• Sonuç bulunamadı

İnsanoğlu ateş ile iç içe yaşamaktadır ve yanık yaralanmaları ile sık sık karşılaşmaktadır. Teknolojinin gelişmesine paralel olarak da bu tip yaralanmalara ilave bir çok etiyoloji eklenmektedir. Bunun sonucu olarak da yanığa bağlı sakatlıklar ve hatta ölümler artmaktadır. Yanıklı hastada yaralanmanın ciddiyeti yanık yarasının derinliği ve genişliği ile belirlenir. Sıcak yaralanmalarında doku hasarının derecesi, ısının yüksekliğine ve temas süresine bağlıdır [73].

Yanıkta termal nedenler daha sık görülmekle beraber, termal nedenler dışında elektrik yanıkları, radyasyon ve kimyasal yanıklar da bulunmaktadır. Deri, primer etkilenen organ olmasına karşın, yanığın sistemik etkilerine bağlı olarak diğer tüm organ ve sistemlerde de komplikasyonlar oluşabilmektedir. Yanık hasarı ne kadar büyük ise oluşabilecek komplikasyon ve ölüm riski de o kadar yüksek olmaktadır [137, 138].

Eski mağara resimleri, yanık ve yanık tedavisine ilişkin kayıtlar sunmaktadır [139]. Mısır’daki, M.Ö. 1500 tarihli Edwin Smith papirüsü bal ve reçine kullanılan tedavileri açıklamaktadır. Çağlar boyunca birçok farklı tedavi yöntemi kullanılmıştır; M.Ö. 600 yıllarında Çinliler çay yaprakları, M.Ö. 400 yıllarında Hipokrat domuz yağı ve sirke, M.S. 100 yıllarında ise Celsus mür ve şarap kullanıldığını belgelemiştir [139]. Fransız berber- cerrah Ambroise Paré 1500’lü yıllarda ilk kez farklı yanık derecelerini tanımlamıştır [140]. Guillaume Dupuytren bu dereceleri 1832 yılında altı farklı yanık şiddeti olarak genişletmiştir [139, 141].

Altmışlı yıllardan sonra yanık tedavisindeki gelişmeler hızlanmıştır. Sıvı kaybı sonrası şok oluşumunun anlaşılmasının ardından hipertonik, izotonik, kolloid ve kristaloidlerden oluşan çeşitli protokoller önerilmiştir. Yine bu yıllarda yanıkta derinlik kavramı da ortaya çıkmaya başlamıştır [142].

Amerikan Yanık Derneği’nin verilerine gore Birleşik Devletler’de yılda 450.000 kişi yanık nedeniyle tedavi görmektedir. Bunların 30.000’i yanık ünitesine olmak üzere toplamda 40.000’i hastaneye yatış gerektirmektedir, yani hastaların büyük bir bölümünün tedavisi acil serviste yapılmıştır [29].

Ülkemizdeki verilere göre Haberal M. ve arkadaşlarının yaptığı epidemiyolojik çalışmada hastaların yüzde 84.9’unun ayaktan tedavi edildiği [143], Türegün M. ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada da benzer şekilde hastaların %84.6’sında minör yanıkların mevcut olduğu görülmüştür [144].

Yukarıda bahsi geçen çalışmalar göstermektedir ki dünyada ve ülkemizde temas ile oluşmuş deri yanıkları acil servislerde sık karşılaşılan bir sağlık sorunudur. Yanık tedavisinde resusitasyon ve stabilizasyon sonrası ağrı kontrolü ve yanık alanının lokal bakımı önerilmektedir [145]. Bu hastaların acil serviste uygun tedavisinin ve en etkin şekilde yanık yarası bakımlarının sağlanması, hastaların güvenle taburculuğu ve hastanede kalış süresinin kısalması bakımından oldukça önemlidir.

