• Sonuç bulunamadı

5.1.Teklîfin Hakikati

Kādî açısından teklîf “bir fayda elde etmek ya da bir zararı def etmek için muhatabı, yapması ve yapmaması gereken, aynı zamanda bir takım meşakkatler de içeren şeyler hakkında bilgilendirmek” olarak ifâde edilebilir.436

Kādî, teklîfte Allah’ın mutlaka bir amaç güttüğünü kabul eder. Ona göre Allah’ın kötülüğü teşvik etmesi mümkün olmayacağından dolayı teklîfin amacı, Allah’ın bizi ancak bu teklîf ile ulaşılabilecek derecelere ulaştırması olmalıdır.437

Ensârî böyle düşünmez. Ona göre Allah’ın fiillerine amaç biçilemez. Ebu’l- Hasen el-Eş‘arî’den nakille ona göre “Allah’ın yaratması her şeyin illetidir;

436 Kādî, Şerh, II/339; Kādî, el-Mecmû‘, s. 11. 437

yaratmasının ise illeti yoktur.”438

Allah’ın fiillerine amaç biçilemeyeceği için Allah’ın, bir fayda elde etmek ya da bir zararı def etmek için fiilde bulunması da söz konusu değildir. Bu durum Allah’ın başkasının fayda elde etmesi ya da zararı def etmesi için yapmasında da aynıdır. Aksine, denilmesi gereken “Kendi yaratmasıyla fayda verecek olanı yarattı”, “Kendi yaratmasıyla zarar verecek olanı yarattı.” olmalıdır.439

Bu nedenle Ensârî açısından Allah’ın teklîfine de amaç biçmek söz konusu olamaz.

Kādî teklîf ile ilgili, Allah’ın kula sorumluluk yükleyişinde iki şeyi irâde ettiğini ifâde eder: Bunlardan birincisi yukarıda da geçtiği üzere, insanın, kendisine fayda sağlayacak ve onu daha iyi mertebelere ulaştıracak fiilleri yapması iken, ikincisi Allah’ın, kulların sevaba ulaşacağı şeyleri yapmalarını irâde etmesidir.440

Ensârî’nin, Kādî’nın birinci görüşüyle uyuşmadığı ifâde edilmişti. Bununla birlikte o, Kādî’nın ikinci söylediği ve teklîften de asıl kastedilen şey olan bu mânaya muvafıktır. Öte yandan Kādî ve Ensârî’nin, ikinci anlamdaki teklîfin keyfiyeti ve sınırları noktasında ayrışırlar. Bu ayrışma, Kādî ve Ensârî özelinde Mu‘tezile ve Eş‘ariyye’de kulun sorumluluğunun sınırlarının ne olduğu ya da takatinin üzerinde olan şeyle sorumlu tutulup tutulamayacağı sorusunda kendisini gösteren “teklîf-i mâ-lâ yutâk” meselesi çerçevesinde söz konusu olmaktadır.

5.2.Teklîf-i Mâ-Lâ Yutâk

438

Ensârî, el-Ğunye, II/1030.

439 Ensârî, el-Ğunye, II/1029. 440

Kādî’ya göre Mu‘tezile’nin iki temel esasından olan ve belki de tevhid esasını bile öncelemesinin mümkün olduğu söylenebilecek “adl” esasının441

bir gereği olarak böyle bir şeyi Allah hakkında imkânsız görecekleri açıktır. Onların fayda ve hikmeti teklîfin lâzımı olarak görmesi nedeniyle kulun gücünün yetmediği şeyle sorumlu tutulması kabîhtir. Allah ise kabîh olanı yapmaktan berîdir. Kādî açısından durum son derece açıktır. Ona göre, söz gelimi kör olan birini Kur’ân’ın noktalarını doğru şekilde okumakla ya da kötürüm olan birini yürümekle sorumlu tutmanın kötü bir şey olduğunu aklı başında olan herkes bilebilir.442

Ensârî’ye gelindiğinde, Ebu İshak el-İsferayinî’den (ö. 418/1027) nakille teklîfin iki türlü olduğunu söyler: İktizâ teklîfi ve ta‘ciz-teshîr teklîfi. Birincisi yerine getirilebilecek bir şeyin, diğeri ise yerine getirilemeyecek bir şeyin teklîfi olarak ifâde edilebilir. Bu iki teklîf arasındaki ayrımı Ensârî şöyle açımlar: Onlardan birincisi, kulun gücü nispetinde olan bir şeyin teklîfidir. İkincisi ise kulun gücünün yetmediği ya da kulun gücünün üzerinde olan bir şeyin teklîfidir. Fakat burada Ensârî ikinci tür teklîfe muhatap olmuş kişinin durumunu ‘âcizin teklîfi gibi de düşünmediği hatırlatılmalıdır. Ona göre kādir olmak ile ‘âciz olmak arasında üçüncü bir durum olarak gücü yetmeme hâli vardır. Bu durumda kişi mükellef olduğu şeye gücü yetmemekte ise de onu terk etmeye kādirdir. ‘âcizin durumu ise yukarıda da zikredildiği gibi kendisinden hiç bir suretle ne bir fiili yerine getirmek ne de o fiili terk etmenin söz konusu olmadığı bir hâldir. Bununla birlikte Ensârî için ikisi de imkânsızlık durumu olmaktan

441

Zira “adl” esası, Mu‘tezile’nin Tanrı tasavvurunu belirleyen bir ilkedir. Dolayısıyla Mu‘tezile’nin tevhid anlayışı da bu esasa göre belirlenmektedir.

