• Sonuç bulunamadı

Türkiyeli gruplardan dünya standartlarını tutturan projeler çıktıkça, yerli müzik sektörü kendisini mecburen geliştirmek zorunda kalıyor. Son yıllarda bu tür

projelerin sayısı artmaya başladı; çıta gittikçe yükseliyor. Lansman konserine

katıldığımız Ütopya Project’in prodüktörü Can Uzunallı ile hem yayınladıkları

kolektif albüm hem de İzmir’deki heavy metal camiası üzerine söyleştik.

31

İZMİR'DEN

kompoze ettik. Zümrüt Şahin’in iki şarkı sözü ve solist olarak katkıda bulunduğu albüm, 12 Nisan’da Big Fit Mama etiketiyle Apple Music’den yayınlandı.

Albümde hangi müzisyenler yer alıyor?

Gitarda Caner Uslan (One More Page / ex-META / ex-Prime Object), bas gitarda Onur Ağar (Notwithstanding / Knell), davulda Ertuğrul Gül (One More Page / Live Devil) ve synth’lerle geri vokallerde ben varım. Söz yazarı ve vokalistler de şöyle sıralanıyor: Onur Çobanoğlu (One More Page / Live Devil), Erdinç Öztan (God Mode), Burak Çelik (Dead Man's Dream / ex-Sterile Noiz Klan), Ulaş Işıklar (Hecatomb), Fatih Yaman (The Outcast / ex-Prime Object / ex-FAQ), Zümrüt Şahin, Ayberk Zaknafein, Özgür Türkekul, Abdurrahman Şimşek ve konuk olarak Ayşe Saran… Albüm kapağını da Koral İlhan tasarladı.

Kayıt süreci hakkında bilgi verir misiniz?

(Erdinç Öztan sözü alıyor) Kayıt süreci projeye dâhil olan herkes için farklı ilerledi.

Solist arkadaşların bir kısmı kayıtlarını kendi imkânlarıyla yapıp yollarken diğer kısmı Can ile beraber stüdyo ortamında çalışmayı seçti. Can, her vokal kaydında bulunup koçluk yaptı. Prozodi ve diksiyon anlamında ciddi revizeler oldu. Kendi açımdan çok eğitici bir süreç yaşadığımı söylemeliyim. Kayıtlarımı alan Kerem İnci’ye de buradan ayrıca teşekkür etmek isterim.

Projeye başlarken kendinize bir hedef koymuş muydunuz?

Yola çıkarken, Caner’in iyi bir ekiple başarılı bir iş çıkarmanın dışında bir hedef belirlediğini sanmıyorum ama proje, kendi içerisinden irili ufaklı bir sürü hedef doğurdu: Önce ben parçaları elden geçirdim, katılan isimlerin üretim ve kayıt

süreci iki yılı buldu. Ardından güçlü bir lansman konseri yapalım, klip çekelim dedik. Bunların her biri, her aşama, ulaşılması gereken bir hedefe dönüştü.

Dolayısıyla projenin ilerleyen günler için yine kendi hedeflerini doğuracağından eminim. Eğer bu işe bir takım misyonlar yüklenecekse, hepsi kendiliğinden ve zamanı gelince ortaya çıkacak.

Saydığınız müzisyenlerin hepsi İzmirli veya İzmir ile bir biçimde bağı olan sanatçılar…

Özellikle böyle bir seçim yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

Aslında, sinerjinin İzmir’den çıktığını söylemek daha doğru olur. Kentteki metal camiasından kolektif çalışmaya açık isimlere teklif götürdük. One More Page grubundan Onur Çobanoğlu, Caner’in bir bestesine söz yazarak ilk adımı attı. O esnada birçok başarılı vokalistle iletişim kurmuştuk.

Sonunda projeye inananlarla neticelenen albümü, İstanbul'da faaliyet göstermesine rağmen, İzmirli bir albüm şirketi çıkarınca, misafir sanatçı Ayşe Saran haricinde herkesin bir biçimde bu şehirle bağı kurulmuş oldu. Ayşe de bu kolektivizmden etkilenip, İstanbul’dan kalkıp geldi ve harika bir uyum sağladı. Öyle bir misyon üstlenmek niyetiyle yola çıkmamıştık ama bu ülkede eşine zor rastlanacak bu proje, sonuçta İzmir’den çıktı.

“Eşine zor rastlanır” derken, neyi kastediyorsunuz?

Sanatçıların bir araya gelip konser vermesine veya konser albümü

yayınlamasına rastlıyoruz ancak ortaklaşa albüm yapmak, yeraltı metal camiasında yaygın biçimde benimsenen bir yöntem değil. Grup olmadığımız halde, bir grup gibi, daha doğrusu neredeyse bir kooperatif gibi hareket ediyoruz.

Herkes öneri getirebiliyor, kararlar on dört müzisyenin konsensüsüyle alınıyor. Çeşitli grupların kayıtlarını içeren toplama albümlerden farklı olarak, kendi tarzlarında başarılı vokallerin, kendi yazdığı şarkıları seslendirdiği bir albüm olması itibariyle, alışılmadık bir durumla karşı karşıyayız. Meselâ konsere gelemeyen vokalin yerine bir başkası sahne alabilir.

Ortaklaşa fikir geliştirmenin yanında, ortak bir bütçe oluşturmaya başladık; zaten şimdiye kadar ortaya çıkan tüm masrafları kendi imkânlarımızla karşılamıştık. Mete Kekilli yönetiminde çekilen albümün ilk

32

klibi “Umut Var”dan sonra, diğer parçalar için çevremizdeki sanatçılardan öneriler almaya başladık. Projenin başından itibaren albümün künyesini öne çıkarmak istedim çünkü hepsinin yakından takip edilmesi gereken müzisyenler olduğuna inanıyorum. Üstelik, ilk kez böylesine keyifli bir projeye ortaklaşa imza atmış oldular.

