• Sonuç bulunamadı

Son yıllarda CAD/CAM sistemleri ile total protezlerin hazırlanması diş hekimliği alanındaki en güncel yaklaşımlardan biridir. Bu amaçla farklı teknikler ve sistemlerin geliştirilmesi de bu sistemlerle kullanılabilecek kaide polimerlerinin araştırılmasını ve üretilmesini gündeme getirmiştir.

CAD/CAD sistemlerinde kullanılan prepolimerize PMMA kaide blokları yüksek basınç ve ısı altında üretilmektedir. Bu nedenle millenen protezlerde konvansiyonel yöntemde görülen büzülme problemi önlenmektedir. Ayrıca bloklar yüksek kondanzasyona sahip olduklarından dolayı, artık monomer ve pörözite de daha az olmaktadır (Bidra ve ark., 2013; Infante ve ark., 2014; Liebermann 2015). Yapılan literatür taramasında CAD/CAM sistemleriyle kullanılmak üzere üretilen prepolimerize akrilik blok kaide materyallerinin yüzey pürüzlülüğünün, topografisinin, yüzey hidrofilitesi gibi fizikokimyasal özelliklerinin ayrıca mekanik özelliklerinin değerlendirildiği herhangi bir in-vivo veya in vitro çalışmaya rastlanmamıştır. Bu nedenle araştırmamızın bulgularının materyallerin klinik kullanıma uygunluğunun in-vitro değerlendirilmesi açısından önem taşıdığı düşüncesindeyiz.

Oral rehabilitasyonda kullanılan restoratif ve protetik materyaller, tükürük ve komponentleri tarafından fizyolojik olarak karakterize edilen, oldukça değişken nem ve sıcaklık değerlerine sahip kompleks oral çevre şartlarına maruz kalırlar (Hofman, 2001; Lima ve ark., 2010; Liebermann ve ark., 2015). İn-vitro araştırmamızda; materyallerin hidrofilitesi, yüzey pürüzlülüğü ve transvers dayanımları incelenirken, ağız içerisinde kullanıldıkları sürede maruz kaldıkları termal stresslerin taklit edilmesi ve oluşan etkilerin analiz edilmesi amaçlandığından her materyal grubundaki örneklerin yarısına ağız içerisindeki yaklaşık 6 aylık kullanımı yansıtan 5 °C - 55 °C sıcaklık değerleri arasında 5000 döngülük ısıl işlem uygulanmıştır (Peterson ve ark., 1966; Morley ve Stockwell, 1977; Mandras ve ark.,1991; Gale ve Darvell 1999; Ağan 2013). Polimerlerin fiziksel ve mekanik özelliklerindeki en belirgin değişikliklerin ilk 30 gün içinde gerçekleştiğini rapor eden daha önceki çalışmaların bulguları temel alındığında, 6 aylık

55

kullanımın değerlendirilmesinin yeterli olacağı öngörülmektedir (Fischer ve ark., 2010; Stawarczyk ve ark., 2011; Liebermann ve ark., 2015).

Protez kaide materyalleri polimerizasyondan sonra devam eden su kaybı sebebiyle önemli değişiklere maruz kalabilmektedir. Bu sebeple bütün örnekler yeterli su saturasyonlarının sağlanması amacıyla hazırlandıktan sonra ISO 20795:2013 standardına göre 48 saat 37 ºC’ de distile su içerisinde bekletilmiştir.

Araştırmamızda klinik şartları tam olarak taklit etmemesine rağmen; kullandığımız prepolimerize PMMA kaide blokları CAD/CAM sistemleri ile millenen materyaller olduğundan, işlem sonrası yüzeyde oluşan frez ve kesim izlerini ortadan kaldırılmak ve in-vitro deney şartlarına uygun standart ve homojen yüzeyler elde etmek amacıyla bütün materyallerin doku yüzeyini yansıtmasını hedeflediğimiz yüzeylerine sadece 120 ve 400 gritlik zımpara uygulanmışken, parlak yüzeylerini oluşturmak için farklı partikül boyutlu (sırasıyla 120, 400, 600 ve 800 grit) zımparalar ile pürüzsüzleştirme yapılmış ve sonrasında polisaj işlemi uygulanmıştır. Böylece her materyallin parlak ve pürüzlü örnekleri arasındaki pürüzlülük ve hidrofilite farkları ve ısıl döngü işleminin yüzeylere etkisi değerlendirilebilmiştir.