Hızlı iyileşme, enfeksiyondan koruma, hastanın konforu ve tedaviye uyumluluğu, hastanın fonksiyonlarını tam olarak sürdürebilmesi hedefleri; ayaktan yanık yarası bakımını en iyi şartlarda yapabilmek için göz önünde bulundurulmalıdır [145].

Yanıklara yaklaşımda; yanığın fizyopatolojisinin anlaşılması, yanık alanının ve resüsitatif gerekliliklerin bilinmesi, inhalasyon hasarının akut tedavisi, yanık merkezine transfer gerekliliklerinin bilinmesi, tedavi seçeneklerinin tanımlanması, cerrahi müdahale gereksiniminin algılanması, yanık yaralarında hayatta kalım ve fonksiyonel sonuçların anlaşılması başlıkları ön plana çıkmaktadır. Burada özellikle dikkat çekilen nokta ise klinisyen tarafından bulunduğu kuruluşta tedavi edilebilecek küçük ve orta boyutlu nonoperatif yanık hastalarının yönetimidir [146].

Yanık fizyopatolojisinin anlaşılabilmesi ve olası tedavi edici ajanların çalışılması için çeşitli deneysel modeller uygulanmıştır. Bu modeller, hem yanık dokusu hakkında hem de tedavi edici ajanların etki mekanizması hakkında fikir vermesi için farklı boyut, şekil, tür ve ağırlıkta hayvan kullanılarak oluşturulan deneysel çalışmalarıdır. İnsanlarda klinik çalışma uygulamayı planlamak ise bir sonraki aşamadır [147].

Havlıcanın yanık yarası üzerine etkilerini inceleyen araştırmaya literatürde rastlanmamıştır. Ancak GSD’nin pek çok farklı yanık modelinde incelendiğine dair yayınlar literatüre geçmiştir ve yanık yarası iyileştirmede topikal olarak kullanılan ilaçlar arasında %1 GSD krem dünya genelinde en yaygın olarak kullanılan ajandır [18]. GSD’nin bakteriyel kontaminasyonu azalttığı, epitelizasyonu hızlandırdığı ve yara yeri kontraksiyonunu geciktirdiği gösterilmiştir [19-24]. GSD’nin aynı zamanda yara iyileşmesini geciktirdiği, atrofik ve hipertrofik skarlara

yol açtığı, üç haftadan daha uzun kullanımda renal toksisiteye ve lökopeniye neden olduğu ve direnç gelişimi riski taşıdığı da bilinmektedir [17]. Klasik uygulama GSD kremi ince bir tabaka olarak yanığa uygulamak ve sonra gaz pansuman ile üzerini kapatmaktır. GSD’nin rutin kullanımı hakkında alternatif seçenekler tanımlanmıştır [148].

Subrahmanyam M. 1998’de yaptığı çalışmada randomize seçilmiş, yanık oranı <%40 TVYA olan parsiyel yanıklı 50 hastayı iki gruba ayırmıştır. Her iki grupta da cinsiyet, ortalama yaş, yaralanma mekanizması ve yanık alanı bölgesi benzerdir. 25 hastaya saf, işlenmemiş, su katılmamış bal ve diğer 25 hastaya GSD uygulayıp sargı bezi ile kapatmıştır. Pansumanları günlük olarak değiştirmiş ve iyileşene kadar yarayı iki günde bir incelemiştir. Analiz ve kültür amacıyla 7. ve 21. günde yaradan biyopsi almıştır. Bal ile tedavi edilen grupta %84 hastada 7. günde klinik granülasyon ve epitelizasyon görülmüş ve bu durum ilerleyerek 21. günde %100’e ulaşmıştır. GSD ile tedavi edilen grupta ise yara iyileşmesinin kanıtları 7. günde %72 oranında iken bu durum 21. günde yalnızca %84’e ulamıştır, ancak bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildir. 21. günde yara iyileşmesi bal ile tedavi edilen gruptaki tüm hastalarda tamamlanmış ancak GSD ile tedavi edilen 25 hastalık grupta sadece 21 hastada tamamlanmıştır ve bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur [149].

