• Sonuç bulunamadı

Tartışma: “Türkiye’de Emek Politikaları ve Çocuk Emeği” Oturmu

Belgede tıklayınız. (sayfa 106-113)

Elif Çuhadar: Çetin Hoca’ya da teşekkür ederim. Şimdi 15 dakika süremizi de bayağı aştık.

Didem Güven: Üç dört soru alsak, fazla almasak.

Elif Çuhadar: Evet, üç dört soru en fazla alacağız. Leyla Hocam. Ben soruları önce alayım sonra size yanıt vereyim.

Bir Katılımcı: Öncelikli olarak teşekkür ediyorum hepinize. Betül Hocam ve Çetin Hocamın da çalışmalarına dayanarak, çocuk işçiliğinin sayısının bu kadar artmasının nedeni yoksulluk eşittir etnik kimlik farklılığı da olabilir mi? Bir bu. Diğer sorum size olacak Hocam. TÜİK’in verilerine göre sayılar verdiniz ve gerçek verilerin de olmadığını ifade ettiniz. Alternatif bir araştırma birimimiz olamaz mı? Ben meslek lisesi öğretmeniyim; şu anda değilim ama çocuk gelişimi öğretmeniyim. Çocuk gelişimi öğrencilerimiz devlet okullarında da stajlarını yapıyorlar ve devlet okulları işletmeden sayılmıyordu ve bu öğrencilere herhangi bir ücret verilmiyordu. Geçen yıldan itibaren verilmeye başlandı ama duyuyoruz ki bazı okullar bu ücreti vermiyor. Buna yönelik Eğitim Sen acaba ne yapabilir? Bir de gönüllülük, işte gönüllülük kapsamında öğrencilere Sosyal Etkinlikler ve Kulüpler Yönergesi kapsamında 10 saat gibi bir toplum hizmeti veriliyor. Bununla ilgili Eğitim Sen olarak ne yapabiliriz? Teşekkür ederim.

Kuvvet Lordoğlu: Ezgi Hanıma bir sorum olacak bu çıraklık meselesiyle ilgili olarak. Çıraklık genel olarak bakıldığı zaman çocuğun bir hüner kazanması ve bir şekilde meslek hayatına alışmasıyla ilgiliyken günümüzde artık çıraklık hüner kazanmak, meslek kazanmaktan ziyade bir işçileşme süreci. Fakat ben şu andaki durumu, bu çıraklık eğitim merkezlerindeki durumu çok takip edemedim. Çok uzun yıllar önce takip etmiştim. Yani çıraklık meslek eğitim kurumlarıyla ilgili sorum şu olacak: Ne kadar çırak olmaya aday öğrenci bu çıraklık eğitim merkezlerine katılıyor? Benim görebildiğim kadarıyla çok azı katılıyor çıraklık eğitim merkezlerine. Ama bu hâlâ devam ediyor mu?

İkincisi çıraklığı bu devlet 3808 sayılı yasayla [Çıraklık ve Mesleki Eğitim Kanunu] bir ölçüde destekliyor. Yani diyor ki sen çocuğunu eğer çıraklık eğitim merkezine yollarsan işveren adına belirli bir sigorta primini ben ödeyeceğim, diyor. Şimdi buna rağmen böyle bir teşvike rağmen çıraklık eğitim merkezine devam eden çocuk sayısında bir artış yok. Bu, şunu da beraberinde getirmiyor mu? Bu görüşe katılır mısınız? Bunda da böyle bir sistem var. Çocuk emeği ve ücret sömürülmesiyle ilgili olarak çocuklar memnun. Gidiyorlar iyi kötü üç beş kuruş para alıyorlar. Aile memnun. Çocuğuna bir meslek kazandırdı zannediyor. Devlet de bu çocuklar sokakta kalmadı ben de onlara iş buldum, işte SGK primlerini ben ödüyorum, diyor. Şimdi herkesin memnun olduğu böyle bir durumda kimse şikâyet etmiyor herhalde. Öğrenmek istediğim bu. Burada

neler yapılabilir? Çıraklık ve Meslek Eğitim Kanunu’na ilişkin değişiklikler konusunda ne düşünürsünüz ve bu gidişat nereye doğru gidiyor? Biraz uzun oldu ama kusura bakmayın.

Elif Çuhadar: İki arkadaş daha alalım.

