• Sonuç bulunamadı

Güvenlik felsefesi, insanlıkla birlikte var olan “biz” ve “öteki” düşüncesi etrafında şekillenmiş, çeşitli olay ve oluşumlar neticesinde elde edilen tecrübeler ile bu tecrübeler sonucunda ulaşılmış bilgiler çerçevesinde bir ülkenin kendi varlığını sürdürme veya geliştirme adına kabul ettiği veya kullandığı ya da icat ettiği her türlü öğretinin düşünsel dayanağıdır. Bu tanım ekseninde değerlendirilirse, bir ülkenin güvenliğini sağlayacak stratejisinin dayandığı felsefe; tarihsel tecrübeye dayalı bilginin, bir takım varsayımlar çerçevesinde soyutlanmasıyla elde edilmesi beklenen normlar olarak ifade

edilebilir. Diğer bir ifade ile güvenlik stratejisi felsefesi, ampirik teoriler (gerçekleşen olgular ve değerler)43 ile tamamen soyut yaklaşımlara dayalı

düşünsel beklentiler çerçevesinde oluşan fikirler kapsamında açıklanabilir. Uluslar arası ortamda güvenlik felsefelerinin tarihsel süreçte, dört alanda güvenlik politikalarına yansıdığı ve hayata geçtiği değerlendirilmektedir. Bu yaklaşımlar, realizm, liberalizm, Marksist teoriler ve yapıcılık şeklinde ifade edilmektedir.44

Realizm; kökü itibariyle gerçekçi düşünceye dayanan pozitivizmi temel kabul eden bir yaklaşımdır. “Pozitivist felsefe; doğrudan doğruya doğa bilimlerinde ulaşılan yasalara benzeyen yasalardan oluşan, bir sistemi yeniden üretmeyi umabilecek bir siyasal yapıya”45 dayanmaktadır. Güvenlik stratejisine temel olması açısından ele alınırsa, stratejide devlet çıkarlarını gözetecek önlemleri tespit ederken ahlaki veya ilkesel prensipler yerine, pragmatik yaklaşımları içeren düşünceleri dikkate almaktadır şeklinde ifade edilebilir. Realistlere göre ülke çıkarlarını elde edebilmek için, koşullara göre

43 Tayyar Arı, Uluslar arası İlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004, s.74.

44 Antony Giddens, a.g.e., s.146.

45 Atilla Eralp, Uluslar arası İlişkiler Disiplinin Oluşumu: İdealizm-Realizm Tartışması, Devlet

gereken nitelikte farklı tutumlar sergilenebilmekte ve milli çıkarlar en üst düzeyde gözetilebilmektedir. Realizm olgusunun özünde “güç mücadelesi”ni gerektiren gerçekçi yaklaşımlar bulunmaktadır.

Realizmin güvenlik stratejilerinde hayata geçirilirken, karşısında her zaman mücadele etmek ve yenmek zorunda olduğu, soyut nitelikli ilkesel yaklaşımlar bulunmaktadır. Realistler kendilerine karşı çıkan görüşleri idealist düşünceler olarak nitelendirmektedir. Realistler ideallere veya “reel” ortama dayanmayan ilkesel görüşleri “moralizm” veya “ütopyacılık” şeklinde de tanımlamaktadır.46

Hobbes ve Machiavelli’nin düşüncelerine dayanan realist görüş, devletlerin diğer devletlere üstünlük elde etmek için kendi menfaatlerine öncelik vermelerini ve kendi ulusal çıkarlarını korumak için ahlak ve hukuka uymayan davranış sergilemelerini normal karşılamaktadır. Ünlü İtalyan düşünür Machiavelli, bu tür uygulamalara yönelik tekliflerini sistematik hale getirerek devlet yönetiminde evrensel tavsiyeler haline dönüştürmeyi başarmıştır.47

11 Eylül olayları sonrası ABD Güvenlik Stratejisi’ne felsefi yönde destek olduğu öne sürülen Huntington, Fukuyama ve Straus gibi düşünürlere ait görüşler, realist yaklaşımı temsil etmektedir.