Vokalistlere şarkı sözlerini yazarken dil seçeneği veya konu hakkında sınırlama getirdiniz mi? Bir de albümün metal müziğin hangi tarzlarına yakın düştüğüne dair fikrinizi merak ediyorum…

Herkes istediği, kendini rahat ifade edebildiği dilde şarkı yazdı, açıkçası.

“Yunanca, Almanca yazıp söylemek istiyorum” diyen olsaydı, bizim için fark etmeyecekti. Sonuçta albümün dili İngilizce ve Türkçe oldu. Metal müzik, janr olarak protest bir duruşa sahip olduğu için içerik kendiliğinden muhalif. Albümdeki parçaların tarzları birbirinden farklılık gösteriyor olsa da toplamda bir bütünlüğün ortaya çıktığına inanıyorum. Sadece metal müzik severlere hitap etmediğini de rahatlıkla söyleyebilirim. “Old School” ve yeni tarzı birleştirmeyi başardık. Düzgün Türkçe ile icra edilen metal, endüstriyel, death, djent, metal core gibi birçok tarzı art arda dinleyebiliyorsunuz.

Alsancak, Volume’deki lansman konseri için toplanan kalabalık, sizleri epeyi motive etmiş olmalı…

Tıpkı albüm gibi, bu konserin de camiayı birleştirmeye dair bir niyeti vardı ve başardık. İzmir’de organizasyon yapan kurumsal nitelikte üç oluşumu gelip izlemesi için davet etmiştik. Zaten sayıları az olduğu için, hepsini tanıyorduk.

Ütopya Project olarak bu yapıları da yanımızda görmek anlamlı oldu. İzmir metal camiasının böyle tazeleyici organizasyonlara ihtiyacı var. Meğerse İzmir böyle bir konseri iple çekiyormuş;

mekân doldu. Genelde Dinozor bu müziğe kapılarını açıyor ve kitle orada buluşuyor ama farklı kesimleri ağırlayan bir mekânda, uzun zaman sonra, ilk defa bunca büyük bir kalabalık topladık.

İzmir’deki heavy metal camiası hakkında ne düşünüyorsunuz?

İstanbul’da olduğu gibi sektörle iç içe olmadığından, yüzeysel ilişkilere dayanmayan, küçük bir camiayız. Camianın üyeleri de bu müziğe ve birbirine duyduğu gönül bağı üzerinden hareket ediyor.

Camianın eskileri her detaya dikkat kesilirken yeni kuşak, sadece birkaç parça dinleyip albümü değerlendirmeye koyuluyor. Çoğu, camiada ve şehirde bu müzik adına neler olup bittiğini takip etmiyor; ancak konser olursa orada bulunmayı yeterli görüyor. Oysa bizler dinleyiciyken Ant Müzik’te saatlerce vakit geçirir, Stüdyo Ümit’te Niyazi ağabeyi darlar, aynı albümü tekrar tekrar dinlerdik.

Teknolojik kaynaklar ve iletişim bunca yaygın olmadığı için, kısıtlı imkânlarla araştırma yapardık; başka ülkelerdeki yayınlara elimizden geldiğince ulaşmaya çalışırdık. Konser için mekân ayarlamak zordu. Şimdilerde bu müziği takip edenler, sonsuz olanaklara sahip; eskiye nazaran daha özgürler. Herhangi bir grupta yer alan müzisyenin solo işlerine ulaşmak bile kolay.

Bence metal kitlesinin en önce şehrindeki grupları yakından tanıması gerekiyor. Bu grupların çoğu, popüler olma kaygısı gütmeyen gruplar olduğundan, yeterince tanıtım yapmıyor. Meseleye ticari bakmadıkları için de görünür değiller.

Seyirciler şehirde olan biteni yakından takip ederse, eski parlak günlere geri dönebiliriz.

İZMİR'DEN

33

İZMİR'DEN

Prof. Dr. Semih Çelenk: “Mahalle Tiyatroları” projesinin fikri temeli, 2007’de D.E.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi’nde dekanlık yaptığım sırada, okuldan yüz on eğitmen ve öğrencinin öncülüğünde, yine İzmir Büyükşehir Belediyesi ile mahallelerde yürüttüğümüz “Ara Tatilde Sanat Atölyeleri”nde atıldı. Takip ettiğimiz format açısından, bu atölye serisine benzer bir yöntem üzerinden ilerliyoruz.

Oyun çıkarmaya yönelik çalışmalar, dans – hareket, ses - nefes kullanımına yönelik

atölyelerle destekleniyor. Mahalleden dileyen herkesin katılımına açık bu

atölyeler için Büyükşehir Belediyesi’ne ait kültür merkezlerini kullanıyoruz. Bu tiyatrolar, her yıl dönem sonunda ortaya çıkardıkları oyunu, düzenlediğimiz festival kapsamında sahneye taşıyor.

Her tiyatrodan sorumlu bir oyunculuk hocası var ki bu hoca, aynı zamanda sahneye konulacak oyunun yönetmenliğini üstleniyor. Bu hocaya dönüşümlü olarak dans - hareket ve ses - nefes - ritim dersleri veren, çıkardığı programla eşgüdümlü ilerleyen iki eğitmen eşlik ediyor. Her faaliyet, birbirini tamamlayacak şekilde planlanıp uygulanıyor. Her mahallede mini akademi kurduk desek, yeridir.

Kendi alanımdan, fakültemden şehrime baktığımda, periferide yaşıyor olup kültür sanat bakımından yoksun kalmış hemşerilerimiz için katılımcılığı öne koyacak bir demokratik zemini nasıl

Festivalin İkinci Yılına Doğru: