• Sonuç bulunamadı

3. Anlam Bilimi ve Tarihçesi

3.1. Anlam, Anlamlandırma ve Sözcük

Dil bilimin içerisinde bağımsız bir alan haline gelen anlam bilimin özünü ifade eden “anlam” sözcüğünün birçok tanımlanmış şekli bulunmaktadır. Öncelikle anlam, dil bilgisel anlatımların durumlarını etkileyen her şey olarak düşünebilir. Anlam, kavramsal olup ancak dil ile incelenebilendir. Saussure anlamı, “gösterge”de yer alan “gösterilen” ile aynı düzeyde “kavram” terimi ile açıklarken aslında anlamın aşağıdaki şekilde de görüldüğü üzere göstergelerden oluştuğunu belirtmektedir (Saussure, 1976’dan aktaran: Eziler Kıran, 2014: 721).

Gösterge = gösteren = sessel imge gösterilen kavram

Anlam kavramını destekleyen ve tanımlayan isimler olduğu gibi “bir sözcüğün anlamı onun dil içindeki kullanımıdır” deyip kavramı reddeden L. Wittgenstein gibi isimler de vardır. Yine “bir sözcüğün anlamları, bunların kullanımlarının toplamlarından başka bir şey değildir” diyen R. Guiraud da çağdaş dil bilimin anlam konusundaki düşüncesini belirtmiştir (Kerimoğlu, 2014: 209).

Ullmann, anlamı nesne (gönderge) ve ad (gösteren) ile ilişkilendirmiştir. Yani gönderge ve gösterge olmaksızın anlamın oluşamayacağı dile getirilmiştir. Türkçede “anlam” (bir sözcükten, bir sözden, bir davranış ya da olgudan anlaşılan şey; bunların anımsattığı düşünce ya da nesne, mana (Ar. Anlam) ve “meal” (Ar. eski anlam, kavram, mefhum) geçerken anlamlandırma, soyut ve görünmez olduğu için genelde “kavram” sözcüğü ile aktarılmıştır (Kıran, 2016: 66).

Bu bağlamda düşünüldüğünde “anlam” ifadesinin diğer tanımlamalarına yer vermek başlığı ve çalışmayı anlamlı hale getirebilecektir. Vardar (2001: 20), sözcüğü dildeki bir birimin aktardığı ya da uyandırdığı kavram; tasarım, düşünce, içerik şeklinde tanımlamıştır. “Eğer tek anlamlı bir sözlüksel biçimbirim, bir sözcük üzerinde duruluyorsa anlam, bunun dile aktardığı kavram, gösterilendir; sincap, kavun, bal, güneş… gibi ses bileşimleriyle soyutlaştırılan, simgeleştirilen nesnelerdir” (Aksan, 2009/IV: 178) şeklinde tanımlanılırken; yine aynı kavram, “kelimenin söz içindeki diğer unsurlara bağlantılı olarak zihinde yarattığı kavramlardan her biri” (Korkmaz, 2010: 8) şeklinde tanımlanmış; anlamın zihin ve sözcük ile olan bağıntısına dikkat çekilmiştir.

Frege anlam kavramını, bir dil ile onun kavramlarını anlamak arasındaki bağıntıdan hareket ederek açıklar. Ona göre anlam göndergeyi belirlerken aynı zamanda imlem benzeridir. Tümce kullanımlarının anlamları ise düşünce diye adlandırılan, inanılan, kuşku duyulan, iddia edilen ve açıklanan durumlardır. Yine Frege’ye göre anlam, nesnel ve zihinden bağımsızdır. Anlam, konuşanın ruh halini yansıttığı gibi göndergeyi düşünmenin bir yöntemidir. Anlam, düşünceyi kavramsallaştırır ve o düşünceyi ortaya çıkaran bireyi anlamaya yardımcı olur (Richard, 2015: 7-9). Günay ise (2007: 56) anlamı “dildeki bir birimin aktardığı ya da uyandırdığı kavram, tasarım ya da düşünce” biçiminde tanımlamıştır. Yani anlam, düşüncelerimizi yansıtan; sözcük kullanımlarındaki ses bilimsel, söz dizimsel, anlam bilimsel birikimi aktaran; göstergelerden örülü, beş duyu organına dayalı iletişimsel ve zihinsel bir süreçtir.

Birbirine epey benzeyen bu “anlam” tanımlarının elbette bazı farklılıkları bulunmaktadır. Bu tanımlar, akla anlamın sadece “sözlüksel bakış açısına mı?” yoksa dilin coğrafyasına, konuşanlar arasındaki farklılıklarına göre mi?” oluşturulacağı tarzında bazı soruları da getirmiştir. Yani anlam, gerek sözlük anlamı gerekse de insanlara göre değişiklik gösteren farklı anlamları olsun, daima farklı anlamsal içeriklere sahiptir. Bir

sözlük bir sözcüğü barındırdığı tüm anlamlar ile tanımlasa da ortada bir eksiklik kaygısı oluşmaktadır. Yani bir şeyin tanımını yapabilmemiz için her yanıyla ve eşyayı tam olarak tanımlamak gerekir ki bu da çok zor bir iştir. Yani bir sözcüğü dünyadaki örneklerine bakarak eksiksiz tanımlayabilmek, o ifadenin sosyal, ruhsal ve toplumsal kimliğinin tanımlanmasından geçer. Çünkü sözcükler, üzerinde uzlaşma sağlanmış ve kodlanmış dil birimleridir. Çağdaş dil bilime göre ise sözcüklerin anlamları değil, kullanımları bulunur. Yani bir sözcüğün anlamını ve kavram alanını, dildeki kullanımı belirler. Bu bağlamda dil dört katmana ayrılabilir.

Anlatım ve içerik ile anılan gösterge için de söylenebilen bu durum ses bilgisi, ses bilimi, sözcük+biçim bilimi ve anlam bilimi ile içe içe bir süreç içerisinde yer alır. Bu gösterime göre göstergenin anlam bilimi sürecinde ses bilgisi ve içerik ile ortaklığı bulunmaktadır. Anlatımın temeli fizyolojik bir alan olup birbirinden kopmayan bir ses dizisidir. Anlatımın biçimi ses birimlerden oluşan bir düzlemdir. İçerik ise kullanıcıya bağlı olarak sözcükler arası farklılıklardan doğar (koltuk/kanepe).

Anlam bilimde iki kuramsal yaklaşımı birbirinden ayrı kılmak gerekir. Bu kuramlardan ilki göstergelerin anlamlarıyla ilgilenir ve dizimsel biçimde yer alan dil dizgesinin ilişkilerine önem verir. Bu yaklaşımda yapısal dil bilimcilerin sözlüklerde yer alan madde başı unsurlar ile ilgili söylemleri ve bunlarla ilgili araştırmaları bulunmaktadır. Burada da yine dizisel ilişkiler ön plândadır. İkinci yaklaşım ise gösterge ile gönderge olarak adlandırılan göndermeler arasındaki ilişkiyi esas almaktadır (Günay, 2007: 54-55).

Anlamlandırma ise gösteren ile gösterilen arasındaki bağıntıyı açıklar nitelikte olup bir nesneyi, kavramı, olayı yani zihinde canlandırılan her şeyi açıklamada kullanılan bir adlandırmadır. Bir dilsel birimin anlamını ortaya çıkarma süreci olan adlandırma, dış dünyadaki bir varlığın veya dildeki bir birimin aktardığı ya da zihinde harekete geçirdiği kavram ve içerik olan anlamın bir dışa vurumudur (Karaağaç, 2013: 19).

Benzer Belgeler