• Sonuç bulunamadı

TARIMDAKİ İLİŞKİ VE ÇELİŞKİLERİN GENEL SONUÇLARI:

“… 1960’ların sonlarından itibaren egemen sınıfların yoksul köylü potansiyeline müdahalesi, özellikle hayvancılık, ormancılık, arıcılık vb. adlar altında orman köyleri alanında yoğunlaştı. Uluslar arası emperyalizmin ve onun finans kurumları olan Dünya Bankası ve uydu kuruluşlar, bu alanlarda çeşitli projeler empoze etmişlerdir. Türkiye Kalkınma Vakfı gibi emperyalizmle bağlantılı kuruluşlar da, yine politik saptamaları doğrultusunda Antep, Çukurova vb. yerlerde eksenleri üzerinde küçük köylüleri pazara bağlayacak arıcılık, tavukçuluk vb. projeleri hayata geçirdiler.”

1970 ve sonrası yıllarda tüm belli başlı tarım ürünlerinin pazarlanması, büyük toprak burjuvazisi ve tüccarlar lehine düzenlenebilecek örgütlenmelerin hızla hayata geçirilmesiyle gerçekleştirilmiştir.Bu kuruluşlara küçük çiftlikler üye yapılmış ancak girdi ve daha iyi koşullarda satış olanakları, büyük toprak burjuvazisine ve ticaret burjuvazisine kullandırılmıştır. Ticaret Bakanlığı denetiminde, fındıkta Fiskobirlik, ayçiçeğinde Trakya Birlik gibi kuruluşlara, İhracatçı Birlikleri, KMO, EBK gibi kuruluşlar eklenmiştir.

Büyük toprak kapitalistlerine ve tefeci/tüccarlara kredi sağlayan Ziraat Bankası (küçük üreticilere verilen krediler genelde göstermeliktir) ve Tarım Kooperatiflerinin yanı sıra, sözde demokratik bir yapıda olan Köy Kalkınma Kooperatifleri de hızlı bir gelişim göstermiştir.

Genellikle emperyalizm tarafından yukardan aşağıya doğru

empoze edilen projeler çerçevesinde örgütlendirilen bu kooperatifler, aynı zamanda Avrupalı emperyalistlere ucuz iş-gücü sağlama temelinde destek olmuş, köylüleri yurtdışına işçi olarak da göndermişlerdir. Bu kooperatiflerin zaman içinde hemen hemen bütün uygulamaları büyük başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Faaliyetini sürdürenler ise uzun yıllar büyük toprak kapitalistleri başta olmak üzere zengin köylü, tefeci/tüccar kesimine olanak sağlamaktan başka bir şey yapamamışlardır.

Bu işleyiş, bir yandan tarımda sermaye birikimine neden olurken, diğer yandan yoksul ve küçük köylü kitlelerinin yıkımını, yoksullaşmasını ve mülksüzleşmesini hızlandırmış, onları daha fazla yoksulluğa itmiştir. Tarımdaki sermaye birikiminin, devlet aracılığıyla tekelci sermaye yararına kullanılmasına ağırlık verilmiştir. Aynı zamanda tarıma akıtılan bu krediler, oligarşinin kırsal kesimdeki gerici ittifakını güçlendirmek amacıyla kullanılmıştır. Ve büyük toprak sahiplerinin yeni özellikler kazanması, kapitalizmin değer yargılarını ve amaçlarını fazla benimsemeleri sağlanmıştır.

1970’lerin sonlarına gelindiğinde tarımda uygulanmakta olan politikalar artık sürdürülemez hale geldi. Bunun yanında, y o k s u l v e k ü ç ü k t o p r a k s a h i b i k ö y l ü l e r i n b a ğ ı m s ı z örgütlendirilmesi önlenerek, bu potansiyelin en az 10 yıl gibi u z u n b i r s ü r e p a s i f i z e e d i l m e s i g ö r e v i n i p a r t i l e r üstlenmiştir.1978 sonlarında ülke ekonomisinin krize girmesi, petrol zamlarıyla birlikte geldi. Modern tarım araçlarındaki modern gübredeki ve zirai ilaç fiyatlarındaki artış nedeniyle bu girdilerin kullanılamaz hale gelmesi, küçük ve orta köylü kitlelerinin büyük bir yıkıma uğramasına neden oldu. Bütün bunlar köylülerin, ellerinde bulunan bir kısım tarım araçlarını da elden çıkarmaya başlamaları sonucunu doğurmuştur.

1980 24 Ocak Kararları’ndan kaynaklanan sıkı para politikası ve serbest faiz politikaları, tarımdaki büyük toprak

burjuvazisinin ve zengin köylülerin dışındaki tüm kesimleri etkilemiş, çelişkiler keskinleşmiştir. Köylülerin bankalardan kredi alabilmelerinin olanakları kalmamıştır. 24 Ocak Kararları’nı tamamlayan yasaların yürürlüğe girmesiyle birlikte, bankaların yüksek faiz politikalarını uygulamaları, tüccar ve tefeci sermaye kesimlerinin de kısmi yıkımını getirmiştir.