Yüzey pürüzlülüğü ve serbest yüzey enerjisi restoratif materyallerin klinik performansının değerlendirilmesinde önemli kriterlerdendir. Restorasyonun pürüzlülüğünün plak oluşumunu artırması sonucu çürük oluşumu, diş kaybı, periodontal hastalıklar veya protez stomatiti gibi enflamatuar rahatsızlıklar ortaya çıkmaktadır (Quirynen ve ark., 1990; Quirynen ve van Steenberghe, 1993; Bollen ve ark., 1997; Şahin ve ark., 2015). Ayrıca pürüzlü yüzeyli restorasyonların boyanmaya ve renk değişimine karşı daha duyarlı olması estetik başarılarını da düşürmektedir.

Dental materyallere bakteriyel adezyonun incelenmesi üzerine yapılan araştırmaların çoğunda yüzey pürüzlülüğü ile adhere olan bakteri sayısı arasında pozitif korelasyon olduğu ve yüksek yüzey pürüzlülüğünün in-vivo ve in-vitro olarak plak formasyonunu arttırdığı rapor edilmiştir (Ulusoy ve ark., 1986; Van Dijk ve ark., 1987; Satou ve ark., 1988; Quirynen ve ark., 1990; Quirynen ve van Steenberghe, 1993; Bollen ve ark., 1997; Rimondini ve ark., 1997; Verran and Maryan,1997; Tanner ve ark., 2000; Carlén ve ark., 2001; Morgan ve Wilson, 2001; Müller ve ark., 2007; Lee ve ark., 2011; Murat 2012). Yüzey pürüzlülüğü ile bakteri adezyonu arasındaki ilişkiyi değerlendiren çalışmalarda; yüzey pürüzlülüğü değeri olarak ortalama pürüzlülük değerinin (Ra) esas alındığı

56

görülmektedir. Materyallerin yüzey pürüzlüğü için Ra = 0,2 μm eşik değer olarak kabul edilmiş ve bu değerin altındaki pürüzlülüğün bakteriyel adezyona etkisi olmadığı savunulmuştur (Bollen ve ark., 1996; Quiryenen ve ark. 1996; Bollen ve ark., 1997; Grivert ve ark., 2000; Hahnel ve ark., 2008; Buergers ve ark., 2009; Murat 2012; Ağan 2013).

Akrilik yüzeyler, uygulanan yüzey işlemlerine göre değişen pürüzlülük değerleri sergilemektedirler (Quirynen ve ark., 1990; Bollen ve ark., 1997; Verran ve Maryan, 1997; Zissis ve ark., 2000; Berger ve ark., 2006; Abuzar ve ark., 2010; Al-Rifaiy, 2010; da Silva ve ark., 2010; Zamperini ve ark., 2010; Al-Kherarif, 2013; Köroğlu ve ark., 2015).

Literatürde, ısı ile polimerize edilen kaide rezinleri için bulunan yüzey pürüzlülüğü değerleri genel olarak ortalama Ra = 0,02 ile 7,6 μm arasında değişmektedir. Polisajı yapılmış akrilik rezinlerin yüzey pürüzlülüğü ise, kullanılan aşındırıcının partikül boyutuna bağlı olarak 0,02 μm ile 0,75 μm arasında değişmektedir (Quirynen ve ark., 1990; Bollen ve ark., 1997; Verran ve Maryan, 1997; Zissis ve ark., 2000; Berger ve ark., 2006; Abuzar ve ark., 2010; da Silva ve ark., 2010; Zamperini ve ark., 2010).

