• Sonuç bulunamadı

3. Anlam Bilimi ve Tarihçesi

3.2. Sözcükler ve Anlam İlişkileri

3.2.1. Temel Anlam

Düz anlam (göndergesel), bir sesin başlangıçta insanda uyandırdığı ilk ve temel anlamıdır. Bir sözcük, dildeki kullanımlarını artıra da bilir azalta da bilir. Sözcükler kullanıldıkça, yani bu sözcüklerin gösterilenleri çoğaldıkça başka nesnelerle olan olan bağı arttıkça sözcüğün anlamları da artar. İşte bu da yan anlamdır. Burada tartışılması gereken bir nokta temel anlamın her nesnede uyandıracağı ilk ilişkisel anlam basamağıdır. Temel anlamda yapılan bu genelleme her zaman ilk ilişki olmayabilir. Örneğin “beyaz” sözcüğü Türkçede “ak” sözcüğünün ilk anlamı olabilir. Fakat bu genelleme her renk için geçerli değildir. Her ne kadar bu genelleme kendini doğrulamasa da “kızıl” sözcüğünün “kız-“ eyleminden “yeşil” sözcüğünün “yaş” tan, Gök (eski Türkçede kök) ifadesinin “mavi”, “sema” anlamlarından türediği gerçeğini yadsıyamayız. Yani hem adlandırma hem de önceki ilişkiler, sözcüğün temel anlamı üzerinde etkiye sahiptir (Aksan, 2009/III: 181- 182). Temel anlam için iletişim anında belirgin bir bildirinin yazılı ve sözlü aktarımında akla doğrudan ulaşan kesin anlamdır denilebilir. Sözcük dilde bazen öyle bir anlama kavuşur ki ilk anlamından hiçbir eser kalmaz. İşte böyle durumda da sözcük ilk anlamından tamamen uzaklaşır ve “başka anlama geçiş” yaşanır.

3.2.2. Yan Anlam

Yan anlam, temel anlamın yanında oluşan ek başka bir anlam ve yeni bir kavramdır. Dilin söz varlığı içerisinde var olan ve daima çoğalan ifadeler süreç içerisinde kendine birçok anlam katar. Dil denen düzen içerisinde gösteren’ler tek bir işlev üstlenmez. Örneğin “dirsek, dokunmak, okumak” ifadelerinde olduğu gibi sözcük, süreç içerisinde birçok anlam kazanır ve bunları dil içerisinde sürdürmeye çalışır. İşte sözcüğün kazandığı yeni anlamlara yan anlam diyoruz (Aksan, 2009 III: 182-183). Başka bir deyişle göstergelerin, düz, yani temel anlam dışında ifade ettikleri ikincil, kültürel veya duygusal anlamlar, yan anlamlardır (Karaağaç, 2012: 544).

Dilde insan kendini yavaş yavaş ama sürekli geliştirir. Bu gelişim topluma ve kültüre de yansır. Sözcüğün süreç içerisinde yeni anlamlarla açıklanması elbette kolay olmamaktadır. Fakat yan anlamı olmayan sözlükbirimi düşünmek bazen anlamsız gelebilmektedir. Zaten bir sözcüğün edindiği yeni anlamlar o sözcüğün kullanılmasıyla ve dil içerisinde kendini aşmasıyla ortaya çıkar. İşte bu yüzden yan anlam, sözcüğün temel anlamlarının üzerine yeni anlamlar katarak anlamın alanını genişletir. Yan anlamların oluşumunda çeşitli etkenler bulunmaktadır.

Öteden beri var olan bir sözcük, sıklıkla eski anlamına ek olarak yeni bir anlamlandırma ile verilir. Söz gelimi değişik türdeki mekanik aletlerin ortaya çıkışı ve metal vidaların geniş bir kullanımı ile bir vidayı çevreleyen ve onu tutturmaya yarayan “somun, civata somunu” sözcüğü yeni ve yan bir anlam kazanmıştır.

3.2.3. Aktarma

Diilerin gerçek ve temel özelliklerinden biri olan ve çok anlamlılığı etkileyen durumların başında gelen anlam olayına aktarma denilmektedir. Göstergenin yeni anlamlara büründüğü ve benzetmeler sonunda kavramlarla ilişkisel yakınlıkların ve benzerliklerin kurulduğu bir durumu yansıtan aktarma, güzel konuşma sanatı çalışmalarından beri dilde anlam değişmelerine yol açtığı için düşünürler ve yazın uzmanları tarafından incelenmiştir (Aksan, 2016: 79).

