• Sonuç bulunamadı

7. SANAT VE SANAT TARĐHĐNĐ YAZILARI ĐLE DEĞERLENDĐRMESĐ

7.1.1 Tabiat Mefhumu Üzerine Tan Gazetesi, 15 Mayıs 1935 ( Tabiat

Yazı, ilk olarak 1935 yılında Tan Gazetesi’nde ‘Tabiat Mefhumu Üzerine” başlığıyla, daha sonra yine aynı içerikle 1938 yılında Đnsan Dergisi’nde “Tabiat Mefhumu” başlığı ile yayımlanmıştır. Đlk iki yazı birbiri ile neredeyse aynıdır. Đkinci yazı ilkine göre birkaç farklı ekleme ile yazılmıştır. Bu nedenle iki yazıyı birlikte incelemek daha doğru olacaktır. Üçüncü yazı olan Tabiat- Doğa ise Eyüboğlu’nun sağlığında yayımlamadığı, vefatından sonra yakın dostu Azra Erhat tarafından daha geç bir tarihte çalışma masasında bulunmuştur. Yazı, yıllar sonra Cem Yayınevi tarafından basılan, yazarın “Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler” adlı kitabında yayımlanmıştır. Bu nedenle bu üçüncü yazıyı ayrıca incelemek gerekecektir. Đlk iki yazıda “tabiat” kavramı öncelikle edebiyata yansımaları yönüyle ele alınmış; bunun yanı sıra diğer sanat kollarına etkileri de incelenmiştir. Avrupa edebiyatına tabiatın çeşitli dönemlerde etkisi ve bunun Türk edebiyatına yansımaları ağırlıklı konu olmuştur. Bu makalelerde, yazarın “tabiat” kavramının görsel sanatlara yansımalarını nasıl değerlendirdiği incelenecektir.

Sabahattin Eyüboğlu, “tabiat mefhumu”nu, “insanın her hamlesiyle genişleyen” bir kavram olarak görmüş, 17. yüzyıldan itibaren Fransız sanat ve edebiyat tarihindeki mektup kavgalarına karışan önemli bir olgu olduğunu vurgulamıştır. Tabiatı, bir roman kahramanı olarak kişileştirmiştir.

Tabiat kavramının sanatın her devir ve döneminde farklı bir önem ve bakış açısı kazandığını anlatmıştır. Bunu farklı bir benzetme yaparak da ortaya koymuş; “Bana tabiatı nasıl gördüğünü söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” diyerek 12. yüzyıldan

2 Sabahattin Eyüboğlu’nun vefatından sonra yakın dostu Azra Erhat tarafından bulunan bu yazı, denemelerinin yayımlandığı Sanat Üzerine Eleştiriler ve Denemeler adlı kitaba konulmuştur.

20. yüzyıla kadar pek çok sanatçının tabiata farklı yaklaşımlar getirdiğini ileri sürmüştür.

Eyüboğlu, Rönesans’ı “sihir bozumu” devri olarak nitelendirmiş, bu devirde tabiat kavramının dünyevileştiğinden bahsetmiştir. Rönesans’ta tabiatın artık bir “ilah” değil, bir “ideal” halini aldığına dikkat çekmiştir. Yazara göre göre, 17. yüzyılın kaynağı “akıl”, 18. yüzyılın ise “tabiat” olmuştur. Aydınlanma çağı olarak anılan 18. yüzyılda (yazıda “ansiklopedi devri” olarak verilmiştir) bütün düşünsel etkinliklerin doğa olgusu etrafında toplandığına işaret etmiştir.

“Tabiat Mefhumu” adlı yazıda ilk yazıdan farklı olarak Türk kültürünün ve sanatının “tabiat” kavramından nasıl etkilendiği biraz daha ayrıntılı ele alınmıştır. Avrupa ile temasa geçilmesinden itibaren “tabiat” kavramının sanatta da önem kazandığı üzerinde durulmuştur. “Sanatkar tabiatı yeniden yaratan adamdır”, “Tabiat insan ruhunun aynası gibidir” benzeri anlayışların Türk sanatını da yakından etkilediğini belirtmiştir. Sabahattin Eyüboğlu, tabiat kavramını çok güçlü bir olgu olarak değerlendirmiş, Avrupa kültürünün hareket noktası ilan etmiştir. “Bu yüklü mefhum”un (tabiat) Avrupa medeniyetinin “en belirgin tezahürlerini insan ile olan ilişkisinde gösterdiğini” ileri sürmüştür.