Araştırmamızda kullandığımız kaide rezinlerinin Ra değerleri ısıl döngü işlemi uygulanmamış gruplarda pürüzlü yüzeyler için; 0,45±0,07 μm ile 0,62±0,09 μm arasında, parlak yüzeyler içinse; 0,21±0,07 μm ile 0,29±0,09 μm arasında değişim göstermiştir. Zissis ve arkadaşları’nın (2000), ısı ile polimerize protez kaide rezinlerinin Ra değerlerinin 3,4 μm - 3,8 μm (ısı ile polimerize akrilik rezinler) arasında değiştiğini rapor ettikleri çalışmanın sonuçlarıyla karşılaştırdığımızda kontrol grubumuzdaki ısı ile polimerize olan örnekler oldukça düşük yüzey pürüzlülüğü değerleri (0,54 μm ±0,08) göstermiştir. Muflalama yaparken alçıyı vakum altında karıştırmamızın, daha düşük değerler elde etmemize katkı sağlamış olabileceği düşünülmektedir. Nitekim Verran ve Maryan’ın (1997) çalışmalarında; vakumlu alçı yüzeye karşı hazırlanan ısı ile polimerize edilen PMMA örnekleri için yüzey pürüzlülüğü değerini Ra = 1,96 μm bulmaları bu tahmini doğrulamaktadır. Ayrıca pürüzlü örnekler hazırlanırken uyguladığımız zımparalama işlemi Veran ve Maryan’ın (1997) sonuçlarından da daha düşük değer elde etmemize neden olmuş olabilir.

57

Al-Kherarif (2013), mekanik ve kimyasal polisajın, ısı ve ışık ile polimerize akrilik rezinlerin yüzey pürüzlülüğün etkisini incelemiş, mekanik polisaja tabi tutulan yüzeylerin Ra değerlerini daha düşük bulmuştur.

Güngör ve arkadaşları (2014), ısı ve kimyasal polimerize akrilik rezinler ile poliamid rezine 4 farklı polisaj tekniği uygulamış ve polisaj tekniğinin ortalama Ra değerleri

üzerinde anlamlı etkileri olduğunu rapor etmişlerdir. Daha önce yapılan çalışmalarda, yüzey pürüzlülüğü oluşturmak ve parlatmak için

kullanılan tekniklerin farklılıkları, pürüzlülük ölçüm yöntemlerinin değişmesi ve PMMA gibi kullanılan materyallerin farklı tiplerde ve markalarda olması kontrol grubu için kullandığımız ısı ile polimerize olan akrilik materyalinin Ra değerlerinin direkt olarak bu çalışmalarla kıyaslanmasını zorlaştırmaktadır. Ayrıca araştırmamızda kullanılan prepolimerize PMMA kaide materyallerinin yüzey pürüzlülüğünün ölçüldüğü ve karşılaştırma yapabilmemizi sağlayacak herhangi bir literatüre de rastlanmamıştır. Elde ettiğimiz sonuçlar sadece üretici firmaların verileri doğrultusunda değerlendirilebilmiştir. Kullandığımız kaide materyallerini karşılaştırdığımızda; parlak örnek gruplarında bütün prepolimerize kaide örnekleri kontrol grubu örneklerinden daha düşük Ra değeri göstermesine rağmen farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p˃0,05). Genel olarak parlatılan bütün materyal örneklerinin pürüzlülüğü ortalama 0,2 μm olan eşik değer sınırında veya altında bulunmuştur.

Pürüzlü grupta ise, Merz materyalinin Ra’sı (0,45 μm ± 0,07) en düşük bulunurken, kontrol grubuyla (0,54 μm ±0,08) arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p˃0,05). En yüksek Ra değeri gösteren Polident (0,62 μm ±0,09) ile en düşük Ra değeri gösteren Merz arasındaki fark ise anlamlı bulunmuştur (p˂0,01). Bu materyallerin yüzeyinin, bakteriyel ve fungal kolonizasyonun önlenmesinde yeterli pürüzlülükte olup olmadığını değerlendirmek amacıyla daha fazla in-vitro ve klinik çalışmaya ihtiyaç vardır.

Isıl döngü işleminin farklı polimer yapıdaki restoratif materyallerin yüzey özellikleri ile mekanik ve fiziksel özellikleri üzerine etkisini inceleyen çok sayıda çalışma mevcut olmakla birlikte (Liebermann ve ark., 2015), kaide materyallerinin özelliklerine etkisini inceleyen oldukça sınırlı sayıda çalışma mevcuttur (Ağan, 2013; Wieckiewicz ve ark., 2014; Ayaz ve ark., 2015).

