• Sonuç bulunamadı

3.2. Merâtib-i Vücûd ile İlgili Kavramlar

3.2.3. Taayyün-i Sânî, Mertebe-i Vâhidiyyet

Vücûdun taayyün-i evvele tenezzülünden sonra ikinci tenezzülün gerçekleştiği mertebe vâhidiyyet mertebesidir. Vücûdun tenezzülüdür. İlk tenezzülün aksine burada temeyyüz gerçekleşir. İlk iki taayyünün açıklanmasında genellikle tohum örneği verilir. Tohum tektir, fazlalık kendisinde yoktur. Ancak bu sıradan tohum aslında içinde bi’l-kuvve olarak ağacın kök, dal, gövde, yaprak ve çiçek gibi tüm unsurlarını barındırır. Tohum bu haliyle ilk mertebe gibi temeyyüz etmemiş haldedir. İkinci taayyün ise tohumun içinde potansiyel olarak bulunan ağaca ait kısımları henüz meydana gelmemişlerken bizim bilip kabul etmemiz gibidir.157

Mertebe-i vâhidiyyet kevnî hakîkatlerden ibarettir ve bu hakikatlerin her birinin kendi zâtlarına ve emsallerine şuurları yoktur. Çünkü onların vücûd ve temeyyüzleri ilmîdir. Vücûdun bölünmesi de ilmî suretler sebebiyledir. Bu ilmî suretlere Zât’tan gelen feyze “feyz-i akdes” denilir ki bununla a’yân-ı sâbite” ve a’yân-ı sâbitenin istidâtları meydana gelir. Bu noktada karşımıza çıkan en önemli kavram mevcûdâtın hakîkatleri demek olan a’yân-ı sâbite” kavramıdır.

155 Kâşânî, a.g.e., s. 276. 156 Harîrîzâde, Turfe, vr. 7a.

46

İçinde bulunduğumuz çokluk âleminin ikinci kaynağı olan bu mertebedeki a’yân-ı sâbiteler varlık âleminde zuhur etmesi mümkün olan şeylerin Allah’ın bilgisindeki hakîkatlerinden ibarettir. Bunların hariçte bir vücûdları yoktur. Füsûs’ta geçen “A’yân-ı sâbite dış varlığın kokusunu duymamıştır”158 cümlesiyle kastedilen bu gerçekliklerin ilâhi ilimde sabit olup asla değişime

uğramadıkları ve Allah’ın bilgisinden ayrılıp dışta bir varlığa sahip olmadıklarıdır. Varlık tecellisi a’yân-ı sâbiteler yani sabit özler üzerinde gerçekleşir. Bunlar Hakk’ın ilminin suretleridirler. Yapılarak meydana getirilmemişlerdir. Çünkü hâriçte vücûdları yoktur. Bu nedenle Zât ile birlikte kadimdirler. Aslî yokluk üzere sabittirler. Dış varlıkta görünen her şey a’yânın hükümleri ve eserleridir.159

A'yân-ı sâbite iki şekilde değerlendirilmektedir. İlkine göre a’yân Hakk’ın varlığının aynası, isim ve sıfatların göründüğü yerdir. İkinci görüşe göre ise Hakk’ın varlığı a’yân-ı sâbitenin aynasıdır. A’yân Zât aynasında görünen surettir. Birinci durumda Hakk’ın varlığı çeşitli a’yân aynalarında görünücü ve tecelli edicidir. Zâhirde Hak’tan başka bir şey yoktur ve a’yân gizlidir. A’yânlar ikinci şekilde ele alındıklarında varlıkta zâhir olanlar onlar olmaktadırlar ve Hakk’ın vücûdu gizli olmaktadır. Kâmil olanlar bu iki mertebeyi de şahsında birlemiştir. Hakk’ın ilmi a’yân-ı sâbiteler olan mâluma tâbidir. Allah’ın ezelî ilminde var olan bir şeyin a’yân-ı sâbitede yani ma’lûmunda olmaması mümkün olmadığı gibi yok olan bir şeyin de var olması düşünülemez. Ma’lûmun bu ilme uygunluğuna ise kaza ve kader denilir.

