• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Kentleşme ve Kentleşmenin Sanatsal Yansımaları

Sosyo-kültürel ve ekonomik gelişmelere paralel olarak gelişen kentleşme ve kentlileşme süreci, ülkemizde toplumsal değişim ve dönüşümü besleyen ve hızlandıran bir süreç olmanın yanında sanat ve edebiyat alanındaki gelişmelere de büyük ölçüde katkı sunan bir süreçtir. Kırsal alandan kentlere doğru yönelen büyük nüfus hareketleri sonucunda, kentlerin yayılma alanları genişlemiş ve bu alanlarda her geçen gün artan nüfusla beraber farklı özelliklere sahip bir toplumsal yapı oluşmuştur. Bu durum da beraberinde aynı kent içerisinde farklı yaşam biçimlerine sahip insanlardan oluşan bir armoniyi doğurmuştur. Toplumsal yapıda büyük kırılmalara sebep olan bu durum, sanat

ve edebiyat çalışmalarına da kaynaklık etmiş, bu durumdan Türk romanı da nasibini almıştır. Şiir, tiyatro gibi edebî türlere göre çok daha sonra yazın hayatımızdaki yerini alan Türk romanı, Ülkemizde özellikle 1950-1980 yılları arasındaki hızlı kentleşme sürecine kayıtsız kalmaz. Romanlarında kentleşme sürecini çok farklı bakış açılarıyla kaleme alan yazarlar, edebiyat ile toplum arasındaki ilişkiyi canlı tutarak edebiyat sosyolojisi çalışmaları için zengin bir kaynak oluştururlar.

Bu dönemde yazılan romanların konularını; kır-kent karşıtlığı, kırsal alandan göçen ve kente uyum sağlamaya çalışan insanların traji-komik durumu, yeni kimlik arayışları, kültürel yozlaşma vb. konular oluşturur. Romanlarda ayrıca kırsal alandan kentlere yapılan göçlerin sebepleri ve sonuçları da irdelenir. Kırsal alandaki ekonomik yetersizlikler, eğitim ihtiyacının yeterince karşılanamaması, kırsalın iticiliğine karşılık kentin bir cazibe merkezi olması, güvenlik kaygıları, göçün belli başlı sebepleri olarak karşımıza çıkar. Romanlarda kentlere göç eden karakterlerin tamamı, daha iyi yaşam koşulları özlemiyle topraklarını ve eski alışkanlıklarını terk ederler. Ama göç edenlerin çok azı bu hayallerini gerçekleştirebilirler. Bu dönem romanlarında, kırsal alandan kentlere yapılan göçlerin sebeplerinin yanında, hızlı nüfus hareketleri neticesinde ortaya çıkan kentleşme sonrası bireylerin karşılaştığı sorunlar da detaylı olarak işlenir. Kimlik bunalımı, barınma sorunu, yoksulluk ve çaresizlik, gecekondulaşma ve varoş gerçeği, kültürel yozlaşma, aile bağlarının çözülmesi, bu sorunların başlıcalarıdır. Romanlarda ayrıca çarpık kentleşme ve bunun sonucunda kentlerin tarihî dokusunda meydana gelen bozulmalar da gözler önüne serilir. Dönem romanlarında dikkat çeken bir diğer konu da kırsal alandaki geleneksel muhafazakâr yapıyı temsil eden gecekondularla modern kenti temsil eden büyük apartmanların bir çatışma alanı olmasıdır.

Kente göç eden bireyin ya da kentte ikamet eden nüfusun değişim süreci sonucu geldiği konum şeklinde de tanımlanabilecek kentlileşme ve bunun doğurduğu sonuçlar da Türk romanında işlenen bir diğer konudur. Kırsal alanda yaşayan ve kenttekinden daha farklı ekonomik ve sosyo-kültürel yaşam biçimine sahip olan bireylerin, kent kültürüne adapte olmak için giriştikleri yeni kimlik arayışları ve bu sırada yaşadıkları sorunlar, yazarların dikkatinden kaçmamış ve romanlardada kendisine fazlasıyla yer bulmuştur. Aile bağları, akrabalık ve hemşehrilik ilişkileri, bireyselleşme, suç, kentli kimlik arayışları, özenti, kimlik bunalımı, kültürel çatışma romanlarda ele alınan belli başlı konular olmuştur.

Kırsal alandan kente göç eden birey, kente uyum sağlamak için büyük bir çaba içerisine girer ve kentin hızlı yaşamına ayak uydurmaya çalışır. Bunu yaparken bir taraftan kent kültürünü içselleştirerek kentlileşmesini tamamlamaya çalışır diğer

taraftan da ailesinde ve akrabalarında meydana gelen yozlaşma ve çözülmelere karşı koymaya gayret eder. Çok hızlı bir değişim ve dönüşümün yaşandığı kent ortamında, geleneksel ilişkileri muhafaza edebilmek zor olur. Bu sıkıntıyı derinden yaşayan bireyler, çoğu zaman mücadele güçlerini kaybederek kendilerini suyun akışına bırakırlar. Kent kültürüne adapte olmaya çalışan bireylerin yaşadığı en büyük handikap, Doğu-Batı karşıtlığının doğurduğu kimlik bunalımıdır. Kent ortamında ortaya çıkan burjuva sınıfının yaşadığı bu bunalımın doğal bir sonucu olarak kendi değerlerine yabancılaşan insanların yaşadığı durumlar, romancıların dikkatinden kaçmaz ve bütün bu konulara dönem romanlarında yer verilir. Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü, Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur, Orhan Kemal’in

Devlet Kuşu ve Gurbet Kuşları adlı eserleri de bu tarz romanlara örnek gösterilebilir.

