• Sonuç bulunamadı

Tolstoy’un Ontolojik ve Epistemolojik Yaklaşımı

3. BÖLÜM: TOLSTOY’UN SİYASAL DÜŞÜNCESİ

3.1. TOLSTOY’UN SİYASAL DÜŞÜNCESİNİN FELSEFİ TEMELLERİ

3.1.1. Tolstoy’un Ontolojik ve Epistemolojik Yaklaşımı

ve nihilizme24 de tamamen karşıdır. Bir idea’nın ya da doğa’nın mutlaklığı onu asla tatmin etmez. Bu sebeple Din Nedir?’de bu görüşünü açıkça belirtmiştir:

“Gerçek anlamda var olanların hepsinin sadece bir idea’dan ibaret olduğunu veya herşeyin atomlardan oluştuğunu veya ısı, ışık, hareket ve elektriğin tek ve aynı enerjinin tezahürlerinden ibaret olduğunu hisseden, acı çeken, sevinen, korkan ümit eden bir insana ne kadar çok ima ve izah ederseniz edin, bu onun kâinatın içindeki yerini izah etmeyecektir” (Tolstoy, 2009a:83).

Peki, Tolstoy varlığa nasıl yaklaşmaktadır? Aslında Tolstoy’un ontolojisinin de tüm hayatı gibi bir arayışla geçtiğini söylemek daha doğru olacaktır. Özellikle İtiraflarım’da Tolstoy kendi varlık arayışını insanlığın kendini arayışı üzerinden tanımlar:

“Ben soruyorum; ‘Bu varlık niçin var? Var olması ve var olacak olmasının sonucu ne?’

Felsefe, bu soruyu cevaplandırmıyor, hatta o da aynı soruyu soruyor. Eğer o gerçekten felsefe ise, bütün işi zaten bu soruyu sormaktır. Görevine tam tamına sadık kalırsa, ben neyim ve bütün evren nedir sorusuna sadece şu cevabı verir: ‘Her şey ve hiçbir şey!’ Ve

‘niçin?’ sorusuna da: ‘Bilmem!’” (Tolstoy, 2005a:38).

Tolstoy kendisini belki de en mutlak anlamında “gerçekçi” olarak tanımlar. Gençliğinden başlayarak tüm eserlerinde kendisine en büyük ilke olarak “gerçeği” belirlemiştir. Gerçeğin acı yüzü onun için her zaman yol gösterici olmuştur. Özellikle savaş yıllarını anlatan Sivastopol adlı eserinde bunu en etkili şekilde gösterir. İnsanlığın ontolojik arayışını kendi farkında olduğu

“gerçek”in keşfedilmesi üzerinden değerlendiren Tolstoy, bu arayışın her zaman aynı sona varacağına inanır. Bu çerçevede Tolstoy insanın varlığın esasına “Ne?” ya da “Neden?” soruları yerine “Nasıl?” sorusunu sorarak varabileceğine inanır: “İnsanın ihtiyaç duyduğu şey, haricî sorulara çözümler aramayı bırakıp, doğru soruyu sormaktır: ‘Ben kendi hayatımı nasıl yaşamalıyım?’ Bunu yaptığı zaman bütün haricî sorular en güzel biçimde çözüme bağlanacaktır” (Tolstoy, 2009a:185).

Diğer taraftan, Tolstoy’un “gerçek” anlayışı ve gerçeğe yaklaşımı zaman içinde değişime uğramıştır. Hayatının belli bir döneminde keşfettiği nihai “gerçek” ölümdür. Tolstoy, Sokrates’i, Schopenhauer’i, Hz. Süleyman’ı ve Buda’yı örnek alarak yaşamın boşluğuna ve ölümün kaçınılmaz gerçekliğine ulaşır (Tolstoy, 2005a:39-40). Bu düşüncede, kişinin özü yaşamının çözümleyici anlarında ve en çok da ölümle yüzleştiğinde ortaya çıkar (Tolstoy, 2009b:92).

24 Sözlük anlamı hiçbir şeye inanmamak olan Nihilizm, yaşamın anlamına dair tüm varsayımsal ahlaki ve siyasi ilkelerin reddini savunan felsefi bir yaklaşımdır (Heywood, 2010:353).