Yılmaz Gürbüz: Merhabalar, ismim Yılmaz Gürbüz. İstatistikçiyim ve TÜİK’te çalışıyorum. Hani bu kadar TÜİK rakamının sonunda bunu söylemek biraz zor oluyor ama bunlar acı gerçeklerimiz. Ben soru sormayacağım ama Serkan Bey’in sunumundaki birkaç şeye katkı sunmak istiyorum. Şimdi biz işsizlik rakamlarını açıklıyoruz. Son açıklanan işsizlik rakamları 10.1, çift hanelere çıktı sonunda. Bir sistem değişikliğine rağmen 10’a, çift hanelere çıktı. Şimdi ben orada sadece şeye değinmek istiyorum. Bu çok uzun bir tartışma ama. Ücretsiz ev işçiliği. Sunumunuzda biraz daha açsaydınız katılımcılar daha iyi algılayabilirlerdi. Bizim ücretsiz ev işçiliği dediğimiz, aslında çok daha basit bir örnekle anlatmak istiyorum. İşsizlik rakamlarına biz neden bu kadar itiraz ediyoruz? Ben de TÜİK’in içinden biri olarak buna itiraz ediyorum bu noktada. Bunu söylemek istiyorum.

Şöyle bir örnek vereyim. Bir aile alalım. Dört kişiler; anne, baba ve iki çocuk. Bu çocuklardan biri kadın ve biri erkek olsun. 19 ve 20 yaşında olsun. İki tane de inekleri olsun. Biz bu haneye gidiyoruz; hane halkı bütçe anketleri, işsizlik ya da işgücü anketinde. Çeşitli sorular soruyoruz. İşsizlikle ilgili sorduğumuz soru da şu: 19 yaşındaki kızınız çalışıyor mu? Herhangi bir işi var mı? Yok. İş hayatı daha o sorulara gelmeden… İneklerin yemini veriyor mu? Veriyor. İşte o bizim için çalışan; çalışan nüfus artık. İşsiz değil. Ya da oğlu diyelim ki inekleri otlatıyor, altını temizliyor vs. bu işleri yapıyor. Bu ailenin başka hiçbir geliri yok. Tarlası yok, geliri yok, herhangi başka bir yerde çalışmıyorlar. Bu 4 kişilik aile bizim tanımlamalarımızda, bizim hesaplamalarımızda çalışabilir nüfus içinde ve çalışan nüfus. Yani işsiz değiller. Ya onun için hep böyle şey kalıyor. Biz ücretsiz aile işçiliği dediğimizde tam olarak algılamıyorlar; bunu tam olarak örneklendirmek gerekiyor. İşsizlik rakamları Türkiye’de maalesef böyle hesaplanıyor.

Ben kendi adıma rakamlarla oynandığına inanmıyorum. Ama zaten istatistiklerde rakamlarla oynanmaya çok da gerek kalmıyor zaten. Kullandığınız analiz yöntemleri sizi biraz yönlendiriyor ki son Ekim ayında, Serkan Bey siz de takip ediyorsunuzdur, bir yöntem değişikliğine gidildi. Eskiden haneye gittiğimizde soruyu sorarken son dört hafta içinde herhangi bir iş aradınız mı ya da herhangi bir iş başvurunuz oldu mu? diye soru sorulurdu. Şimdi biz bunu iki haftaya çektik. Yani iki hafta içinde iş aramadıysa, iş aramadım diyorsa biz ona işsiz diyoruz. Çalışabilir nüfus tanımında da değişiklik var, evet. İşte son dört haftayı iki haftaya indirdiler. Yani şöyle bir işsizlik rakamı açısından bir dezavantaj. Aslında işsizlik rakamını aşağı çeken bir yöntem. Çünkü siz sorduğunuzda son dört hafta içinde herhangi bir iş aradınız mı, son iki hafta içinde iş aradım. O iki haftada aramamış olabilir ama son dört haftalık diliminde ve dördüncü haftada aramış olabilir. Söylemek istediğim bunlar. Ayrıca 15 yaş altı, çalışabilir nüfus içinde kabul edilmiyor yani istihdam içinde kabul edilmiyor

bizde. Hiç uzağa gitmeye gerek yok. Malatya’da küçük sanayiye gittiğimizde 15 yaş altında ne kadar çok çocuk işçi var diye düşünmek gerek diye düşünüyorum. Teşekkür ederim.