Subrahmanyam M.’nin yaptığı bir başka çalışmanın sonuçları balın antibakteriyel etkinliği olduğunu göstermektedir. Çalışmasında randomize seçilmiş, yanık oranı <%40 TVYA olan parsiyel yanıklı 104 hasta grubunu almıştır. 52 hastayı bal ile, 52 hastayı da GSD ile tedavi etmiştir. Kültür ve duyarlılık testleri için biyopsi örnekleri 7. ve 21. günde alınmıştır. Sonuçta yara iyileşmesi ve yanık yarasında bakteri büyümesini önlemede balı, GSD’den üstün bulmuştur [150].

Minör yanık yarasının tedavisinde alternatif olarak sentetik örtülerin kullanımı da denenmiştir. Wyatt D. ve arkadaşlarının 1990’da yaptıkları bir çalışmada ikinci derece yanıklı hastaların yönetiminde GSD krem ile hidrokolloid örtü kullanımını karşılaştırmışlardır. Bu çalışmada yanık oranı <%15 TVYA olan ve yatış gerektirmeyen 50 hasta, yaralanmalarından sonraki 24 saat içinde değerlendirilmiş ve randomize olarak iki tedavi grubuna ayrılmışlardır. Hastalar iki haftada bir muayene edilmiş ve yara iyileşmesi, ağrı, her değerlendirmede pansumanın değiştirilme sayısı ve tedavinin uygulama kolaylığı açısından değerlendirilmiştir. Son değerlendirmede yanık alanı fotoğraflanmış ve yanık iyileşmesinin varlığı, repigmentasyon, yara kontraksiyonu, yaklaşık olarak pansuman değiştirme zamanı, hasta uyumu, hastanın aktivitesini sınırlandırması ve tamamen iyileşme için geçen gün sayısı

açısından değerlendirilmiştir. Her iki grup karşılaştırıldığında hidrokolloid örtü kullanılarak tedavi edilen grupta iyileşmenin daha hızlı olduğu, iyileşmeden sonra repigmentasyonun daha iyi durumda olduğu, daha az pansuman değişimi gerektirdiği ve daha az maliyetli olduğu görülmüştür. Hidrokolloid örtü kullanılan grupta %91 hastanın aktiviteleri kısıtlanmazken, GSD ile tedavi edilen grupta bu oran %45’tir. Hasta uyumu ise hidrokolloid örtü kullanılan grupta %100 ve GSD ile tedavi edilen grupta %85 olarak görülmüştür. Bu çalışmanın sonuçları ışığında minör yanıklı hastaların tedavisinde hidrokolloid örtünün GSD’den daha etkili bir alternatif olduğu söylenebilir [148].

Tüm bu sonuçlar minör yanık yarasını tedavi ederken bal gibi basit, ucuz, alternatif, doğal ve muhtemelen üstün başka bir topikal ajan kullanılmasının daha uygun olabileceğini düşündürmektedir. Bu tez çalışmasında tartışılan Alpinia officinarum (havlıcan) bitkisinin içeriğinde bulunan ve yanık iyileşmesine katkı sağlayan molekülün de bitkinin rizomunda (köksap) bolca bulunan galangin isimli bir flavonoid olduğu bilinmektedir ve bu flavonoid doğada bal ve propolis içeriğinde de bulunmaktadır [151].

Havlıcan gibi etkileri yüzyıllardır bilinen ve yaygın şekilde kullanılan bu bitkinin yanık gibi oldukça sık karşılaşılan bir travmanın tedavisindeki yeri ile ilgili deneysel ve klinik çalışmalarA literatürde rastlanmamıştır. Bu çalışmada %3 havlıcan ekstresi içeren jel ile %1 GSD içeren kremin deneysel tip temas yanığında topikal kullanım sonrası iyileşmeye etkinliklerini gözlemlemek amaçlanmıştır.