58

Ağan (2013); ısıl döngü işleminin çeşitli kaide materyallerin yüzey pürüzlülüğüne etkisini değerlendirdiği çalışmasında, PMMA esaslı Meliodent materyalinin parlak ve mat yüzeylerinde ısıl döngü işlemi sonrası yüzey pürüzlülüğünün anlamlı düzeyde azaldığını belirtmiştir.

Wieckiewicz ve arkadaşları (2014), poliamid (PA) ve PMMA’nın elastik modüllerini, renk değişimlerini ve yüzey pürüzlülüklerini inceledikleri çalışmalarında, 5000 döngülük ısıl işlemin materyallerin yüzey pürüzlülük değerleri üzerinde istatistiksel olarak anlamlı değişikliğe neden olmadığını tespit etmişlerdir.

Ayaz ve arkadaşları (2015), PA ve PMMA esaslı kaide materyallerinin yüzey pürüzlülüklerine ısıl işlemin etkisini inceledikleri araştırmalarında, yapay tükürük ve distile su ile yapılan farklı ısıl döngülerin yüzey pürüzlülüğü üzerinde anlamlı bir değişiklik oluşturmadığını rapor etmişlerdir.

Araştırmamızda ise; ısıl döngü işlemi Avadant ve Polident örneklerinin pürüzlü yüzeylerinde Ra değerlerinin istatistiksel olarak anlamlı şekilde azalmasına neden olmuştur (p<0,05). Diğer materyal örneklerinde de ısıl döngü işlemine bağlı olarak Ra değerlerinde azalma gözlenmiştir. Ancak bu azalma istatistiksel olarak anlamlı değildir (p˃0,05). PMMA esaslı materyallerin suda çözünürlük gösterdiği düşünüldüğünde pürüzlülüğün azalması bu faktöre bağlanabilir. Suda çözünürlüğe bağlı yüzeyden uzaklaşan yapılar yüzeyin daha pürüzsüz hale gelmesine neden olabilir (Ağan 2013). Parlak örnek gruplarında ise; ısıl döngü işlemi Merz ve Kontrol grubunda pürüzlülüğün azalmasına sebep olurken Avadent ve Polident örnek gruplarında pürüzlülüğün artmasına neden olmuştur. Isıl döngü işleminin parlak yüzeylere olan etkileri istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p˃0,05). Bu sonuçlar değerlendirildiğinde, materyallerin üretiminde kullanılan polimerizasyon yönteminin etkilerinin, materyallerin kimyasal konfigürasyonlarındaki farklılıkların, yüzey sertliklerinin ve çözünürlüklerinin daha detaylı biçimde incelenmesi gerektiği görülmektedir.

Birçok araştırmacı, materyal yüzey pürüzlülüğü ve serbest yüzey enerjisini, bakteriyel adezyonu etkileyen en önemli faktörler olarak düşünmektedir (Absolom ve ark., 1983; Eick ve ark., 2004; Teughels ve ark., 2006; Lee ve ark., 2011). Bunun yanında yüzey topoğrafisinin adezyona katkısının, serbest yüzey enerjisi ve hidrofilite gibi fiziko- kimyasal etkileşimlerden daha fazla olduğunu savunan araştırmacılar da vardır (Quirynen ve ark., 1990; Quirynen ve Bollen, 1995; Pereira ve ark., 2008).

59

Temas açısı ölçümleri, solid yüzeylerin ıslanabilirliğinin ve serbest yüzey enerjisinin belirlenmesinde en sık kullanılan yöntemlerdir. Materyallerin serbest yüzey enerjilerini direkt olarak belirleyecek bir yöntem olmayışı bu ölçümlerin önemini daha da artırmaktadır.

Likit-solid ara yüzeyinde likit molekülleri ile solid yüzeyin molekülleri arasındaki koheziv kuvvetlerin, likit moleküllerinin kendi içlerindeki adeziv kuvvetlerden daha büyük olması sonucunda yüzeyin ıslanabilirliği gerçekleşir. Likit yüzeye tam olarak yayıldığında temas açısı 0º olur ve bu durum tam ıslanmayı gösterir. Likit yüzeyde sınırlı bir miktarda yayılır ve damla formu gösterirse oluşan bu durum parsiyel ıslanma olarak isimlendirilir. Parsiyel ıslanmada temas açısı 0º’nin üzerinde belirli bir değer alabilir (Murat, 2012; Ağan, 2013, Ramiasa ve ark., 2014).

