• Sonuç bulunamadı

sırrı tezâhür ederek, rûy-ı arz serâpâ kesb-i tarâvet etmiş ve bâ-husûs Edirne havâlisi üzerinden cereyân eden enhâr-ı selâsenin

Ravzatü’l-Vekâyi‘i’l-Mütenevvia

2 sırrı tezâhür ederek, rûy-ı arz serâpâ kesb-i tarâvet etmiş ve bâ-husûs Edirne havâlisi üzerinden cereyân eden enhâr-ı selâsenin

bahşâyiş-gerdesi olan rûhâniyyet-i husûsiyye ile nümûne-nümâ-yı riyâz-ı cennet olmuş idi. Şu âvân-ı sa‘d-iktirânda zîr-i destân-ı hümâyûnlarına bir sûr-ı meserret-nümûn göstermek üzere pâdişâh-ı âlî-câh Ebu’l-feth Sultân Mehmed Hân tâbe serâhü hazretleri icrâ-yı sünnet-i seniyye-i Hazret-i Mu- hammediyye niyyet-i hâlisasıyla, şehzâdeleri Amasya mutasarrıfı Sultân Bâyezîd ile Manisa hâkimi Sultân Mustafa’yı pâyitaht-ı saltanat olan Edirne’ye davet etmiş ve civâr-ı şehirde «Ada» nâmıyla şöhret-şiâr olan mevki-i dil-güşâ dahi mahall-i sûr-ı pür-sürûr ittihâz edilerek haymeler, sâyebânlar ikâmesiyle âdetâ bir memleket şekline konulmuş idi. Memâlik-i mütecâvireden fevcâfevc vürûd eden düğüncülerin izdihâmı o dereceye varmış idi ki, düğün mahalli binlerce dönüm arâziden ibaret olduğu halde iğne atsan yere düşmüyor idi. Sûr-ı hümâyûna mübâşeret olunduğunun birinci günü kemâl-i fazl u irfân ile mümtâz-ı emâsil ve akrân olan Mevlanâ Fahreddîn-i Acemî ve Mevlânâ Tûsî ve Mevlânâ Hızır Bey ve Mevlanâ Şükrullâh ve emsâli ulema-yı izâm ve mevâlî-i kirâm mahall-i sûra davet olunup, erzân buyurulan müsâade-i seniyye üzerine müşârun-ileyhim hazerâtı otâğ-ı hümâyûnda huzûr-ı pâdişâhîye dühûl ederek yemîn ve yesâr-ı husrevânelerinde alâ-kadr-i merâtibihim kâ‘iden saff-beste-i mevki-i ihtirâm ve her biri yegân yegân mazhar-ı iltifât-ı pâdişâh-ı enâm oldular. Bu meclis-i meymenet-enîsde evvelen bazı mübâhase-i ilmiyye cereyân ettik- ten sonra, mücevvidîn bir tarz-ı bihîn üzre tilâvet-i Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân ile sımâh-ı sâmi‘îni tezyîn edip, müteâkiben na‘t-hânân, mânend-i andelîbân-ı hoş-elhân nu‘ût-ı şerîfe-i Nebeviyye kıraatine mübâderetle, otâğ-ı pâdişâhî nümûne-nümâ-yı ravza-i cinân oldu. Badehû it‘âm-ı taâm irâde buyurul- makla, et‘ime-i nefîsenin kesreti ve hulviyyâtın vefreti hasebiyle, bakıy- yesinden birçok ahâlî ve fukarâ dahi intifâ‘ eylediler. Ve daha sonraları ulemâ-yı izâm hazerâtına hila‘-ı fâhire iksâ ve mâ-adâsına atiyyeler i‘tâsıyla mazhar-ı i‘zâz ve ikrâm olup, o günkü cemiyet tamam ve suver-i meşrûha ile miskiyyü’l-hitâm oldu. Ferdâsı gün meşâyih-i kirâm mezîd-i ihtirâm ile davet olunup, onlar dahi akd-i mecâlis-i zikr ve tevhîd ile mahall-i sûru pür- sürûr ederek, atâyâ-yı vefîreye nâiliyyetle mesrûr oldular. Badehû vüzerâ ve ümerâ ve hulefâya ve zâbitân-ı askeriyyeye ve ahâlî-i beldeye sırasıy- la ziyâfetler keşîde olundu. İşbu sûr-ı meymenet-mevfûr envâ‘-ı sürûr ve 2 Rum Suresi/19