Dönem romanlarında kentlileşme sürecinde, aile bağları, komşuluk ve akrabalık ilişkilerinin kentlileşme aşamalarına bağlı olarak değişime uğradığına işaret edilir. Kırsaldan kente gelenlerin eğitim ve gelir düzeylerinin artmasıyla insanlar arası ilişkilerde belli bir soğumanın oluşmaya başladığı romanlarda dile getirilir. Kent yaşantısının belirgin özelliklerinden biri olan insanların birbirlerine karşı geliştirdikleri mesafeli yaklaşım sonucu toplumsal ilişkilerde meydana gelen değişimlere yer verilerek, kentlileşme sürecinin geleneksel yardımlaşma ve dayanışma ilişkileri üzerindeki olumsuz etkisi dikkatlere sunulur.

Kentlileşme sürecini konu edinen romanlarda, ağırlıklı olarak arabesk kültür, anomi ve yabancılaşma izlekleri öne çıkarılır. Sürecin insan ve toplum psikolojisine etkisini önemli ölçüde örnekleyen söz konusu olgular, kentlerdeki ayrışık toplumsal yapıya vurgu yapar. Farklı toplumsal katmanlardan gelen insanların bir arada yaşadığı kentlerde ortaya çıkan sınıf farklılıklarına değinilen romanlarda, kentle bütünleşmenin sancılı aşamalarla gerçekleştiğine işaret edilir. Böylelikle kentlileşmeyi anlatan dönem romanları, kent yaşantısıyla gündeme gelen bireysel ve toplumsal ölçekteki sarsıntıları konu edinmeleriyle dikkat çekerler. Romanlarda, modern yaşantının mekânı olarak beliren kentlerin, sakinlerine birçok açıdan avantajlar sağlamasına rağmen, insanların kendilerine ve çevrelerine karşı duyarsız kaldıkları bir ruh hâli içine girmelerine sebep olduğu da ifade edilir.

Kentli yaşantının toplumsal ölçekte meydana getirdiği ilişkiler olan; tüketim kültürü ve toplumsal örgütlenme bilinci, dönem romanlarında kentlileşme sürecinin anlatımı eşliğinde kendisine yer bulur. Kente uyum sağlamaya çalışanların eğitim ve gelir düzeylerinde meydana gelen artışın etkisiyle gelişen bu ilişkiler, kentin yeni bir yaşam biçimi sunmasını örnekler. Romanlarda, tüketime dayalı ekonominin egemen

olduğu kent yaşantısının, tüketim güdüsünü artırdığı ve tüketim alışkanlıklarının kentli kimlikle özdeş bir hâle geldiği dikkatlere sunulur.

1950–1980 arası Türk romanında kentleşme ve kentlileşme olgularını konu edinen romanlar, bir yönüyle kır ve kent yaşantısının karşılaştırılmasına da imkân verirler. Kırın belli ölçüde masumiyeti ve temizliği temsil ettiği romanlarda kent ise, kirliliği ve karmaşayı yansıtan özellikleriyle anılır. Bu doğrultuda dönem yazarlarının kentleşme sürecinin olumlu yönlerine değil de, daha çok ortaya çıkan sorunlardan dolayı, olumsuz yönlerine eğildikleri görülür. Yazarların romanları aracılığıyla kentleşme sürecinin sorunlarını öne çıkarmaları, denetimsiz ve hızlı bir şekilde büyüyen kentlerin beraberinde getirdiği olumsuzlukların, daha belirgin olması gerçekliğinin de bir yansımasıdır denilebilir.

Türk edebiyatında kentleşme ve kentlileşme temalarının, birçok yazar tarafından farklı şekillerde ele alındığını söylemek mümkündür. Ele alınan konu bir olsa da yazarların sahip oldukları dünya görüşlerinin farklı olması beraberinde farklı bakış açılarını getirmiştir. Dönem romanları incelendiğinde kentleşme ve kentlileşme konularının genelde sol görüşlü yazarlar tarafından ele alındığı görülür. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Bayburt gibi yazarlar o dönemde yazdıkları romanlarda özellikle köyden kente göç neticesinde kentlerde oluşan sınıf farklılıklarına, kente gelen bireylerin çektikleri sıkıntılara ve kentli bireyler tarafından uğradıkları haksızlıklara vurgu yaparlar.

Sosyalist dünya görüşüne mensup yazarların yanında sağ eğilimli ya da muhafazakâr diyebileceğimiz bazı yazarlar da kentleşme ve kentlileşmeyi konu edinen romanlar yazmışlardır. Bu yazarlar, sol görüşlü yazarların aksine sınıf farklılıklarına çok değinmemişler daha ziyade kentlileşme kavramının toplumsal yapıda meydana getirdiği tahribata dikkat çekmişlerdir. Sözgelimi Reşat Nuri Güntekin’in, Yaprak

Dökümü adlı romanında modernleşme sürecindeki Türk toplumunun yanlış Batılılaşma

anlayışı sonucu içine düştüğü dramatik durum anlatılmaktadır. Romanda Ali Rıza Bey’in ailesinin dağılıp parçalanması başarılı bir şekilde işlenmektedir. Yine Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye adlı romanı da Doğu-Batı çatışması bağlamında Türk toplum yapısında meydana gelen tahribatı işleyen dikkate değer romanlardandır.

Türk aydınının kırsaldan kentlere göç neticesinde meydana gelen toplumsal değişim sürecine romanlarında yer vermesi, edebiyat ile toplum arasında var olan güçlü bağa işaret eder. Türk edebiyatında son dönemde kentleşme ve kentlileşme temalarını işleyen romanlar, toplumsal ilişkilere ışık tutmakta, bireyin bireyle ve toplumla olan ilişki biçimini anlamaya yardımcı olmaktadır.

Benzer Belgeler