3.2.3.1. Deyim Aktarması

Yunanca “metaphora” olarak kullanılan ve anlamı “nakit, aktarma” olan “iğretileme- eğretileme” şeklinde de kullanılan deyim aktarması hakkında Kainz “dil, metaforik bir temele dayanır. Her dil az ya da çok, bir deyim aktarmaları sözlüğüdür” şeklinde görüş belirtmiştir. Aristo, ünlü eseri Poetica’da yaşlılığı nitelemek için “yaşamın akşamı” aktarmasına başvurmuştur. Aristo’dan günümüze pek çok dil bilimci de bu konu hakkında birçok çalışma yapmıştır. Deyim aktarmaları, daha çok sanatlı birer anlatım örneği olma özelliği taşırlar. Benzetme edatının kaldırılmasıyla ve bazı göstergelerin kullanımıyla ortaya çıkan deyim aktarımı, diğer dillerde olduğu gibi Türkçede de birçok sözcüğü simgelemede kullanılmıştır (aslanağzı, kuzukulağı vb.) (Aksan, 2017: 81).

Deyim aktarması, “insandan doğaya”, “doğadan insana”, “doğadaki nesneler arası aktarma”, “somutlaştırma” ve “duyular arası aktarma” olarak beşe ayrılmaktadır.

İnsandan doğaya aktarımın birçok örneği olup bazı dilciler tarafından “dilde tutumluluk (ekonomiklik)” ile açıklanmaktadır. Yani insana ait fiziksel ve ruhsal özelliklerin doğadaki varlıklara aktarılmasıyla ortaya çıkan sözcükler hem yazınsal hayatta hem de şiir dilinde özellikle kullanılır. Yazın ve şiir alanında kullanılıp “kişileştirme” olarak da adlandırılan bu ifadeler, yazar ve şairlerin kullanımlarında kaldığı için kalıplaşmaz ve genellikle dile yerleşmez.

Doğadan insana aktarım, doğadaki nesne isimlerinin ve bunlarla ilgili ön adların kullanılmasıyla ortaya çıkarlar (Aksan, 2017: 83). Dilde yer alan hayvan ve özellikle argoda kullanılan sebze ve meyve isimleriyle yapılan bu aktarım, yine diller arasındaki benzerliklere dayanır. Örneğin “domuz” sözcüğü hem Türklerde hem de Fransız ve Almanlar arasında kötü bir anlama sahiptir. Yani bazen din değerleri de bu benzetmenin önüne geçememektedir. Sonuç olarak şu söylenebilir: dilde yer alan aktarımlar benzetmeler aracılığı ile gerek yazında gerek şiir dilinde gerekse de konuşma dilinde kullanılır ve kullanıldığı dilde “insandan doğaya” ya da “doğadan insana” aktarım özelliklerine sahip olurlar.

Doğadaki nesneler arasında aktarım, tıpkı doğadan insana aktarımlar gibidir. Bu benzetme ve aktarım alanında hayvandan bitkiye, hayvandan hayvana aktarımlar

görülebilmektedir. Örneğin Türkçede kimi bitkiler için “kuşburnu, katırtırnağı, kuzukulağı” gibi sözcükler kullanılmaktadır.

Somutlaştırma, deyim aktarımlarında yaygın bir kullanım sergiler. Burada olan aktarım soyut ifadelerin somut sözcüklerle anlatımından kaynaklanmaktadır. Daha canlı ve elle tutulur bir anlam kazanan ifade böylelikle anlatımı zenginleştirir. Deyimlerde sıkça rastlanılan bu durum, bir olayı, davranışı aktarmak için birden çok göstergenin bir araya gelmesiyle oluşabilmektedir. Örneğin Türkçedeki “ipin ucunu kaçırmak, kaş yapayım derken göz çıkarmak, iğneyle kuyu kazmak” gibi ve buna benzer çokça deyimde de görüleceği üzere somutlaştırma, bir dilin benzetmeye dayalı aktarımında kullanılabilmektedir (Aksan, 2017: 86).

