• Sonuç bulunamadı

Atatürk’ten sonra İnönü Yönetimi’nin yaptığı ilk önemli uluslar arası işbirliği, Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile 1939’da bir araya gelerek gerçekleştirdiği ve Akdeniz’de savaş çıkması durumunda imzacı ülkelerin birbirlerini desteklemesini zorunlu kılan Üçlü İttifak Anlaşması olmuştur.

95 Hale Şıvgın, “Açış Konuşması”, Erzurum ve Sivas Kongreleri Sempozyumu, Ankara, Gazi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, 2003, s.XX.

Bu ittifakla Türkiye, Avrupa’da gittikçe büyüyen Almanya ve İtalya’nın yayılmacı emellerine karşı kendi çıkarlarını korumayı garanti altına almayı hedeflemiştir. Bu garanti doğrultusunda Türkiye, hem Fransa’nın bir Alman saldırısını yeterince uzun zaman meşgul edip yıpratacağı, hem de Fransız donanmasının İtalya’yı Akdeniz’e inmekten alıkoyacağı, böylece Alman ve İtalyan kuvvetlerinin Türkiye’yi tehdit etmesine engel olunacağı düşüncelerini taşımıştır.

Ancak Almanya’nın 1939’da ve İtalya’nın 1940’da savaş başlatıp tüm Avrupa’ya yayması ve hatta Almanya’nın iki yıl gibi kısa bir zaman diliminde Türkiye sınırına kadar olan ülkeleri süratle işgal etmesi, Türkiye’nin tüm dengeleri üzerine kurarak tercih ettiği ittifakı anlamsız kılmıştır..

Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı başladığında temel politikası, ulusal egemenliğine ve toprak bütünlüğüne zarar gelmeden bu badireyi güvenli şekilde atlatabilmek şeklinde olmuştur.96

Almanya’nın işgalci tutumu karşısında, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa Milletler Cemiyeti’nde Almanya’ya karşı ortak bir politika belirlenmesi teklifini gündeme getirmiş, ancak Almanya’nın gücü karşısında diğer ülkeler bu teklife olumlu yanıt verememiştir.

Bu gelişme üzerine durumun iyi olmadığını gören Sovyetler Birliği yaklaşımını değiştirerek, 1938 yazından itibaren Almanya ile yakınlaşma politikası takip etmeye başlamıştır.97 Sovyetler Birliği aynı dönemde Türkiye ile de Almanya’ya karşı ittifak oluşturma çabalarına girmiş, böylece Türkiye’nin sadece İngiliz-Fransız bloğu ekseninde hareket etmesini engellemeye çalışmıştır.

Ancak Sovyetler Birliği’nin Boğazlarda hak iddia taleplerini tekrar gündeme getirerek, Montreux Boğazlar Sözleşmesinde Rusya lehine değişiklikler

içeren 11 maddelik yeni Boğazlar Sözleşmesi hazırlanması98 üzerine

96 Mustafa Aydın, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye”, Ed.Baskın Oran, a.g.e., s.399.

97 Armaoğlu, a.g.e., s.281.

98 Kamuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1991, s. 66-70.

Türkiye, Sovyetler Birliği’ne kuşku ile bakmaya ve İngiltere-Fransa ittifakına ciddi olarak yönelmeye başlamıştır.

Bu dönemde Türkiye, Sovyetler Birliği’nin Boğazlar üzerindeki emelleri ile Hitler’in Boğazlara yönelik planları kapsamında oluşan rekabet ortamında Montreux şartlarının Türkiye aleyhine değişmemesini sağlamıştır. Türkiye bu süreçte hem Almanya, hem de Sovyetler Birliği ile bu ülkelerin birbirlerine karşı çelişkilerinden istifade ederek dengeyi sağlayan nitelikte bir güvenlik stratejisi izlemiştir.

Türkiye gittikçe gerginleşen 2’inci Dünya Savaşı öncesi ortamda Almanya ve Sovyetler Birliği’ne yönelik denge stratejisini sürdürebilmek için, Sovyetler Birliği ile 1929’dan beri var olan Saldırmazlık Antlaşmasına benzer bir sözleşmeyi, Almanya ile de hayata geçirmiştir.