hubûr ile tamam bir ay miktarı devam ettikten sonra emr-i mesnûn-ı hitân ihtitâm bulmakla, şehzâdeler yine eyâletlerine iâde ve i‘zâm kılındılar. Bu bâbda Kastamonu hâkimi İsmâil Bey’e irsâl buyurulan nâme-i hümâyûnun sûreti âtîde (469) sahifede (12) numara ile mukayyeddir.

Harîk ve Savâik

Tâcü’t-Tevârîh beyânınca sekizyüz doksan dört senesi Cümâdi- lûlâsının birinci Perşembe gecesinde Edirne’de Eski Câmi önünde muh- tesib dükkânından ateş zuhûr etmekle, Haffâflar ve Alacacılar Çarşısı’nın nihâyetine varınca imâretten eser kalmadığı ve sekizyüz doksan beş senesi Recebinin birinci Perşembe gecesinde de İshak Paşa Mahallesi ki nâm-ı cedîdi Kuşcu Doğan Mahallesi’dir, bi’t-tamâm yanıp, etrâfa dahi sirâyetle hasârât-ı külliye müterettib olduğu ve mâh-ı mezkûrün yirmi dördüncü gününde ki mâh-ı Temmuzun dördüncü Cuma günü idi, Edirne’de hey- betli sâikalar peydâ olup, yedi yerde zarar-ı azîm eylediği anlaşılmakta ise de, tafsîlâtına dest-res olunamamıştır.

Vukû-ı Zelzele-i Azîme Ve Barân-ı Tûfân-Nişân

Dokuzyüz on beş senesi Cümâdilûlâsında ve alâ-rivâyetin Rebiulahi- rin yirmi beşinci Salı gecesi zemîn ü âsumân mütezelzil ve mekîn ü mekân mütebeddil olup, kırk beş gün ale’t-tevâlî [s.196] yer deprendi. Halk örtü altına giremeyip, bahçelerde ve açık yerlerde yattılar. Mücerred zelzele İstanbul’da değil etrâf memâlikde ve Edirne’de birçok evler yıkıldı. Sultân Bâyezîd Hân-ı Sânî hazretleri Edirne şehrine geldiler. Hikmet-i Hudâ sene-i mezbûre Recebinin dokuzuncu gecesi Edirne’de garîb bir zelzele ve mâh-ı Şabânın üçüncü günü evvelkilere muâdil korkunç bir zelzele daha zuhûra geldi ki âlem hayrette kaldı. Ve mâh-ı mezbûrun on dördüncü günü bir acîb bârân-ı tûfân-nişân nâzil olup, Tunca Nehri emsâli görülmedik sûrette şiddetle feyezân ve birçok binâ ve süknâları harap ü vîrân ve hâkile yek-sân eyledi. Bu hâl-i melâlet-iştimâl hakîkaten nümûne-nümâ-yı tûfân idi. Bu vekâyiin indifâından sonra hazret-i pâdişâh ayak dîvânı emr edip, a‘yân-ı devlet ve erkân-ı saltanat dîvân-ı hümâyûna cem‘ oldukda, pâdişâh hazretleri dahi serîr-i saâdetlerine bade’s-suûd vüzerâ ve ümerâya hiddet ile hitap ve itâb edip buyurdular ki, zulm ü fesâdınız ve cevr-i bî-dâdınız elinden mazlûmların dûd-ı âhı bâis-i gadab-ı ilâhî olmuştur. Zulmünüzün semeresidir ki zuhûr eyledi deyip, her birini tekdîr ü âzâr ederek badehû harab olan İstanbul Hisârı’yla sâir münhedim olan mahallerin tamîr ü termîmi için müşâvereye mübâşeret kılındı. Kezâ fî Tarih-i Solakzâde.