Bir Katılımcı: Merhaba, benim de sorum Çetin Hocama. Deminden beri anlatıyor, diyor ki bu özellikle etnik olarak ayrıştırılıyor. İşte çocuklar ahşap teknolojisinde, bilişim teknolojisine Kürt Türk diye ayrılıyor. Bunun sebebini, hani gerçekten merak ediyorum.

İkincisi de Hocam teşhisi çok güzel koydu; bu okulların, düz lise ve meslek lisesi arasındaki farkı, fakat tedavi yöntemi olarak da bir şeyler söylemeli. Teşekkür ediyorum.

Erdal Deniz: Mikrofona gerek yok. Sesimi duyurabiliyorum. Saygılarımı sunuyorum. Serkan Hocama sorum şu. İstatistikler verilirken aslında İş-Kur’dan bahsetmek gerekir. İş-Kur’un devlet eliyle bir yolsuzluk ya da bir sahtekârlık yaptığı belli. Bilmiyorum, benim bildiğim kadarıyla çalışanların sigortası altı ay süreyle uzatılıyor. Maaşların bir kısmı İş-Kur, diğer kısmı özel sermaye. Yani devlet kendi eliyle bir yolsuzluk yapıyor. Biraz bundan bilgi almak gerek diye düşünüyorum.

İkincisi bu istatiksel verilerde, Adıyaman, Malatya, Urfa, Diyarbakır, Mardin hepsini sayabiliriz, mevsimlik tarım işçileri var; bu verdiğiniz rakamlar içerisinde bunlar var mı?

Betül Hocaya soracağım soru şey. “Sokak çocukları” damgasıyla ilgili bir ifade kullandı. Özellikle ABD için söylemiştiniz. Bunda bu sokağın çocuğu damgası evsiz insanlar için de kullanılamaz mı? Yani siz buna karşı bir açıklama yapmıştınız. Evsiz olan milyonlarca insan var bu dünyada. Bunların çocukları sokağın çocukları olabilir mi? İkincisi, yine sizin söylediğiniz ifade hani sokakta çalışmanın, çalıştırmanın yaygın olmasının sebebi sokağın aniden para getirmesi. Bunun da temelini oluşturan işçi grubunun zorunlu göçlerle geldiğini biliyoruz. Kürdistan’da otuz yıldır bir savaş yaşanıyor. Bu Kürdistan’dan göç edip metropollere gelen çocuklar acaba sadece para alma kaygısıyla mı yoksa diğer alanlarda kendine iş verilmediği için mi bunu tercih ettiler?

Çetin Hocam için de… Ben de meslek lisesi öğretmeniyim. Geçen sene düz lisede çalıştım. Bu yıl meslek lisesine geçen bir öğretmenim. Meslek liselerinde açığa çıkan sorunları ve onlar içerisindeki etnik gruba ayırmayı düşündüğümüzde gerçi sendikamızın paradigmasına ters ama ben bireysel olarak zorunlu eğitim olması gerekli diye düşünüyorum. Çünkü zorunlu eğitim mantığı çocuğu okulda tutan ve 18 yaşına kadar işsiz göstermeyen bir mantık. O zaman meslek liselerinin öğrenciyi sermayeye peşkeş çekmesi, çıraklığa yol açması gibi hareketlerden kaynaklanan zorunlu eğitimi kaldırıp bu meslek liselerinden mağdur olan çocukların sayısını azaltabilir miyiz? Çünkü meslek liselerine giden öğrencinin çoğu, kendim yaşadığım için biliyorum, okuma yazma bilmeyen öğrenci.

Bir katılımcı: Serkan Hocam, en son siz yapısal sorunlardan bahsettiniz. Uluslararası sözleşmelerin vb. dokümantasyonların uyarlanması ve uygulanması noktasında bir şey söylediniz ve Betül Hocam da başlarken dediği zaman bu sadece sınıfsal olarak azgelişmiş ülkelerin değil de dünya sisteminin bir sorunu olduğu noktasında önemli bir şeyi vardır. İkincisi, biz muhatap olarak nasıl alacağız? Uluslararası dokümanlara bağlı kalıyoruz ve gelişmiş ülkelerin de böyle bir sorunu olduğunu görüyoruz ve buna karşı bir çözüm üretebilir miyiz? Teşekkür ediyorum.