Bazı düşünürlerce, bir ekol olarak kabul edilmeyen idealistler, 1’inci Dünya Savaşı sonrası ortamda savaşın oluşturduğu yıkımlardan etkilenerek, devletlerin nasıl davrandıkları üzerinde değil, nasıl davranmaları gerektiği

yönünde güvenlik oluşumlarına katkı sağlamaya çalışmışlardır.48

İdealistler, savaş sonrası ortamda, barışın hakim olduğu mentaliteye dayanan devlet ilişkileri geliştirmek istemişler ve Milletler Cemiyeti gibi Birleşmiş Milletlerin ilk şekli sayılabilecek evrensel bir kurumu, tüm insanlık için uluslar arası hukuk normları çerçevesinde hayata geçirmişlerdir. İdealist

46 Atilla Eralp, a.g.e., s.60.

47 Niccolo Machiavelli, Hükümdar, Çev. Özgür Yılmaz, İstanbul, Q matris Yayınları, 2004, s.7.

felsefe oluşumlarına güvenlik stratejileri açısından önemli katkılar sağlamış düşünürlerin başında Kant ve Wilson gibi düşünürler gelmektedir.

Liberalizm ise uluslar arası ilişkilerde realizmin yaptığı gibi sadece devleti muhatap almaz, sivil toplum kuruluşları ve çok uluslu ekonomik şirketleri de oluşturulacak politikalarda temasa geçilmesi gereken parametreler olarak, denklem içine dahil eder.

Liberaller için askeri gücü öncelikli bir seçenek olarak sunmak yanlış bir yaklaşımdır. Liberallere göre uluslar arası ilişkiler sadece güç dengesine bağlı değil, karşılıklı etkileşim içindeki yönetimin düzenlemeleri, uzlaşılmış hukuk kuralları, kabul edilmiş normlar, uluslar arası rejimler ve kuramsal kurallar çerçevesinde işlemektedir.49

Soğuk Savaş sonrası ortamda, ABD ve Sovyetler Birliği’nin güç dengesine dayanan sistemi çökünce, İdealist/liberalist felsefe, yeniden güvenlik stratejileri felsefelerinde önemli bir yer tutmaya başlamış ve bu durum 11 Eylül olayına kadar devam etmiştir.

Tüm bu tanımlamalardan sonra; ABD’nin 11 Eylül sonrası oluşturduğu güvenlik stratejisinin arka planında rol oynadığı bilinen Huntington ve Fukuyama gibi teorisyenlerle, tarihsel süreçte jeopolitik teoriler çerçevesinde fikirler öne süren, Mckinder, Ratzel, Mahan ve Spyskman gibi teorisyenlerin düşüncelerini bahsi geçen dört bölüm içindeki kategoriye koymak gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Çünkü Jeopolitik olgusu, Huntington veya ABD’nin 11 Eylül sonrası oluşturduğu güvenlik stratejisi’ne fikirsel zemin olmuş “Yeni Amerika’nın Yüzyıl Projesi” gibi düşünceler ve Thomas Hobbes’in siyaset

kuramına dayanan50 devletlerin rasyonel davranarak çıkarlarını maksimize

edecek politikalar izledikleri anlayış olan realizm51 yaklaşımı ile örtüşse de, eşit güç dağılımına dayalı güç dengesini sağlamayı hedefleyen