Sultân Selîm-i Kadîm Hazretlerinin Sıla-i Rahm Etmek Üzre Edirne’de Rikâb-ı Hümâyûndan İstîzân İçin Kefe’den Kâsıd İrsâliyle Pederleriyle Mülâkât Ümîdinde İken Erbâb-ı Tezvîrin Telbîsleriyle Sûret Bulan Harb ü Cenk Husûsunda Vâki Olan Havâdis-i Acîbedir.

Sultân Selîm-i kadîm hazretleri ki “Yavuz” lakabıyla meşhûrdur. Vüs‘at-i âmâl ve ulüvv-i himmet ve hasâil-i kahramânîsi Osmanlı târihinin en parlak, en şanlı sahîfelerinden birini teşkîl eylemektedir. Cennet-mekân Sultân Bâyezîd Hân-ı Sânî hazretleri, sinnlerinin tezâyüd etmesi ve büyük şehzâdeleri Sultân Ahmed’in dâire-i devlette olan taraftârları münâsebet düştükçe saltanatın efendilerine terki için ihtardan geri durmaması, hazret-i pâdişâhın kalbinde bayağı bir meyelân hâsıl etmekle, müşârun- ileyhi velîyy-i ahd edip, taht-ı saltanata iclâs eylemek tasavvurlarının hayyiz-i fiile îsâli kuvve-i karîbeye gelmiş idi. O sırada Trabzon sancağı mutasarrıfı olan Sultân Selîm hazretleri, pederlerinin birâderleri Sultân Ahmed hakkında olan işbu tasavvurlarını istihbâr etmeleriyle İstanbul’a bâ-arîza-i mahsûsa adam gönderip, şehzâdeleri Süleyman Şâh için Trabzon’a kurbiyyeti olan Şebhâne Karahisârı sancağını istid‘â eyledi. Arîzaları bi’l-vusûl pâye-i serîr-i a‘lâya arz olundukda, Sultân Ahmed taraf- tarları Karahisar sancağının Sultân Ahmed’in makarr-ı hükûmeti olan Amasya’ya kurbiyyeti münâsebetiyle şâyet rızâ olmayacağından bahisle keyfiyyetin kendisinden isti‘lâmı tensîb edilip, adem-i kabul cevabı vürûd etmekle diğer münâsib bir sancağın lüzûm-ı arzı hakkında şeref-sünûh ve sudûr buyurulan fermân-ı hümâyûn üzerine Bolu sancağını istediler. Sultân Ahmed oranın dahi pâyitahtına kurbiyyetini ve güzergâhta bulun- duğunu der-miyânla ona dahi rızâ-dâde olmadığından, Bolu’dan başka bir sancağın intihâbı lüzûmunu âmir, ısdâr buyurulan irâde-i seniyyeye mebnî vâki olan talebleri üzerine Kefe sancağı inâyet buyuruldu ise de pâyitahtta bulunan taraftarları Sultân Ahmed’i serîr-i saltanata iclâs edeceklerini Sultân Selîm’e ihbâr etmeleriyle, Trabzon’dan derhâl kat‘-ı rişte-i alâka ede- rek, bahren mahdûm-ı mükerremleri Süleyman Şâh’ın makarr-ı hükûmeti olan Kefe’ye vusûl ve Frenkkale demekle meşhur olan sarây-ı safâ-efzâya nüzûl ile bir müddet meks ü ârâmdan sonra sıla-i rahm etmek üzre rikâb-ı hümâyûna rû-mâle istîzân için Kefe’den bâ-arîza-i mahsûsa südde-i saâdete kâsıd irsâl eyledi. Sultân Ahmed’in dâire-i devlette olan hevâ-dârları