Temas açısını ölçümünde üç farklı yöntem kullanılmaktadır. Bunlar duran damla yöntemi, yakalanmış baloncuk tekniği ve Wilhelmy dinamik kap tekniği’dir. Her birinin kendi içerisinde belirli avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır (Zissis ve ark., 2001). Tez çalışmamızda birçok araştırmacı tarafından (Aydın ve ark., 1997; Yıldırım, 2000; Karahanlı, 2002; Murat, 2012, Ağan, 2013) tercih edilen ve daha pratik bir teknik olan duran damla yöntemi seçilmiştir.

Duran damla yöntemi ile gerçekleştirilen temas açısı ölçümlerinde, kullanılacak sıvının önemi büyüktür. Su temas açısı yüzey hidrofilitesinin göstergesi olarak birçok araştırmacı tarafından kullanılmıştır (Yoon ve Ravishankar, 1996; Doyle, 2000; Özcan, 2006; Murat 2012; Ağan 2013). Aynı zamanda sadece su ıslatan sıvı olduğunda temas açısı 90°’den küçük olan katılar hidrofilik, büyük olanlar ise hidrofobik olarak tanımlanmaktadırlar. Bu nedenle araştırmamızda diğer araştırmacılar gibi distile su kullanılmıştır.

Çalışmamızda distile su kullanılarak materyallerin temas açıları ölçüldüğünde, pürüzlü örnek gruplarında istatistiksel olarak anlamlı şekilde en yüksek temas açı değerleri gösteren materyalin Avadent (95,86º ± 2,22) olduğu saptanmıştır (p˂0,01). Polident materyalinde ölçülen temas açısının (91,61º ± 1,91) ise diğerlerinden anlamlı şekilde daha yüksek olduğu bulunmuştur (p˂0,01). Merz materyali (85,31º ± 2,77) ve Kontrol grubu (85,09º ± 2,17) arasında temas açıları bakımından istatiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p˃0,05). Bu sonuçlara göre pürüzlü örnek gruplarında en hidrofobik materyalin Avadent olduğu gözükmektedir.

60

Parlak örnek gruplarında ise su temas açı benzer şekilde Avadent materyalinde (92,95 º ± 2,65) istatistiksel olarak anlamlı şekilde en yüksek bulunurken, en düşük temas açısı değerinin ise Kontrol grubunda (73,97 º ± 3,53) olduğu saptanmıştır (p˂0,01).

Bu sonuçlar prepolimerize akrilik blokların pürüzlü ve parlak örnek gruplarında daha hidrofobik özellik gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu durum ilgili materyallerin yüksek basınç ve ısı altında üretilmeleri sonucunda, daha az artık monomer içermelerine ve polimer matriksindeki moleküllerin polaritesinin farklı olmasına bağlı olabilir (Munchow ve ark., 2014; Lieberman ve ark., 2015).

Temas açısı ile serbest yüzey enerjisini etkileyen en önemli faktörlerden biri de yüzey pürüzlülüğüdür. Yüzey pürüzlülüğü ve ıslanabilirlik (hidrofilite) arasındaki bağlantıyı açıklamak amacıyla Wenzel (1936) tarafından öne sürülen hipoteze göre; katı cisimlerin yüzey pürüzlülüğündeki artış, yüzey alanını artırmakta böylece likite karşı katı cismin afinitesi de artmaktadır. Buna bağlı olarak, hidrofilik materyallerde yüzey pürüzlülüğündeki artış hidrofiliteyi artırırken, hidrofobik materyallerde ise yüzey pürüzlülüğü arttıkça hidrofobisite artmaktadır (Lampin ve ark., 1997; Taylor ve ark., 1998b; Nishioka ve ark., 2006, Murat 2012).

Çalışmamızın bulguları incelendiğinde, bütün materyallerin pürüzlü yüzeylerinde ki temas açısı değerlerinin parlak yüzeylerdekine kıyasla istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,05; p<0,01). Bu durum daha önceki araştırmalarda ortaya konan pürüzlülüğün yüksek olduğu yüzeylerde hidrofobositenin de yüksek olduğu hipotezi ile uyumludur. Yüzey pürüzlülüğünün yüksek olduğu yüzeylerde artmış yüzey alanı, su damlası ile akrilik rezinin fonksiyonel grupları arasındaki etkileşimin artmasına neden olarak hidrofobositenin artmasına yol açmaktadır (Lampin ve ark., 1997; Taylor ve ark., 1998b; Nishioka ve ark., 2006; Murat 2012).