Eyüboğlu, “Tabiat-Doğa” başlığı altında yazdığı üçüncü yazısının içeriğinde, tabiatın görsel sanatlara dönemsel etkilerini çok daha geniş bir perspektiften ele almıştır. Bu yazıda tabiat konusuyla ilgili çok daha fazla ayrıntıya yer verimiştir. Yazıyı kısaca özetlersek:

Yazara göre, Batı sanat dünyasında tabiat (yazar, Türkçe karşılığı ile “doğa”, diye belirtmiştir) kavramı sanat ile ilgili ana kavramların en önemlisi sayılabilir. Batı’da her sanatçı doğa karşısındaki tutumu, anlayışı, görüşü ile değerlendirilmiştir; beğenilmiş ya da yerilmiştir. Bu noktada “tabiat” sözcüğünün kökenine inen yazar, kavramın Batı dillerinde Orta Çağ’dan bu yana “doğuş”, “yaradılış” anlamıyla kullanıldığına dikkat çekmiştir. Ancak sanat çevrelerinde “natur” kelimesinin halkın kolayca kavrayamayacağı kadar derin, ince, karmaşık anlamlar yüklü olarak kullanıldığına; yaratılış sözcüğüne yaklaştığına işaret etmiştir. Batı kültürüne yönelen Tanzimat sonrası aydınlarımızın Arapça’da buldukları yalnızca Arapça bilenlerin anlayacağı ve beğeneceği “tabiat” kelimesini kullandıklarını ileri sürmüştür.

Yazıda, özellikle Yunan kültürünün Batı sanatının doğacılığında önemli bir yeri olduğuna ve Hristiyanlığın sanatla doğanın arasını açtığına dikkat çekilmiştir. Eyüboğlu, 13. yüzyılda Giotto’ya kadar var olan doğanında doğal olmadığını ve Rönesans’ı, doğadan yana gidiş saymanın yalnız sanat için değil, felsefe, politika ve bilim için yadsınamayacak bir görüş olduğunu ileri sürmüştür. Diğer yandan doğa kopyacılığını aşmak, sanata daha engin bir doğanını kapılarını açmıştır. Yazar, Rönesans’ın yetiştirdiği sanat ustalarının doğayı inceleyip, ölçüp biçerek yaklaştıkları için birer bilim adamı kimliği de kazandıklarını söylemiştir. Eyüboğlu’na göre, sanat, Rönesans’ta doğanın bir övgüsüdür; Barok dönem ise doğa kavramını geliştiren, zenginleştiren, tuhaf olarak görülen gerçeklikleri doğa kavramı içine sokan bir dönem olmuştur. Rönesans’ın mağrur insanı Barok’ta doğa karşısında daha alçak gönüllü olarak karşımıza çıkmıştır. Barok’ta sanat ile “sıkı fıkı” olan doğa, neredeyse başka konunun işlenmesine müsaade etmemiştir.

Sabahattin Eyüboğlu yazısında diğer bir önemli nokta olarak, sanatta doğa kavramının 17. yüzyıldan itibaren canlı, cansız, güzel, çirkin tüm varlıkları kapsadığını, manzara ve nature morte ressamlığının doğanın sınırlarını daha genişleterek ve derinleştirerek geliştiğine işaret etmiştir. Yazının sonunda, 18.yüzyılın Avrupa sanatının kısır bir dönemi olduğuna dikkat çeken Eyüboğlu, ancak bu dönemde doğa sevgisinin bilimleri ve felsefeyi sararak dinin temellerini yıkacak derecede güç kazandığını ileri sürmüştür (Bkz. Ek-A, 7.1.1).

Benzer Belgeler