[s.197] Sultân Selîm’in o niyâzından kemâliyle ürktüğünden, pâyitahta

men‘-i dühûlüne dâir ittihâz olunan tedâbîr neticesi olmak üzre şehzâdenin arîzasına, “südde-i saâdet’e gelmeyi istirhâm eylemişsin. Ancak size ruhsat

verilirse birâderlerin dahi gelmeyi arzu ederler. Bunların her biri yerlerin- den hareket ettiği takdîrde memâlikde âşûb u fitne zuhûr eder. Binâen- aleyh buraya gelmenizde mahzûr vardır. Anadolu’da hangi sancağı isterse- niz, iki sancak size tevcîh olunsun” meâlinde bir cevâb-name-i hümâyûn tastîr ettirilerek, şehzâdeyi bu azminden men için o asrın meşâhîr-i ulemâsından “Sarıgezer” demekle maruf olan Mevlânâ Nûreddin huzur- larına gönderdiler. Mevlanâ-yı müşârun-ileyh hâmil olduğu emr-i hümâyûnu Sultân Selîm’e i‘tâ edip, bade’l-mütâlaa şu vechile hitâb-ı müstetâb etmişlerdir ki, Mevlânâ: “ibâd-ı Hakk’dan bir abd, on onbeş yıl- dan beri peder-i büzürg-vârını görmese, sıla-i rahim ki vâcibâttandır, evâmir-i aliyye-i İlâhiyye’ye inkıyâd için ol abd sıla-i rahma azîmet eylese, şer‘an onu men câiz midir? senden istiftâ ederim” dedikde ol merd-i fâzıl dahi şer‘an kimse mâni olmaz diye cevap verince, Sultân Selîm mâdam ki bu emr meşrû olup, bi-hasebi’ş-şer‘ memnû‘ değildir seni niçin gönderdiler ve sen ne için geldin yollu muâhezâta ibtidâr etmesiyle molla, mülzem olup, keyfiyyeti atebe-i Bâyezîd Hânîye arz ve i‘lâm ve alacağı hüsn-i icâzet-i hümâyûnlarını hâk-i pâ-yı ulyâlarına iş‘âr ve ifhâm edeceği mevâid-i cemîlesiyle avdet ve vukû‘ı hâli atebe-i ulyâya arz ve hikâyet eylemesiyle Hazret-i Selîm’in bâb-ı saâdet meâba gelmesine hüsn-i icâzet erzân buyu- ruldu. Ancak beri tarafın galebe-i nüfûzuyla, Sultân Bâyezîd bu defaki cevabını da Anadolu’da iki sancak teklîfine hasr etmesinden dolayı Sultân Selîm pederine bi’l-vâsıta merâmını ifhâmdan âciz kalmakla, artık herçi bâd-âbad diyerek, bizzât nâil-i mülâkât olmak emeliyle Kefe’den kalkıp, ağırlığını bahren Ahyolu’ya irsâl ve kendisi dâiresi halkını bi’l-ıstıshâb Kırım’a muvâsalatlarında, Kırım hânı Mengli Giray Hân tarafından ta‘zîmât ve tekrîmât-ı fâika ile bade’l-istikbâl, Özi Suyu’ndan Akkirman’a mürûr ve badehû Tuna’dan Silistre cihetine ubûr ile Dersaâdet’e azîmete isti‘câl eyledi. Vaktâ ki vukû‘-ı hâl Silistre valisi Kasım Bey tarafından bâb-ı devlete arz olundu; bu haber Sultan Ahmed taraftarlarını pençe-i ızdırâba dûçâr etmekle, şehzâdeye bin dürlü sû-i niyyet isnâd ederek Hazret-i pâdişâhı Rumeli askerini cem etmek için tahrîk eylediklerinden hemân Edirne’ye tevcîh-i veche-i azîmetle emr-i muhâfazasında sühûlet olan Ada nâhiyesine nüzûl ve ikâmet buyurdu. Şehzâde Sultân Selîm dahi Edirne’nin diğer cihetinde vâki Çukurçayır nâm mahalle muvâsalat eylemiş idi. Bazı tarihlerde İstanbul’da vukû bulan zelzele-i azîmeden dolayı harape-zâr olan mahaller inşa ve imar edilinceye değin hazret-i pâdişâh Dimetoka Sarayı’na nakl edip Edirne cihetine badehû azîmet buyurdukları mezkûrdür. Şehzâde