Duyular arasında aktarma, farklı duyu alanlarına ait kavramların bir arada kullanılmasıyla oluşmaktadır. Böylece daha canlı bir anlatım örneği de sergileyebilen bu aktarımda duyusal anlamlandırmalar sıfat haline dönüşebilmektedir. “Sıcak bir duruş, tatlı bir ses, keskin bir koku” örneklerinde olduğu gibi dil, bu tür yakıştırmaları ve aktarımları kullanıp dilin aktarım özelliğini kullanarak dilde anlamsal zenginleşmeye neden olabilmektedir. Ahanov’a göre (2013: 107) anlam değişmesi yöntemleri içinde en sık rastlanılan deyim aktarmasıdır. Yazara göre aktarım sonucu anlamın söze yerleşmesi ve alışılması çok güçlüdür. Bundan dolayıdır ki deyim aktarmasından doğan anlamın çoğu zaman yan anlam olduğu anlaşılmaz.

Uğur (2001: 198-205), deyim aktarması hakkında farklı düşünmektedir: Yazara göre yan anlamlar, tek sözcüklü kavramlar deyim terimiyle ilişkilendirilmemelidir. Doğan Aksan’ın açıklamalarını karmaşık bulan Uğur, her ne kadar eğretilemeli aktarmalara deyim

aktarması; düzdeğişmeceli aktarmalara ad aktarması denilse de bunların aslında birer ‘ad’

ve ‘eylem’ aktarmasından başka bir şey olmadığını savunmaktadır.

3.2.3.2. Ad Aktarması

Ad aktarması, tıpkı deyim aktarmasında olduğu gibi güzel söz söyleme sanatından (retorik) kaynaklanan ve yine anlatımı güçlendiren aktarmalardan birisidir. Özellikle şiir dilinde çokça başvurulan, Türkçede Divan şiirlerinde “mecaz-ı mürsel” olarak da anlatılan bir aktarım ögesidir. Bu anlam olayı, anlatılmak istenen kavramdan çok bu durumu başka bir kavramla anlatmayla ortaya çıkar. Örneğin Türkçede “ağlamak” eylemi “gözyaşı

dökmek” yine “doğmak” eylemi “gözlerini dünyaya açmak” şeklinde kullanılabilmektedir. Bu tür kullanımlarda aynı kavram alanı içine giren kavramların arasındaki çağrışımın önemi bulunmaktadır. Ad aktarması da deyim aktarması gibi çok anlamlığı ortaya çıkarmaktadır. Ad aktarmasınını deyim aktarmasından farkı soyut anlamlara somut anlamlar verme eğilimi içerisinde olmasıdır (Ullmann, 1972: 220).

Ad aktarması bir nesnenin bütününü anlatmak ya da bütününün parçası yerine kullanılması olarak iki şekilde yapılmaktadır. Türkçedeki “ocağını tüttürmek” deyimi evin bir parçası olan “ocak” tan söz ederken; “dünkü derste Faruk Nafiz’i okuduk” tümcesiyle de nesne bütününün parçası niteliğinde bir kullanım görülmektedir (Aksan: 2017: 89).

3.2.4. Benzetme

Dilde anlatımı güçlendirmek ve canlılığı korumak adına yararlanılan söz sanatlarından birisidir. Bir sözcüğün niteliğini artırmak genişletmek ve sözcüğü daha anlamsal olarak daha görünür hale sokmak için yapılan bir dil olayıdır. Dilde gerçekleşen mecazlaşma ve anlamsal alanda ortaya çıkan bu değişim benzetme aracılığı ile yapılmaktadır. “Teşbih”de denilen bu sanat, tıpkı aktarmalarda olduğu üzere bir dile ait ulusun yazın ve şiir hayatında kendine epey yer bulabilmektedir. Aksan’ın (1999: 61) “benzetmeler, aktarmaların ilk aşamasıdır” sözünden hareket edilecek olunursa dilde ortaya çıkan ve kaılplaşan bazı yazınsal ve şiirsel ifadelerin temel kaynağı olarak benzetmeler görülebilir.

