• Sonuç bulunamadı

TOPLUMCU GERÇEKÇI SANATÇILARIN KALEME ALDIĞI HIKÂYELER

Belgede AYT EDEBİYAT (sayfa 32-38)

AYT EDEBİYAT

TOPLUMCU GERÇEKÇI SANATÇILARIN KALEME ALDIĞI HIKÂYELER

Sadri Ertem Silindir Şapka Giyen Köylü, Bacayı İndir Bacayı Kaldır, Korku, Bay Virgül, Bir Şehrin Ruhu

Sabahattin Ali Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk Orhan Kemal Ekmek Kavgası, Sarhoşlar, Çamaşırcının Kızı, 72. Ko-ğuş, Grev, Arka Sokak, Kardeş Payı, Babil Kulesi, Dünyada Harp Vardı, Mahalle Kavgası, İşsiz, Önce Ekmek

Yaşar Kemal Sarı Sıcak Kemal Tahir Göl İnsanları

Fakir Baykurt Çilli, Efendilik Savaşı, Cüce Muhammet, Karın Ağrısı, Anadolu Garajı, On Binlerce Kağnı, Can Parası, İçerdeki Oğul, Sınırdaki Ölü, Gece Vardiyası, Barış Çöreği, Duisburg Treni, Bizim İnce Kızlar, Telli Yol

Samim Kocagöz Telli Kavak, Sığınak, Sam Amca, Cihan Şoförü, Ah-met’in Kuzuları, Yolun Üstündeki Kaya, Yağmurdaki

Kız, Alandaki Delikanlı, Gecenin Soluğu

Kemal Bilbaşar Anadolu’dan Hikâyeler, Cevizli Bahçe, Pazarlık, Pembe Kurt, Irgatların Öfkesi Dursun Akçam Maral, Ölü Ekmeği, Taş Çorbası, Köyden İndim Şehire, Kafkas Kızı, Haley

Talip Apaydın Ateş Düşünce, Öte Yakadaki Cen-net, Koca Taş, O Güzel İnsanlar, Yolun Kıyısındaki Adam, Duvar Yazıları, Kökten Ankaralı, Yangın Abbas Sayar Yorganımı Sıkı Sar

… Birdenbire döndük, paçaları lime lime yarım kunduralı, göğsünde harp madalyasının yırtık bir kurdelesi, uzun heyula (ha-yalet) gibi bir Anadolu neferi... İhsan ve Cemal ona doğru gittiler. Bana öyle geldi ki bu üçü de bir örnek insandır. Yüzleri, vücut-ları kaybolacak, üçü birbirine karışacak, hepsinden birdenbire bir tek insan çıkacak. Fakat onların yalnız gözleri karıştı. Başla-rını eğdiler. Birbirlerine ne dediler? Ben, o an kendimi yabancı ve mukaddes bir dinin münkiri (inkârcısı) hissettim. Bir yabancı hürmetiyle sahile doğru gittim ve ilk defa olarak onların yaptığı ezeli şeyi yapmamış olmanın mahrumiyetini duydum. Yara, kan ve ölüm, bana cazip ve erişilmez bir azametle göründü. Hatta bu muzaffer demir gemileri arkamdaki üç adamdan küçük ve tatsız buldum. Döndüğüm zaman neferin bir eli İhsan’da, bir eli Ce-mal’de idi. Haykırıyorum:

– Cemal! İhsan! Bak benim de iki bacağım koptu, kafam par-çalandı. Bana karşı muhabbetinizde aşağı eğilen bir şey vardı. Niçin bunları görmeden öldünüz? Ben de bu ezeli şeyler için, bay-rak için, namus için parçalandım.

Neferim başıma kolonya sürüyor, gözleri nemli:

– Beğim, beğim, onlar şehit oldu. Ne mutlu, ağlama, diyor. Salim’in elini tuttum; çektim, gözünün içine baktım:

– Sen bacaklarını kaybetsen Fatma’n seni daha çok sever mi? Salim anlamamış gibi gözlerini açtı. Sonra yavaş yavaş gözle-rine eski manasızlığı geldi:

– Yavuklunu mu düşünüyon beğim, dedi. Salim’in ağzını elim-le kapadım. Başım düştü.