Henüz tamamlanmayan bir süreç olan Oligarşi bloğu içindeki büyük tüccar sermayesinin siyasal iktidardan tasfiyesi eylemi gündeme getirilmiştir. İhracata yönelik ticaret yapabilen tarımdaki büyük tüccarlar varlıklarını sürdürebilmiş, diğerleri ise ithalat ve ihracat şirketlerine katılmaya başlamışlardır. Böylece tarım alanında biriken sermaye, kapitalizmin yasası gereği merkezileşmeye ve işbirlikçi tekelci sermayenin denetimine daha fazla girmeye başlamıştır.

Uluslar arası emperyalist finans tekeli olan IMF’nin ülkeye dayattığı politikalar, tarım alanlarında da karşılığını bulmuş, küçük ve yoksul köylülerle birlikte orta köylüler de olumsuz yönde etkilenmişlerdir. Bu işleyiş, aynı zamanda tarımda büyük toprak sahiplerinin egemenliğinin artmasını, işbirlikçi tekelci sermayenin finans kurumları aracılığıyla tarımın sanayi ile iç içe geçmesini ve sermaye birikiminin sağlanmasını getirmiştir.

Ancak bu süreç, toprakta görece merkezileşmeye neden olmuşsa da, küçük üretimin tasfiyesi sözkonusu olmamıştır. Türkiye emekçi köylülerinin öteden beri bir sınıf örgütlülüğü, hareketlilik geleneği, alışkanlığı olmadığı için, bağımsız köylü kitlelerinin kendiliğinden tavır alışları gündeme gelmemiş, bazı tarım örgütleri, kooperatifler aracılığıyla da mevcut pasifikasyon güvence altına alınmaya çalışılmıştır.

Tarım kesiminde ortaya çıkan tarım proletaryası da farklı bir tablo çizmemiştir. Sınıf temelinde bir mesleki ya da politik örgütlenmesi olmadığı gibi, var olan politik hareketlerin bu sınıfa ulaşmaları ve bir program çerçevesinde mücadeleye

kanalize etmeleri gündeme gelmemiştir. Demokratik bilinci gelişmemiştir ve kendiliğindenciliğe terkedilmişlik konumu, zorlanması güç bir statiklik arzetmiştir.

Bu konuda sözedilmesi gereken bir başka nokta da şudur: Tarım ürünlerinin taban fiyatlarının Oligarşi’nin istediği biçimde belirlenmesi nedeniyle, yeni tarım girdileri alabilecek gücünün kalmayışı sonucu toprağını terk etmesine neden olunan köylü kitleleri, tarım üretiminden da kopmuş, milyonları bulan işsizler ordusuna gizli bir biçimde katılmışlardır.

Başta tarım proletaryası olmak üzere, yoksul köylüler ve küçük toprak sahibi köylüler, siyasi iktidar mücadelesinde proletaryanın direkt müttefikleri olmasına karşın, proletaryanın temsilcisi olduğunu iddia eden onlarca irili ufaklı sol hareket bu kesimlere gerçek anlamda ulaşma becerisini gösterememiştir.

Sistemin kendisinden kaynaklanan çelişkilerin yoğun bir biçimde yaşanmasına rağmen, isyana yüz tutmuş geniş emekçi köylü kitleler (1970 sürecindeki kısmi gelişmeler, 80 sürecindeki hareketlilikler ve Kürdistan özgülü dışında genel olarak), kendi kaderine, Türkçesi Oligarşi’nin insafına terkedilmişlerdir.

Yeni sömürgecilik ilişkileri aracılığıyla, tarımda sürdürülen sömürünün devamlılığı sağlanır. Öte yandan Türkiye tarımsal yapısı, ülkenin kapitalist kutuplaşma olgusunun, olanakların elverdiği ölçüde geriye atılmasına neden olabilecek bir yapıdır. Bir başka deyişle, Türkiye’nin tarımsal yapısındaki gelişme ve dönüşüm, dünya kapitalist sisteminde yer alan ve yeni sömürge kapitalizmi yoluyla sanayileşmek isteyen tüm ülkelerde olduğu gibi kapitalizmin bunalımının yanında kendi yapısal bunalımlarını da aşamayan bir özelliktedir. Yani bizim gibi ülkelerde hem kapitalizmin genel bunalımları yaşanır, hem de ülkenin kendi özgül ve katmerli bunalımları…

Politik stratejimizde belirlendiği gibi, tarımda kapitalizmin

yarattığı tahribat, emekçi köylülüğün devrimdeki önemli rolünü değiştirmemiştir. Çözülen ve değişen kırlara giderek çok daha örgütlü ve organize bir şekilde sokulmaya çalışılan küçük burjuva mantalitesi de bu büyük kitleyi karşı devrim saflarında tutmaya yetmez. Çünkü bu çözülme onları egemenlere değil, proletaryaya yakınlaştırmakta, onların yaşam ve üretim koşullarını bu sınıfa doğru çekmektedir.

Benzer Belgeler