3.2.5. Çok Anlamlılık

Gösterge ilk başta tek bir kavramı simgelerken dilde ortaya çıkan aktarma, eğilim ve kullanım sıklığı ile yeni kavramlar oluşturmaktadır. Başlangıçta bir kavramı çağrıştıran gösterge daha sonraları birden çok kavramı da karşılar hale gelebilmektedir (Aksan, 2017: 90). Çok anlamlılık da işte buna benzer bir durumdur. Yani göstergenin temel anlamını yitirmeden kazandığı yan anlamlar, göstergenin kavram ağını genişletmektedir. Örneğin bugünkü “değmek” (tegmek) fiili 8. yüzyılda “değmek, dokunmak” anlamının yanı sıra (Bilge Kağan/Doğu 30) “ulaşmak, erişmek” (Kül Tigin/Güney 4) ve “saldırmak, yakalamak” (Kül Tigin/Doğu 33) anlamlarını da karşılamıştır (Aksan, 2017: 90). Bir dilde oluşan kavram ilgisi ve kullanım sıklığı o dilde oluşabilecek çok anlamlılığa da olumlu

etkide bulunabilmektedir. Yani bir dilde yer alan göstergenin kavramsal zenginliği o göstergenin kullanım ağını da genişletir. Bu genişleme yazılı hayatta görünebilir. Fakat göstergeler konuşma dilinde de birçok anlam kazanabilmekte ve anlam alanını genişletebilmektedir.

Çok anlamlılık aynı zamanda bir dilin gösterge haritasını da ortaya çıkarabilir. Öyle ki genellikle temel anlamını kaybetmeyen göstergeler, kazandıkları yeni kavramlarla dile hem yazıda hem de konuşmada birçok yeni kavramlar kazandırır. Çünkü dilin gelişim aşamasında yeni sözcük yerine kullanımdaki sözcüklerin anlam alanı genişler. Bir dilin sahip olduğu çok anlamlılık, o dilin üretim yoksunluğu olarak değil aksine üretim ve anlam zenginliği olarak yorumlanır. “Çok anlamlılık” ile “eş seslilik” kavramlarının iç içe olduğu durumlar için Karaağaç (2013: 2016), dillerin ses ve anlam yapılarının sürekli değişmesi durumunun eş sesliliğe, eş seslilikten çok anlamlığa doğru sürekli bir geçiş yaşadığını belirtmiş; bu tür anlamsal genişlemelerde dili tarihsel, sosyal ve kültürel değişimler çerçevesinde irdeleme gerekliliğine vurguda bulunmuştur.

Çok anlamlılık, anlam değişmelerinin ve biçim birleşmelerinin yol açtığı nedenlerden oluşmaktadır. Anlam değişmelerinden kaynaklanan çok anlamlılık, anlam bölünmeleri ile ilgili iken biçim birleşmeleri ise düzensiz ses değişimleri veya alıntılar yolu ile birleşen, aldatıcı bir çok anlamlılıktır (Karaağaç, 2013: 217-218).

Palmer’e göre görünüşü itibari ile basit olan bu kavramla ilgili bazı problemler söz konusudur. Birincisi iki anlamın aynı mı yoksa farklı mı olduğu açık ve net bir şekilde ayırt edilemez. Yani sözcüğün kaç anlama sahip olduğu tam olarak belirlenemeyebilir. Çünkü bir anlamın sınırı çizilmek şartıyla diğer anlamlardan ayırt edilmesi kolay bir iş değildir. Örneğin “yemek” fiilini düşünelim. Sözlük, bu sözcüğün anlamını “yiyecek almak” anlamı ile türetilmiş olan “tüketmek, harcamak, yenmek, aşınmak, çürümek” arasında bir ayrım yaparak vereceğinden bu anlamların hepsine farklı muamele etmemiz gerekecektir.

İkincisi anlam farklılıklarının herhangi bir çeşitleme içerisinde yer alıp alıp almamasıdır. Bu durum, bir sözcüğün hem bir “sözsel” anlama hem de bir veya daha çok “aktarılmış” anlama sahip olmasında ortaya çıkan “mecaz (metaphor)” ilişkisidir (Palmer, 2001: 83). Örneğin vücut organları ile ilgili oluşturulan sözcüklerde bu durum gözlenebilmektedir. Bunun yanında mecazlar oldukça gelişigüzel veya rastgele bir durum

haline gelebilmektedir. Bazı dillerde “masanın ve sandalyenin bacağı, iğnenin gözü” gibi kullanımlar bulunurken örneğin Fransızcada “iğnenin gözü” kullanımı yoktur. Yine Türkçede “saatin elleri ve yüzü” olmadığı gibi Etiyopya ve Kuzey Amerika dillerinde de “dağın eteği” yoktur.