Çalışmamızın bulgularına benzer olarak Monsenego ve arkadaşları (1989), kumlanarak pürüzlendirilen akrilik rezin örneklerin temas açılarını pürüzlendirilmemiş örneklerden daha yüksek bulmuşlardır.

Taylor ve arkadaşları (1998b), PMMA kaide rezininin yüzey pürüzlülük değerinin 0,04 μm’den 1,24 μm’ye yükseldiğinde su temas açısında belirgin bir artış rapor etmişlerdir. Nishioka ve arkadaşları (2006) tarafından yapılan bir araştırmada ise; akrilik rezin örneklerde yüzey pürüzlülüğünün artması su temas açısını da artırmıştır. Pürüzlülük sıvının yüzey üzerinde yayılmasına engel olarak daha yüksek temas açısının oluşmasına

61

neden olabilmektedir. Aynı zamanda pürüzlü yüzeyler üzerindeki sıvı damlası altında hapsolan hava da temas açsını artırabilmektedir.

Murat (2012), çalışmasında ısıyla polimerize akrilik rezin ile MMA içermeyen kaide rezinlerinin pürüzlü yüzeylerinde ölçülen su temas açısının parlak yüzeyden daha yüksek olduğunu, hidrofobik materyallerin pürüzlülüğündeki artışın temas açısını da artırdığını gösteren çalışmaların sonuçlarıyla benzer sonuçlar rapor etmiştir. Çalışmamızda kullanılan materyallerin parlak ve pürüzlü yüzeylerinin su temas açısı değerlerindeki farklılık Murat’ın sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir.

Foggi ve arkadaşları 2014, farklı pürüzlülük değerlerine sahip protez kaide rezinlerinin hidrofobositelerini değerlendirdikleri çalışmalarında; pürüzlülüğün artmasının hidrofobositeyi de önemli derece arttırdığını rapor etmişlerdir. En düşük temas açısını, Ra değeri ortalama 0,05µm olan grupta 75º olarak, en yüksek temas açısını ise Ra değeri 3 µm olan grupta 100 º olarak tespit etmişlerdir.

Konu ile ilgili diğer çalışmalarda, elde ettiğimiz verilerden farklı olarak katı cisimlerdeki pürüzlülük artışının temas açısını azalttığını gösteren bulgular da mevcuttur (Taylor ve ark., 1998b; Doyle ve ark., 2000; Teughels ve ark., 2006; Namen ve ark., 2011).

Ağan (2013), poliamid protez kaide materyallerinin (Bre-flex, TCrystal, Valplast, Deflex) ve kontrol grubu olarak ise ısıyla polimerize PMMA (Meliodent)’ ın mat ve parlak yüzeylerinin su temas açısı ile hidrofobositelerini incelediği ve ısıl döngü işleminin yüzeylerin pürüzlülüğüne ve hidrofobositesine etkisini araştırdığı çalışmasında, bulgularımızdan farklı olarak TCrystal materyali haricinde bütün materyallerin mat yüzeylerinin su temas açısını parlak yüzeylerden daha düşük bulunmuştur. Ayrıca ısıl döngü işlemi sonucunda Meliodent’ in parlak ve mat yüzey gruplarındaki pürüzlülüğü azalmış fakat temas açısı artmıştır.

Çalışmamızda kontrol grubu hariç bütün materyallerin ısıl döngü işlemi uygulanan pürüzlü ve parlak gruplarındaki temas açısı, uygulanmayan gruplardakinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük bulunmuştur (p˂0,01). Isıl döngü işlemi uygulanan materyallerin hidrofobositesi azaltmıştır. Ayrıca bütün materyallerin ısıl döngü işlemi uygulanan pürüzlü gruplarındaki yüzey pürüzlülüğü değeri de uygulanmayan gruplardan daha düşük bulunmuştur. Isıl döngü işlemi bütün materyallerin pürüzlülüğünde azalma meydana getirirken kontrol grubu hariç diğer materyallerin temas açısını da azaltmış ve yüzeyler daha hidrofilik özellik kazanmıştır. Kontrol grubundaki ısıyla polimerize akrilik

62

rezinin ısıl döngü işlemi ile temas açısı değişiminin pürüzlülük değişiminden diğer prepolimerize akrilik materyallerine göre farklı etkilenmesi polimerizasyon ve üretim tekniklerinin farklı olmasından kaynaklanmış olabilir.