Niçin ruhumun bu ateş gömleği, sırtımdan canıma geçiyor; gö-zümden, dilimden kızıl, yakıcı yenlerini gösteriyor?

arkadaşları ile ilk Mavi Yolculuk fikrini savunmuş ve uygulamaya geçirmiştir.

En ünlü romanı olan Aganta Burina Burinata’da deniz sevgisi, denizin çekici-liği, denizcilerin yaşadığı zorluklar, güzellikler, genel olarak denizdeki yaşam, romanın başkahramanı Mahmut vasıtasıyla anlatılmıştır. Eserde, deniz bir baş-kahraman gibi işlenmiş, yayımlandığı zaman çok ilgi görmüştür.

Roman: Aganta Burina Burinata, Ötelerin Çocuğu, Uluç Reis, Turgut Reis, De-niz Gurbetçileri

Hikâye: Ege Kıyılarından, Merhaba Akdeniz, Ege’nin Dibi, Yaşasın Deniz, Gü-len Ada, Ege’den, Gençlik Denizlerinde

Deneme-Inceleme-Mitoloji: Anadolu Efsaneleri, Anadolu Tanrıları, Anado-lu’nun Sesi, Hey Koca Yurt, Düşün Yazıları

Anı: Mavi Sürgün

Çocuk Kitapları: Denizin Çağrısı, Yol Ver Deniz ESERLERI

Ahmet Hamdi Tanpınar, “Cumhuriyet Dönemi’nde Saf Şiir Anlayışını Sürdüren Şiir” konusunda 213. sayfada; Memduh Şevket Esendal ve Sevinç Çokum “Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Hikâye” konusunda 323-326. sayfa-larda ele alınmıştır.

manya’da yaşamış, ülkesine dönmüştür. Gazeteci olarak kadın intiharlarını araştırmak üzere Kars’a gider. Bu gidişin asıl nedeni ise eski aşkı İpek’i görmektir. İpek, kocasından boşanmış, babası ve kardeşi ile bir otelde yaşamaktadır. Ka, şehre gider, orada birçok siyasi olayla karşılaşır. İpek, Ka’nın evlilik teklifini önce kabul eder ancak yaşanan olay-larda Ka’nın birilerinin (Lacivert) tutuklanmasında etkili olduğunu anlayınca bu teklifi reddeder. Ka, sonunda yalnız bir şekilde tekrar Almanya’ya döner, yıllar sonra vurularak öldürülür.

Her Gece Bodrum – Selim Ileri

Çok geniş şahıs kadrosu olan romanda yaşananlar Bod-rum’da geçmektedir. Cem, Tarık, Ahmet, Emine, Betigül, Haydar gibi kahramanlar arasında geçen olaylarda en çok ön plana çıkanlar Emine ve Cem’dir. Roman, tatil beldele-rindeki çılgın kalabalıkların gerisindeki hüznü, içe kapanışı anlatmaktadır.

Karagöz, tek sanatçının (ustanın) yeteneğine bağlı bir oyundur. Bu ustanın yardımcıları da vardır. Karagözcünün yardımcısına çırak adı verilir. Ustanın talimatlarına göre tasvirleri perdenin içindeki iplere dizen çırak, sanatı da öğren-meye çalışır. Karagözcünün ikinci yardımcısı da diyebileceğimiz çırağın da bir yardımcısı vardır. Sandıkkâr adı verilen bu yardımcı, oyun takımından sorum-ludur. Sandıkkârın görevi, tasvirleri sandıktan çıkararak değneklere geçirmek ve iplere dizmektir. Ayrıca gölge oyununda müzik yapan, şarkı söyleyen kişiye

yardak, def çalan kişiye de dayrezen adı verilir.

Karagöz oyununda, Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan ve toplumun çeşitli katmanlarından gelen, çeşitli milletleri temsil eden tipler vardır.