Ancak Alman-Sovyet Savaşının başlaması ile birlikte, her iki devlet Boğazları kendi lehine kullanmak maksadıyla Türkiye’ye baskı yaparak, söz konusu denge stratejisini zora sokmuştur. Türkiye ise bu dönemde Almanya ve Sovyetler Birliği’nin boğazlara yönelik planlarından doğan rekabet ortamını, kendi güvenliğine katkı sağlayacak biçimde kullanmaya çalışmıştır. ABD’nin 6 Haziran 1944’de başlayan Normandiya Çıkartması, 1942 Stalingrad mağlubiyetine ilave olarak 1945’de Almanya’nın yenilgisi ile sonuçlanan yolda önemli bir gelişme olmuştur. İkinci Dünya Savaş boyunca Türkiye, “maceracılığa kaymadan, tek bir tarafa bağlılığı vurgulamayan ve mümkün olduğunca savaş dışı kalmaya çalışan bir denge politikası izlemiştir.”99 Ancak savaş boyunca tarafsız kalmaya çalışmanın faturası, savaştan galip çıkan ve Boğazlar üzerinde tarihi emellerini unutmayan Sovyetler Birliği’nin, bu kez karşısında dengeleyici bir devlet olmadan Türkiye’yi tehdit etmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin maruz kaldığı güvenlik boşluğu, yeni süper güç ABD’nin Avrupa’ya yönelik geliştirdiği politikalarla bertaraf edilinceye kadar devam etmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaşın galipleri Almanya’da Potsdam’da bir araya gelerek, savaş sonrası dünya düzeninin nasıl oluşacağını ve savaş tazminatlarının hangi yöntemlerle karşılaşacağını konuşmuşlardır. Potsdam Konferansı’nda Sovyetler Birliği, Boğazlar üzerindeki tarihi emellerini tekrar gündeme getirmiştir. Kuşkusuz Sovyetlerin bu yaklaşımında, savaştan güçlü

çıkmasının ve yayılmacı bir ülke haline gelmesinin önemli rolü olmuştur.100

Ancak, Potsdam Konferansı’nda Boğazlarla ilgili herhangi bir karar sonuç bildirisinde yer almamıştır. Sadece, ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasındaki bir protokolle, Montreux Sözleşmesinin zamanın şartlarına göre değiştirileceğini içeren bir kısa açıklamada ifade edilmiştir.

Potsdam’da Sovyetlerin gündeme getirdiği Boğazlar konusundaki gelişmeler Türkiye’yi ciddi biçimde endişeye sevk etmiştir. Montreux Sözleşmesi’nin geleceği konusunda ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında mutabakat anlayışının tam oluşmayışı, Türkiye’nin 2’inci Dünya Savaşı süresince uygulayarak büyük tecrübeler kazandığı denge politikası yaklaşımlarını bırakarak, daha aktif hareket etmesine ve inisiyatif almasına sebep olmuştur.1

Bu kapsamda Türkiye 20 Ağustos 1945’de Washington yönetimine resmi nitelikli bir mesaj göndererek, Boğazlarda “geçiş serbestîsi ve barışın

korunmasının Amerikan garantisine alınmasını”101 talep etmiştir. Bu yaklaşım

Sovyetler Birliği’nin Boğazlara yönelik tarihi emellerine set çekme anlamına geldiği kadar, Türkiye’nin 1945’den sonra güvenlik stratejisi yaklaşımlarının “batı dünyası” perspektifinde oluşmasının da başlangıcı olmuştur.

Böylece Türkiye, Misak-ı Milli kararlarından itibaren devlet egemenliğinin ve bütünlüğünün önemli sembolü sayılan Boğazları, ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki rekabet ortamının unsuru olarak kullanıp, ABD’nin Türkiye lehine karar almasına sebep olan bir güvenlik stratejisi izlemiştir. Bu strateji aynı

100 Haydar Çakmak, Avrupa Güvenliği, 2. Baskı, Ankara, Akçağ Yayınları, 2003, s.113.

zamanda 2’inci Dünya Savaşı sonrası iki kutba ayrılmaya başlamış dünya düzeninde Türkiye’nin, batı dünyasında yer almasına ve günümüze kadar yansıyan ABD Güvenlik Stratejilerinin etkisinde hareket etmesine de öncülük etmiştir.