24 saatlik çalışma sonunda %3 havlıcan ekstresi içeren jelin, 6 saat arayla toplamda 4 kez uygulanmasının, yanık kontrol grubuna kıyasla; ödemi, dejenere kıl kökü sayısını ve glandula sebasea hasarını azalttığı, damar sayısının ve epidermis kalınlığının korunmasında da etkili olduğu histolojik olarak saptanıp istatistiksel olarak da anlamlı bulundu. Ancak PMNL infiltrasyonu, kollajen diskolorizasyonu, damar ve kıl kökü hasarının azaltılmasında ve de toplam kıl kökü sayısının korunmasında anlamlı istatistiksel farklılık oluşturmadığı görüldü. Aynı sıklık ve miktarda uygulanan %1 topikal GSD tedavisinin ise yalnızca dejenere kıl kökü sayısını azaltmada ve damar sayısını korumada yanık kontrol grubuna göre anlamlı etkileri olduğu görüldü. İstatistiksel olarak anlamlı fark sağlamasa da yine GSD’nin ödemi, kollajen diskolorizasyonunu ve kıl kökü hasarını azaltıcı etkisi olduğu görülmektedir. Aynı şekilde havlıcanın da PMNL infiltrasyonunu, kollajen diskolorizasyonunu, damar ve kıl kökü hasarını azaltıcı; toplam kıl kökü sayısını da koruyup arttırıcı etkileri olduğu gözlenmiştir. Yanık kontrol grubuyla karşılaştırıldığında ise

istatistiksel olarak anlamlı bulgular değildir fakat GSD grubuyla kıyaslandığında Alpinia

officinarum içerikli topikal jelin yanık iyileşmesinde daha etkili olduğu yorumu yapılabilir.

Sıçanlarla insanların çoğu organ ve sistemlerinin, fizyolojik ve patolojik yönden benzerliği önceden beri geniş bir şekilde dökümante edilmiştir. Bunun yanısıra boyutlarının küçük olması, sağlamak, korumak ve hızlıca üretmek açısından ucuz olmaları; deneysel hayvan modeli yapmak için sıçanları ideal kılmaktadır [152]. Bu çalışmada da seksüel olgunluğa erişmiş sadece dişi eşeyden Wistar cinsi albino ratlar kullanıldı.

Yanıktan sonra oluşan fizyolojik sürecin izlenebilmesi, farklı topikal veya sistemik tedavilerin yanıtlarının histopatolojik olarak düzgün bir şekilde değerlendirilebilmesi için uygun bir yanık modeli oluşturmak son derece önemlidir. Sıçanlarda cilt yanıkları için yapılan deneysel modellerin sistematize ve revize edilmesi amacıyla Mitsunaga JK. ve arkadaşları tarafından yapılan derlemede 2008-2011 yılları arasında 221 çalışma tespit edilmiş ve 116 tanesi seçilmiştir. Bu derlemeye göre; çalışmaların %62.7’sinde üçüncü derece yanık oluşturulmuş, %75.3’ünde sırt bölgesinde çalışılmış ve %57.6’sında sıcak su kullanılırken %35.9’unda araştırmacılar yanık modeli oluşturmak için ısıtılmış bir enstrümanı tercih etmiştir. Bu çalışmalarda kullanılan metodolojinin heterojen olduğu görülmüş ve sonuçta sırt bölgesinde üçüncü derece yanık oluşturmak için kullanılan esas metodun sıcak su olduğu görülmüştür [147].