Morgenthou’ya ait yaklaşımlardan52 bir yerde ayrılmaktadır. Bu tespit

49 Yılmaz Tezkan, a.g.e., s.9.

50 Tayyar Arı, a.g.e., s.261.

51 Yılmaz Tezkan, a.g.e., s.9.

52 J.Hans Morgenthau, Uluslar arası Politika, Cilt I, Ankara,çev.Baskın Oran, Ünsal Oksay, 1970, s.231-233.

doğrultusunda değerlendirilirse; Huntington, Fukuyama ve “Yeni Amerika’nın Yüz Yıl Projesi” gibi realizm olguları içeren teoriler, eşit güçler arasında mevcut düzeni muhafaza edecek, barışı getirecek düzeni sağlamak için değil, diğer ülkelere yaptırımlar içeren, onları bazı yönleriyle dünya barışını bozan olarak gören ve mevcut durumu yeniden dizayn etmeyi hedefleyen, hegomonik özellikler taşımaktadır. Bu nedenle dört kategoride tasnif edilen, güvenlik felsefelerine başka ülkeleri kontrollü biçimde etkisi altına almayı amaçlayan ABD’nin güvenlik yaklaşımını da ayrı bir tarz olarak ilave etmek gerekmektedir.

Güvenlik felsefesinde hegomonik nitelikli düşünce ise tarihsel süreç içinde daha çok “emperyal otorite modelleri”nde görülmüştür. Hardt ve Negri’ye göre imparatorluk, bütün “uygar” dünyaya hükmeden rejim demektir. Toprak temelli hiç bir sınır emperyal yapının hükümranlık alanını kısıtlayamaz. Bu nedenle, İmparatorluk kavramı fetihler sonucu ortaya çıkmış bir olgu olarak değil, tarihi etkili biçimde askıya alan ve yönlendirerek oluşturan bir terimdir.53

İmparatorluk fikrinin ve sahip olduğu gücün politikalara yansımasının felsefi eleştirisi ise daha ziyade idealizm düşünceleri çerçevesinde yapılmaktadır. İdealistler, imparatorluğun kurgulanmış bir hâkimiyete dayanmasına karşın, devlet çıkarları karşısında hedef ülke insan haklarını öncelikli kılan bir anlayışı değerli görmektedir.

Uluslar arası ilişkilere dolayısıyla güvenlik stratejisine temel olan felsefelere girmiş önemli idealizm teorilerinden biri de ünlü Alman düşünür Immanuel Kant tarafından 1795 yılında ileri sürülen “Ebedi Barış” teorisidir. Kant “Ebedi Barış” teorisinde; evrensel hukukun var olduğunu, bunun üstün bir niteliğe sahip olduğunu ve bu sebeple barış düşüncesinin mukadder ve doğal bir zorunluluk halinde karşımıza çıktığını, bütün insanlık ve dünyanın tek bir birim olduğunu, devletlerin ne olursa olsun, kendileri için değil, temelinde insan olan bir anlayış için var olduklarını”54 ifade ederek,

53 Michel Hardt ve Antonio Negri, İmparatorluk, Çev.Abdullah Yılmaz, İstanbul, Mart Matbaacılık, 2003, s.20-21.

54 Tuncer Tuğcu, Immanuel Kant ve Transedental İdealizm, 1. Baskı, Ankara, Alesta Yayınları, 2001, s.1-7.

kurgulanmış suni düşünce yaklaşımları yerine, idealizm içeren ve insanlığı kuşatan bir güvenlik felsefesi ileri sürmüştür. Diğer yandan düşünce alanlarının hayali toplumlarını biçimlendiren kurmaca tarihlerin büyük üçlüde

kurgulanmış biçimde seçilmiş verilerle oluşturulduğundan55 hegomonik

felsefeye gerekçe olan tüm verilerin oluştuğu ortam şartlarına göre

değerlendirilmesi ve toplanan tüm verilerin maksatlı kullanıp

kullanılmadığının araştırılması gerekmektedir. Bu kapsamda, ABD Güvenlik Stratejilerinin (2001–2003) yönlendirici fikirlerinden biri olan Huntington’un “Medeniyetlerin Çatışması” yaklaşımını kurgulu biçimde, ABD çıkarları açısından kullanması hususu, Huntington’un kullandığı veriler dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Zaten, güvenlik stratejilerine temel olacak “Grand Teori”nin en önemli yanı, başlangıçta çok yüksek genellemeye dayanan soyut nitelikli bir düşünce sistemi kurması, bu nedenle düşünürlerin bilimsel bir yapı içinde gözlem düzeyine inememeleridir.