Ezgi Akyol: Biraz önceki soruyu yanıtlamaya çalışayım. Neden çırak istihdamı ve çırak sayısı bu kadar az? Bir biçimiyle bunun önünün açılmış olmasına rağmen. Öncelikle çocuk işçiliği temelde işverenler için meslek öğretmek amacıyla tercih edilmiyor. Özellikle sekiz yıllık eğitimin sonucunda pek çok işveren diyor ki “artık iş öğrenme yaşını geçmiştir”. Ben çırak istihdam etmek istemiyorum, diyor. Daha çok istihdam edebilmenin yolu, düşük maliyetli emek olması sebebiyle çocuklar istihdam ediliyorlar fakat çırak statüsüne sahip olabilmek için o işyerinin de bir biçimiyle formel bir işyeri olması gerekiyor. Fakat çocuklar ağırlıklı olarak enformel iş yerlerinde çalışıyorlar. Özellikle tekstil, hazır giyim alanlarında görülen çıraklar hem kayıtsız çalışıyorlar hem de bu nedenden kaynaklı olarak çıraklık eğitim merkezlerine de kayıt olamıyorlar ve pek çok durumda da çalışma yaşı 15 olmasına rağmen hazır giyim sektöründe 5 yaşından itibaren her yaşta çocuk görmeniz mümkün. Dolayısıyla aslında çıraklık eğitim merkezlerinin bu açıdan emek yoğunu sektörlere daha ulaşamamış olduğunu söylemek mümkün.

İkincisi, aslında Çıraklık ve Mesleki Eğitim Kanunu’ndan tam olarak herkes bir biçimiyle memnun değil gibi diyelim. Yani şöyle. İşverenler… aslında bütün işverenler bu noktada değil çünkü hakikaten astarı yüzünden pahalı bir noktayı açıklamayı açıkça reddediyorlar. Burada hiçbir vicdan hesabına girmeleri… böyle bir şey mümkün değil. Onun dışında bu süreçte yer alan bütün kamu kurumları içerisinde de süreç biraz şeyi yönetmeye dair, yoksulluğu yönetmeye dair. Ben de bir çıraklık eğitim merkezi müdürünün açıkça şey dediğini biliyorum: Burada suç işleme potansiyeli taşıyan çocukları eğitiyoruz, bizim de rolümüz bu, aslında bir şey öğretmek değil. Bu çocukları bir biçimde toplumdan uzaklaştırmak gibi bir şey. Diğer meselede ise çalışan çocuklar için bir memnuniyetten ziyade bir zorunluluk. Oradaki bir rıza unsuru ya da büyük oranda da yapabileceklerinin maksimumunu yapmak yani zorunluluk içerisinde kendine güçlenebilecek alanlar bulmak olabilir. O da zaten büyük ölçüde hiç de resmi alanlarda, işte formel alanlarda işlemiyor. Kendilerine ait enformel alanlarda, enformel ilişkiler yoluyla bunu yapıyorlar. Mahalleler hani burada önemli bir unsur. Arkadaşlıklar, onun dışında etnik bağlar; işte mesela şiddet meselesini çözmede önemli bir yoldur mesela etnik bağlar, dinsel bağlar vs. Bunlar üzerinden daha yaşadıkları durumlar... Aileler için de tam bu durumdan memnunlar diyemeyiz. Pek çok görüştüğümüz çıraktan, ilk refleks olarak bütün aileler örgün eğitim süreçlerini tamamlamalarını bekliyorlar aslında. Bunu yapamadıkları durumda hani onlar çıraklık eğitimiyle karşı karşıya kalıyorlar. Bunlar içerisinde de şunlar ayrı bir noktada duruyor. İş kazalarında bir biçimiyle işverenlerin bu durumu örtbas

etmek için yaptıkları bazı şeyler olmasına rağmen ailelerin düşündükleri şeyler hiçbir zaman bizim de çocuğumuz çalışsın etsin gibi bir şey olmuyor diyeyim.