Haşlanma veya temas yanıkları için bildirilen deneysel hayvan modellerinin çoğu araştırmacı açısından riskli olduğu gibi yanık derinliğinin ve genişliğinin her zaman kontrol edilebilmesi bakımından tutarlı olmayabilir. Gurfinkel R. ve arkadaşları bu eksikliklerin giderilmesi amacıyla domuzlarda ve sıçanlarda in vivo yanık modeli yapabilmek için yeni bir cihaz geliştirmişlerdir. Bu cihaz hayvan derisine ısı kaynağının doğrudan teması olmadan tutarlı bir yanık yaralanması oluşturmak ve ayrıca araştırmacının güvenliğini en üst düzeye çıkarmak için tasarlanmıştır. Bu cihaz ile cilde ait yüzeyel faktörler (topografi, düzensizlik, ıslaklık gibi) dışlanmış ve uzaktan ışıma ve havanın konveksiyon özelliği birlikte kullanılarak yanık oluşturulmuştur. Çalışmalarında 200-300 gr ağırlığında 40 adet Spraque-Dawley sıçan ve 25-45 kg arasında domuz kullanmışlardır. Ancak bu çalışmada sıçan için birincil sonuç yanık yarasından sonraki 24 saat içinde ölüm olmuştur. [135]. Bu çalışmamızda bahsedilen cihazın teminindeki güçlük ve sıçanlarda birincil sonucun erken dönemde ölüm olması nedeniyle bu yöntem tercih edilmemiştir.

Li HL. ve arkadaşları ise yaptıkları çalışmada Wistar cinsi sıçanlarda derin ikinci derece yanık oluşturup timsah yağının yanık yarasını iyileştirici etkinliğini değerlendirmişlerdir. 24 adet Wistar sıçanın önce sırt kılları traş edilmiş, ardından 100 oC’de 10 dakika kaynatılan suyun 40 gramı, alt çapı 2.5 cm olan bir cam bardağa doldurulmuş ve bu cam bardak yalnızca traşlanan alana, dik şekilde basınç uygulanmaksızın yerçekimi etkisiyle tatbik edilmiştir [153]. Bizim çalışmamızda bu yöntemin araştırmacının güvenliği açısından riskli olduğu düşünüldüğünden tercih edilmemiştir.

Begieneman MP. ve arkadaşları uzamış C1 inhibitör uygulamasının miyokardiyal inflamasyonu azalttığı ve lokal yanık yarası iyileşmesini artırdığını göstermek amacıyla yaptıkları çalışmada ratlarda invivo yanık modeli kullanmışlardır. 14 adet 12 haftalık dişi Wistar sıçanların sırt bölgesi traşlandıktan sonra 100oC’de 15 saniye ısıtılan metal damganın direkt teması ile yanık yarası oluşturulmuştur [154].

Bir yanık modelinin araştırmacılara yararlı olabilmesi için basit, güvenli ve tekrarlanabilir olması yani sürekli ve tutarlı biçimde aynı yanık genişliği ve derinliğinin üretilebilmesi gerekmektedir. Yanık modelinin standardizasyonu için termal yaralanma oluşturulması amacıyla kullanılan enstrümanlar ve kullanılan metod, yanık lokalizasyonu ve büyüklüğü, kullanılan sıcaklık, bu sıcaklığa ne kadar süreyle maruz kalındığı tanımlanmalıdır. Yanık oluşturulan alan major sistemik bir cevap oluşmasından kaçınmak amacıyla olabildiğince küçük, birden fazla biyopsi ve örneklemeye yetecek kadar da büyük olmalıdır. Düzgün bir temas yanığı oluştumak için, tüm yanacak alanlara eşit basınç ve temas olmasını sağlaması bakımından hayvan üzerinde yüzeyi yeterince düzgün bir alan (paravertebral alan vb.) seçmek önemlidir [134].

Bu tez çalışmasında yanık modeli oluşturmak amacıyla literatürdeki öneriler göz önüne alınarak tasarlanan, bakırdan yapılmış ve 1x1 cm boyutunda temas yüzeyine sahip, sabit sıcaklıkta tutulabilen ve elektrik enerjisi ile çalışan bir düzenek tercih edildi. Böylelikle yukarıda bahsedilen yanık modeli standartları elde edilmeye çalışıldı. Cihazın sabit 100°C sıcaklıkta tutulan 1 cm²’lik bakır ucu traşlanan alanlara 10 saniye boyunca ekstra basınç uygulanmadan temas ettirilerek yanık oluşturuldu.

Bu tez çalışmasında standart bir şekilde oluşturulmaya çalışılan yanık modeli yüzeyel parsiyel kalınlıkta 2. derece yanıklardır. Histopatolojik bakıda tüm gruplarda epidermal bütünlüğün korunmuş olması, yanık derinliği açısından; dermisin büyük oranlarda tutulmaması ve altındaki subkutanöz yapıya ulaşmaması, kıl kökü, ter bezi, sebase gland ve

damar yapıları gibi adneksal yapıların nispeten korunmuş olarak izlenmesi yanık derecesininin standardize edildiğine işaret etmektedir. Yüzeyel parsiyel kalınlıkta olan 2. derece yanığın iyileşmesinde önemi en çok vurgulanan parametre epidermis bütünlüğü ve kalınlığıdır. Yanmış epitelin rejenerasyonunu ve spontan iyileşmesini stimule eden; yanık sonrası kalan epidermal tabakadır. Ayrıca epidermodermal bileşkede kalan cilde ait yapılar da yanık sonrası iyileşmede rol oynamaktadır [155].

Bu araştırmada histolojik bakıda yanık yarasında iyileşmenin önemli kriterleri arasında sayılan epidermal kalınlık ve bütünlük, ödem miktarı, dejenere kıl folikülü, damar ve toplam kıl kökü sayısı, sebase gland, kıl folikülü ve damar hasarının olup olmaması, PMNL infiltrasyonu ve kollajen diskolorizasyonunun azalıp azalmadığı incelendi. GSD’nin yanıkta bahsi geçen iyileşme parametrelerine dair etkileri mevcut fakat yetersiz; ancak havlıcanın iyileşme yönündeki etkileri daha potent ve devamlılık gösterir nitelikte bulunmuştur. Burada vurgulanması gereken nokta şudur ki; bu tedavi modaliteleri arasında bilimsel bir kıyas yapmamızı sağlayan tüm bu morfolojk parametrelerin, yanığı oluşturan ısı kaynağına temas süresi ile korelasyon gösterdiği; Meyerholz DK. ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada saptanmıştır [136]. Meyerholz’un yaptığı bu çalışma standart yanık modeli oluşturulmasının önemini vurgulamaktadır. Araştırmamızda da standart yanık modeli oluşturulup histopatolojik değerlendirmesinin de bu standartlar doğrultusunda devam ettirilmesi hedeflenmiştir.

Akdemir O. ve arkadaşları tarafından reperfüzyon hasarında taurinin etkinliğini araştırmak amacıyla yapılan deneysel hayvan çalışmasında 32 adet Spraque-Dawley türü sıçan kullanılmıştır. Gracilis kasında iskemi meydana getirilip reperfüzyondan 30 dakika önce taurin enjekte edilerek reperfüzyon sonrası 72. saatte histolojik bulgular değerlendirilmiştir. Alınan örnekler Modifiye Verhofstad skorlaması (Tablo 36) temel alınarak 7 adet parametreye göre incelenmiştir. Bu parametrelerin kontrol grubunda daha yüksek olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca tedavi grubunda nekroz oranlarının daha düşük olduğu, fibroblast ve kapiller ven proliferasyonu ve kollajen yoğunluğunun daha yüksek olduğu saptanmıştır. Kontrol ve tedavi grubunun histolojk analizleri kıyaslandığında tedavi grubundaki kollajen, fibroblast ve anjiogenezis miktarları kontrol grubuna göre anlamlı şekilde yüksek saptanmıştır. Ancak PMNL ve doku nekrozu miktarı kontrol grubuna göre tedavi grubunda oldukça düşüktür [156]. Akdemir O. ve arkadaşlarının yaptığı bu araştırma yanık üzerine olmamasına rağmen yara iyileşmesini değerlendirmede kullanılan metotlar ve parametreler açısından bu tez çalışmasına benzemektedir.