“Grand Teoriler” kurgu odaklı ya da olması gereken hedeflere yönelik tasarlanarak yazıldıkları için üst genelleme düzeyine uygun bilgileri içermekte, yaşanılan dönemin detaylı dinamiklerine eğilememektedirler. Yaşanan sorunlara karşı gösterdikleri bu ilgisizlikleri, sonunda

yazdıklarının gerçekçilikten uzak düşmesine yol açmaktadır.56

Ayrıca, güvenlik stratejilerinin dayandığı felsefenin, tek boyutlu bakış içeren eksik yaklaşımlara sahip olup olmadığı yönüyle de araştırılmalıdır. Yine Kant’ın “Ebedi Barış” teorisini 11 Eylül sonrası yaklaşım tarzları açısından ele alacak olursak; Kagan’a göre; Kant’ın bakış açısına güvenlik dünyasının sadece bir yönünü, barışın, diplomasinin, hukukun, anlaşma ve sözleşmeleri oluşturan tarih sonrası cennet felsefesine dayanmaktadır. Kaba güç ile birlikte güçlü olanın haklı olduğu bir ortamın geçerli olduğu ve güç ile

iktidarın hukukun üstünde olduğu”57 düşüncesini ise hiç dikkate

almamaktadır. Bu nedenle bir anlamda Kant sadece kendi düşüncelerine

55 Anthony Giddens, Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori, çev. Tuncay Birkan, İstanbul, Metis Yayınları, 2001, s.13.

56 C.Wright Mills, Toplumbilimsel Düşün, Çev.Ünsal Oskay, İstanbul, Der Yayınevi, 2000, s.62.

dayalı ideali arzu eden tek boyutlu güvenlik algılayışını taşımış, bu nedenle 11 Eylül gibi kaba gücün kullanıldığı saldırıları engellemeye yönelik güvenlik felsefesi geliştirememiştir.

Sonuçta bir ülkenin diğer bir ülke üzerindeki etkileri kapsamında “biz” ve “öteki” üzerine kurgulanacak güvenlik stratejilerinin felsefesi olarak seçilen düşünce, hegomonik veya empatik yaklaşımlara göre “öteki”ni nasıl gördüğünü ortaya koyacak ve böylece güvenlik felsefesi açısından yayılmacı veya kendini koruyucu özelliğe sahip olduğunu ifade etmiş olacaktır.

Habermas’ın belirttiği gibi, benimsemek, kendi içine kapatmak ve ötekine karşı kapanmak anlamına gelmektedir. Ötekini benimsemek, toplumsal sınırların da açık olmasını içermektedir”58 Ancak, bu toplumsal sınırlar bir ülkenin güvenlik felsefesi yönüyle diğerine teslim olmasında değil, değerlere ve güvenlik stratejilerindeki milli menfaatlere karşılıklı saygı çerçevesinde yerini bulmalıdır. Aksi takdirde bu yaklaşım, ülkelerin ortak menfaatlerini koruma yerine, tek taraflı hegomonik nitelikli dayatma olarak kabul edilecektir.

Ayrıca, Devlet düzeyinde yer alan Güvenlik Stratejilerinin fiziksel zemini olarak, ülke içindeki sınıf ayrımlarına dayanan Marksizm ile Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan ve diğer teorilere nazaran daha “insan” merkezli güvenlik olan “yapıcı güvenlik felsefeleri”ni de, güvenlik felsefeleri arasında kabul etmek gerekmektedir.

Söz konusu düşünceler etrafında genel bir değerlendirme yapıldığı takdirde, güvenlik stratejisi felsefelerinin, felsefeyi kullanan devlet adamlarının niyetlerine göre; barışçıl veya çatışmacı59 nitelikli güvenlik stratejisi felsefeleri diye de tasnif edilebileceği değerlendirilmektedir.

V. GÜVENLİK-COĞRAFYA BİLEŞKESİ, JEOPOLİTİK FELSEFELER