Üçüncüsü bir sözcüğün birkaç anlama sahip olmasının onun çok anlamlılık örneği mi yoksa bir “eş adlılık” örneği mi sergilediği sorusudur. Palmer’e göre bunun yanıtı net ve kolay değildir. Çünkü yazara göre sözlükler bir sözcüğün çok anlamlılık yoluyla mı yoksa eş adlılık yoluyla mı ele alınacağını belirtme konusunda kararsızlık yaşayabilmektedir. Sözlüklerin bu konulardaki kararlarını genellikle etimoloji üzerine temellendirdikleri durumlarla verdiğini belirten Palmer (2001: 83-87), aynı formdaki sözcük kökenlerinin farklı olduğu bilindiğinde bunların “eş adlı” olarak; aynı formdaki sözcük kökenlerinin bir olduğunda ise, (bunlar farklı anlamlara da sahip olsalar da) çok anlamlı bir sözcük olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Çok anlamlılığı tespit etmenin bir yolu da merkezi veya çekirdek anlamı aramaktır. Bu durum daha önce aktarıldığı üzere mecaz ve aktarılmış anlamların oluşuyla ilgilidir. Eş adlılık, sözlüklerde madde başı iken çok anlamlılık içeren ifadeler madde başı olarak yer almamaktadır.

3.2.6. Eş Anlamlılık

Eş anlamlılık, bir dilin içindeki birbirinden yazım olarak ayrı olan kavramların aynı anlamsal nitelikteki göstergelerle dile getirilmesidir. Anlamın aynılığını ifade etmek için kullanılan eş anlamlılık, çok seslilikle var olabilen ve dilin göstergelerinden olan bir kavramdır. Anlam bakımından birbirine eşit olan sözcüklerin yani aynı anlamsal ağı paylaşan kavramların yaşadığı bir dil adlandırmasıdır. Dilde başlangıçta hiçbir kavramın aynı anlamı paylaşamayacağı görüşü hâkimdir. Yani iki farklı sözcüğün aynı kavramı işaret edemeyeceği kabul edilmektedir. Bu bağlamda eş anlamlı sözcüklere birbirinin eşi olarak değil de birbirine yakın anlamlı olan ifadeler olarak bakmak daha doğru olacaktır (Ullmann, 1972: 141).

Palmer (2001: 76) gerçekten eş anlamlı olan sözcüklerin olmadığını yani tam olarak aynı anlama gelen hiçbir sözcüğün olmadığını iddia etmektedir. Hatta yazara göre mümkün olmayan bu durumu destekleyen bazı yollar bulunmaktadır. Bunlardan ilki bazı eş anlamlı sözcük gruplarının dilin farklı lehçelere ait olmasıdır. İkinci olarak farklı stiller/deyişler

veya kayıtlarda kullanılan sözcüklerin varlığıdır. Üçüncüsü bazı sözcüklerin, sadece duyuşsal ve değerlendirici anlamlar yönünden farklılık oluşturmasıdır. Yani bilişsel anlamlarım aynı kalması, sözcük anlamlarının sadece “nesnel” olgular meselesi olmadığını bu anlamların “öznel” anlamlar da taşıdığını gösterse de sözcük seçiminde bu ayrımdan söz edilemez. Dördüncüsü bazı sözcüklerin birlikte kullanımlarının sınırlı olmasıdır.

