• Sonuç bulunamadı

Kentlileşme ve Kent Kültürü

Günümüzde insanların en önemli yaşam mekânları kentlerdir. Kırsal yaşam alanlarının, maddi anlamda yeterince doyuramadığı ve bunun için farklı arayışlara yönelen geniş halk kitleleri, zaman içinde kent adı verilen yerleşim alanlarını oluşturmuştur. Nüfusun hızlı bir şekilde artması ve artan bu nüfusun temel ihtiyaçlarının yanı sıra eğlenme, gezme vb. ihtiyaçlarının köylerde ve köy tipi yerleşmelerde yeterince karşılanamaması da kenti ortaya çıkaran bir diğer faktör olarak sayılabilir. Bu anlamda kentler, köyleri de içine alan, köy yaşamına göre daha hızlı bir akışın olduğu, insanların maddi ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağının plânlandığı, kırsal yerleşmelere göre insanlar arası ilişkilerin biraz daha mesafeli olduğu mekânlardır. Değişim ve örgütlenmeyi içeren kentleşme sürecinin hız kazanması, insanlık için yeni bir yaşam tarzı olan kentlileşmeyi ortaya çıkarmış bu da literatürümüze kent kültürü kavramını kazandırmıştır. Kentlileşme kavramı; çoğunlukla sosyal değişim ile birlikte fakat esas olarak kent toplumlarındaki bireylerin, yaşadığı kültürel değişimi, yani köy kültüründen bütünüyle kopamasa bile bu kültürün etkilerinden büyük oranda sıyrılarak kendisi için yeni ve farklı bir deneyim olan kent kültürüne sahip olması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kentler, nispeten örf, âdet, gelenek ve göreneklerin; ama daha çok da örgütlenmiş tavır ve düşüncelerin bir arada olduğu yerlerdir. Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütününe kültür denir. Toplumların aynası durumunda olan kültürler, kentte varlığını sürdürerek bir taraftan zenginleşir bir taraftan da kente katkı sağlarlar. Bu anlamda her kentin belli bir kültürü simgelediği söylenebilir (Uçkaç, 2006, s.31).

Kentleşme sürecinin hız kazandığı ülkelerde, bir taraftan sanayileşme ve üretim alanında önemli gelişmeler yaşanırken bir taraftan da köyden kente doğru yaşanan hızlı göç neticesinde, nüfusu hızla artan kentteki tüm bireylerin istihdam edilememesi, işsizlik, barınma gibi bir dizi sorunu doğurmuştur. Bunun neticesinde az gelişmiş veya

gelişmekte olan ülkelerde gecekondu mahalleleri ve bu mahallelerde yaşamını sürdürmeye çalışan marjinal gruplar ortaya çıkmıştır (Aslanoğlu, 2000, s.96). Kent kültürü bağlamında marjinal kabul edilen bu kişi veya grupların kentsel bütünleşme süreçlerini tamamlayabilmeleri, bu anlamda kentli sayılabilmeleri için en az onlar kadar devlete de düşen görevler bulunmaktadır. Ülkelerin şehirleşme politikalarında bu tarz kişi veya grupların yaşadığı yerlerin yer alıp almadığı, sürecin hızını belirleyen bir faktör olarak karşımızda durmaktadır. Bu çabalarla birlikte az gelişmiş ülkelerin dahi zaman içerisinde sanayileşme ve modernleşme süreçlerini yaşayacakları ve kentlerin sanayileşmiş, bütünleşmiş kentli kültürünün yer aldığı bir görünüme kavuşacakaları kabul edilmektedir. Bütün ülkelerde kırsal alanların varlığına rağmen teknoloji ve üretim alanındaki gelişmeler, ulaşım ve iletişim ağlarının yaygınlaşması ile dünyanın neredeyse tamamının artık kent hâline geldiğini söylemek de mümkündür (Tekeli, 1980, s.334).

Çeşitli sebeplerle kırsal alandan kentlere göç etmek zorunda kalan fertler açısından kentlileşme, bireylerin toplumla bütünleşmesini ve kültürel değerlerin yerleşmesini sağlayan kentleşme sürecinin doğal bir sonucudur. Gelişmekte olan ülkelerde hızlı nüfus artışı, sanayileşmeyle beraber ülkelerin ilerlemesinde başat rol oynamaktadır. Hızlı nüfus artışı toplumda uzmanlaşma ve örgütleşme gibi fonksiyonları yerine getirerek sanayinin ihtiyaç duyduğu iş gücü ihtiyacını karşılamakta ve insanlar arası ilişkileri, kentin normlarına göre yeniden düzenlemektedir. Bununla beraber hızlı nüfus artışları, özellikle gelişmekte olan ülkelerde sağlıksız ve çarpık kentleşmeyi de beraberinde getirmektedir.