Materyallerin ısıl döngü işlemi uygulanan parlak gruplarında ise; yüzey pürüzlülüğü sadece Kontrol ve Merz materyalinin örneklerinde işlem uygulanmayan gruplara göre daha düşük değerler göstermiştir. Temas açısı değeri ise pürüzlülüğün azaldığı kontrol materyalinde artış, Merz materyalinde ise azalma göstermiştir. Avadent ve Polident materyallerinde ise örneklerin yüzey pürüzlülüğü ısıl işlem uygulanan grupta daha yüksek değerler gösterirken temas açısı değerleri azalmıştır. Isıl işlem uygulanan materyal gruplarından elde edilen değişken bulguların polimerlerin degregasyonuna neden olan ısıl döngüden kaynaklandığı düşüncesindeyiz (Hargreaves, 1983; Archadian ve ark., 2000; Silva ve ark., 2013). Bu bulgular, ısıl döngü işleminin materyalin fizikokimyasal özelliklerine etkisinin daha detaylı olarak incelenmesi gerektiğine işaret etmektedir. Araştırmamızda incelediğimiz kaide rezinlerinden kontrol grubunda kullanılan ısıyla polimerize akrilik rezin materyalinin temas açısı ve yansıttığı hidrofobosite değerleri daha önce yapılmış olan çalışmaların bulgularıyla karşılaştırılabilir olmasına rağmen prepolimerize akrilik blokların değerleri sadece üretici firmaların verdiği bilgilerle kıyaslanabilmiştir. Bu doğrultuda ise elde ettiğimiz sonuçlar üretici firmalarınki ile benzer bulunmuştur. Ancak materyallerin uzun dönem kullanımı sonucu yüzeylerinde meydana gelen fizikokimyasal değişikliklerin in-vitro ve in-vivo araştırmalarla incelenmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Protez kaideleri çiğneme kuvvetleri altında belirli bir esneme özelliği göstermektedir. Bu esnemenin yarattığı internal stresler akrilik polimerinde çatlak formasyonu meydana getirmekte ve bu çatlakların genişlemesi protez kırıklarına sebep olmaktadır. Bir protezin kaide kırıklarına direnç gösterebilecek yeterli dayanıma sahip olması gerekmektedir. Eğilme dayanımı testleri ağız içi ortamı en iyi taklit eden testler olması bakımından kaide materyallerinin değerlendirilmesinde sıklıkla kullanılmaktadır (Machado ve ark. 2010). Yorulma dayanımı klinik olarak yüksek öneme sahip olmasına rağmen, eğilme dayanımının değerlendirilmesi daha pratik bir yöntem olduğundan birçok araştırmacı tarafından materyallerin mekanik özelliklerinin araştırılmasında kullanılmıştır (Archadian ve ark., 2000; Karacaer ve ark., 2003; Orsi ve ark., 2004; Doğan ve ark., 2007; Ribeiro ve ark., 2008; Consani ve ark., 2009; Ceylan, 2012).

63

Akrilik rezinlerin mekanik yeterliliklerinin değerlendirilmesinde eğilme dayanımının yanı sıra incelenmesi gereken diğer özellikler arasında eğilme modülü ve materyal tarafından karşılanabilen maksimum kuvvet değerleri yer almaktadır (Durkan ve ark., 2008; Ellakwa ve ark., 2008; O’Brien, 2008; Ceylan, 2012).

Protez kaide materyallerinin eğilme modülleri rijiditeleri hakkında önemli bir göstergedir. Eğilme modülleri düşük olan kaide materyalleri daha esnek bir yapıya sahiptirler. Bu esnekliğin kompanse edilmesi ancak kaide plağının kalınlığının artırılması ile mümkün olur. Kalınlıktaki bu artış dil boşluğunun daralmasına neden olmaktadır. Rezonans

Benzer Belgeler