442

çıkmamaktadır.443

Ancak o, her ne kadar bir tür imkânsızlık durumu olsa da güç yetiremeyen kişinin, terk etmeye kādir oluşundan hareketle mükellef tutulmasını “aklen” câiz görür. Buradaki aklen kaydı önemlidir. Tüm Eş‘arî gelenek olduğu gibi Ensârî de güç yetiremeyenin teklîfini bunun kendi içinde imkânsız olmayışına dayandırır. Bir sonraki başlıkta yer verilecek olan, mevcut durumun aksinin var olma imkânı (el-bedelü ani’l-mevcûd) ya da Allah’ın ilmi ile gerçekleşecek/gerçekleşmiş olan bir şeyin aksinin meydana gelme imkânı olarak ifâde edilebilecek meselede Eş‘arî geleneğin, bazı tereddütlerle birlikte, Allah’ın, olmayacağını bildiği bir şeyi yine de meydana getirmesini mümkün kabul ettiği görülecektir. Allah’ın ilminin bile kendisinin kudretinin önüne geçemediğinin bir ifâdesi olarak niteleyebileceğimiz bu anlayış Eş‘arî düşüncenin bir çok konuda olduğu gibi güç yetirilemeyecek şeyin teklîfi meselesinde de söz konusudur. Bu çerçevede düşünüldüğünde Ensârî özelinde Eş‘arî düşüncenin bunu “aklen” mümkün görmesinin en büyük nedeninin, söz konusu durumun –“çelişkili” de olsa- Allah’ın kudretinin dışında kalacağı endişesinden kaynaklandığı söylenebilir.

Ensârî açısından mesele aklen böyle olduğu gibi Allah’a nispetle de böyledir. Yukarıda Kādî’nın hikmeti teklîfin bir şartı olarak kabul ettiği ifâde edilmişti. Buna bağlı olarak, teklîf-i mâ-lâ yutâkı mümkün görmek Allah’ın hikmetine hâlel getirecek ve O’nu –haşa- hikmetsiz iş yapan bir varlık konumuna yerleştirmeye neden olacaktır. Buna karşılık Ensârî açısından, Kādî gibi düşünenlerin hikmetli iş yapma, faydalı olanı yapma gibi Allah hakkında gerekli gördüğü şeylerin kaynağı insan aklıdır. Dolayısıyla Allah hakkında verilecek olan böyle bir hüküm insanın itibarından bağımsız olarak verilmemiş olması nedeniyle sorunludur. Oysa “Ehl-i Hakk demiştir ki: Fiilleriyle fayda

443

da verse zarar da verse, azaplandırsa da nimetlendirse de Allah Te‘âlâ adlin ta kendisidir.”444

Tüm Eş‘arî gelenekte olduğu gibi Ensârî’ye göre de iyilik, kötülük, adâlet, zulüm gibi kavramlar insanların idraklerine bağlı olan durumlardır. Oysa tüm bu değerlerin ölçüsü insanın aklı değil Allah olmalıdır. Allah için ise iyi-kötü, adalet-zulüm gibi kavramlar söz konusu olamaz. Bu nedenle Allah’ın, kulu gücü yetmeyeceği şeyle mükellef tutması son kertede bir problem ifâde etmez; zira O, Kādir-i Mutlak’tır.

Teklîf-i mâ-lâ yutâk meselesi etrafında bazı âyetlerin ele alındığı görülür. Bunlardan ilk akla gelecek olan âyetler Bakara Sûresinin sonunda yer alan “Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri boynumuza borç kılma!” şeklindeki dua âyetleridir.445

Müminlerin, Rablerinden, kendilerine takatlerinden fazla yük yüklememesi için dua ettikleri görülen bu âyetleri Ensârî iddiasını desteklemek üzere delil olarak gösterir. Söz konusu âyetlerde Allah Te‘âlâ’nın müminleri, yaptıkları bu duadan dolayı övmesinden hareketle, teklîf-i mâ-lâ yutâkın imkânsız bir durum olması durumunda Allah Te‘âlâ’nın bu âyetlerde müminlerin bu durumlarını zikrederek onları övmeyeceğini söyler.446

Buna karşılık Kādî ise kesb taraftarlarınca zikredilen âyetlerin hemen öncesindeki “Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz” âyetine odaklanır.447

Benzer mâna “Hiç kimseye gücünün üstünde bir vazife

444

Ensârî, el-Ğunye, II/910.

445 انل ةقاط لا ام انلمحت لاو انبر انلبق نم نيذلا یلع هتلمح امك اارصإ انيلع لمحت لاو انبر انأطخأ وأ انيسن نإ انذخاؤت لا انبر

هب”. el-Bakara 2/286.

446 Ensârî, el-Ğunye, II/910. 447

yüklemeyiz” âyetinde448

de söz konusudur. Ona göre bu ve bunun gibi âyetler, kişinin ancak kādir olduğu şeyle sorumlu tutulabileceğine işaret eder.449 Peki Kādî, Ensârî’nin zikrettiği âyetleri nasıl anlamlandırmaktadır?

Kādî’ya göre zikredilen âyetler üç şekilde anlaşılmaya müsaittir:450

Birincisi, teklîfte azaltma talep etme mânasıdır. Bir Arap’ın, uğraşması hâlinde yapabileceği zor bir iş için “yapmaya gücüm yok” demesini Kādî buna örnek olarak zikreder. Bu sözüyle o kişi kendisinden yapılması istenilen şeyin hafifletilmesini istemiş olur. İkincisi, kulun mağfiret ve azabın kaldırılmasını talep etmesi mânasıdır. Çünkü kul, azaba sabredemez katlanamaz. Üçüncüsü ise, âyetin zahiri mânasıdır. Bu yönüyle kastedilen anlam, kulun –yüklemeyeceğini bilmekle birlikte- Allah’tan, gücünden fazla yük yüklememesini istemesidir.