Hayatının bu döneminde Tolstoy kendisine varlıkla ilgili sürekli bir şekilde sorular sorar:

“‘Niçin yaşıyorum? Niçin arzuluyorum? Niçin çalışıyorum?’. Ya da şöyle dile getirilebilir bu soru: ‘Hayatımda kaçınılmaz olan ölümümle yok olmayacak bir anlam var mıdır?’” (Tolstoy, 2005a:34). Tolstoy bu arayışı özellikle intihara meylettiği hayatının bu döneminde insanlığın belası olarak tanımlar: “Doğmamış olana ne mutlu. Ölüm, hayattan daha iyi, hayattan kendini kurtarmak gerek” (Tolstoy, 2005a:46).

Tolstoy’un dönüşümüyle birlikte gerçekçiliği de değişime uğrar. Hayatının bu döneminden itibaren gerçekçiliğinin son olarak vardığı istasyon “gerçek din”dir. Bu aşamadan sonra Tolstoy’un tüm ontolojik yaklaşımı dinsel temellerin üzerinde yükselir. Özellikle …Ve Işık Karanlıkta Parlıyor isimli eserinde, kendi üzerinden yarattığı kahramanın dilinden, kendi gerçeklik tanımını verir. Bu tanıma göre “Gerçek” insanın her an ölebileceği ve hiçliğe ya da iradesine göre yaşamasını emreden Tanrı’nın huzuruna çıkabileceği gerçeğidir (Tolstoy, 2011c:38).

Epistemolojik açıdan Tolstoy’un hayatı boyunca aynı arayışın izleri görülür. İtiraflarım’da bu arayışını ve onun için hayatının belirli bir dönemine kadar geçerli olan bilginin anlamını şöyle özetler:

“Bütün bilimlerde aradım. Hiçbir şey bulamamakla kalmadım, kurtuluşu bilimlerde arayan bütün insanların benim gibi hiçbir şey bulamadığı kanaatine vardım. Ayrıca beni ümitsizliğe götüren şeyin, yani hayatın anlamsızlığının, insanlığın ulaşabileceği tek kesin bilgi olduğu sonucuna vardım” (Tolstoy, 2005a:33).

İtiraflarım’la başlayan dönüşümü öncesi dönemde Tolstoy, Rasyonalizm ile şekillenen söz konusu gerçekçiliği ile dinsel bilgiyi reddeder ve dini aklın çerçevesine sığdıramaz. Hayatının bu aşamasında, ona göre ölümlünün sonsuzla karşılaştırıldığı ve hayatın anlamını içeren Tanrı, özgürlük, iyilik vb. kavramları mantıkî bir incelemeden geçirdiğimizde, bu kavramlar, aklın eleştirisini kaldıramazlar (Tolstoy, 2005a:61).

Tolstoy İtiraflarım’da hayatı boyunca dönüşüme uğrayan tüm düşüncelerinin bu şekilde analizini yaptıktan sonra bir noktaya varır. Bu süreçte çözümü önce hayatta aramaya başlar. Bu dönemde, çevresindeki insanların içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için dört çıkış yolu bulduklarını fark eder. Bulunan birinci çıkış yolu bilgisizlik yoludur. Tolstoy bu yolu kabullenemez; çünkü ona göre insan, bildiği şeyi bilmeye son veremez. İkinci çıkış yolu, Epikürcü çıkış yoludur. Tolstoy bu yolu da kabul edemez; zira bu yolu tercih eden insanların, düşünce ve hayal güçlerinin felcini bir felsefe olarak ilân ettiklerini düşünür. Ona göre bu yolu

tercih edenlerin hayal gücünün duyarsızlığı bu hayal gücünün olmadığı insanlarda yapay olarak da sağlanamaz. Tolstoy’a göre bulunan üçüncü çıkış yolu, güç ve enerjinin çıkış yoludur. Bu yolun esası da insanların hayatın dert ve saçmalık olduğunu anlamaları sonucu hayatı yok etmesi gerektiğine inanmalarıdır. Tolstoy hayatının belli bir döneminde bu yolun en onurlu çıkış yolu olduğunu kabul ettiğini ve böyle yapmak istediğini itiraf eder. Tolstoy’un fark ettiği dördüncü çıkış yolu da zayıflık yoludur. Bu çıkış yolunda insan, hayatın dert ve saçmalık olduğunu kavradığı hâlde onu sürdürmeye son vermez; bundan bir şey çıkmayacağını bilerek yaşamaya devam eder. Tolstoy vardığı noktada kendini bu grupta görür ve bir beşinci yol görmediğini söyler (Tolstoy, 2005a:47-49).

