• Sonuç bulunamadı

3.6. Pop-Art (Popüler Sanat)

3.6.1. Türkiye’de Pop-Art

Türkiye gibi her anlamda periferde (çevrede) bulunan; aydınları başta olmak üzere, toplumun her kesiminin kendi tarihsel köklerine yabancılaştığı bir ülke; başta popüler kültür olmak üzere, sanatın, insanın, eğitimin vb. insanı insan yapan bütün etik ve estetik değerlerin; görsellik egemenliğinde dağılarak bir gerçeklik kaosuna dönüşmesi ve giderek de bundan kurtuluşun ‘eğlencelik kültür’ ve ‘tüketim’ olarak sunulması toplumu sadece açmaza götürür, iç gerilimini arttırarak içselleşmiş bir nefret kültürü üretir. Nitekim de böyle oluyor. Bu böyle olduğu oranda da toplum, sanat dahil hiçbir alanda yaratıcı olamayacak, giderek özgün kimliğini bulamayacak anlamına geliyor. Pas geçtiği yazılı kültür evresini yaşamadan, ciddi olarak onun üzerine eğilmeden, onu bir toplumsal kalkınma ve dönüşme projesi olarak algılamadan, Türkiye ve benzeri ülkelerin ‘mutlak yabancılaşma’ dan kurtulabilmelerine imkan yok gibi görünüyor (Gezgin, 2010, s. 78,79).

Türkiye’ de bir bilboard, vitrin, televizyon ekranıyla insanların bilinç ve duygularının, tüketimine koşullandırılarak yönlendirilmektedir. Popüler kültür ve Türk halkı arasında abzürt bir gerçeklik vardır. Açlığın, yoksulluğun, cehaletin kol gezdiği günlük hayatın gerçekleri göz önünde tutulduğunda Türkiye’de bu yapıya sahip ekonomideki insanlar popüler kültürün çarkları arasında ezilmektedirler. Sanat Türk toplumunun bu kesimi içinde hiç yoktur.

Bireysel-toplumsal şiddeti bütün boyutlarıyla sürdüren insanlar; iş, gelecek, kariyer mücadelelerinin karmaşa ve rekabetinde boğulmaktadırlar.

Amerikan eğlence endüstrisi tarafından idare edilen global postmodern sektörün ağında tüketimine koşullandırılmaktadır. Git gide Türk toplumu tek tip bir modele dönüşmektedir.

Türk toplumu içerisinde popüler kültür büyük bir mekanizmadır. Aklın göze indirildiği bu mekanizmada, dil de yaratıcı değil, taklitçidir. Türkiye’de dahil günümüz dünyası bir ‘kitleler çağı’ dönemini yaşamaktadır.

Bireysel aklın devreden çıkıp, kitlesel algının ve duyumun devreye girdiği; onun da aç gözlü simsarlar tarafından kullanıldığı, dejenere edildiği bir dönemi yaşamaktayız.

Günümüzde her şey popülerleşebilmektedir, yeter ki reklama ve tüketime konu olabilsin. Bunun kolay değişebilirliği de sürekliliği doğurmaktadır. Kullan-at’çı kapitalist yöntem.

Ülkemizde popüler kültür artık; tüketilebilir olan her şeyi içerir; sanat da bunun içindedir: Sanatın git gide bir oyuna, eğlenceye dönüştürülmesi boşuna değildir. Hem merkeze bağlı bir çevre yaratmaktadır. Hem de tüketimi sonsuza kadar meşru ve benimsenmiş bir kişilik detayına dönüştürmektedir.

Türkiye’de üst kültür veya elit kültür grubu içinde yer alan insanlar, bu kültürü bilinçli bir tüketen olarak yine de görmezler büyük çoğunlukla… Çünkü Batı’dakinin tersine Türkeye’ de elit, ekonomik seçkin olarak algılanır daha ziyade; ekonomik imkanlara sınırsız sahip olanların kültürü de genellikle pop kültüre yakın ve arabeskleşmiş elitizm özellikleriyle karşımıza çıkar.

Türkiye’nin modernleşme tarihi içindeki sanatın 1950’lere kadar aldığı yol ve dönüşümü ile 1950’lerden 1990’lara kadar aldığı yol ve dönüşüm birbirinden farklıdır. Yine de Türk sanatı ve toplumsal, siyasal ve ekonomik bilinci, gerçekliği, 90’lardan sonra başka bir devreye sürece ve akla doğru yol almaya başlamıştır. Yalnız tüm bunların süreçleri kendiliğinden veya birikime dayanan bir evrimleşme-gelişme şeklinde olmamış, daha çok jakobenik bir yapının dayatması ve zorlamasıyla gerçekleşmiştir. Türkiye’deki içinde yüzmeye zorladığımız postmoderniteyi, kavramsal konsepti ve bu uğurda üretilmeye zorlanan sanatsal ‘şeyler’i ve sermayenin buralarda bloke edilmeye koşullanmasını doğru okumak- anlamak gerekmektedir; yoksa boşa kürek çekilir. Hiçbir toplum modernleşmeye gönüllü olarak adım atmadı; adeta zorlandı; keza şimdi de postmodern yapılara, kültüre ve sanat biçimlerine gizli-açık zorlanıyor… (Gezgin, 2010, s. 30).

Postmodernite 90’lardan sonra Türkiye’ye çeşitli piyasaların dayatması ile zorla giydirilmiştir. Türk sanatı ile taban tabana zıt olan post modernite henüz modernleşmemiş Türk sanatına empoze edilerek popüler sanat oluşturulmaya çalışılmış, diğer sektörlerde olduğu gibi popüler sanatta Türkiye üzerinde sanatsal açıdan emanet durmuştur.

3.7. KİÇ (Kitch) KAVRAMI

3.7.1. Kiç (Kitch) Kavramı

Sözcük anlamı olarak bakıldığında, sanatsal değeri olmayan, göstermelik, bayağı, yoz, rüküş gibi tanımlamalar yüklenebilen kiç, estetik değeri pek bulunmayan, genel beğeni düzeyine indirgenmiş biçimlerin kullanıldığı, temel kaygısı sanatsal bir yapıya sahip olmak yerine, sanatsal gibi gösterilen bir etkilemeyle yoğun olarak tüketilmek üzere yapılandırılmış ürünleri tanımlamak için kullanılmaktadır çoğunlukla (Demir, 2009, s. 17).

Kiç seçkinlerin beğenmediği, kitlelerin de kopamadığı sanat tarzıdır. Seçkin beğeniye hitap edemeyen ama toplumun alt kültürlerinden insanları etkileyen ve estetik açıdan bayağı, değersiz alan ürün denilebilir.

‘İngilizce, ‘sketch’ (taslak) sözcüğünün bozulmuşudur kiç. Münih’te İngiliz ve Amerikalı alıcılar için piyasaya sürülen ucuz resimleri gösterirdi. Genel olarak sanatsal değeri olmayan, ucuza satın alınabilen genel beğeni düzeyine uydurulmuş nesneleri dile getirir’ (Lukacs, 1988, s. 204).

Kiç sanat, popüler beğeninin en yaygın olduğu ve tüketim endüstrisinin en fazla etkilediği orta sınıfın beğeni tarzıdır. Kiç resimler figüratiftir ve bu resimlerde duygusallık, izleyiciye çok direkt olarak iletilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle konu bir çırpıda algılanmaya olanak verecek göstergelerden oluşur. Çok bilinen İspanyol ressam Bruno Amadio tarafından yapılmış olan Ağlayan Çocuk tipik bir kiç resim örneğidir.

Benzer Belgeler