekilde ortaya konulmuş, bu sorunlar için çözüm bulunmazsa dünyanın yaşanılabilirlik niteliğini yitireceği vurgulanmıştır (Çankır, Fındık ve Koçak, 2012).

Tüm insanlar aynı dünya üzerinde yaşadığımızı düşünürsek başka ülkelerim meydana gelen kaynak tüketimi, yoksulluk, açlık, savaş hali etkilenmeme gibi bir şansımızın olmadığını daha net şekilde kavrarız. Bu nedenle gelecek nesillere yaşanılabilir bir dünya bırakmanın yolu farklı inançlara, dillere sahip, farklı bölgelerde yaşayan insanların iş birliği içinde aynı amaç yolunda birlikte hareket etmesidir. Dünya genelinde yapılan spor organizasyonları, yarışmalar, konferanslar, konserler gibi bir çok aktivite farklı kültüre sahip bir çok insanın bir araya gelerek etkileşimde bulunmasına ve küresel ölçekli ortak bir payda da buluşmasını sağlar. Dolayısıyla sürdürülebilir kalkınma için tek çarenin birlikte hareket etmek olduğu düşünülürse kültürler arası etkileşimin önemi oldukça büyüktür (Bekiroğlu ve Balcı, 2014).