Eşyanın hakîkatleri, Mutlak Vücûd’un ilim mertebesinde belirlenmesi; eşyanın varlıkları ise ayn mertebesinde belirlenmesidir. Bunların aralarında taayyün itibariyle farklılık bulunmaktadır. Mutlak Vücûd’dan farklı olmaları ise kendilerine özgü taayyünleri sebebiyledir.160 Tüm bu anlatılan

mertebe ve taayyünler itibârîdir. Bildiğimiz anlamda zamanlı veya cihetli bir sıralama gibi değildir. Bu durum deniz örneğiyle açıklanır. Mesela deniz çırpınıp hareketli bir hal aldığında ona dalga denir. Rüzgâr çıkıp köpüklenince ona habab denir. Hava çok sıcak olup hararet arttığında o buhar adını alır. Buhar birikip yükselince bulut olur. Bulut damla damla yağdığı zaman yağmur diye isimlendirilir. Yağmur suyu çok olunca sel olur. Sel nihayet denize aktığında yine deniz olur. Tüm bu isimler aslı “su” olan tek hakîkattir.

Nihayetinde şunu diyebiliriz ki a’yân-ı sâbiteler her ne kadar hariçte zuhûr ediyor iseler de Hakk’ın vücûdundan mümkün bir vücûd olarak ayrılmamışlardır. Bu eşyanın sabit hakikatleri vücûd kokusunu koklamadıklarından umûr-ı ademiyyedendirler. Sâbitelerin bulunduğu âlem bu nedenle ilm-i ilâhî olarak isimlendirilmiştir. Bu mertebe orta bir mertebedir. Bir yönü Gayb-ı Mutlak’a

158 İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, s. 74.

159 Ankaravî, a.g.e., s. 34; Konuk, a.g.e., c. I, s. 17. 160 Ankaravî, a.g.e., s. 35.

47

dönükken bir yönü şehâdet âlemine bakmaktadır. İsimler161 bunlar üzerinde belirleyicidirler ve bu

aynlar da o ilâhî isimlerin muktezalarıdır.

A’yân-ı sâbiteler zâtî gereklilikleri olan isti’dâd162 ve kabiliyetleri kadar Hak’tan zuhur talep

ederler. Bu talep lafzî değil hâlîdir. Yaşamak için balığın vücûdunun suya, insan ve diğer kara canlılarının hava gereksinim duymaları bu hâlî talebe örnektir. Bu canlıların isti’dâdları böyledir. İşte bu şekilde her bir ayn, zâtlarının gerekliliklerine göre tecellî talebinde bulunur. Hak için bu talep malum olduğundan dolayı onların tekvinlerini yani varlık âlemine çıkışlarını irade eder. İşte onların kabiliyetleri doğrultusunda Hak’tan hâlî talepte bulunması ve bu talebe cevap verilmesine “kaza” denilir. Burada bir zorlama yoktur.163

Turfetü’l-müstersele’de ikinci tecellî mahalli olan mertebe-i vâhidiyyet aynı zamanda hakîkat-

i insâniyye mertebesidir. Bu mertebenin bir önceki mertebeden farkı, burada Hakk’ın zâtını, sıfâtlarını ve bütün yarattıklarını tafsîli olarak bilmesidir. Harîrîzâde mertebe-i taayyün-i sânînin esmâ olduğunu söyler. Yine bu mertebeyi “Ol Hüdâ-i Teâlâ’nın bi-nefsihî kâime olan zâtına ve cemî’-i sıfâtına ve cemî’-i hakāyık-i mevcûdât-ı ilmiyye-i icmâliyyeye alâ tarîki’t-tafsîl ve ba’zısını ba’zısından imtiyâz ederek ilminden ibârettir.”164 diye açıklar. Mertebe-i vâhidiyyet olması,

taayyünleri her yönüyle kapsayıcı olması itibariyledir. Ve yine bu mertebenin hakîkat-i insâniyye olması, zâtî isim ve ilâhî sıfatlara küllî bir emir ile müstehak olmasındandır.165

Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız ilk üç mertebe uluhiyyet kavramı içinde kaldıklarından dolayı birlikte değerlendirilirler ve cem’iyyet-i İlâhiyye diye adlandırılırlar. Meratib itibariyle ilâhî taayyünlerin ilki “hüviyyet-i zâtiyye”, sonuncusu ise “kelâm”dır. Bunlar arasında her ne kadar bir tasnif yapabilmek için sıralama yapmış olsak da aralarında bir önceleme veya sonralama yoktur. Sıralama zamanî değil aklîdir. İlk üç mertebe ezelen ve ebeden sabittir. Bu üç mertebe kadîm ve ezelîdir.