Bu oyunun iki temel tipinden biri olan Karagöz; içi dışı bir, düşündüğünü söy-lemekten çekinmeyen, öğrenim görmemiş, nüktedan, cahil bir halk tipidir. Hacivat’ın sözlerini ters anlayan, sürekli onunla didişip duran Karagöz işsizdir, Hacivat’ın bulduğu işlerde çalışır. Başında “ışkırlak” adı verilen bir serpuş (şap-ka, başlık) vardır. Orta oyunundaki Kavuklu’ya benzer.

Dışa doğru kıvrık ve sivri sakalı olan Hacivat ise biraz öğrenim görmüş, gösteriş meraklısı, yarı aydın bir tiptir. Çoğu zaman Karagöz’ün anlamadığı Arapça ve Farsça kelimelerle yüklü Osmanlıca konuşmayı sever. Konuşmalarında özentili ve süslü bir dil kullanır. Giyiminde

yeşil rengin hâkim olduğu Hacivat’ın şapkasına “börk”, şapkasından aşağıya doğru sarkan şeride de “taylasan” adı verilir. Hacivat, orta oyunundaki Pişekâr’a benzer.

Gölge oyununun diğer tipleri şunlar-dır: Zenne (kadın), Himmet (sırtında baltası, kaba saba bir tip), Tuzsuz Deli Bekir (sarhoş, kabadayı), Efe (zorba), Beberuhi (cüce, aptal), Kayserili (pas-tırmacı), Acem (zengin tüccar), Çelebi (genç, mirasyedi), Arnavut (bahçıvan), Yahudi (sarraf), Matiz (sarhoş), Bolu-lu (aşçı), Frenk (doktor, terzi, tüccar), Arap (baklavacı, hırsız, dilenci) vb.

Benim adım Kamber, minareden uzun mumbar yedim, içtim, doymadım. Harda, hurda, şurda, burda, tarla, bağda; yedim, içtim, doymadım. Aman bacı, kal-dır sacı, yağlı bazlamacı yedim, içtim, doymadım. Dere gibi hoşaflar, tepe gibi pilavlar, ambar ambar yulaflar yedim, içtim doymadım. Denizi çorba ettik, gemiyi kepçe ettik, daha bilmem ne ettik yedim, içtim; davula döndü karnım, ne sakalım tum tum etti ne bıyığım cum cum etti, dudaklarım bile duymadı. Baktılar ki dünya-yı yesem doyduğum, doyacağım yok, “Daha da doymazsa gözünü toprak doyursun!” deyip Akdeniz’in martısı, zeytinyağının tortusu, hoştur makarnanın yoğurtlusu. Tepsi tepsi önüme sürdüler ya, sensiz boğazımdan geçmedi. Yükledim bizim uzun kulaklıya, size getiriyor-dum ama ırmaktan geçerken kurbağalar “Vırak vırak!” deyince ben de “Bırak bırak!” anladım, bıraktım oracıkta. Uzun kulaklının da ayakları mumdanmış, o da eriyip gitti ırmakta. Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir padişah varmış; padişahın da üç oğlu, bir kızı varmış. Babaları dünyayı verseler vermez, tacından tahtından üstün tutarmış onları. Analarının gözünde de oğulları oğul balından tatlı, kızları da kaymak üstüne çalınan baldan. Ne ki balına kaymağına doymadan gitmiş ha-tuncuk. Koca saray karalara boyanmış ama kara vezir:

“A devletlim! Kara gün kararıp kalmaz ya, gayri on parmağını kandil edip yakacak bir ana lazım bunlara!” demiş ve allayıp pullayıp kara kızını padişaha vermiş. Vermiş ama hangi parmağını kandil edip yakacak, kara vezir kızının on parmağında on kara! Allah böylelerinin şerrine uğratmasın. Padişahı avucunun içine alıncaya kadar cariye-lerin bile yüzüne gülmüş; velakin saman altından usulca su yürüterek karasını bulaştırmadık birini bırakmamış; ille üvey kızına, ille üvey kı-zına… Öyle bir yağlı kara sürmüş, öyle bir yağlı kara sürmüş ki kırk dereden su getirmişler de yine çıkaramamışlar; öyle ya iftira dediğin Kaf Dağı’ndan yüce! Babasının bile gözünden düşmüş, ocak başına attırılmış. …

Belgede AYT EDEBİYAT (sayfa 32-38)

Benzer Belgeler