hazretleri, pederleri tarafından mukaddemâ Mevlana Nûreddin ile gelen- lerden yanında tevkîf ettiği bir zâtı irsâl ile taraf-ı hümâyûna inkıyâdını ve maksadı mücerred bir kerre pederini görmekten ibâret olduğunu arz et- mekle, pâdişâha da arzû-yı mülâkât istîlâ etmiş iken Sultân Ahmed taraf- tarları envâ‘ı hiyel ve desâyis ile niyyetlerini tahvîl ettiler. O sırada Hazret-i şehzâde Ordu-yı Hümâyûn’un karşısına nüzûl eylemiş idi. Pederleri tara- fından muntazır olan muâmele-i müşfikâne mukâbilinde ordunun harbe âmâde olduğunu müşâhede edince, dâiresi halkından ağzı söze yakışır birini huzûr-ı hümâyûna gönderip, şehzâdeden aldığı talîmât mûcibince rikkat-âmîz ifâdât ile arz-ı hakîkat-i hâl eyledikde, dîde-i hasretlerini hüzün istîlâ ederek ciğer-pâreleriyle mülâkât arzûsunda bulunmuşlar ise de, dâire-i devletteki husamâsı iki hasretin visâline mâni oldular. Binâen-aleyh Hazret-i pâdişâhın kalbinde hâsıl olan teessürât işi reng-i âhara tahvîl ey- lediğinden, mülâkâttan [s.198] başka her ne mesuliyetleri var ise is‘âf bu- yurulacağını ihbâr için Mevlânâ Nureddin be-tekrâr şehzâde nezdine gönderildi. Mevlânâ-yı müşârun-ileyh îfâ-yı vazîfe-i risâletle südde-i saâdete avdet ederek hazret-i şehzâdenin mehâsinini ta‘dâd ile beraber kazâ etmek için Rumeli sancaklarından birisinin ihsân buyurulması istid‘âsında bulunduklarını arz etmiş ve bunun üzerine hazret-i pâdişâh yine mülâkâta iştiyâk göstermiş ise de müyesser olmadı. En sonra Sultân Selîm’in vâki olan talebi üzerine uhdesine Vidin ve Alacahisâr sancakları inzımâmıyla Semendire sancağı tevcîh ve birçok at ve gılmân vesâir hedâyâ-yı nefîse irsâliyle taltîf buyurdu ve kendilerinden sonra evlâd ü kirâmlarından hiç birini veliaht etmeyip, saltanatı meşiyyetu’llâha havâle eylediklerini mü- beyyin bir de ahid-nâme gönderdi. Sultân Selîm’in şu sûretle iltifât-ı şâhâneye mazharıyyeti, a‘dâsına girân geldiğinden, Şahkulu ahvâlini ber- taraf ederek bir saat evvel İstanbul’a yetişmesini Sultan Ahmed’e ihtâr et- mişler idi. Sultân Selîm vukû-ı hâli istihbâr etmesiyle Semendire tarafına azîmetlerini tehir ile bir müddetcik Edirne havâlîsinde meks ü ârâm etmiş ve bu sırada Sultân Bâyezîd Hân vüzerâsından âzürde-hâtır olan birçok kimseler Sultân Selîm’in bayrağı altına ictimâ eylemiş idi. Sultân Ahmed havadârları olan vükelâ, Sultân Selîm’in eyâletine hareketini ta‘cîl için istihsâl eyledikleri irâde-i seniyyeyi kendisine tebliğ etmeleriyle, biraderi Sultan Korkud, eyâleti olan Teke sancağını terkle Manisa’ya gelmiş, Teke sancağı Türkmenları bu hareketten bi’l-istifâde Elmalı karyesinde sâkin rüesâ-yı şî‘a’dan Şahkulu ve bazı tarihlerde Şeytankulu nâmıyla şöhret-gîr olan Karabıyıkoğlu Hasan Halîfe nâm mülhidin başına ictimâ ederek bir