Tekin’e göre de dilin canlı söz hazinesinde gerçekten eş anlamlı sözcükler bulunmamaktadır. Eş anlamlı oldukları düşünülen sözcükler arasında çoğu zaman ince bir fark bulunur. Anlamlar arasında böyle bir fark olmasa bile kullanım farkı vardır. Bu duruma; “gebe-hamile”; eşek-merkep”; yürek-kalp”; ak-beyaz”; kara-siyah” örneklerini verir (Tekin, 1997: 117). Ayrı ayrı kullanışları olan bu örneklerde yer alan “hamile” ve “merkep” sözcüklerinde anlamsal değişim bulunmaktadır. Arapça’da “hamile” “taşıyıcı”; “merkep” de “eşek” değil “gemi, vapur” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu durum bizi “örtmece” yani “euphemism” kavramına yönlendirmektedir. Yani geçmişte, Osmanlı döneminde, İstanbullu aydın ve okumuşlar etrafında Türkçe “gebe, gebelik, gebe olmak veya kalmak” cinsel birlikteliği hatırlattığı için “eşek” sözcüğü de hakaret anlamında kullanıldığı için bunlar kullanımdan uzaklaşmış ve yerlerine “hamile”-“merkep” sözcükleri kullanılır hale gelmiştir. Yine eş anlamlı sözcüklerin arasında bulunan anlamsal farklılıklara örnek olarak “yürek” ve “kalb” sözcükleri verilebilir. Bu sözcükler eş anlamlı olabilir fakat “kalp hastası” yerine “yürek hastası” denilemediği için ayrı kullanımlar gösterirler.

Eş anlamlılık, çok anlamlılığın ve alıntı sözlerin neden olduğu eş anlamlılık olarak iki şekilde incelenebilinir. Sözün gerçek ve yan anlamları arasındaki ilişkinin yani eski ve yeni anlamlar arası bağlantının kopması farklı kavramları yansıtan sözcükleri eş anlamlı yapabilir. Örneğin “yüz” sözcüğü “yüz, çehre, didar” anlamlarını taşırken “yorgan, yastık yüzü” kullanımlarında ikinci bir anlam ile “kılıf” anlamıyla kullanılır ve eş anlamlı ifade olma özelliği kazanabilir (Karaağaç, 2013: 276).

Leech, eş anlamlılığı -basit bir şekilde "aynı anlama sahip birden fazla şekil" olarak değerlendirirken anlamın şu şekilde yedi farklı tipini de sınıflandırmıştır: 1. kavramla ilgili (conceptual), 2. yan/ikincil anlam (connotative), 3. sosyal (social), 4. hissi (affective), 5. yansımalı (reflected), 6. Aynı dizimde yer alabilen (collocative)s, 7. bir konuyla ilgili (thematic) (Persson, 1990: 94).

Bir dilin öz sözcükleri arasında eş anlam süreci ortaya çıkarken bazı alıntı sözler ile de bu süreç gerçekleşebilir. Türkçenin Fransızca ve Arapçadan aldığı sözcükler ile de bunu görebiliriz: “TT yönerge/Ar. talimat/Fr. direktif” (Karaağaç, 2013: 277). “Sözler arasında anlam birliği olması durumu” (TDK, 2011: 822) şeklinde tanımlanan eş anlamlılık, örtmece olarak anılan sözcüklerde de görülebilmektedir. Örneğin “ölmek” yerine “ahirete göçmek”, “can vermek”, “can borcunu ödemek”, “cortayı çekme”, “dar-ı bekaya irtihal etmek”, dünyadan göç etmek”, “dünyaya gözlerini kapamak/yummak”, “ebediyete intikal etmek”, “gebermek”, “Hakk’a yürümek”, “nalları dikmek”, “ruhunu teslim etmek” gibi birçok eş anlamlı örtmece kullanımlar vardır (Özden, 2014: 163). Görüldüğü üzere eş anlamlılık tek bir dil içerisinde gerçekleşen bir olaydır. Fakat eş anlamlılık konusu, her bir lehçenin ayrı standart türünü oluşturmayı hedefleyen Sovyet Dönemi çalışmalarında olduğu gibi, her bir lehçenin tek tek kendi içerisinde ele alındığında yanıltıcı olabilmektedir. İşte bu yüzden tartışmalı bir durum alan kavram hakkında Erdem (2004: 160) şunları yazar: “Lyons'un, Persson'ın, Leech'in, Türkmen dilci P. Azimov'un görüşlerinden de eş anlamlılık konusunun temelinde kelimelerin çok anlamlılığının bulunduğu, duygu değeri, sosyal anlam ve ima yollu özdeşlik ile bu yan anlamlardan bazılarının aynı şeyleri anlatır hale geldiği anlaşılmaktadır.”

Benzer Belgeler