Tablo 36. Modifiye Verhofstad skorlaması

Modifiye Verhofstad Skorlaması

Skor Nekroz PMNL Lenfosit Ödem Kollajen

dansitesi

Fibroblast proliferasyonu

Vasküler dansite

0 yok normal normal yok yok yok yok

1 yüzeysel hafif hafif hafif hafif hafif hafif

2 belirgin belirgin belirgin belirgin belirgin belirgin belirgin

3 çok belirgin belirgin yoğun yoğun yoğun yoğun

Kollajen molekülü pek çok hücreden sentez edilebilir, fakat en önemli kaynak fibroblasttır. Bağ dokusunun ana makromolekülü de kollajendir. Fibroblastlar, nedbe oluşumunda ana elemanlardır ve yumuşak doku zedelenmesinin iyileşmesinde temel ürün olan kollajeni oluşturarak, yara direncini sağlarlar. Normal deri %80 tip I kollajen, %20 tip III kollajen içerir. Yara iyileşme sürecinde biriken kollajen tipleri farklılıklar göstermektedir. Cilt dokusunun en onemli proteini olan kollajen, cilt ağırlığının yaklaşık %75’ini oluşturur. Yanıkta en fazla kollajen dokusu hasarı görülmektedir. Yaralanmadan sonraki ilk saatlerde tip IV-V kollajen dominant, 24. saatte tip III kollajen, 60. saatte tip I kollajen dominant olmak üzere, tip III-IV kollajen birikimi olur [157].

Bu çalışmadaki topikal Alpinia officinarum’un iyileşme sürecinde kollajen yapısının korunmasında yanık kontrol grubuna göre farkı gözle görülür fakat istatistiksel olarak sınırda anlamsız (p = 0.056) saptanıp, 24. saatte normal kollajen yapısına sahip kontrol grubuyla arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmaması; bitkinin kollajen yapının korunmasında etkili olduğunu düşündürmektedir.

Elastaz; hayvan bağ dokusunun elastik fibröz bir proteini olan elastini parçalayabilen tek enzimdir. Kollajen ve elastin gibi bağ dokunun destekleyici ve yapıcı proteinleri de dahil tüm proteinleri hidrolize eder [158]. Elastin bağ dokunun elastik liflerinin ana komponentidir. Ciltte elastik lifler kollajen bağlarla birlikte epidermis altında bir ağ oluştururlar [159]. Enzimin reaktivitesi non-spesifiktir. Tüm geniş ve büyük bağ dokusu matriks proteinlerini, elastin, kollajen, proteoglikanlar ve keratinleri dejenere edebilme yeteneğine sahiptir. Elastazın aksine kollajenaz ise limitli sayıda substratı olan spesifik bir proteinazdır [160]. Ultraviole ışınına maruz kalan ciltte, dermiste hızlıca ılımlı bir inflamasyon oluştuğu; bağ dokusu proteinlerinin PMNL’lerden salınan elastazla hasara uğradığı ve böylelikle elastin ve

kollajen liflerde hasar oluştuğu iddia edilmektedir [161]. Lee ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada ilaç yapımında kullanılan 150 adet bitki incelenmiş ve aralarında Alpinia

officinarum rizomu da bulunan 80 tanesinin, çeşitli oranlarda elastaz enzimini inhibe ettiği

gösterilmiştir [162]. Kanashiro ve arkadaşlarının yaptığı başka bir araştırmada ise sağlıklı insanlardan alınan kan örneklerinden nötrofiller izole edilmiş ve spektrofotometrik ölçümlerle nötrofilden salınan elastaz enziminin katalitik aktivitesini dört farklı flavonoid bileşiğin inhibe ettiği gösterilmiştir [163]. Bunlardan biri de havlıcan rizomunda yüksek oranda bulunan flavonoidlerin flavonol sınıfının bir üyesi galangindir.

Havlıcan rizomundan elde ettiğimiz topikal jelin yanık yarasına etkilerini histopatolojik olarak incelediğimizde, glandula sebasea bezlerinin korunması öne çıkan en

Benzer Belgeler