• Sonuç bulunamadı

II. Mahmut’un ölümü üzerine tahta çıkan oğlu Abdülmecid henüz genç yaşta olduğu için bilgi ve tecrübe yönünden devletin geçirmekte olduğu karışıklığı çözmekte yetersizdi. Babasından miras kalan başlıca iki problem çözülmeyi bekliyordu. Problemlerden biri, Mısır paşası Mehmet Ali ile yapılmakta olan harp, diğeri de Osmanlı Devleti’ne yeni bir düzen vermek için ilanı kararlaştırmış bulunan Tanzimat idi. Abdülmecid, padişahlığının ilk günlerinde Mısır kuvvetlerinin Osmanlı ordusunu Nizip’te yendiklerini öğrendi. Birkaç gün sonra da Kaptan-ı derya Ahmet Paşa’nın Osmanlı donanmasını İskenderiye’ye götürerek Mehmet Ali Paşa’ya teslim ettiğini haber aldı. Osmanlı Devleti artık donanmasız kalmış bulunuyordu. Yeni padişah devletin tecrübeli ve iş bilir sayılabilir adamlarından Hüsrev Paşa’yı Sadrazam, Damat Halil Paşa’yı Serasker, Rauf Paşa’yı ahkâm-ı adliye başkanı yapmıştı. Fakat mevcut duruma karşı koymak için bu adamlardan en çok Londra elçiliğinde bulunan Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’ya güveniyordu. Mustafa Reşit Paşa Osmanlı Devleti ile Mısır arasındaki anlaşmazlığın çözülmesi için çalışmış olan heyetlerde vazife görmüş Paris ve Londra elçiliklerinde bulunmuştu. Bu sebeple Mısır probleminin karakterinin ve bu problem hakkında yabancı devletlerin özel düşüncelerini biliyordu. Bundan başka Paris ve Londra elçiliklerinde bulunduğu sıralarda Fransa ile İngiltere’nin hükümet şekillerini incelemeye ve devrin siyaset adamlarıyla görüşme fırsatı bulmuştu. Mustafa Reşit Paşa, Avrupa’da bulunduğu sıralarda, Fransa 1830 ihtilali ile mutlak devlet rejiminden meşrutiyet rejimine geçmişti. İngiltere ise yüzyıllardan beri meşrutiyet ile idare olunmaktaydı. Fransa ve İngiltere Avrupa’da liberal devletler bloğunu kuruyorlardı. Öte taraftan Avusturya, Prusya ve Rusya ile hala mutlakıyete bağlı idiler. Osmanlı Devleti de esasta liberal bir yapısı olduğu halde şekilde mutlakıyete bağlı görünüyordu. Osmanlı Devleti’nin kuvvetlenmesi devlet kurumlarında onların güvenliğini çekecek bir düzenin kurulmasıyla mümkündü. Mustafa Reşit Paşa böyle bir düzenin Tanzimat-ı Hayriye ile sağlanacağına inanmaktaydı21.

20 Musa Çadırcı, Tanzimat Sürecinde Türkiye Ülke Yönetimi, s.115-117 21 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, T.T.K, C.V, Ankara, 1999, s.169-170

Tanzimat dönemi öncesinde eyaletin her türlü mülki ve mali en büyük sorumlusu olan valilerin yetkileri Tanzimat’la beraber sınırlandırıldı ve özellikle de mali yetkileri ellerinden alındı. Tanzimat’ın ilanından hemen sonra bu yetkiler muhasıllara verildi. Ancak yeterli başarı sağlanamayınca mali işler defterdarlara bırakılmıştı. Devletin eyaletteki en büyük temsilcisi olan vali, kanunların uygulanması, halkın güvenliğinin sağlanması ve memleketin imar edilmesi gibi her şeyden sorumluydu22. Tanzimat-ı Hayriye bir hatt-ı hümayun şeklinde ilan edildi. Fermanın birinci bölümünde; Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren Kuran’ın hükümlerine ve şeriatın kanunlarına saygı gösterildiğinden, devletin kuvvetli ve halkın refahlı bir hale geldiği belirtilmektedir. İkinci bölümde; şeriata ve kanunlara yeterli saygı gösterilmediği ve bu yüzden devletin eski kuvvet ve refahı fakirlik ve zayıflığa dönüşmüş olduğu anlatılmaktadır. Üçüncü bölümde; bu itibarla Allah’ın inayeti ve Peygamber’in yardımıyla devletin iyi idaresini sağlamak için bazı yeni kanunların konulması gerektiğine işaret edilmektedir. Dördüncü bölümde; yeni kanunların dayandırılacağı genel prensipler görülmektedir. Müslüman ve Hristiyan bütün tebaanın ırz, namus, can ve mal güvenliğinin sağlanması, verginin düzenli usule göre ayarlanması ve toplanması, askerlik ödevinin düzenli bir usule bağlanması anlatılmıştır. Beşinci bölümde; yeni kanunların dayandırılacağı genel prensiplerin gereği belirtilmektedir23.

Tanzimat Dönemi’nin merkez yönetimine damgasını vuran Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye (Adalet İşleri Yüksek Kurulu) kısaca Meclis-i Vâlâ, II. Mahmut döneminde kurulmuş, ancak etkinliğini Abdülmecit’le göstermeye başlamıştır. Meclis, padişah adına onayını alarak ülke yönetiminde bakanların üstünde etkinlik gösteren bir kurum olmuştur. Bundan dolayı da parlamenter sisteme geçişte önemli bir evre oluşturduğu isabetle vurgulanmıştır. Bakanlıkları arttırılması, bakanlar kurulu anlayışının yer etmeye başlaması, padişahın mutlak otoritesini tek başına değil meclisler, kurullar aracılığıyla yürürlüğe koymasıyla birlikte kurum ve davranışlarını da Avrupa ülkelerinde yeniden filizlenen meşruti krallıkların kurallarına benzetmeye çaba göstermesi dikkat çekmektedir24. Bu meclisler yetkilerini hükümdarın iradesini temsil etmeye onun tarafından memur edilmiş olmaktan alıyorlardı. Bu yüzden bunların koyacağı kurallar hem yönetenin, hem de yönetilenin uyması için kurallarının bağlayıcılık niteliği zayıftır.