hâdise-i azîme peydâ ve Korkud’un ağırlığını yağma ettikten başka Kütah- ya üzerine hücûm ile Anadolu Beylerbeyisi Karagöz Paşa’yı katl u idam eylemiş olduklarından, bu işte şayet istihdâmı lâzım geleceğini der-miyânla netîce-i ahvâle intizâren tevakkuf ettiğini cevâben beyân eylemiştir. Ancak beri taraftan serîan azîmeti lüzûmunu te’kîdden geri durmadıklarından, artık çar u nâ-çâr hareket ve Zağra sahrâsına azîmetle orada birkaç gün tevakkuf buyurdular. İşbu Anadolu gâilesinden hâsıl olan ye’s ü fütûr, pâdişâhın mizâcındaki za‘fı tezâyüd ettirmiş ve saltanatın Sultân Ahmed’e tevdî‘i emrinde ellerine düşen fırsatı hiçbir vechile fevt etmemeye çalışan vükelâ, envâ‘-ı hiyel ü desâyis ile pâdişâhın meylini Sultân Ahmed’e çevir- miş iseler de, şu maksadın hayyiz-i fiile husûlü, Şeytankulu meselesinin külliyyen indifâına vâbeste bulunmuş olduğundan, Vezirazam Hadım Ali Paşa hemân erkân-ı devleti celb ü cem ile atebe-i ulyâda olan asâkirin işe yararlarından ve yeniçeri dilâverlerinin güzidelerinden birkaç bin neferini müstashiben Edirne’den hareket ve Gelibolu maberinden ubûr ile, sûrette birâderi Sultân Korkud gâilesini def etmek ve sîrette pâyitahta yakın bu- lunmak efkârıyla Amasya’dan kalkıp Ankara’ya gelmiş Sultân Ahmed ile bade’l-mülâkât serîr-i saltanatın kendisine teveccüh eylediğini tebşîr ettik- ten sonra Şeytankulu gâilesini ber-taraf eylemek niyetiyle Sultân Ahmed’e veda ederek takiplerine şitâb ve maiyetinde bulunan askerin birçoğunu yollarda bıraktığı halde Gölçay ve bazı tarihlerde Gökhanı nâm mahalde tekâbül-i saffeyn vâki olup, edilen muhârebede küllî telefât verdikten son- ra kendisi dahi şehîden ifnâ-yı vücûd eyledi. Ve badehû Şeytankulu da mahv ü nâ-bûd oldu. 3

Ali Paşa'nın şu sûretle inhizâmıyla sermâye-i ömrünün ihtitâmı ve o esnâda Karaman vâlisi Sultân Şehinşâh’ın vefâtı peyâmı vâsıl-ı sem‘-i hümâyûn olmasıyla, pâdişâhın elem ve ızdırâbı kat-ender-kat tezâyüd et- mekle, şeref-sâdır olan irâde-i seniyyeleri üzerine erkân-ı devlet sarây-ı

