• Sonuç bulunamadı

Tahir Beyi Biyografi Yazmaya Sevk Eden Amiller

Tahir Bey öğretmen olup Manastır’a gelmesiyle beraber ilmi araştırmalara başlar. İlk olarak babasından ve Harîrîzâde’nin eserinden kazanılmış bir merakla bu civarda geçmişte yaşamış mutasavvıflardan başlayıp gittikçe şair ve âlimlere de yönelen biyografi ve bibliyografya çalışmaları içine girer.158 Bir zaman manastır ve çevresindeki Müslim ve gayr-ı Müslim mektepleri teftiş vazifesi üzerinde iken bu münasebetle oralarda yaygın tarikat mensupları, şeyhleri ile de tanışır ve aralarında bir muhabbet hâsıl eder.159 Tahir Bey her okuduğunu mümkün olduğunca aklında tutmaya çalışır. Yeri geldiğinde sahip olduğu bilgileri birbirleriyle karşılaştırır, bağlantılar kurar, belli tasnifler yaparak notlar alır. En nihayet bu şekilde zihnen ve araştırma sonucu alınmış olan notlardan kimilerini de bir kitap veya risale şeklinde kaleme alma isteği uyanması onun günden güne kitabileşmesine sebep olur.160 Tasavvufu “leb-i dîn” olarak görmekle beraber kelam, fıkıh, usûl-i fıkıh ve bunların kaynağı olan tefsir ve hadis ilimlerine karşı; bu dini ilimlerin memleketteki mütehassıslarına ve hocaefendilere karşı ilgisiz değildir. Tahir Bey de bu ilimleri ana kaynaklarından mümkün olduğu kadar Arapça

158

Akün, a.g.m., VI, 453. 159

Vahyî, s.33. 160

45

asılları ile okumuştur.161 Yine lisan ve kalemin kuvvetli olmasını elzem gördüğü için edebiyata karşı da ilgilidir. Müslümanların, bilhassa Osmanlı Türklerinin bu çevrede bilinen eserlerini, divanlarını gözden geçirir, büyük kısmı hakkında da az çok bir not alır.162 Bu şekilde araştırmalar ve alınan notlar sonucu meydana gelen yazılarını ve makalelerini de Manastır’da bazı gazetelerde neşretmiştir.163

Bu sıralarda Avrupa’dan gelen bir müsteşrik Manastır’a uğrar. Burada ilim erbabı birini sorar. Kendisini dilci ve tarihçi sıfatıyla Tahir Bey’le tanıştırırlar. Tahir Bey bu Alman müsteşriki ile uzun boylu sohbet eder. Yalnız müsteşrikin, “Evet, büyük

bir milletsiniz, lâkin bu büyüklüğünü göstermesi lâzım gelen şâirlerinizin kısm-ı a’zamı hemen mevzûları i’tibâriyle gayr-ı lâyık kasîdeler ve fesâd-ı ahlâkı müeddî gazeller yazmakla isrâf-ı ömür ve kelâm etmişler. Bizdeki Schiller, Goethe gibi millete hayat ve nur veren millî ve ictimâî şâirlerinizi göremiyorum.”164 şeklindeki sözleri Tahir Bey

için yenilir yutulur cinsten olmamıştır. Tahir Bey orada sohbet esnasında Osmanlı Türkünün son asra kıyasla milli ve medeni bir inkişaf gösterememesinin istidatsızlıktan değil, ancak birbirini takip eden gailelerden ileri geldiğini açıklar.

Tahir Bey müsteşrike cevabını verir vermesine ama içinde bir ukde kalır. Bu düğümü çözmek için çalışmalara girişir ve ilk eseri olan “Türklerin Ulûm ve Fünûna Hizmetleri”ni 1897 senesinde yayımlar. Bu eserinde Tahir Bey, aslen Türk olmakla beraber eserlerini Arapça ve Farsça kaleme aldığı için Batılılar tarafından işin aslını araştırmadan Arap ya da Fars olduğu hükmüne varılmış olan birçok âlimin aslen Türk olduğunu ispat eder.

Tahir Bey Üsküp’e naklinden sonra da çalışmalarına devam eder. Burada özellikle hocası Nûr’un söz ve menkıbelerini toplamaya çalışır.165 Zira Nuru’l-Arabî daha ziyade burada yaşamıştı ve ardında daha hayatta olan takipçileri vardı. Bu canlı vesikalar Tahir Bey için oldukça ilgi çekici bir araştırma malzemesidir. Bu şekilde

161 Vahyî, s.82. 162 aynı yer. 163

Akün, a.g.m., VI, 453. 164

Vahyî, s.82-83. 165

46

çalışmak suretiyle hocası Nuru’l-Arabî’nin birçok takrirlerini şuradan buradan zorlu bir araştırma ile toplayıp kaydetmiştir. Bununla da yetinmemiş o dönemde bazı kimselerin tekfire kadar götürdükleri hocasının tercemesine dair “Menâkib-i Seyyid Hâce Muhammed Nûru’l-Arabî ve Beyân-ı Melâmet ve Ahvâl-i Melâmiyye” adı altında bir eser meydana getirmiştir.166

İkinci defa Manastır’a gelişinden sonra da Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’ye duyduğu hayranlık sebebiyle ikinci eseri “Terceme-i Hâl ve Fezâil-i Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî”yi yazar.167 Tahir Bey’in burada ayrıca “Delîlü’t-Tefâsîr” adı ile kaleme aldığı dini eseri onun ilimde hangi noktalara kadar çıkma istidadında olduğunu göstermektedir. Yine tasavvuf, kelâm, ahlak, tarih ve sair konulardan bahseden; toplama, seçme ve ilavelerle oluşturduğu gayr-ı matbu “Mecmûa-i Tâhir” adında bir eser ortaya koyması da onun dini olan İslâm ile bağlarının ne derecede olduğunu göstermektedir.168 Muallim Vahyî Mecmûa-i Tâhir hakkında şunları söyler:169

…denebilir ki, İslam’ın hikemiyât ve i’tikâdiyâtı, muâmelât ve ahlâkiyâtı i’tibâriyle kurcalanan ve kurcalanmaktan hâli kalmayacak olan, bilhassa fennî bir zihniyet ile i’tilâfları ciheti müteassir gibi görünen ne kada r mesâili varsa burada gelişi güzel bir surette, muhâzarât tarzında bast ve temhîd edilmiştir. En yüksek İslam ve Osmanlı Türk mütefekkir ve âlimlerinin bu gibi mesâil hakkında fikir ve mütâalarını anlamak, bilmek hırsını göstermeyecek bir genç tasavvur edemem. Doğrusu daha bazı tashîhât ve ta’dailât ile bu eserin tab’ı Osmanlı maârifine, dînî ve millî maârifimize pek büyük hizmet eder.

Bu arada yaptığı bu geniş çaplı çalışmalar ve araştırmalarla kendisini ileride meydana getireceği büyük eseri Osmanlı müellifleri’ne götürecek kitapçık ve risaleler de ortaya çıkmaya başlar. Nihayet bu büyük yükün altına girmeye karar verir ve bu eseri, ırk olarak Osmanlı Türkü olan veya terbiye olarak bu milletin rengini almış olan

166

Vahyî, s.33-34. 167

Akün, a.g.m., VI, 453. 168

Vahyî, s.35. 169

47

eser sahibi şeyhlere, hocalara, şair ve ediplere, tarihçilere, tabiplere, riyaziyecilere ve coğrafyacılara hasreder.