Serkan Öngel: Ben de son sorudan başlayayım. Yani birtakım uluslararası kuruluşların yönlendiriciliği ile işte bu tip mücadele programları çıkartılıyor. Projeler kapsamında geliyorlar. Ama benim bahsettiğim bu projelerle kullanılan ekonomik politikanın yapısal olarak etki alanı göstermesinde çok ciddi farklar var. Onun için de tek başına mücadele edilemiyor. Nitekim verilere yansıyan durum da o. İlk etapta işte bir düşüş kaydedilmiş ama mevcut politikalar onu tersine çevirmiş gibi görülüyor. Alternatif bir şey üretebilir miyiz? TÜİK kamu kaynakalarını kullanarak var olan bir kurum ve çok sayıda, binlerce elemanı olan, işte her yerde bölge müdürlükleri olan, bilgiye ulaşabilme olanakları çek gelişkin, işte pek çok teknik bilgiye sahip insanlardan oluşan büyük bir örgüt. Yani dolayısıyla kurumun demokratikleştirilmesi talebi tabii gündeme konulacak bir talep ama bunun haricinde birtakım saha çalışmalarıyla sahanın bilgisini alıp yorumlayabileceğimiz, ondan varsayımlar çıkarabildiğiz şeyler de olabiliyor. Mesela saha bilgisi paylaşıldı arkadaşlarımın yaptığı çalışmalar üzerinden. Ben özellikle yöntemi kurarken ne kadar gerçeği yansıtıyor ve ne kadar gerçeği yansıtmıyor; gerçekten hem yöntem hem soru pek çok şeyi belirleyen durumdur. Yapıldığı dönem de belirleyen durumunda. Siz çocuk işçi istatistiklerini ekim, kasım, aralık ayları temelli yaparsanız, sadece o döneme ait bilebilirsiniz. Ama yıl boyunca yaparsanız başka sonuçlar çıkar. Çünkü mevsimsel etkiler var. Bu mevsimsel etkileri görmezden geliyor mu, tarım sektörünü kapsıyor mu? O anlamda o dönem açısından kapsıyor. Ona ulaşabiliyorsa kapsıyor. Yani çünkü o sabit, o hane temelli yaklaşımda kayıtlı yerlere gidiyorlar. İşte örneklemi başka türlü belirleme şansı yok çünkü. Dolayısıyla diğer bulduğu şeyi es geçiyor. TÜİK’in üst düzey bir yetkilisiyle konuşuyorduk; ya dedi biz baktık ki Türkiye’de sokakta yatan insan yok. Sokakta yaşayan insan yok. Ben Kırıkköy’de yaşıyorum. Yerde yatanlar var. On beş kişi, aile evleri kentsel dönüşümle yıkılmış, eski bir fabrika binası içinde yaşıyorlar. Dolayısıyla onu verilerden göremeyecek bir durumla karşı karşıya kalınabiliyor. Emek örgütlerinin daha fazla çaba sarf etmesi ve kaynak aktarması gerekiyor ki veri anlamında diğer şeyler, bunlar daha çok yapılabilsin ama mevcuttaki durumda buna yeten şeyler yok.

Gerçekten yöntem çok önemli. Bahsedildi, dört haftaydı iki haftaya düşmüş olabilir. İşsizlik, 400 bin civarında; yaklaşık olarak bir önceki seneki verilerle karşılaştırdığımızda yöntem değişikliğiyle aşağı düşmüş durumda. Arkadaşın dediği gibi -ben de istatistikçiyim, meslektaşız- sayıları çarpıtmaya gerek yok. Yöntemi değiştiriyorsunuz, veriler değişiyor zaten. En son örneği çarpıcı olduğu için sizinle paylaşayım. Mesela TÜİK’in en son bu gelir yaşam güçleri araştırması bulunuyor. Verilere baktık ki evrim olmuş; Türkiye’de işte bir anda 7-8 milyon insan tatile gider olmuş, mobilyasının değiştirir olmuş falan filan. Ellerindeki sorulara baktığınızda şöyle bir şey görüyorsunuz: “Mobilyanızı değiştiriyor musunuz?”; daha önce de “ikinci el mobilya daha iyi” diyor mesela. “Tatile gidiyor musunuz?”; daha evvel “otelde, pansiyonda tatil yapıyor musunuz?” iken işte akraba yanına gidiyorum ya da anneye gidiyorumu tatil yapıyormuş gibi gösteriyor. Belki değişen bir şey yok… Dolayısıyla burada çok ciddi sorun

alanları var. O yüzden ben özellikle bunu yansıtan başlığı koymaya çalıştım. Teşekkürler…