[s.199] hümâyûnda derhal ictimâ edip müddet-i medîde teâtî-i efkârdan

sonra Sultân Ahmed’i çabuk elden taht-ı saltanata iclâs etmek noktasın- da ittifâk-ı ârâ hâsıl olmuş ise de o sırada makâm-ı sadârete gelmiş olan Hersekzâde Ahmed Paşa kendi istiklâlini sıyânet için bu tedbiri kabul et- meyip, Anadolu’daki düşmanın nâ-bedîd olduğunu der-miyânla pâyitahta karîb olan Karaman eyâletinin Sultân Ahmed’e ve Semendire sancağının Sultân Selîm’e tevcîhiyle işin tatlıya bağlanılması re’yinde bulunarak onun 3 Hüküm büyük ve yüce olan Allah’a aittir.

icrâsını arz etmiş ise de Sultân Bâyezîd Hân hazretleri bu ikinci re’yin kabûlü hâlinde dağdağa-i saltanatın yine uhdelerinde bekâsı lâzım geleceğini ve hal- buki kendilerinde o emr-i ehemmi îfâya tâkat ve liyâkat kalmadığını bildiği cihetle, her hâlde cumhûrun re’yini tasvîb etmiş ve ümerâ ve erkâna hitâben: “Benim pâdişâhlık etmeye mecâlim kalmadı. Saltanatı, ihtiyarım ile oğlum Ahmed’e verdim. Bade-mâ pâdişâhınız odur. Bir mânia zuhûr etmeksizin iktizâ-yı hâlin hemân icrâsına mübâderet ediniz” buyurdular. Vüzerâ ve erkân ibtidâ Rumeli beylerini huzûr-ı hümâyûna getirip ve Sultân Ahmed’e gâibâne akd-i bey’at ettirip, isyân etmemek üzre yemin verdirdiler. Ümerâ tarafından şu sûretle teminât alındıktan sonra Sultân Ahmed’i getirip tahta iclâs etmek vüzerâ ve erkânın ehass-ı âmâlleri olmakla, akd ettikleri ikinci meclisde Sultân Bâyezîd Hân hazretleri Edirne’den İstanbul’a avdetle beraber Sultân Selîm’e eyâletine avdet etmesi emr olunup, imtisâl etmediği takdîrde pâyitaht-ı kadîm olmak mülâbesesiyle Edirne’de münzeviyâne ikâmete icbâr kılınması ve Sultân Ahmed’in ilan-ı saltanatından sonra Selîm üzerine asker sevkiyle Edirne’den def ve tenkîl edilmesi sûretleri karâr-gîr olarak (917) se- nesi evâhirinde Sultân Bâyezîd hazretleri bi’l-izz ve’s-saâde İstanbul’a tevcîh-i veche-i azîmet buyurdular ve Sultân Ahmed’e mahsûsan adam gönderip ahvâli i‘lâm ve maslahatın ehemmiyyetine mebnî bir gün evvel İstanbul’a yetişmesini ifhâm eylediler. Sultân Selîm’in dâire-i devlette olan câsûsları kendisine vukû-ı hâli ihbâr etmeleriyle derhal Zağra sahrâsından maiyyet-i mevcûdesiyle hareket ve üç günde Çorlu kurbunda Uğraş Deresi nâm ma- halde Ordu-yı Hümâyûn’a mukârebetle, va‘d-i sâbıklarından udûl ile, Sultân Ahmed’i iclâsa azîmet ettiklerine sebep ne olduğunu istifsâr için, rikâb-ı hümâyûna havâss-ı huddâmlarından Şarabdâr Mustafa Çelebi’yi gönder- diler ise de, muhâlifîn rikâb-ı hümâyûna vusûlüne mâni olduktan başka Sultân Selîm’in hal ve iclâsı için otuz bin güzîde askerle geldiğini huzûr-ı hümâyûna i‘lâm ve erbâb-ı nifâk mukâtele etmek üzre kemer-beste-i ittifâk olarak o sırada istihsâl eyledikleri fermân ile maiyet-i şâhânede bulunan kırk bin askerle şehzâde üzerine hücûma ikdâm eylediler. Mukâtele-i şedîde ne- ticesinde Sultân Selîm Hân, maiyetlerinde etbâından bir miktar adam ol- duğu halde, Karabulut nâmında bir küheylana süvâr olarak Ahyolu tarafına irhâ-yı inân eyledi. Orduda bulunan süvârilere kendisinin takip ve ve idamı için vükelâ tarafından emr-i kat‘î verilmiş olduğundan, arkalarından yetişip havâle-i şemşir etmek sadedinde bulunanları havâss-ı huddâmından Ferhad Bey ki sonra kendilerine dâmâd ve vezîr olmuştur, def ‘e mukayyed olup, ol sûretle sâlimen Ahyolu sâhiline vusûl ve kendileri havâss-ı etbâıyla sefînelere

