• Sonuç bulunamadı

4. KAMUOYU KAVRAMI VE SİVİL TOPLUM İLE İLİŞKİSİ

4.2 Sivil Toplum Kuruluşları Ve Kamuoyu

4.2.1 Sivil toplum çalışmalarında kamuoyu yeri ve önemi

Sivil toplum kuruluşları devletten bağımsız, devletten farklı olarak üçüncü bir alan gibi görülmektedir. Günümüz toplumlarında kamusal alanda devlet ve özel sektörden bağımsız gibi görünen sivil toplum kuruluşları, devlet ve özel sektörün karşısında değil tam tersine yanında bulunan bir paydaşıdır. Sivil toplum kuruluşları bulundukları topluma fayda sağlayan, toplumda yaşayan insanların daha iyi olmalarına yarayan, kâr amacı gütmemeyi, etik faktörlere ve değerlere saygıyı, yasalara saygılı olmayı, aynı zamanda bu yasaları da çağdaş normlar seviyesine ulaştırmayı hedefleyen kuruluşlardır (Kaypak, 2012:183).

Toplum içerisinde yaşayanlara, birlikte yaşamanın getirdiği bazı sorumluluklar vardır. Tarih boyunca bu nedenle oluşabilecek bazı sorunlara karşı da ortak hareket edilmesi gereksinimi duymuşlardır. Bu ihtiyaçları giderme ve çeşitli sorunların aşılabilmesi maksadıyla başlayan kişisel çabalar zamanla yerini ortak çalışmalara ve birlikte hareket etmeye sevk etmiştir. Bu durum da toplumda büyüklü, küçüklü birçok yapının oluşmasını sağlamıştır (Yavuz, 2008:202).

“Kamuoyu oluşturma” kavramından daha çok iletişim ve siyaset bilimi literatüründe medyanın rolü sorgulanırken söz edilmektedir. Kavram, bir konu hakkında oluşan bireysel fikirlerden hareketle iletişim yoluyla karar vermeye dek uzanan sürece işaret eder (Atabek ve Dağtaş, 1998; Bektaş, 1996; Price, 1992). Türk Dil Kurumu sözlüğünde “kamuoyu oluşturmak ya da yaratmak” kavramı “bir düşünceyi yaygınlaştırmak ve halkın dikkatini o düşünce etrafında toplamak ve yoğunlaştırmak” ifadeleriyle açıklanmaktadır (http://www.tdk.gov.tr).

Kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşabilmesi için üç koşul gerekmektedir. Bunlar; bireylerin yeterli ve doğru haber almalarına, aldıkları bilgileri duygularından uzak, akıllarıyla değerlendirmelerine ve “çıkar sağlama umuduyla” kamu işlerine yakın bir ilgi göstermelerine bağlıdır. Teorik olarak bir araya getirilen bu üç koşulun, pratik alanda aynı anda mümkünlüğünün “son derece zor” olduğu kabul edilmektedir (Kışlalı, 1997:331).

Kamuoyunu oluşturan araçları incelediğimizde; dolaylı olarak aile, eğitim, kültür, toplumsal kontrol sistemleri gibi kurumsal sosyolojik araçlar karşımıza çıkmaktadır. Bunların yanı sıra bir de kanaat, motivasyon, algı ve tutum gibi bireysel psikolojik araçlar da bulunmaktadır. Siyasal grup ve partiler, baskı grupları gibi siyasal araçlar ve medyanın etkileri ise kamuoyunun oluşumundaki araçların en önemli unsurları olarak kabul edilmektedir. (Anık, 1994:106). Farklı kategorilerdeki bu araçlar arasında kamuoyunun oluşumu konusunda medyanın tek başına en etkin ve başlı başına yeterli bir unsur olduğu tanımlamasının yapılması mümkün değildir. Fakat en etkili araçların başında geldiği kabul edilmektedir. Kamuoyu oluşumu için en çok kullanılan unsurların başında da medya gelmektedir. Hangi sistem içerisinde bulunulursa bulunulsun, kamuoyunu etkilemek amacıyla kitle iletişim araçlarına ayrı bir önem verilmiş ve en gözde aktör olmuşlardır (Kışlalı, 1997:330).

Kamuoyu oluşumu için öncelikle bir toplumsal dönüşüm ve değişim sürecinin yaşanması gerekmektedir. Bu dönüşüm noktasında sivil toplum kuruluşlarının devreye girebilmesi için, toplumda ortak bilgi ve dil düzeyinin oluşabilmesi büyük önem taşımaktadır. Duygusal tetiklemelerin en yoğun olduğu dönemler, sivil toplum kuruluşlarının toplumda bilişsel değişimi başlatmaları için zamanlama açısından en uygun dilim olarak kabul edilmektedir. Bu noktada Jürgen Habermas’ın “iletişimsel eylem” kuramı çerçevesi içerisinde çizdiği görüşleri iyi bir örnek teşkil edebilir. Habermas “Benim veya diğerlerinin gördüğünü sen nasıl görmüyorsun?” alt

mesajıyla, toplumun derinden etkileneceğini ve ilgili konu hakkında bir farkındalığa ancak bu sayede varabileceğine dikkat çekmektedir. Zira aktif ve çağdaş, doğruları ve yanlışları sorgulayabilen bir toplumun bu mesajların içerisinde dolaşıma girmesiyle oluşabileceğini vurgulamaktadır (Habermas, 2002:75).

Toplumun gerçekliğe yakınlaşmasını sağlayan bu tip mesajların asıl amacı aslında, toplumun olaylara ve durumlara ne yönde tepki göstermesi gerektiğinin sinyalinin verilmesidir. Sivil toplum kuruluşlarının toplumsal katılımı sağlayabilmesi hususunda kişilerarası iletişimin yeterli olmayacağı belirtilmektedir. Özellikle geçiş sürecindeki toplumlarda, kitle iletişim araçlarının ciddi önem taşıdığı saptanmaktadır. Kitle iletişim araçları toplumdaki bilgi karmaşasını ve farklılığını en aza indirebilmek açısından en işlevsel iletişim kanalı konumundadır (Pierre ve Mc Carthy, 1989:127).

Sivil toplum kuruluşları yaptıkları iletişim çalışmalarıyla, kitle iletişim araçlarında gündem oluşturarak dikkat çekmek istedikleri konulara dair toplumda bir bilinç oluşmasına katkı sunabilmektedir. Ancak bu noktada ön plana çıkan bir hususun altını özellikle çizmek gerekmektedir. Konuyla ilgili bilişsel bir dönüşümün oluşturulmadığı toplumların, konuya dair bilgileri kısıtlı ve az olduğu için konuya ilginin oldukça sönük olabileceği kabul edilen bir gerçektir.

Sivil toplum kuruluşları toplumun ortak kaygı ve sorunlarını dikkate alarak hareket ettiğinde gündem oluşturma konusunda da o denli başarılı olması kaçınılmazdır. Bu durumda toplumun, olaylar karşısında kitlesel tepki vermesi daha kısa süre içerisinde mümkün hale gelecektir.

Gündem oluşturmayla ilgili Manheim’in önermesine atıfta bulunmak gereklidir. Medya gündemi, kamu gündemi ve siyasi gündem üçlüsünden hareketle kitle iletişim araçlarını kullanmak tek başına yeterli olmayacaktır. Kişilerarası iletişim kanallarını da kullanmanın önemini ve yararını vurgulamak gerekmektedir (Atabek ve Dağtaş, 1998:59).

5. SİVİL TOPLUM KURULUŞU OLARAK YEŞİLAY'IN KAMUOYU