Köyden kente göç eden bireylerin sahip oldukları eski alışkanlıklarını terk ederek modern kent yaşamına hemen ayak uydurmaları beklenemeyeceğinden, bu bireylerin, eski yaşam tarzlarını burda da devam ettirme eğilimi gösterdikleri görülür. Göç eden insanların çoğu bir arada yaşamakta ve kentte kendilerine ait alanlar oluşturmaktadırlar. Bu alanların artmasıyla kentin bazı bölgeleri büyük bir köy veya kırsal alan görünümü kazanmaktadır. Kentin her bölgesinin eşit imkânlardan faydalanamaması, her yerde okul açılmaması ve kentlerdeki örgütlenmenin istenilen düzeyde olmaması gibi sebeplerle kentlerdeki bu kırsal görünümlü alanların sayısı sürekli artmaktadır. Kentsel alanlarda yaşanan göç hareketiyle birlikte sosyal sınıflar arasındaki uçurum gittikçe artmakta bu durum da kentlerde entegrasyon sorununu doğurmaktadır (Hayta, 2016, s.171).

Kültür, bireyin bireyle ve bireyin toplumla olan ilişkilerini belirler. Bunu yaparken de belirli normları ve değerler sistemini esas alır. Kırsal alanda da kentsel

alanda da bir arada yaşayan insanlar, bir dizi kurallar çerçevesinde yaşamlarını sürdürürler. Bu kurallar, kentte kırsal alana göre biraz daha belirgindir. Zira “bireylerin örgütlenme dereceleri arttıkça başta ekonomik faaliyetlerdeki çeşitlenmeler, üretim ve mülkiyet araçlarının kullanımına göre ortaya çıkan toplumsal tabakalaşma bireylerin sosyal ilişkilerini daha fazla kurallara” (Hayta, 2016, s.172) bağımlı kılar. Kırsal yerleşmelerden büyük kentlere göç eden bireyler, kırsal yaşama ait bazı alışkanlıkları beraberlerinde getirirler. Köy kültüründen beslenen bu alışkanlıkları terk edip kent kültürüne adapte olmak, başta bireyler için zor olsa da zaman içerisinde kentli bireylerle girilen sosyal ilişkiler, insanların düşünce ve davranışlarında değişimlere sebep olur. Kolay olmayan bu kültürel değişim ve dönüşüm öncelikle fertlerin zihin dünyalarında başlar ve zamanla bireyin bütün tavır ve davranışlarına yansır.

Küçük toplum modeli olan köy toplum modelinden büyük toplum modeli olan kent toplum modeline geçildiğinde, bizleri iki büyük değişim beklemektedir. Bunların birincisi bireylerin örgürlüklerinin merkeze alındığı, bireysel davranışların ön plana çıktığı ve bunun için de bazı toplumsal ve kültürel normların uygulanmadığı veya kısmen uygulandığı durumdur. İkincisi de bu değişimlerin, bireylerin sosyal durumlarına göre toplumsal yapıda, kurumların farklılaşması ve işleyişlerinde meydana getirdiği köklü değişimlerdir (Hayta, 2016, s.172).

Herhangi bir toplumun ya da toplumsal kümenin yerleşik örgütleniş biçimi olarak tanımlanabilen Toplumsal yapı; “ekonomik faaliyetler ve ilişkiler ağından oluşan bir alt-yapıya ve ideoloji, inançlar, aile, siyasal özelliklerden meydana gelen bir de üst- yapıya sahip” (Hayta, 2016, s.172) karmaşık bir kavramdır. Kentlileşme kavramının, toplumsal yapının dinamikleri olan aile, dil, din, eğitim, ekonomi gibi bileşenlerle anlam kazanabilecek bir olgu olduğu unutulmamalıdır. Benzer ekonomik düzeye sahip olan ülkelerde bile aile içi iletişimden tutun da toplumsal dayanışmaya, komşuluk ilişkilerine kadar bir dizi farklılık göze çarpar.

Benzer Belgeler