binerek, bahren Kefe cânibine bâd-bân-güşâ-yı azîmet olup, rikâb-ı âlîlerine cem olan üç bin kadar dilîrân dahi Ferhad Bey refâkatiyle berren gönderildi.

İşbu Çorlu Vakası edîb-i meşhûr Kemâl Bey’in “Evrâk-ı Perîşân” nâm eserinde ber-vech-i âtî muharrerdir. Şöyle ki: [s.200] Sultân Şehinşâh’ın vefâtından dolayı pâdişâhın illet-i za‘fı bir kat daha kuvvet bulmakla ne yapacağını düşünmek için akd olunan meclisde huzzâr tarafından hü- kümetin Sultân Ahmed’e terki tedbîr-i münferid olmak üzre meydana konuldu. Yalnız o zaman makâm-ı sadârete gelmiş olan Hersek-zâde Ah- med Paşa Bâyezîd’i oğlundan daha leyyinü’l-cânib gördüğü için “asker şehzâdeye münfa‘ildir; Sultân Selîm’in de bir gâile çıkarmasından korku- lur” diyerek pâdişâhı terk-i saltanattan mene çalıştıysa da müfîd olmadı. Nihayet, taraftarları Sultân Ahmed nâmına bey’at almaya başladılar ve kendisinin İstanbul’a vürûdunu muharrerât-ı mütevâliye ile tacîl eyledi- ler. Bu haberler Sultân Selîm’e Zağra tarafında vâsıl olduğu gibi dakîka fevt etmeksizin geriye doğru tahvîl-i inân ederek Çorlu civârında Ordu- yı Hümâyûn’a yetişti ve bir adamını pederinden vadini ihlâle sebep sual etmek ve mülâkât istemek için irsâl eyledi. İki taraf için dahi zaman, en muhâtaralı bir vakt-i buhrân idi. Ne pâdişâhın girye-i hazîni fâide verdi, ne şehzâdenın bir gazanfer-i hakâret-dîde gibi ızhâr ettiği guzeyniş-i(?) gazab tesir etti. Şu hâhân-ı devlet yılan gibi ızhâr-ı acz ü meskenetle yerle- re sürünerek ve gâh pâdişâha sadâkat ve gâh vatana hamiyyet gibi nazar- firîb olacak bin dürlü renklerde görünerek mizâc-ı maslahatı istedikleri kadar tesmîm eylediler. Ve Ordu-yı Hümâyûn kırk bin kişiyi mütecâviz ve bir tarafın mevcudu, topu altı yedi bin kişiden ibâret iken, şehzâdenin hareketine sırf isyân ve mahz tecâvüz hükmü i‘tâ ederek, bîçâre Sultân Bâyezîd’den ister istemez muhârebeye fermân aldılar. Ordu-yı Hümâyûn hücûma başlar başlamaz, zâten şehzâde maiyyetinde bulunan askerin birçoğu otuz seneden ziyâde bey’atı altında bulundukları pâdişâha kar-