Tolstoy’un İtiraflarım’la başlayan dönüşümü neticesinde vardığı sonuçla bir beşinci yolun varlığını keşfeder. Bu yol, gerçek bilgiye ulaşmada aklın mutlak eksikliğinin yanında “İnanç”ın mutlak üstünlüğüdür: “O zamana kadar bence biricik sayılan akla dayalı bilginin yanında, bütün insanlığın akıl dışı bir başka bilgisi vardı, yani yaşama imkanı veren inanç” (Tolstoy, 2005a:59).

Yaşamanın bu dönemine kadar hiç dikkate almadığı bu yolun insanlığın ve özellikle halk kesimlerinin dünyadaki tüm kötülüklere karşı sahip olduğu düşünce tarzı olduğunu görür.

Tolstoy büyük bir hevesle sarıldığı bu düşünceyle vardığı noktada gençliğinde hararetle savunduğu rasyonalizmi tamamen reddetme noktasına kadar varır. Bu aşamayla birlikte ona göre akıl yoluyla elde edilen bilgi hayatın anlamını vermiyor ve hayatı adeta dışlıyordur. Ancak farkettiği gerçek olan inançla milyarlarca insanın ve belki de bütün insanlığın hayatına anlam verilmiştir ve artık akla dayalı bilginin hayatı inkârdan başka bir şey ifade etmediğini düşünmeye başlar (Tolstoy, 2005a:55).

İnancın mutlak üstünlüğünü keşfeden Tolstoy’un arayışlarının en sonunda vardığı sonuç, bilginin özünün tamamen Hıristiyan dininin özü olarak tanımladığı dinsel kökenli bilgi olduğudur. Ancak bu bilgi ona göre, kimilerinin savunduğu dogmatik bilgi değildir. Zira Tolstoy’a göre Hıristiyanlığın özünde yatan esas da zaten dogma değildir. Bu çerçevede Tolstoy aklın mutlak gerçekliğe ulaşmada araç olarak rolünü her zaman kabul eder. 26 Kasım 1894’te yazdığı bir mektupta, Tolstoy bunu şöyle ifade eder:

“İnsan kendi kendini ve dünya ile ilişkisini bilmesini sağlayacak bir tek araç almıştır Tanrı’dan; başka aracı yoktur. Bu araç da akıldır. Akıl Tanrı’dan gelir. Akıl yalnızca insanın üstün niteliği değil, gerçeği tanımanın biricik aracıdır da” (Aktaran: Rolland, 2001:75).

Bu çerçevede, dünyadaki bilimsel anlayışların tahliline girişen Tolstoy, özellikle Antik Yunan’daki bilgi ve ahlak üzerine yapılan değerlendirmelerin, Hıristiyanlığın yeryüzüne gelmesiyle anlamını yitirdiğini savunur. Tolstoy, Tanrısal bilgiye ulaşmayı ve ahlakı insanlığın yükseldiği bir üst kademe olarak değerlendirir:

“Platon’a göre, kazanılması gereken en önemli nitelik, insanın kendini bir şeyden yoksun bırakmasıydı. Daha sonra, cesaret, bilgelik ve hakkaniyet geliyordu. Platon’un öğretisine göre, hakkaniyet bir insanın sahip olabileceği en yüce erdemdi. İsa’nın öğretisi ise, başka bir ileri adımı getiriyordu; Hıristiyanlık erdemleri fedakârlıkla başlıyor, Tanrı’nın iradesine sadık kalarak sevgiye varıyordu” (Tolstoy, 2005a:31).

Tolstoy, özellikle Antik Yunan’daki bilginin özüne yönelik değerlendirmeleri “pagan ahlakı ve ilkeleri” olarak aşağı bir biçimde değerlendirir. Ona göre Hıristiyanlık paganlığın yerine geçerek, ilkeler açısından daha çetin bir ahlâk koymuştur. Ancak bu ahlâka, paganlıkta olduğu gibi, ancak erdemler merdiveninin tüm basamakları çıkıldıktan sonra erişilebilir.