Betül Altuntaş: İlk önce sizin sorunuz yanıtlayayım. Evet, sorun etnikleşti. Etnikleşmenin orta yerinde Kürtler bulunuyorlar. Yeni yoksullaşma dediğimiz bir şey yaşanıyor. Zorunlu göç mağdurları açısından özellikle de. Tabii Türkiye’de 1950’lerde, 60’larda da bir göç yaşandı. Farkı şu; onlar yoksulluklarını dönüştürdüler. Onların yaşadığı yoksulluk geçici bir haldi, onlar sınıf atlayabildiler ve üsluplarını dönüştürdüler. Kürtlerin içinde bulundukları yoksulluk hali “yeni yoksulluk” dediğimiz şey. Tam da aslında sermaye ve sosyal konum olarak zayıf oldukları bir ortama geldiler. Dolayısıyla da dönüştürülemeyen bir yoksulluk içerisindeler. Biz buna daha çok şimdilerde yeni yoksulluk diyoruz yani yoksulluğun geçici olmaktan çıktığı, kalıcı hale geldiği ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir hal olduğu için söz konusu. Evet, tehlikelileşti. Dolayısıyla da arkasında yatan temel nedenlerden birisi bu. Kaldı ki ebeveynler de hiç şüphesiz el altından çalışıyorlar. İşte Tuzla’da ölenler, inşaatta ya da istenmeyen kirli işlerde çalışanlar, geçici ve güvenliksiz işlerde çalışan bir emekçi grubu söz konusu. Belki sizin sorunuzla da bağlantılı olabilir. Emek, işgücü piyasasında bir ayrımlaşma var. Kuvet Lordoğlu Hocam burada mı, çıktı mı? Onunla birlikte bir araştırmamız vardı. İşgücü piyasasında ayırımcılıkla ilgili olarak. Yani bilinçli bir şekilde işgücü piyasasına alınmamaları, eğer işgücü piyasası içerisindelerse ayırımcı uygulamalara tabii olmalarıyla ilgili. Kaldı ki bölgesel eşitsizlik yoksulluğun nedeni. Şırnak’ta, arkadaşlar, Afrika’daki Botswana ile işçi başına düşen gelir düzeyi aynı. Böylesine bir bölgesel eşitsizlik var. Kocaeli en tepede Avrupa’daki diğer ülkelerle de yarışırken bu bölgedeki iller ne yazık ki insani gelişme endeksleri açısından en kötü durumdalar ve kişi başına düşen gelir açısından da yoksulluk sınırı altında yaşıyorlar.

“Sokağın çocukları”yla ilgili bir şey vardı. UNICEF kullanıyor bu kavramı. Yani sokak çocukları ve özellikle sokakta yaşayanlar açısından kullandığı bir kavram. Bunu biz kullanmıyoruz. Sizin söylediğiniz literatürde daha çok evsiz olarak kullanılan bir kavram bu. Diğer alanlarda iş verilmediği için mi sokaklarda, dediniz. Yani bu durumlarda geçici değillerdi. Kim sormuştu bu soruyu? Yani geçici değillerdi ve nerden para kazanırlarsa orada olmak durumundaydılar. Ama böyle bir şey var. Ayırımcılık söz konusu. Belirli alanlara girememe, özellikle işte Kürt olmak, belirli bir bölgeli olmak vs. anlamında girememek, aslında sembolik bir şiddet ve daha sonra kentlerde ev vermeme, iş vermeme, kız vermemeden başlayıp böyle bir ayırımcılık söz konusudur. Kısa kesiyorum. Detayları dışarıda konuşma şansımız olur. Sabaha kadar konuşuruz.

Dünyanın meselesiyse nerede çözüm ürettiniz? Ben aslında işsizliğe kapitalizmin yol açtığını düşünüyorum. Yeni bir iklim rejimi değişti, çevre ülkelerle merkez ülkeler arasında ciddi bir enformel ilişki ağı söz konusu. Bunların detayını dışarıda konuşalım. Kapitalist büyüme süreci, yeni üretim zaten buna yol açtı. Sabahki oturumun tersine ben hâlâ düzenleyici devlet diyorum. 1980 öncesinde dünyada tek uluslu projelerin hâkim olduğu dönem şuydu özellikle Batıda yaşanan; toplum dışında kalanlar, marjinal kalanlar

birtakım sosyal politika araçlarıyla ücretsiz eğitimle, ücretsiz sağlıkla, işsizlik yardımlarıyla bütünleştiriliyor. Ama 80’den sonra bilinçli olarak marjinde kalan gruplar sistemin dışına itildiler. Başta reel mülteci politikaları olmak üzere. Onlar sosyal yardımlarla beslenmesi gereken, dışta tutulması gereken tehlike olarak görüldüler ve eski bir ideolojik politikayla da dışa itildiler. Dolayısıyla ihtiyacımız olan onların yeniden toplumla bütünleşmesini sağlayacak olan sosyal politikalardır.

Belgede tıklayınız. (sayfa 106-113)