22 Ali Akyıldız, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul, 2012, s. 77-78 23 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, T.T.K, C.V, Ankara, 1999, s.170-171 24 Musa Çadırcı, Tanzimat Sürecinde Türkiye Ülke Yönetimi, Ankara, 2007, s.57-60

Yönetilen açısından zayıflığı bu kurallara alışık olmayan halkı alışkanlıklarından ayırıp onlara uymaya zorlamak gerekliliğinden ileri gelir. Hükümdar için de aynı şey söylenebilir. Çünkü halkın ilerlemesini istemek iddiasında olan mutlak bir monarkın iradesiyle konan kurallar arasında bir zıtlık olduğu zaman onu kurallara uymaya zorlayacak hiçbir güç yoktur. Tanzimat bu sorunu çözümlemek amacıyla ilan edilmiştir. Eski hükümet mekanizmasından belki en önemli ayrılış, bu meclislerin görevleri henüz belirlenmeden, yapacakları kanunlar henüz ortaya konmadan yürütme ve uygulama organları bakanlıklar olarak belirlenmeden önce, mutlak monarkın iradesiyle geleneksel iki üst makamın yerlerini ve anlamlarını değiştirmede kendini gösterir25.

Bu ferman esasen klasik adaletname geleneğinin bir devamıydı. Bu fermana hâkim ilkeler, Fransız aydınlanma devri felsefesinin doğrudan bir takliti değildi. Ama Tanzimatçı devlet adamları tarafından pratik gayelerle benimsenip, ilan ettirilen bu eşitlik ilkesi devlet içindeki yapısal dönüşümün yarattığı buhranlara bir çözüm aramak kaygısından doğuyordu. Bu kaygılar ise 19. yüzyılın başından beri devleti sarsan milli ayaklanmalar, bölgesel başkaldırmalar ve özellikle Balkan halklarını kışkırtan dış devletlerin faaliyetleridir. Devletin Balkanlardaki tebaası Osmanlı idaresinden yüz çevirmişti. Bozulan toprak rejimi, merkeze başkaldıran mahalli derebeylerin her yerde süren nufûz mücadelesine ve bir otorite bulanımına sebep oldu.

Tanzimat hareketi, özellikle devletin içine girdiği ekonomik ilişkilerden dolayı zirai sistemin uğradığı çöküntü ve bu çöküntüden doğan buhranlara bir tepki mahiyetinde düşünülmelidir. 1838 İngiltere-Osmanlı Devleti Ticaret Anlaşması yarı sömürgeleşme sürecini hızlandıran ve Tanzimat’ın bir an evvel ilanını gerektiren önemli bir olaydır. Tanzimat’ın önemli yeniliklerinden Meclis-i Vala’dan sonra 1836 yılında Umur-u Hariciye ve Umur-u Dâhiliye nezaretleri kuruldu. Bu sonuncusu 1836’da Sadaret Kethüdalığı’nın yerini aldı. Bilimler akademisi karşılığı olarak bir Encümen-i Daniş kurulması Tanzimatçıların eylemleri arasındadır. Bakanlık görevi gören Meclis-i Nafia gibi bazı organlar yarı tüzel kişiliğe sahip kurumlardı. Orduda Islahat özellikle yeniçeriliğin ve kapıkulu askerinin imhasından sonra başlıca sorundu. Fakat Tanzimat hareketinin esasta mali Islahatla bir anlama gelmiştir. Merkezde maliye örgütü yeniden düzenlendiği gibi, eyaletlere de müşir yetkisinde muhassıllar gönderilmiş ve yanlarına diğer memurlar ve ahaliden kurulu muhassıllık meclisleri verilmiştir. Bir müddet sonra

valilerin azaltılan yetkileri yeniden arttırılacak ve vali yeniden vilayet idaresinin başı haline getirilecektir. Aslında her nezaret bir icrai ve bir de teşrii veya daha doğrusu istişari görevi meclis yerine getiriyordu. Dâhiliye Nezaretinde her eyalet bir kapı kethüdası ile temsil ediliyordu. Her nezaret yazışma, teftiş ve özlük işlerini yürüten ofislerden meydana geliyordu. Bu ofisler eski divan geleneğinin bir devamı gibidir, tüzel kişiliğe sahip bakanlıklara doğru bir gelişmedir. Umur-u Hariciyye Nezareti ise Osmanlı devlet geleneğini ve dış ilişkiler sistemindeki önemli bir gelişme sonucu ortaya çıktı. Dışişlerini yürütmekle görevli bu ofiste Osmanlı azınlıklarının uluslararası bir sorun haline gelmesi sonucu Mezahibi Gayrimüslim Dairesi diye bir bölümün de kurulduğunu görüyoruz. Vilayetlerdeki umur-u hariciye müdürleri Hariciye Nezareti tarafından tayin edilirdi. İmparatorluğun dış ticaret ilişkilerini yürütmekde bu bakanlığın göreviydi. Maliye Nezareti ise klasik defterdarlık ofisinin bakanlık haline getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu nezaret hazine ve muhasebe kalemi olmak üzere birbirinden bağımsız iki bölümden meydana geliyordu26.

IV. 1840 MUHASILLIK TEŞKİLATI VE İDARİ TAKSİMATTA DEĞİŞİM

Benzer Belgeler