İnsanlık tarihini aynı epistemolojik anlayışla değerlendiren Tolstoy, gerçek bilginin mutlaklığı üzerinden insanlık tarihindeki sapmaları aynı dinsel kavrayış üzerinden tanımlar. Ona göre tarih boyunca bazılarının sırf alışkanlıktan, bazılarınınsa çıkarları gereği bağlı kaldığı toplumsal düzeni alt üst edecek olan Hıristiyan yaşam anlayışından korkan insanlar, farkında olmadan pagan yaşam anlayışına ve ilkelerine bağlı kalmışlardır. Tolstoy’a göre tarih boyunca bu insanlar, Hıristiyanlığın ilk çıktığı zamanlarda olduğu gibi yalnız vatanseverlik ve aristokratizmi değil, aynı zamanda epikürizmi ve hayvanîliği yaymaya çalışırlar. Ancak Tolstoy bugün bu anlayışı takip edenlerde bir fark görerek bunu öğütleyenlerin kendilerinin de söylediklerine inanmadıklarını vurgular (Tolstoy, 2009e:10). Tolstoy bu çerçeveden bir bakışla din dışında bir öğretiye özellikle hümanizme hiçbir zaman imkan vermez; çünkü onun için “insanlık” kurgudan başka bir şey değildir (Tolstoy, 2009d:101).

Hıristiyanlığın getirdiği bilgi ve ahlaki anlayışla insanlığın en üst aşamaya geçtiğini ve bu yolu izleyerek “gerçeğe” varacağına inanan Tolstoy, özellikle kendi Hıristiyan inancı üzerinden insanlığın savaş ve şiddet gibi sapmalarını bu gerçek yolundan verilen ödünlerle varılan kötü sonuçlar olduğuna inanır. Ona göre bu anlayışla Tanrı’nın verdiği büyüleyici doğanın ortasında insanın ruhunda öfke, intikam ya da kendisine benzer insanları yok etme duygusu ayakta kalamaz. Bu anlayışla insan ruhundaki kötü olan her şey, güzelliğin ve iyiliğin doğrudan anlatımı olan doğayla iç içe olduğunda yok olacaktır (Tolstoy, 2009b:78).

Tolstoy, dinle çerçevelediği bilgiye yaklaşımı ile birlikte tüm ahlaki öğretisini de dine bağlar.

Ona göre din dışında bir ahlak tesisine teşebbüs etmek, hoşlandıkları bir bitkiyi yeniden toprağa ekmek isteyen çocukların köksüz bir halde kopardıkları bitkiyi o haliyle toprağa dikmelerine benzer. Tolstoy için köksüz bitki olmadığı gibi, dinî temeli olmayan gerçek ve uygulanabilir bir ahlak da olamaz (Tolstoy, 2009a:97). Bu çerçevede, Tanrı’nın verdiği öze bağlı kalarak dinsel yaşam üzerinde adım adım ilerlenmesi gerektiğine inanan Tolstoy, bu ilerleme sonucunda insanın ve toplumun ahlaka ulaşacağını savunur. Çünkü Tolstoy’a göre ahlâklı bir yaşam için gerekli nitelikler adım adım kazanılmadan ahlaklı bir yaşam sürdürülemez (Tolstoy, 2009e:29).

Tolstoy’un epistemolojik ve ontolojik açılardan hayatta ulaştığı şey olan inanç ve din onun için

“mutlak gerçek”tir. Bu çerçevede anlattığı tüm romanlar ve öykülerindeki kahramanının, ruhunun tüm gücüyle sevdiği, tüm güzelliğini yansıtmaya çalıştığı, her zaman var olmuş, şu ânda da var olan ve gelecekte de var olacak olan “gerçek” olduğunu söyler (Tolstoy, 2009b:95).

Tolstoy insanlığın gerçeğe ulaşmada vardığı sonucu sevgi, ulaşmada kullandığı aracı da akıl olarak ilan eder. Onun için sevgi insanın akla uygun olan biricik eylemidir (Rolland, 2001:76).